fetih etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
fetih etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

9 Eylül 2010 Perşembe

ŞEHZADELERİN KATLİ DEVLETİ KURTARDI MI?

ŞEHZADELERİN KATLİ DEVLETİ KURTARDI MI?

Fatih hakkındaki en tartışmalı konulardan bir de şehzadelerin öldürülmesi konusu? Siz ne düşünüyorsunuz bu konuda?
Geçenlerde yayınlanan Tarihin Arka Odası programında neredeyse, “ne iyi olmuş, ellerine sağlık” demeye yakın sözler kullanıldı. Belki “elleri mahkumdu” denebilir ama bunu söylemek doğru olmaz.
Klasik Türk devlet yapısında, batıda olduğu gibi veraseti düzenleyen bir sistem yoktı. Olmadığı için de güçlü olan şehzadeler mücadeleye girerdi, bu nedenle de Türk devletlerinde hanedan soyu 3-4 göbekten öteye gitmezdi. Tahta biri çıktığında genelde iç savaş yaşanıyordu. Osmanlı bir şekilde bunun önüne geçmek istedi.
Fakat Fatih’in kardeş katline kanunlarda yer vermesi işe yaradı mı? Bune evet demek zor. İlk savaş zaten kendi oğulları arasında yaşandı. Arkadan savaşı kazanaz oğlu II. Beyazıt daha hayattayken de onun oğlu birbirne girdi. Pratikte hiç bir işe yaramadı. Bambaşka çözümler bulunabilirdi. Hiç bir işe yaramadı. 
 Sonra kafes uygulamasına geçildi. Bu da olumlu sonuçlar sağlamadı. Eğer bir kişi 50 yıl kafeste kalırsa, çıktığında normal bir insan olmaz. Ne denirse densin, kesinlikle bu hayır getirmemiştir.
Bu kadar vizyon sahibi olduğunu bildiğimiz birinden bahsediyoruz. Peki Fatih, Osmanlı sistemine uyacak bir veraset sistemi koyamaz mıydı? Ya da Beyazıt’ı ya da Cem’i kendi sağlığında veliyaht olarak göstererek iç savaşı engelleyemez miydi? Türkler’in huyu bu, göçebelikten kaynaklanıyor. Kimse kaderine razı olmuyor. Osmanlı’nın ilk dönemlerinde Orhan Bey’le Allaaddin Bey çok iyi geçinmişlerdir diye anlatılır ama arkası niye gelmedi onalar hiç anlatılmaz.
Biraz da ölümüne de gelmek istiyorum. Fatih’in hayattayken özellikle Venedikliler tarafından bir çok suikast teşebbüsüne uğradığı ve en sonunda Venedikliler’in bunu başardığı söyleniyor?
Bu doğru. Ölüm sebebinin zehirlenme olduğu kuvvetle muhtemel ama naaşı bozulduğu için bu kanıtlanamıyor. Eski dönemde zehirlemeler genellikle arsenik ya da kurşunla olurdu. Özellikle kurşun zehirlenmelerinin etkileri yıllar sonra ortaya çıkar. Kaldı ki, Fatih öldüğü zaman yeni sefere çıkmıştı. Ağır hasta olan birinin sefere çıkmasını beklemek çok da inandırıcı olmaz.
SON SEFERİ NEREYEYDİ?
Bu sefer nereye düzenleniyordu?
Bunu kesin olarak bilemiyoruz ama daha önce alamadığı Rodos’a düzenlendiğini tahmin ediyorum.
Son olarak fatih sonrasına gelmek istiyorum. Ardılları onun vizyonunu ne derece gerçekleştirebildiler?
Epeyce yerine getirdiler bence. Fatih, Belgrad’ın önünden döndü. Kanuni Sultan Süleyman dönemine gelindiğinde Viyana önlerine kadar gelinmişti. Kanuni’nin torunları zamanında da İran’a karşı üstünlük sağlanmıştı. Aşağı yukarı Fatih’ten 100 yıl sonraki Osmanlı, onun vizyonuna çok yaklaşmıştı.
Ama o kocaman yapıyı ayakta ayakta tutacak, homojen yapı kurulamadı. Fatih’in asıl vizyonu buydu. Fatih, kültür olarak homojenleştirmeyi mutlaka başaracaktı. Bu olsaydı imparatorlukta ‘öteki’ diye bir kavram olmayacaktı.
Ölümünd Osmanlı İmparatorluğu'nun sınırları.

SAKAOĞLU: UYGARLIK KURUCUSUYDU
Fatih Sultan Mehmet’i bir de,Osmanlı İmparatorluğu hakkında yazıları  NTV Tarih dergisinde de yayınlanan Prof. Dr. Necdet Sakaoğlu’ndan dinledik;
Fatih’in Türk ve dünya tarihi için önemi nedir?
Fatih’in diğer Osmanlı padişahlarından çok yönlü farklılıkları vardı. Arapça ve Farsça’yı bilen padişahlar da vardı ama Grekçe ve Latince gibi Batı dillerini de bilen tek padişah oydu diyebiliriz. Sadece dil bilmek değil, o dillerde yazılmış tarih, felsefe ve din kitaplarına ilgi duyan, onları inceleyen ya da inceleyenlerden öğrenen, soran, sorgulayan, başka dinlerin ilahiyatçıları ile oturup konuşan ve tartışan bir 15’inci yüzyıl padişahıdır Fatih Sultan Mehmet.
Galiba bu ilgisi biraz da kendisini Roma İmparatoru olarak görmesiyle ilgili. Yani bu, bütün dinlere, bütün milletlere, topluluklara büyük bir imparator adaleti ile yaklaşmak istemesinden kaynaklanıyor. Yaptığı fetihleri, kişisel bir heves ya da meraktan çok, hükmettiği ülkelerde yaşayan insanlara kendisinden beklenen adaleti götürme konusundaki titizliği ile açıklayabiliriz.
Öyleyse Fatih’i, farklı toplulukların tek çatı altında yaşamasının temellerini atan ve böylelikle de Osmanlı’yı imparatorluk yapan kişi olarak görebilir miyiz? Gayet tabii. Belki ondan sonra gelen padişahlar arasında da onunkine benzer anlayışa sahip olanlar vardı ama Fatih’in gerek kendisine atfedilen kanunnamesi ile gerekse de devlet düzenine getirdiği temel kurallarla, ardıllarına çok önemli bir yol açtığını belirtmemiz gerekiyor. Bu nedenle onu diğer Osmanlı padişahlarından farklı bir yere koyuyoruz.
'KARDEŞ KATLİ SANILDIĞI KADAR UZUN SÜRE UYGULANMADI'
Az önce sözünü ettiğiniz kanunnamesinde en tartışmalı nokta kardeş katliydi. Bazı tarihçiler Osmanlı’nın bu kadar uzun süre ayakta kalabilmesini buna bağlıyor. Siz ne düşünüyorsunuz?
600 yıllık süreci sadece şehzadelerin idamını bağlamamız mümkün değil. Öncelikle Fatih kanunlarını hayata geçirmeden önce Osmanlı’nın 150 yıllık bir geçmişi var. Bu süre içinde de padişahların devlet düzeni için kardeşlerini hatta kendi oğullarını öldürtmelerine rastlıyoruz. Bu devletin kuruluşundan beri, parçalanmayı önleyici bir önlem. İyidir, kötüdür, vicdani bakışla bizi bugün rahatsız edebilir ama o günün koşullarında zorunlu görülmüş olabilir, biz de öyle bakmalıyız
Fatih’ten sonra ise kardeşlerin öldürülmesi uygulaması, sanıldığı gibi uzun devam etmedi. Fatih’ten, I. Ahmet’in saltanatına kadar geçerli bir kuraldı bu. IV. Murat’ın kardeşlerini öldürtmesi ya da II. Mahmut’un ağabeyini öldürtmesi gibi istisnalar olmakla birlikte, 1600’lü yılların başından 1900’lere kadar artık devletin bütünlüğünü sağlamak için şehzadelerin öldürülmesi uygulaması yoktur. Yani imparatorluğun 600 yaşaması şehzadelerin öldürülmesi ile açıklanacak bir şey değildir.
Ayrıca kardeş katli, sanıldığı gibi çok sık başvurulan bir yöntem değildi. Fatih’in kendisi tahta geçtiğinde, Zağanos Paşa’ya o sırada küçük bir çocuk olan kendi kardeşini boğdurttuğunu biliyoruz. Cem Sultan ise, II. Beyazıt’ın hayattaki tek kardeşiydi. Cem Sultan da saltanat mücadelesi açtı, aralarında savaşlar oldu, Cem de sonunda Avrupa’ya sığınmak zorunda kaldı. Yani II. Beyazıt’ın kardeşini öldürtmek gibi bir şeyi yok. Ama oğlu Yavuz’un tahta geçtikten sonra kardeşleri olan Ahmet ve Korkut’u boğdurtması var.
Kanuni’nin ise kardeşi yoktu. II. Selim tahta geçinceye kadar da, babasının sağlığında kardeşleri tasfiye edilmişti. Bu nedenle II. Selim de kardeşsiz tahta geçmiş.
Şehzadelerin katli meselesini en yoğun biçimde uygulayan III. Murat ve oğlu III. Mehmet’tir. Bunların dönemlerinde de şehzadelerin sancağa çıkmaları uygulaması olmadığı için, tahta çıktıklarında kardeşleri İstanbul’daydı.
Bütün bunlara baktığımızda kardeş katli meselesinin hanedana yönelik bir tür suçlama oluduğunu görüyoruz ama bu kısa bir dönemde yapılan bir uygulamaydı.
Peki imparatoluk fikrine bu kadar bağlı olan bir padişahın, farklı uygulamalarla tahta varis göstermesi beklenmez miydi?
Belki tahtın büyük şehzadeye bırakılması uygulanabilirdi. Ama onun da kendine has tehlikeleri var. Örneğin büyük şehzade devleti idare edemeyecek durumda ama küçük olan daha yetkin olabilir.
Bir de şu var; Cem Sultan, babasının padişahlığında, II. Beyazıt ise babasının şehzadeliği sırasında doğmuştur. O zamana kadar genellikle tahta geçen padişahlar, babalarının padişahlığının ilk yıllarında doğmuş olanlardı. Yani padişah çocuğu olarak doğmuşlardı. Eski Türk hanedanlıklarında, küçük şehzadelerin tahta geçtiği az rastlanır bir durum değildi.
İstanbul'un alınmasında en bilinen sahnelerden biri, gemiler karadan yürütülüyor.

ROMA BARIŞI GİBİ...
İtalya’ya sefer açmış tek padişahtı. Pek çok kaynakta da Fatih’in politikalarını Roma İmparatorluğu’nun devamı olarak uyguladığına değiniliyor. Bu iki konu arasında bir bağlantı kurulabilir mi?
Gayet tabii. Roma İmparatorluğu’nun Akdeniz havzasındaki yayılım alanlarını düşünerek, aynı zamanda büyük bir uygarlık olan Roma İmparatorluğu’nu bir Türk hanedanının iktidarı altında yeniden kurmayı düşünüyordu. Buradaki amacı ise sadece genişlemek değildi. Bu havzadaki, sönmüş olan uygarlığı canlandırmayı amaçlıyordu. Tarihi iyi bilen bir hükümdar olarak, yıkılmış ve farklı milletlerin kavga alanı haline gelmiş Akdeniz Havzası’nda, Roma zamanında yaşanan barışa benzer bir barış ve uygarlık gerçekleştirmek istiyordu. Fatih’i de bir anlamda da uygarlık kurucusu olarak düşünmek gerekiyor.
Sonraki padişahlar bu vizyona sahipler miydi?
Galiba Fatih’in vizyonunun terk edildiği olarak düşünmek gerekiyor. II. Beyazıt’ın zaten sefer yapmak gibi bir hayali yoktu. Yavuz Sultan Selim hiç batıya sefer yapmadı. Sadece Kanuni Sultan Süleyman’ı Fatih’in izinden giden bir padişah olarak gösterebiliriz.

19 Temmuz 2010 Pazartesi

Tunus'un Fethi (1574)

Tunus'un Fethi (1574)

Tunus'u Barbaros Hayrettin Paşa fethetmişti. Fakat Sarlken tarafından 1534'te geri alınmıştı. Kaptan-ı Derya Kılıç Ali Paşa komutasında Türk donanması ve Vezir Sinan Paşa emrindeki kara kuvvetleri ile Tunus'a bir sefer yapıldı. 1574'te kesin olarak fethedilen Tunus, beylerbeylik haline getirilerek Osmanlı Devleti'ne bağlandı.
İstanbul Fatih Sultan Mehmet Tarafından Fethedilmiştir

İstanbul Fatih Sultan Mehmet Tarafından Fethedilmiştir

Sultan Mehmet, Osmanlı tahtına geçmesinin hemen ardından İstanbul ve Çanakkale Boğazı’nin çevrelerindeki Bizans kalelerine sürekli baskı yapmış, 5 Nisan’da İstanbul’un fetih harekatını başlatmaya karar vermiştir.

Sayısı seksenbin ile ikiyüzbin arası değişen bir orduyla İstanbul’a hareket etmiştir. Konstantinapolis ise ikibini yabancı olmak üzere toplam yedibin kişilik bir orduyla savunulmaya çalışılmıştır. Kuşatma Osmanlı kuvvetlerinin bir kısmının çevrede kalan Bizans kalelerini ele geçirmesi ve ağır Osmanlı toplarının da İstanbul surlarına ateş etmesiyle başlamıştır.

Bizans’ın başkenti Konstantinopolis’i, II. Mehmet komutasındaki Osmanlı İmparatorluğu’nun kuşatmasının ardından gerçekleşmiş bir fetih hareketidir. Bizans İmparatorluğu ordusunun komutanı ise XI. Konstantin Palaiologos olmuştur. Kuşatma Osmanlı ordusunun, kesin zaferiyle son bulmuştur. Jülyen takvimine göre 5 Nisan 1453 yılından 29 Mayıs 1453 tarihine kadar sürmüştür. Bu olay önceden yaklaşık 1000 yıllık Bizans İmparatorluğu’nun siyasal bağımsızlığını ortaya çıkarmıştır.

Zafer sonrafı Fatih Sultan Mehmet, Ayasofya’da namazını kılmış oranın ebediyen cami olarak kalmasını emretmiştir. Fakat inşasına saygı duyulmuş yerle bir edilmemiş, Osmanlılar Ayasofya’nın çan kulesini bile yıkmamışlardır.