haftanın kitapları etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
haftanın kitapları etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

28 Ağustos 2016 Pazar

Haftanın Kitapları XV

Haftanın Kitapları XV


Bugün kendisinin kitaplarını okumakta geç kaldığımı düşündüğüm yazar Amin Maalouf'un üç kitabı var haftanın okunanlarında. Genelde ilk defa okumaya başlayacağım yazarların; üslubunu, konu seçimini, yarattığı kurgusal dünyayı tek kitabı ile değerlendirmektense daha doğru kararlara varabilmek ve yazarın edebi gelişimini kavrayabilmek  için yazılış sırasına göre iki-üç kitabını peş peşe okumaya özen gösteriyorum.

Yazarın yazmış olduğu ilk kitap "Arap'ların Gözünden Haçlı Seferleri" isimli bir tarih incelemesi 11.-12.yy tarihçilerinin eserlerini ele alarak yazılan kitap,günümüzde batı ve doğu, Müslümanlık ve Hristiyanlık arasındaki "savaşın" sebeplerini anlamaya yardımcı oluyor. Fakat kitap, yazarın değerlendirmelerine, olayı yorumlamalarına yer vermediği için anlatım bir süre sonra çok fazla kronolojik gelmeye başlıyor. Elbette, tarih diyoruz yorum ne kadar olabilir diyoruz fakat olayları objektif olarak yorumlayarak okuyucuya sunmak gerekliliği de söz konusu yine de yazar bir edebiyatçı olduğu için, tarihçiden beklenen davranışların hepsini sergilemesini beklemek ve olumsuz olarak eleştirmek de haksızlık olur. İsminin başında Prof. ünvanı olan çoğu tarihçiden daha çok tarihçi Amin Maalouf. Kitabımızı çeviren Ali Berktay, kitabın yazım tarihi 1983 YKY'den basımı ise 2006 yılında yapılmış ve elimdeki 12.baskı 2015 Ocak. 

Amin Maalouf'un ikinci romanı "Semerkant",İran tarihini hem Ömer Hayyam, Hasan Sabbah ve Vezir Nizamülmülk çevresinde anlatırken hem de 1900'lü yılların başında siyasi buhranlara değinip kitabı Titanic'e kadar taşıyor. Yazar'ın ilk kitabından sonraki kitaplarında tarihin kurgu ile harmanlandığına şahit oluyoruz bu konuda gerçekten çok çok başarılı bulduğumu söylemeliyim kendisini. Hem yeni şeyler öğrenirken hemde güzel bir roman kurgusu içinde insan kayboluyor ve yine yazarın Lübnanlı olması avantajı ile doğulu yaşam tarzını çok iyi yansıttığını görüyoruz. Semerkant 1988 yılında yazılmış, Çevirşini yine Ali Berktay'ın yaptığı kitap elimdeki 75.baskıyı 2015 de çıkarmış durumda. 

"Doğu'nun Limanları" ise Birinci Dünya savaşı sırasında Ermeni-Türk ilişkilerini Osmanlı Hanedanı'ndan birisinin başrolünde olduğu kurgu ile anlatmakta. Biraz kısa olan roman, diğer kitaplar gibi bölümlerden oluşmakta ve baş karakterin anıları olarak sunulmakta. 1996'da yazılan kitap Semerkant gibi katmanlı yapıda olmasa da insanı yormayan ve okumaktan zevk aldığım bir kitap oldu. 58.basımı Nisan 2016 da yapılmış kitabın çevirisi Saadet Özen'e ait. Henüz okumadıysanız Amin Maalouf'un kitaplarından birini okumanızı tavsiye ederim, sanırım ben diğer kitaplarını da sırayla okuma listeme ekleyeceğim.

Sevgiler
Historian

12 Ağustos 2016 Cuma

Haftanın Kitapları XIV

Haftanın Kitapları XIV


Herkese Merhaba, haftanın okunanlarını tarihe not düşmenin vakti geldi. İlk okuduğum kitap blog'da okuduğum kitapları yazmaya başlamadan kısa süre evvel tanıştığım bir Japon yazara ait; Kazuo Ishiguro... Kendisinin okumuş olduğum ilk kitabı "Uzak tepeler"i üç kişilik kitap tartışma grubumuzda ele almış, okumuş, tartışmış ve kitaptaki gizemli sonu bu sayede konuşarak kavramış,akıllıca kurulan olay örgüsünü çok beğenmiştik bu sebeple derhal başka kitaplarını da okunacaklar listesine eklemiştik geçtiğimiz kış. "Beni Asla Bırakma"yı okumanın evveli bu şekilde  kısacası. Kitap YKY basımlı. İlk baskısını Şubat 2007 elimde bulunan baskıyı ise Ocak 2016'da yapmış çeviri ise Mine Haydaroğlu'na ait. Kitabın künyesine yazılan, dikkatimi çeken ve her zaman rastlayamayacağımız bir bilgi de hoşuma gitti, çeviriye temel alınan baskı. Bahsetmişken onu da yazayım, kitabın çevirisinde Knopf Canada,2005 kullanılmış. Roman, yatılı okulda büyüyen Kathy'nin anıları ve eskiye dönüşleri şeklinde kurgulanmış. Kathy,bir organ bağışçısı bakıcısı. Bunun sebebi de okuduğu okul, çok küçük yaşlarda okumaya başladıkları "Hailsham" ismindeki okulda yetiştirilme sebepleri organ bağışçısı veya bu bağışı yapan arkadaşlarına bakıcılık yapacak olmaları. Okulda okuyan çoçuklar ileride başına geleceklerin bilincinde. Ben bu durumdaki çoçukların kimsesiz çoçuklardan seçildiğini düşünmüştüm kitabın büyük bir kısmında fakat olay sonra çok farklı bir boyut kazandı, genelde kitapların ayrıntılarına çok girmiyorum ki okumayı düşünenler için merak unsuru itici bir güç olmaya devam etsin, o yüzden bu konuya değinmemek daha uygun. 

Yazar,sade dili ile okuyanların ilgisini canlı tutmayı başarıyor fakat romanda verilmek istenilen düşünceye katkısı olmayan  veya ana konuyu beslemeyen Kathy'nin birçok okul anısı bana biraz fazla lüzumlu gelmedi o yüzden olması gerekenden en az 50 sayfa uzatmış diye düşünüyorum kitabı. Olumsuz anlamda tek eleştirim bu. Aynı zamanda yazarın şu ana kadar okuduğum iki kitabını göz önünde bulundurursam, karakterlerin çoğunun kadın olması dikkatimi çeken bir diğer unsur. Uzak Tepeler'de bir anne ve kızı ile komşuları olan kadınla yaşadıkları durum söz konusu iken Beni Asla Bırakma'da baş karakter onun en yakın arkadaşı, okul yöneticisi ve kitapta yine önemli karakterlerden, çoçukların sanatsal çalışmalarını belli aralıklarla toplayan kişi ile çoğu öğretmen kadın... 

Diğer kitabım ise Nobel Ödüllü yazar Jose Saramago imzalı, Kabil. Saramago'nun dini ele alıp net şekilde ironilerle yazdığı konunun baş karakteri hepimizin bildiği ilk kardeşi Habil'i öldüren, Adem ve Havva'nın oğlu Kabil. Kabil'in Zaman'da yolculuk yapabildiği ve ölmediği kitapta, dini bazda önemli olayların gerçekleştiği  mekanlara giderek onlara tanık olması bu olayları ele alması ve Efendi (Tanrı) ile ilgili düşünceleri ona seslenişi yer alıyor. Bölümlerden oluşan kitapta:Yaratılış, Lut kavminin helak edilmesi, İbrahim'in oğlu İsmail'i kurban olarak sunmaya çalışması, Nuh'un gemisi gibi genel dini olayları görebiliyoruz. Tabiki tahmin edebileceğimiz gibi kitap basılmasından sonra ufak çaplı bir kıyamet kopmuş ele aldığı konular sebebiyle de sansüre de maruz kalmış. İlk 30-40 sayfa yazarın dili her zamanki üslubundan daha yavan  gelmişti ama sonradan bu durum düzeldi ve kitabı memnun olarak bitirdim. Künyemizi de yazarak yazının sonuna gelelim: Kırmızı Kedi Yayınevi'nden çıkan kitap ilk basımını Eylül 2011,13.basımını ise Mart 2016 yılında yapmış, çevirisini Işık Ergüden üstlenmiş. 

Sevgiler
Historian

5 Ağustos 2016 Cuma

Haftanın Kitapları XIII

Haftanın Kitapları XIII


Bu yazı, 'Haftanın Kitapları' başlığı altında olsa da itiraf etmeliyim ki bu hafta okumuş olduğum kitaplar değil. "Haftanın Kitapları"nın son incelemesinden bu yana okuduğum üç kitap. Bu duruma değindikten sonra kitaplarımıza geçebiliriz. 

Kitaplardan ikisi uzun zamandır kitaplıkta okunmayı bekleyen inceleme, biri ise modern klasiklerin son sayılarından roman. "Tunç Çağının Sonu" İş bankası Kültür Yayınları tarafından Ekim 2014'te basılmış, Robert Drews imzalı ve Tolga Ersoy ile Gürkan Ergin'in dilimize kazandırmış olduğu bir eser. Kitabın amacı İ.Ö 1.200 dolaylarında özellikle Akdenizde hakim güçlü devletlerin,kültürlerin; birden yıkıma maruz kalmasının yıllardır tartışıla-gelen sebeplerini irdelemek ve değişik savlarla akıl yürütme yöntemiyle sonuca ulaşmak diyebilirim. Bu öyle bir dönem ki Batı'da Miken, Anadolu'da Hitit siyasi egemenliklerinin birden son bulduğu Mısır'ın da çok zor durumlara girdiği bir dönem. Bu kadar etkili ve ani bir yıkıma neyin sebep olduğu konusu yıllarca farklı görüşler ortaya çıkmasına sebep olmuş, kitabımızda bu görüşleri ele alıp en akla yatkın olanı bulmaya çalışıyor... 

Freud'un Din konusunda yazdığı bu kitap Payel Yayınevi'nden 2002 mayıs çıkışlı açıkçası beklentimi yüksek tutmuş olacağım ki hayal kırıklığı yaşadım, çok kavramsal ve konunun özünden uzak buldum Freud'u... 

Son kitap ilk defa okuduğum yazarlardan, mayıs 2016 basımlı, İş Bankası Kültür Yayınları'ndan Modern Klasikler serisinden 77 numaralı 'Boyalı Peçe'. 1900'lü yılların başında geçen kitap bir kadının aldatma hikayesi diyebiliriz.Kitap sonuna kadar bir sürprizle karşılaşma beklentim boşa çıkınca, bir süre modern klasikler serisinde çıkan kitaplarla arama mesafe koymaya karar verdim, daha nitelikli kitaplarla serinin devam etmesini temenni ediyorum.



Sevgiler

Historian

10 Haziran 2016 Cuma

Haftanın Kitapları X

Haftanın Kitapları X


Bugün tek bir kitap var konuk olarak, aslında tek kitap içinde iki kitap birden,nasıl olduğuna bir bakalım. Latin Amerikalı yazarlar,kendilerine has üsluplarıyla farklı eserler ortaya atma konusunda oldukça başarılılar,az çok hepimiz en az birisinin kitaplarının müdavimi olmuş veyahut okuduğumuz kitabın birinden etkilenmişizdir. 

Özellikle Latin Amerika'nın üzerinde emperyal baskının daha yoğun olduğu ve siyasal,toplumsal olayların zirve yaptığı dönemde yetişen yazarlar, kitaplarında gerek gözlem güçleri gerekse bu sıkıntılı ortam sebebiyle  tamamen ayrı ve büyülü bir ortam yaratmada ustalaşmışlar. 


Julio Cortazar "Sek Sek" romanında farklı bir yaklaşım yaratmış, kitap toplamda 155 bölümden oluşurken esas roman 56.bölümden sonra bitiyor ve geriye okuması zorunlu olmayan bölümler başlıyor, bu kısım ise 56'ya kadar olan bölümler için bir parantez niteliğinde,bölümlerin arasında anlatımı kesip başka bir bölüme atlıyoruz ve devamlı böyle olarak devam ediyor, her bölümün sonunda hangi bölümü okuyacağınız yazıyor zaten "Sek Sek" ismi de bundan kaynaklı.

Her olgu ve durum hakkında bi tanımlama yapan,benzetmelerle dolu bir kitap. Yorumlarını okuyup oldukça merak etmiştim ve Can Yayınları mayıs ayında ikinci basımını gerçekleştirdi. Açıkçası zor bir kitap ve biraz mücadele gerektiriyor, zamanı kısıtlı olan veya daha sürükleyici şeyler arayanlar için biraz yorucu ve yıpratıcı olacaktır ama zamanı olan ve farklı bir deneyim yaşamak isteyenler,durum hikayelerini sevenler için vazgeçilmez olabilir. 

Ben kitap okumaya kaçıyorum, Mutlu haftasonları...

Sevgiler

Historian

3 Haziran 2016 Cuma

Haftanın Kitapları IX ve Kitap Kılıfları

Haftanın Kitapları IX ve Kitap Kılıfları


Evet, bir aylık bir süreden sonra tekrar buralardayız... Bu süre zarfında,okuma gerekliliğinin getirmiş olduğu kitap ve makaleler listemde hayli yer kapladı. Makaleleri burada yazmaya lüzum görmemekle birlikte esas yer teşkil eden kitap okumalarımı, kendim için bir liste yaratmış olmak için de yazıyor olduğum "Haftanın kitaplarına" eklemeyi lüzum gördüm.

Kitaplardan biri 2012 yılında almış olduğum 19.Yüzyıl Siyasi Tarihi, mülkiyenin esaslı hocalarından hatta esaslı hocalarının da hocası olan Fahir Armaoğlu'na ait.Yine aynı şekilde hocanın bende 20.Yüzyıl Siyasi Tarihi kitabı da mevcut. Bende olanlar 2010 baskısı fakat kitapçılarda gezerken;yeni, daha büyük ebatlı ve karton kapaklı baskılarını da görmüştüm bu yıl içerisinde, yayınevine dikkat etmedim fakat üniversitelerde bir çok bölümde ders kitabı olarak da okutulduğu için devamlı basımı yapılan bir eser konumunda. Sayfa sayısı olarak oldukça hatırı sayılır boyutta, 1192 sayfa. Ben hepsini değil 3/4'ünü okumuş durumdayım şuan, fakat yazarın dili eğer böyle cazip olmasa okuması zor konular, olduğu için buraya kadar gelmekte zor olurdu muhtemelen, Fransız ihtilali ile başlayan anlatım 1914'lere kadar coğrafyaların paralel olarak siyasal durumları üzerinde durması ile mukayeseli olarak ilerliyor. Ardı ardına okuyunca devletlerin siyasi manevralarını, esas amaçlarını daha iyi analiz etmemize yardımcı olan eser aynı zamanda günümüz devletler politikasını da daha iyi yorumlamamız için kesinlikle faydalı... Bir diğer kitap daha önceki "haftanın kitaplarında" aldığım kitaplar arasında olan Erasmus, Deliliğe övgü. 1500'lerin başında yazılan bu eser, Erasmus tarafından yakın dostu Thomas More'a adanmış More/Morus isminin eski Yunancadaki karşılığına binaen yapılan bir kelime oyunu da mevcut. 


Avrupa tarihinde rönesans ve reform hareketlerinin içinde doğduğu ortam;kilisenin kuvveti, skolastik düşüncenin baskısı, kralların ve feodal beylerin halk üzerindeki yaptırımları derken oldukça karanlık bir ortamdı malumunuz, böyle bir ortamda tüm baskı unsurlarını tek tek ele alıp dalga geçen ve eleştiren kitap bağnazlığın her türüne eleştiri getirdiği için günümüze kadar önemini korumuş. "Delilik" söz alarak önce kendini tanıtıyor ve sonra ironi ve retorik dolu bir söyleve başlıyor kitapta, sayfa 80'e kadar mitolojik açıdan kendini tanıtan delilik sonra eleştirilerini direkt hedef alarak yapmaya başlayınca kitap merak uyandırmaya başlıyor ve önemini kavratıyor o sebeple sayfa 80 civarlarına gelene kadar eserin öneminin abartıldığını düşünmüştüm fakat sonra fikrim değişti. Gördüğünüz gibi hayli bir sayfayı işaretledim, bu arada işareti böyle yapmamamdaki amaç kitap sayfasını minimum şekilde yıpratmak istememden kaynaklı.Fosforlu kalem ile bu şekilde işaretli olan sayfa, kitap kapalı iken de hemen belli olduğu için, ilerleyen vakitte kitaplığımdan çıkarıp o kısımları hemen açıp okumamı kolaylaştırıyor. (Siz hangi yönetimi izliyorsunuz? ) Son olarak kitabın bu ikinci basımı Çiğdem Dürüşken çevirisi ile Alfa yayınlarından şubat 2016'da yayımlanmış, 263 sayfa. 

3.kitap; daha önce Azra Erhat'ın mitoloji sözlüğünde okuduğum Dionysos maddesinde bir kısmı alıntılanan ve Dionysos'un Hellen mitolojisine sonradan Anadolu kültüründen geçtiğini gösteren bir eser, o sebeple Hellenler tarafından benimsenmesi de biraz güç olmuş, tiyatrovari ve kısa olduğu için kafa dağıtmak için okunabilir zaten bir oturuşta da bitiyor. Aynı zamanda mitolojiye meraklı olanlar için tavsiye ederim. Euripides tarafından yazılmış bu antik eser,Sabahattin Eyüpoğlu tarafından dilimize kazandırılmış ve İş Bankası Kültür Yayınları tarafından yayımlanmış... 

Haftanın kitaplarından bu kadar, geçen sefer merak konusu olan kitap kılıfı fotoğrafları ile veda ediyorum, anlatmaya lüzum görmedim umarım fotoğraflar açıklayıcı olmuştur.






Sevgiler
Historian

22 Nisan 2016 Cuma

HAFTANIN KİTAPLARI VII

HAFTANIN KİTAPLARI VII


Yaklaşık 1 ay zorunlu ara verdikten sonra haftanın kitapları ile tekrar buralardayım. Bu süre genellikle makaleler ve bazı kitaplardan bölümler okuma ile geçtiği için maalesef edebiyattan, felsefeden biraz uzak kaldım o sebeple gelecek hafta bu kitap açlığı ile 4-5 roman okuyup,onlardan bahsetmem yüksek ihtimal. 

Haftanın kitaplarını yazmadığım bu birkaç haftada ise şu 3 kitabı okudum; ilk kitap: Roma'nın Yurtsever Tarihçisi Titus Livius, Bedia Demiriş'in yazdığı, Arkeoloji ve Sanat Yayınları'ndan çıkan bu kitap geçen haftalarda okumuş olduğum yine Bedia Demiriş'in  Tacitus'u gibi Roma dönemi tarihçiliği hakkında. 

Roma krallık döneminde yüksek magistiratların yani memurların tutmaya başladığı basit kayıtlar olup sonra gelişim gösteren "Commentarii" ler, din görevlileri pontifexlerin tuttuğu yıllıklar olan "Annales Maximi"ler ve daha bir kaç eski kayıt tutma belgelerinin tanımlarını içeren bölümlere yer veren Bedia Demiriş sonra Livius'un tarihçiliğine, üslub ve biçemine, ona yöneltilen olumlu-olumsuz eleştirilere değiniyor ve onun üstünden dönemin tarihçiliğine değiniyor,bilgilerin okuyucuya sunuluş şekli ve içeriği açısından çok yararlandığım bir kitap oldu,hem bir ders kitabı olarak tarihçilere veya Latin dili gibi bölümlerde okuyanlara hem de genel okuyucuya hitap eden bir eser. 

Bir diğer okuduğum kitap ise: Sina Akşin'in "Kısa Türkiye Tarihi" en sevdiğim yayınevlerinden olan İş Bankası'ndan Eylül 2007'de ilk basımı olmuş bir kitap. Maalesef beni hüsrana uğratan bir kitap oldu Osmanlı ve Türk kültür hayatı hakkında güzel tanımlarla başlayan kitap Tanzimat Fermanı (1839) ile olayları ele almaya başlayıp 2000'li yıllara kadar belli başlı olayları sıralıyor. Bana kalırsa genel okuyucu,yani biraz neler olmuş diye fikir edinmek, akademik seviyede bilgi peşinde olmayan ve ayrıntılarla boğulmak istemeyen okuyucu için bile çok yüzeysel bir kitap, Vikipedi'de daha tatmin edici düzeyde bilgilere ulaşmak, okumak mümkün. Aynı zamanda yazar niyeyse daha evvel kimsenin kullanmadığı terimler ve kısaltmaları kullanarak dikkatimi çekti, örneğin Mondros Mütarekesine; "Mondros bırakışması" demesi veya İttihat  ve Terakki'ye kısaca İT, Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyetini ise ARMHC demesi ve devamlı öyle kullanması. "Bana göre böyle denmeli" diyerek terminolojiye farklı bir boyut ekleme lüksünün olmaması gerektiği bir alan tarih, bu tip farklı kullanımlar aynı konu hakkında bilgi düzeyini arttırmak isteyen insanlar için sıkıntı çıkarabilecek olduğu kadar, okuyucunun canını sıkan yenilikler olmaktan öteye gitmemekle birlikte okuyucunun gözünde yazılan konunun da içini boşaltmakta bana kalırsa. Demekki,başında bişeyi bize kısaca sunmayı vaad eden kitaplardan uzak durmak ve tedbirli olmak gerek yoksa bildiklerimizi de unutmak mümkün. 

Ve hüsranlarla dolu okumalarımın son kitabında "Genç Werther'in Acıları"mevcut Goethe'nin yazdığı dönemde bir çok insanın intihar etmesine sebep olan bu kitap okuduktan sonra bende de bir düşünce meydana getirdi elbette; "Bu insanlar niye intihar etti?" Can Yayınları'nın  mini kitap versiyonunu bizlere sunduğu kitapta genç bir adamın arkadaşına yazdığı gel-git dolu ruhsal dünyasının yansıması olan mektupları görüyoruz. İlgimi çekmeyen konu edebi yönden de zayıf olunca,öylesine okumuş olduğum bir kitap olarak  listeme eklendi Genç Werther o yüzden üzerinde durmam gereken pek bi husus yaratmadı. Bu hafta herkese verimli ve güzel okumalar dilerim, benden bu kadardı, görüşmek üzere...

Sevgiler
Historian

18 Mart 2016 Cuma

HAFTANIN KİTAPLARI V

HAFTANIN KİTAPLARI V


Bu hafta okuduğum iki kitapta Roma tarih yazımı ve tarihçiliği ile alakalı. İlki, tarih yazarı Tacitus ve onun yazdığı Annales isimli eseri; eserde takındığı anlatımdan yola çıkarak tarihçiliği  hakkında yazılmış bir incelemeden meydana gelen kitap Augustus dönemine biraz değindikten sonra Tiberus, Caligula,Claudius ve Nero imparatorluklarını anlatmaya koyuluyor. Augustus dönemine değinişi giriş niteliğinde olduğu için esas anlattığı dönem aralığı İ.S.14-68 yılları, Annales yani tarih anlamına gelen bu eserini Tacitus'un İ.S 116 yıllarında yazmaya başlamış olabileceği düşünülmekte,eseri yazarken dikkat ettiği unsurun tarafsızlık olduğu görülen Tacitus, yazarların imparator döneminde korkudan onu öven yazılar yazdığını imparator ölünce içlerinde biriktirdikleri kin dolayısı ile de bu sefer aynı imparator hakkında nefret içeren yazılar yazdıklarını bu sebeple yazılan tarihin tarafsız olamadığını kendisinin bu konuya özellikle dikkat ettiğini okuyoruz. 

224 sayfadan meydana gelen kitabın yarısı Tacıtus'un ve onun öncesinde Roma tarih yazımının, kaynaklarının, üslubunun incelenmesinden meydana geliyor. Daha sonra ise Annales isimli eserin özeti bulunmakta, Bedia Demiriş'in yazdığı bu kitap 2002 Arkeoloji ve sanat yayınları, İstanbul künyesine sahip. 

Bir diğer kitap Eutropius'un: Breviarum Historiae Romanae yani Roma Tarihinin Özeti. Benim sevdiğim yayın evlerinden biri olan Kabalcı'dan 2007 yılında Çiğdem Menzilcioğlu  çevirisi ile basılan kitap Latince ve Türkçesi yan yana basılmış durumda misalen 34. Sayfada Latincesi yandaki 35.sayfada Türkçe çevirisi yer alıyor. Eutropius'un İ.S 369 yılında, İmparator Valens'in isteği üzerine kaleme aldığı eser Roma tarihini pek bilmeyen komutanlar'ın bilgi sahibi olmasını amaçlarken bir diğer amacı Persler'e karşı başlatılması düşünülen savaşı haklı göstermektir. 

Propaganda niteliğinde yazılmış olan eserde,  Roma'nın başarıları ne kadar çok ele alınmışsa dile getirilmesi istenmeyen durumlar üzerine de az durulmuş.Romanın İ.Ö 753 yılında kurulmasından başlatılan tarih kronolojik olarak İ.S 364 yılına kadar yalın bir şekilde anlatılmakta ve her ne kadar propaganda amaçlı yazılsa da Roma'nın yenilgilerine kayıplarına ve yıllarca çektiği sıkıntıları da yer vermesiyle dozunda bırakılan taraf olma durumu bulunan eser kıymetli bir genel tarih durumunda... Haftanın okunanları böyle, görüşmek dileğiyle.


Sevgiler
Historian


10 Mart 2016 Perşembe

HAFTANIN KİTAPLARI IV

HAFTANIN KİTAPLARI IV


Benim Adım Kırmızı… Orhan Pamuk’un en çok ilgi duyan ve 90'lı yılların ikinci yarısında 4 yıllık bir süreçte yazdığı  bu kitap bu hafta okuduğum romandı. Yazarın kitapları 3 yıla kadar İletişim Yayınları'ndan basım görse de artık YKY tarafından basılmakta. Geçen sene Kafamda Bir Tuhaflık kitabı çıktığında alıp okumuş üslup açısından beğenmiştim ilginç  ve orijinal gelen yanı, kitabın karakterlerinin tek tek söz alıp okuyucuyla sohbet eder gibi başlayan bölümlerdi. Bu tarz, meğer  daha önce Benim Adım Kırmızı romanında da uygulanmış… 

Kitap 16.yy da İstanbul'da öldürülen ve kuyuya atılan bir nakkaşın bizimle konuşması ile başlıyor, açıkçası böyle başlayınca kitaptan beklentimi biraz yüksek tuttum. Daha sonra diğer karakterlerde bölüm bölüm söz alıp olaylar hakkında yorum yapmakta veya konu onların gözünden okuyucuya aktarılmakta.Hatta; maddeler, renkler ve olgular dahi söz alıp okuyucu ile konuşuyor; Ölüm,at,köpek,kırmızı rengi vs. gibi bu bölümler hem altında biraz komediyi de barındırması açısından kitabın eğlenceli kısımları. Örneğin; Kırmızının ağzından bir bölüm: ‘’Birkaç gün geçti,orada,tencerenin içinde hiçbir şeye karışmadan durdum.İçimden bütün sayfalara,her yere,her şeye sürülmek geçerken,öylece durmak kalbimi kırıyordu.Bu sessizlikte düşündüm kırmızı olmak nedir diye.’’

 Olay daha çok katilin kim olduğu sorusunun cevabının aranması ile geçerken Osmanlı'da resim sanatına bakış, nakkaşlık, hat ve tezhip gibi konular hakkında da bilgi veriyor, bu yönüyle de ilgilisi tarafından sıkmayan akıcı bir kitap olabilir veya bu sanatlar hakkında insanda merak uyandırabilir.Kitabın başında yükselen beklenti 200. sayfalara kadar bir türlü karşılanamıyor, bana kalırsa bir çok karakterin söz alıp aynı konu hakkındaki kendi persvektiflerini okuyucuya sunması ilk 200-250 sayfayı,romana giriş durumuna getirmiş, benim açımdan zorlayıcı oldu maalesef. 

 Aynı zamanda İstanbul yaşamını ve insanları çok iyi analiz eden ve bunu kitaplarında başarı ile aktaran yazar, tarihi İstanbul yaşamını yansıtmada biraz yüzeysel kalmış gibi geldi bana bu sefer. Yine de anlatımdan tatmin olanlar veya olacaklar elbette vardır.Kitap kapaklarında yazan şaşalı yorumlara pek de kulak asmamak gerektiğini bir kez daha anlamamda yardımcı olan bu kitap hakkında, meraklısına çok da ip ucu vermemek adına  kısa yorumum böyle…

Sevgiler
Historian

3 Mart 2016 Perşembe

HAFTANIN KİTAPLARI III

HAFTANIN KİTAPLARI III


Merhabalar, haftanın kitaplarında bugün iki kitap var. Birincisi geçen ay D&R da gezerken görüp dikkatimi çeken ve varlığından haberdar olduğum Voltaire'in Micromegas isimli öyküsü: Voltaire az çok hepimizin bildiği gibi Fransız düşünür ve yazar,17.yüzyılda doğan Voltaire felsefi eleştirileri ile Avrupa Aydınlanması'nın öncülerinden  biri olmuş, hicivli üslup kullanarak olguları ve insanları göndermeleriyle yermesi yüzünden siyasi bazda elinde güç bulunanlar tarafından da pek sevilmemiş vatanından bile sürülmüştür.Gerçi ''bile'' demiş olmam sürülme olayını akıl almaz bir olaymış gösteriyor, ki elinde yaptırım gücü bulunanlar tarihten bu yana eleştirilere  pek de açık olmadıkları için bu tip sonuçların oldukça tahmin edilebilir olması gerekir, neyse ağız alışkanlığı diyelim :) 

Birleşik Kralllık'ta bu sebeple yaşayan Voltaire oradaki Fransa'ya nazaran daha iyi olan özgürlük anlayışından etkilenmiş vatanına döndüğü vakit eleştirilerini bu sebeple daha da arttırmış ve Manş Denizi'nin karşı kıyısındaki yaşanan olumlu durumları kitaplarında anlatarak Fransız Aydınlaması'nın saygı duyulan isimlerinden olmuştur. Micromegas öyküsünde Voltaire; insanların ve dünyanın kendilerini evrenin merkezi saydıkları konumdan alıp insanların birer organizma kadar küçük ve dünyanın yaşanamayacak ölçüde sıkıcı ve berbat olduğu bir konuma indirgiyor. 

Sirius gezegeninde yaşayan dev ve binlerce yıl yaşındaki Micromegas ve satürnlü yoldaşı; gezegenler arasında neredeyse sıçrayarak gezerlerken küçük dünyaya gelirler ve önce burada  kimsenin yaşamadığını düşünürler. Dünyadaki sular sadece topuğuna gelen dev Micromegas karaya oturmuş gemi ve insanları, bir insanın mikroskopta görebildiği organizmalar şeklinde görebilmektedir, satürnlü dostu ile bu kadar küçük canlıların akıl ve düşünce sahibi olamayacaklarını tartışırlar fakat bir süre sonra insanlar ve devler arsında bir sohbet başlar ve bu sohbette dünyadaki yaşananlar hiciv edilir. Micromegas elbette bu küçük varlıkların neden birbirlerini savaşalarla öldürdükleri başta olmak üzere yaşadıkları birçok şeye akıl erdiremez fakat bu küçük kısa ömürlü organizmaların aklları olduğunu sohbet içerisinde anlar. 1752 tarihinde yazılan bu öykü farklı yaklaşımı ve hicivli yaklaşımıyla benim oldukça hoşuma gitti. 41nci sayfadan sonra Voltaire'in diğer öyküleri olan kitap Alfa yayınlarından, Hasan Fehmi Nemli çevirisiyle  Kasım 2015 basımlı... 

Diğer kitap daha çok o alan hakkında bilgi arttırmak isteyenler için uygun olacak bir çalışma; konu Kapadokya yöresindeki mağra ve vadilerdeki mağra duvarlarındaki melek tasvirleri olsa da kitap semai dinleri başta olmak üzere  diğer dinlerde olan melek anlayışı, baş melekler gibi konulara değinip genel bir özet şeklinde de okunabilecek bölümlere sahip.İkonlara merakı olup turistik olarak geziler yapan için de akademik olarak bir kaç temel bilgi edinmek için de fena olmayan bir kitap, erken hıristiyanlık döneminde 2.yüzyılda meleklerin halesiz, sakalsız ve kanatsız tasvir edilip bu tip unsurların yaklaşık üç yüz yıl sonra eklenmesi ve anlatılan diğer ayırt edici unsurlar bir melek tasviri gördüğünüzde aşağı yukarı onu tarihlerndirme konusunda size yardımcı olacak cinsten. Fakat sonra konu daha özele inip Kapadokya yöresi  ve mahralara tek tek değindiği için bir süre sonra okuyucu ilgi kaybolması yaşayabiliyor. 

Kitap Türk akademisyenlerden Gülçin Pehlivan tarafından yazılmış ve 2014 yılında imge kitapevi tarafından basılmış ve 189 sayfadan oluşuyor. Bu haftanın okunanları böyle pazara görüşmek dileğiyle herkese bol okumalı günler...

Sevgiler

Historian

26 Şubat 2016 Cuma

HAFTANIN KİTAPLARI II

HAFTANIN KİTAPLARI II



Bugün,haftanın okunan kitabında Fernand Braudel'in yönetiminde makalelerden oluşan bir kitap var. Dilimizde direkt "Akdeniz" ismi ile yayınlanan bu kitap bazı konulardan ilkleri ve ilginçlikleri barındırıyor.Bunlara geçmeden evvel kitabın fiziki özelliklerine bakacak olursak metis yayınlarından yayınlanan kitap 281 sayfa ve kapağında Okyanus tanrısı Oceanus'un bulunduğu Antakya mozaiği bulunuyor.Yazılmış olduğu Fransızca'dan ise Necati Erkurt ve Aykut Derman dilimize kazandırmışlar. Aslında şuan tek kitap olan bu çalışma 1990 ve 1991 yıllarında peş peşe iki cilt halinde; "Mekan ve Tarih" ve "İnsanlar ve Miras" olarak ayrı yayınlanmış bu halinin ise ilk basımı Ekim 2007. 

Kitabın ilkleri barındırıyor  oluşuna değinecek olursak kitap Fransız Annales ekolünün amacı doğrultusunda Tarih anlayışını devletlerin, savaşların tarihi olmaktan çıkarıp küçük insanların tarihi olmaya getiriyor, Annales ekolünün önemli temsilcilerinden olan Braudel içinde bulunduğu grupla birlikte tarihin öznesinin değişmesi zorunluluğu üzerinde duruyor ve sosyal tarih anlayışı gelişmesini sağlayarak tarih yazımına yeni bir perspektif ekliyorlar bu suretle tarih yazımında önemli yeri olan bu kitapta kimlerin kimlerle savaşıp kimin ne kahramanlıklar yaptığını değil de Lut Gölü'nden çıkan ziftin teknelerin kalafatına ve kartaca evlerinin duvarlarına nasıl sürüldüğünü, Yunan ustaların Roma'ya gelirken yanlarında getirdikleri çömlekçi çarkının yerli seramik yapımında kullanılmaya başlamasını okuyoruz. 

Tarihin, savaş ve ateşkes tarihlerinden ibaret olmadığını gösteren bu kitap elbette birilerindeki sıkıcı tarih anlayışını olumlu yönde değiştirecektir.Sözü fazla da uzatmaya gerek yok sanırım pazar günü görüşmek dileğiyle...



Sevgiler
Historian