12 eylül etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
12 eylül etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

15 Ağustos 2021 Pazar

Bedrettin Cömert

Bedrettin Cömert

saygıyla..

Bedrettin Cömert
Öldürüldüğünde sadece 38 
yaşındaydı

1. Yazı: Biyografik Tanıtım

Bedrettin Cömert; 27 Eylül 1940 tarihinde Vezirköprü'de doğdu. İlkokuldan sonra, altıncı ve yedinci sınıfları, Kangal ve Gürün'de okudu. Yoksulluk çekerek büyü­yen Bedrettin ortaokul üçüncü sınıftan başlayarak Sivas Lisesi’ne geçti, parasız yatılı sınavını kazanmış ve orta eğitimini güvence altına almıştı artık.

Bedrettin Cömert lisede okurken gerek düz yazı gerekse şiir olarak edebiyatla uğraşmaya başlamıştı. Bu yıllarda yazdığı ilk şiirleri Varlık dergisinde yayınlandı. 1960 yılında Liseyi bitirdi ve bir devlet bursunu kazanarak İtalya'ya gitti. İtal­ya'da ilk iki yıl Perugia Yabancı Üniversitesi'nde İtalyanca ve Latince okudu. Daha sonra Roma Üniversitesi İtalyan Dili ve Edebiyatı Bölümü’ne girdi. 1965 yılında Maria Augostino ile evlendi. 1966 yılında büyük oğlu Ergun doğdu. Bir yandan Türk edebiyatında yapıtlar vermeyi sürdürürken bir yandan da 1967 yılında Roma Üni- versitesi'nden lisans diplomasını aldı. 1970 yılında Türkiye'ye dönen Bedrettin Cömert, Haziran ayında Hacettepe Üni­versitesi Sanat Tarihi Bölümü’ne asistan olarak girdi. Burada Sanat Tarihi ve Estetik konularındaki çalışmaları yürütürken, 1971 yılında Roma Üniversitesi Felsefe Ensti- tüsü’nde, "Son Elli Yılda Türkiye'de Sanat Eleştirisi" konusundaki tezi ile estetik doktoru derecesini aldı. 1972 yılında Hacettepe Üniversitesi Sanat Tarihi Bölümü’nde Öğretim Görevliliğine atandı. 1973 yılında küçük oğlu Kemal doğdu.

Sanat Tarihi konusundaki araştırmalarını, edebiyat ve eleştiri çalışmaları ile bir­likte sürdüren Bedrettin Cömert, ikinci doktorasını, Hacettepe Üniversitesinde verdi. "Giotto ve San Francesco Geleneği" konusunda yaptığı tez ile Sanat Tarihi doktoru da oldu. Aynı yıllarda, Türk televizyonu için "Leonardo da Vinci" adlı yapıtı çevirmişti.

Bir yandan özgün yapıtlar üretirken, öte yandan da, yabancı dildeki önemli bilim yapıtlarının Türkçeye kazandırılmasına çalışan Bedrettin Cömert, 1977 yılında Gombrich'in ünlü "Sanatın Öyküsü" adlı yapıtını çevirdi. Bu çeviri, Türk Dil Kurumu'- nun ödülünü aldı. Aynı yıl Türk Dili üzerindeki çalışmaları ve başarılı çevirileri sonunda 1977 yılında Türk Dil Kurumu'na üye oldu ve yine 1977’de sınavları başarı ile tamam­layarak Üniversite Doçenti oldu. Tezi, "Benedetto Croce'nin Estetiğinde İfade Kavramı ve İfadenin İletim Sorunu" adını taşıyordu. Üniversite Doçenti olduktan hemen sonra Hacettepe Üniversitesinin Sanat Tarihi Bölümüne eylemli Doçent olarak atandı. Doçent­lik tezi ancak ölümünden sonra Kültür Bakanlığınca yayımlandı ve çocuklarıyla birlikte yurt dışına gitmekte olan eşinin eline son anda, havaalanında ulaştırılabildi.

Bedrettin Cömert Karısı (Maria Augostino)  ve çocuklarıyla (Ergun ve Kemal)
Suikast sırasında ağır yaralanan ve ölümden dönen Maria, 2001 yılında
aramızdan ayrıldı.


Bedrettin Cömert, 11 Temmuz 1978 günü sabah sekiz otuzda, en verimli çağında demokrasi düşmanı katiller tarafından otomobili içinde kurşunlanarak öldürüldü.

MİTOLOJİ ve İKONOGRAFİ Bedrettin Cömert, De Kİ Yayınları, 2010/3, Giriş Bölümü

-------

II. Yazı: Doç. Dr. Bedrettin Cömert'in Bilimsel Kişiliği*

Bilim adamı [insanı] Bedrettin Cömert'in bilimsel kişiliğini bütünleyen öğre­tim üyeliği Hacettepe Üniversitesi Sanat Tarihi Bölümüyle başlar. Bedret­tin Cömert 1970 yılında asistanlıkla akademik çevreye girerken, Sanat Tarihi Bölümü Suut Kemal Yetkin'in yönetiminde geniş kapsamlı bir eğitim programı geliştiriyordu. Mümkün olduğu oranda tüm sanat tarihi alanlarını kapsayan, sanat tarihi eğitimini estetikle ve pratik atölye çalış­malarıyla boyutlandırmayı amaç edinen bir programdı bu. İşte bu kuruluş ve deneme dönemlerinde bölümüne katılan Bedrettin Cömert'in o günkü bilimsel donatımı bile, çok yönlülüğü ile programa boyut kazandıracak nitelikteydi, çünkü o, Roma Üniversitesi’nin Edebiyat ve Felsefe Fakülte­sinde, önce Edebiyat lisansı almış, sonra Prof. Garroni ile Estetik dokto­rasını tamamlamış, bu arada öğrencisi olduğu ünlü İtalyan Sanat Tarihçisi Gulio Argan'ın akademik çevresi ona batı sanatında güçlü bir temel ka­zandırmıştı. Bir yandan da, Wölflin, Panofsky ve Gombrich gibi batılı sanat kuramcıları üzerindeki çalışmaları ile gerekli kuramsal çerçeveyi oluşturmuştu kendisine.

Bu yoğun öğrenim programının yanı sıra, Roma'daki öğrencilik yılla­rında bile, Türkiye'de Varlık ve Forum gibi dergilerde, 50'yi aşkın şiir, de­neme, eleştiri ve çeviri yayımlamıştı. Bunların arasında, yabancı bir ülkenin kültür ortamının ve yetkinleştirdiği yeni bir dilin verdiği coşkuyla yaptığı çevirilerin yanı sıra, adeta çağdaş Türk edebiyatından kopmayı yadsırcasına, Türk yazarlarını izleyip yazdığı eleştiri ve denemeler de yer alıyordu. 

Nitekim “Correndi di Cretica Letteraria Nella Turchia Odiema” isimli dok­tora tezi bile, 1950-1970 yılları arasında Türkiye'deki eleştiri akımlarını inceliyordu. Böylelikle, Bedrettin Cömert Türkiye'ye dönüp üniversitede çalışmalarına başladığı zaman araştırıcılığa ve yazarlığa imzasını atmıştı.

Bundan sonra çok yoğun ve çok sürekli bir çalışmaya koyuldu. Sanat Tarihi Bölümü’nde Mitoloji ve İkonografi derslerini vermeye başladı. 

Roma Üniversitesi’ndeki çalışmalarında klasik edebiyatla ve Hıristiyan kültürüyle olan yakın ilişkisi, bu konuda onun ayrıntılı bir kaynak çalış­ması yapabilmesini sağlamıştı. Bir yandan da Suut Kemal Yetkin ve o yıllarda bölümde ders veren Prof. Semavi Eyice'nin derslerine katıldı ve böylelikle Anadolu sanatına açıldı. Nitekim Mitoloji ve İkonografi dersi örneklemelerini Anadolu'da yoğunlaştırabiliyordu artık. Giderek doktora seminerlerini tamamladı ve “San Francesco Geleneği ve Giotto'nun Sana­tına Etkisi” konulu tezi ile ikinci doktora derecesini, bu kez Sanat Tarihi doktorasını aldı. Önceleri, sanat tarihçiliğinin çözümlemeli, ayrıntıcı, tasvirci yöntemi ona çok renksiz görünüyordu. Nitekim Türkiye'deki sa­nat tarihçiliğini eleştiren birkaç yazı da yazdı gazetelerde, (“Hangi Bilim­sellik” Barış, 10 Şubat 1972) fakat giderek, çok özenli bir çalışmayla gözlem ve yorum gücünün bireşimine örnek olacak böyle bir çalışmayı kendisi koymuştu ortaya. Doktora çalışmasında, bu arada geliştirmekte olduğu ikonografık temele dayanarak bir Giotto resimleri katalogu hazır­lamıştı. Bu ikonografık katalogda resimlerin konusu Kutsal Kitap'taki Eski ve Yeni Ahit'in özgün öykülerine bağlanıyor ve gereğinde başka kaynak din kitaplarıyla destekleniyordu. Sanırım, bu Türk okuruna en yararlı olan yönüdür kitabın. Çalışmanın amacı, batı resminin en büyük yenilikçilerinden biri olan Giotto'nun sanat etkinliğini 13. yüzyıl sonları, 14. yüzyıl başları İtalya'sının toplum yapısı içinde değerlendirmekti, özel­likle 13. yüzyıl İtalya'sında Hıristiyan din anlayışını daha doğal ve daha insancıl boyutlara ulaştıran San Francesco'nun din öğretisiyle, Giotto'nun sanatı arasındaki sıkı bağı vurguluyordu. Burada, kendisinin eleştirel ve estetik deneyimi işin içine giriyor ve Giotto'nun sanatının evrensel olma nedenlerine de eğiliyordu. Kitapta şöyle diyordu: “Düşünce ve sanat hiç bir zaman sıçrayarak ilerlemez. Her çağ, bir öncesi çağın sonucu olmaktan başka, bir sonraki çağın da tohumudur. 

Ağıt
 Giotto

Ancak bu yolla şimdi'yi geçmiş'e bağlama olanaklıdır. Evrensellik ancak bu koşulla kabul edilebilir. Bir sevgi, bir kin, bir özgürlük, bir adalet duy­gusu tarihsel bir taban ve kesintisiz bir oluş içinde olabilir.” Ondan sonra, Giotto'nun Ölü İsa'ya Ağıt isimli freskosunu buna örnek veriyordu: “İşte Giotto, bize, İsa'nın ölümünü dinsel bir simgenin kutsal ölümü olarak verirken, onu yere indiriyor, onu insan boyutları içinde sunup say­damlaştırıyor ve bu ölüm umarsız bir anne suskunluğu, ağıt dolu bir dost çığlığı oluyor. İşte Tanrı'da ölüyor. Ama bu ölüm Tanrı'nın Oğlu'nun ölümü de olsa, bir annenin anne olmaktan ileri gelen taş gibi acısını susturamıyor... Demek ki, göksel de olsa kutsal da olsa, asıl gerçek bütün gerçek kendini bu dünyada gösteren gerçektir: Kutsal ancak duyusal'la vardır, tan­rısal bile, ancak bu dünyadaki somut gösterileriyle kavranılır bir duygu olur...” (Giotto'nun Sanatı, De Ki Yayınlan, Ankara, 2007, s. 69-70). Ayrıca resmi, sözü iletmek, açıklamak için bir araç olarak gören Ortaçağ'dan sonra, başlı başına bir ifade aracı yapan Giotto'nun yöntemi, derinlik sorununa getirdiği çözümler, insanı, doğayı, doğrulukla yaratma çabası, Giotto'nun üslubundaki gelişme evreleri, freskolann tek tek çözümlemeleriyle ışığa kavuşuyordu bu kitapta.


Giotto çalışmasından sonra, sanat tarihi ve plastik sanatlar konularına daha fazla eğilmeye başladı Bedrettin Cömert; 1974'te Sanat - Edebiyat dergisinin birinci sayısında çıkan “Resme Yaklaşım” konulu incelemesiy­le Panofsky'nin ikonografi ve ikonoloji kavramlarının plastik sanatlara uygulamasını tartışıyordu. İlgiyle incelediği bir başka konu da, batıdaki sanat akımları içerisinde plastik sanatların yeri idi. Örneğin, ilk kez resim sanatında görülen izlenimciliğin, öteki sanat dallarını da içerdiğini açıkla­yan örneklemeli bir denemesi ve Fütürizm üzerine bir yazısı Milliyet Sanat’ta yine aynı yıl yayımlandı (1974, no. 92, no. 107). Milliyet Sanat’ta yazdığı başka inceleme yazılarına Michelangelo, Giacometti gibi sanatçı­lar da konu oluyordu (1975, no. 122, 1976, no. 203). 1972-76 yıllan arasında Türk ve İtalyan edebiyatı, estetik ve eleştiri üzerine yazdığı yazılar yine de çoğunluktaydı. Fakat bu arada giderek dil ve dilbilimi çalışmalarını yoğunlaştırıyordu. Soyut ve Yansıma'ya yazdığı bir dizi yazı ile Türkiye'de büyük eksikliğini duyduğu dilbilim alanında temel ilkeleri yaygınlaştırmaya çalışıyordu.

Bedrettin Cömert'in günlük konuşmalarında savunduğu şeylerden bi­ri, sanat kuramlarının soyut kalmaması, yaşam deneylerine indirgenmesiydi. Estetik bilimi için şöyle diyordu: “Estetik bilimi, gerçeklikten kopuk garipliklerle uğraşmaz. Estetik, şimdiye dek üretilmiş tüm sanat yapıtlarının ortak ve benzer yönleri irde­leyerek belirli ortak özellikler ortaya koymaya çalışır, bu yolla gelecek deneylerimiz için bize bilinçlenme ve tat alma olanakları sağlar. Sanat tarihçiliğinin eylemini boşa harcamasını önlemek için ona süzülmüş yön­tem deneyleri, billurlaşmış kuram birikimleri sunar.” Nitekim bunları söyleyen Bedrettin Cömert, 1975'te M.E. Bakanlığı Mektupla Öğrenim Programı için, Estetik'in temel ilkelerini en kolay en anlaşabilir çizgileriyle Estetik I. adlı el kitabında verdi. “Sanat tarihçisi bir sanat yapıtını estetik biliminin sunduğu araçlarla değerlendirip, gerçek tarihsel yerine oturtabilmek için eleştirel bir tavırla yapıtlara girebilmelidir. Ancak eleştiriyle, bir ürünün sanat yapıtı olup olmadığı saptanabilir,” diyen Bedrettin Cömert'in, Gombrich'in “Sanatın Öyküsü”nü çevirme isteği bundandı, çünkü çevirinin önsözünde de belirt­tiği gibi, Gombrich bu kitabında sanatı, sanat dışı etkenlerle boğmamıştı. 

Aslında beğeninin evrimi sergileniyordu bu kitapta; “Böylece beğeni, sanat yapıtlarına, bu yapıtların yaratıldığı yer ve zaman koşullarına göreli bir nesnellikle yerleştirilip ete, kemiğe, büründü­rülerek, yalnızca duyulup tadılabilen bir şey değil, aynı zamanda öğrenilebilen bir yeti kimliğini kazanmıştır. Sanatın Öyküsü'nün bu özniteliği, sanat eleştirisi olmadan sanat tarihi yapılamayacağını sanat eleştirisinin ise temel bir estetik anlayışa dayanmadan ayakta duramayacağını berrak bir inandırıcılıkla kanıtlamaktadır.” Büyük bir coşkuyla ve gerçekten de inanılmaz bir hızla çevirdiği “Sa­natın Öyküsü” ile, hem Türk okuruna bilgi birikimi ve beğeni gelişimi sağlayacak bir kitap hazırlıyordu, hem de büyük özen gösterdiği Türkçesiyle dilimize, sanat diline, sanat tarihçisi diline katkıda bulunuyordu. ***

Çeviriyi yaptığı o kısa süre içinde, sanat terimlerini en anlaşılır biçimde sunabilmek için büyük çaba gösterdi. Böylelikle kitabın salt bir çeviriden öte, sanat terimlerine yeni öneriler getiren bir ön çalışma olmasını iste­mişti. Nitekim başarıya ulaştı ve Türk Dil Kurumu ödülünü aldı.

Son yıllarda Estetik alanındaki en kapsamlı çalışması, hiç kuşkusuz, “Benedetto Croce'nin Estetiğinde ifade Kavramı ve ifadenin iletimi Soru­nu”, konulu doçentlik teziydi (Bk. Croce'nin Estetiği, De Ki Yayınları, Ankara, 2007). Croce'nin ifade kavramı üzerindeki çalışmaları daha ön­ceki yıllara dayanıyordu. Bu konuda ilk yayını 1972’de Filologla Italiana Dergisi'nde yazdığı İtalyanca bir inceleme yazısıydı. Doçentlik çalışma­sında, Croce'den yaptığı çevirileriyle Türk okuruna ilk elden kaynak su­nuyor ve özellikle İtalyan araştırıcılarının çalışmalarıyla da boyut kazan­dırıyordu. Croce üzerindeki incelemesinde, plastik sanatlardan örneklemeli yorumlara giriyordu.

Sanırım, Bedrettin Cömert'in giderek estetik ve eleştiri çalışmalarını edebiyat alanında olduğu kadar plastik sanatlar dalına yöneltmesi, onun bilimsel kişiliğinde önemli bir noktayı vurgulamaktadır. Sanat tarihi bö­lümünde olması, onun bu yönünü geliştirmişti; kendi de çoğu kez söylerdi bunu. Nitekim, öğrencilere sanat eleştirisi dersleri veriyor ve sergilerde uygulamalı çalışmalar yaptırıyordu. Son yıl sergi eleştirileri yazmaya başlamıştı. Resim yarışmalarında seçici kurullara giriyordu. Cumhuriyet Gazetesi’nde yazdığı bir dizi sergi eleştirisinde uyguladığı belirli bir yön­temi vardı onun. Önce gidiyor, uzun uzun yerinde sanat yapıtını inceli­yordu, ondan sonra onu, belirli bir kuramsal çerçevenin içinde eleştiriyor­du, örneğin sanatçının, doğayı öykünmesi sorununu ele alıyor ve o açıdan eleştirisini yaptığı sanatçıyı değerlendiriyordu veya bir mekân kavramın­dan konuya giriyor ve sanatçının yapıtlarından örneklemelerle yoruma gidiyordu. Güçlü bir gözlemciydi Cömert. Bir sanat yapıtının karşısında inanılmaz boyutlara ulaşabiliyordu gözlemi, örneğin, Bemini'nin ünlü Davut heykeli karşısında şöyle diyordu: Hışımla, hızla, müthiş bir gerilimle sapanındaki taşı fırlatmak üzere olan Davut Peygamber, vücut, dingin bir kütle değil, kas ve kıvrılmalardan olu­şan bir devinim anafom sanki. Aynı fiziksel sürecin yansımasını yüzde gö­rüyoruz. Dudaklarını sıkmış, gözleri hedefi deliyor, firlamak üzere bir kütle sanki. Bu salonda, sanki altlığın üstünde durmuyor da, kendiyle birlikte çevresindeki her şeyi de koparıp götürecek gibi yerçekiminin dışına. Ama bu fırlayış bir süzülme, yerçekiminden bir kurtulma değil, tersine yerçeki­mine meydan okuyan bir karşı çekim sanki... (“Roma Galerilerindeki Ölümsüzlerden izlenimler”, Milliyet Sanat, 1977, no. 223).


Aslında Giotto'nun sanatı üzerinde çalışırken de, yapıtları yerinde in­celemiş, yerinde bir gözlem süzgecinden geçirdikten sonra, değerlendir­mesini yapmıştı, işte, kendisini giderek böyle geliştiren Bedrettin Cömert, estetik çalışmalarında, eleştirmenliğinde, sanat tarihçiliğinde çok önemli bir evreye ulaşmıştı. Aslında, geçen yılki Sanat Tarihi seminerinde, “Sa­nat Kuramı ve Sanat Tarihçiliği” adlı bildirisinde, farkında olmadan ken­dini tanımlamıştı:

Mademki, sanat tarihçiliğinin başlıca konusu sanat yapıtıdır, mademki sanat yapıtının özelliği zamana direnip kuşaklar boyunca kalıcılığını koruyabil­mesidir, öyleyse sanat tarihçiliği, sanat olgusunun bu kalıcılığına, mantıksal ve beğenisel gerekçelerle ışık tutmak onu çağdaş duyarlıkla kaynaştıracak bilgisel ve yöntemsel yollan ortaya koymakla yükümlüdür. Bir yapıtın, ta­rihsel süreç içinde sanat yapıtı olarak yer alabilmesinin ilk ve en gerçek ko­şulu, o yapıtın her şeyden önce sanatsal bir yapı oluşturmasıdır, peki bu sa­natsallık özelliğini nasıl saptayacağız. Sanat yapıtı insana kendini tanıtacak güçtedir, önemli olan sanat tarihçisinin, bu özerk yapılı varlıklarını tanıyabi­lecek sanatsal deneyime sahip olması, yeni sanatsal olgular karşısında yolu­nu bulabilmek için kuramsal ve yöntemsel donatımının yeterli olmasıdır. 

Sanat tarihçisinin, gelişme eğilimini hiç bir zaman yitirmeyen bir duyarlık yeteneği, öte yandan, bu duyarlığı sürekli ayakta tutan, onu yeni boyutlara ulaştıran bilgisel birikim ve yorum bilincinin olması gerekir. Sanat tarihçisi tarihçi nitelemesine sığınarak ne çağında ne gününden soyutlayabilir kendi­sini. Biz geçmişin olaylarına ancak çağımızın yaşanmasıyla elde ettiğimiz görüntü perdesi aracılığıyla bakabiliriz. Sanat yapıtına sanatsal bilinçle ve duyarlıkla sızabilmek için kuramsal hazırlık zorunludur. Estetik bilimi bü­yük ölçüde bu kuram birikimini sunar fakat bununla da yetinilmemelidir. 

Sanat tarihçisinin, bir sanat yapıtını, estetik biliminin sunduğu araçlarla de­ğerlendirip, gerçek tarihsel yerine oturtabilmesi için eleştirel bir tavırla ya­pıtlara eğilmesi gerekir. Dolayısıyla sanat tarihçiliği eleştirel mercekten geçtikten sonra, sanatsallığı saptanmış yapıtları yaratıldıkları çağ ve toplum­la ilişkiye sokarak bu sanatsallığın nedenini açıklayan, bu nedeni önce yapı­tın kendisinde bulup, sonra toplumun, toplumsal kültürel bağlamında gerçeklendirebilen bir etkinliktir... (Bedrettin Cömert’e Armağan, Hacettepe Üniversitesi Yayınlan, Ankara 1980, s. 249-255).

Tanımladığı sanat tarihçisi düzeyine gelmişti Bedrettin Cömert ve kuşkusuz, tükenmeyen çalışma gücü ve geliştirdiği titiz araştırma yönte­miyle, nice yapıtlar verecekti sanat üzerine...

Prof. Dr. Günsel Renda (age)

* Bedrettin Cömert’e Armağan, Hacettepe Üniversitesi Yayınları, Ankara 1980, s. 1-5. 4 Haziran 1979 günü Bedrettin Cömert anısına düzenlenen "Sanat Tarihi ve Sanat Sorun­ları” Semineri’nde yapılan konuşmanın metnidir.

III. Yazı: 1978 Yılının Kritik Olayları

  • 1978 yılı, Türkiye'de siyasi yozlaşma ve kutuplaşmanın tırmanışa geçtiği, sinayi cinayetlerin birbirini izlediği, Türkiye'nin içeride ve dışarıda ağır sorunlar yaşadığı ve nihayet 12 Eylül 1980 askeri darbesine giden yolun açıldığı bir yıl olarak kayıtlara geçti. İşte 1978'den bazı kritik noktalar:
  • 1 Ocak: Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk, hükümeti kurma görevini CHP lideri Bülent Ecevit'e verdi. Ecevit'in,'Güneş Motel' görüşmeleriyle AP'den ayrılan 11 milletvekilinin yer aldığı kabinesi 17 Ocak'ta güvenoyu aldı.
  • 1 Mart: Devalüasyon açıklandı, TL yüzde 38 değer yitirdi.
  • 6 Mart: Yaş haddinden emekli olan Genelkurmay Başkanı Orgeneral Semih Sancar'ın yerine, Ege Ordu Komutanı Orgeneral Kenan Evren getirildi.
  • 11 Mart: ABD Başkanı Jimmy Carter, Türkiye'ye silah ambargosunun süreceğini açıkladı. Ecevit'in Montreaux'da Yunanistan Başbakanı Karamanlis ile görüşmesi başarısızlıkla sonuçlandı.
  • 16 Mart: İstanbul Üniversitesi'nden çıkan sol görüşlü gruba ülkücü gruptan silahlı ve bombalı saldırı düzenlendi. 7 öğrenci öldü, 47'si yaralandı, üniversite kapatıldı.
  • 24 Mart: Ankara Cumhuriyet Savcı Yardımcısı Doğan Öz öldürüldü. Öz'ün, Ülkücülerin kontrolündeki Site öğrenci yurdunda yaptırdığı aramada silah bulunmuştu. Öz, bu yüzden birkaç gün önce MHP milletvekili İhsan Kabadayı tarfından TBMM kürsüsünden eleştirilmişti. Ülkücü militan İbrahim Çiftçi, daha sonra bu saldırı nedeniyle idam cezasına çarptırılacaktı.
  • 8 Nisan: İstanbul Hukuk Fakültesi öğretim üyesi Doçent Doktor Server Tanilli uğradığı silahlı saldırı sonucu felç oldu.
  • 17 Nisan: Malatya'nın AP'li Belediye Başkanı Hamit Fendoğlu, evine gönderilen bombalı paketin patlamasıyla iki torunuyla birlikte öldürüldü.
  • 13 Mayıs: Milli Savunma Bakanı Hasan Esat Işık, ABD ambargosunun sürmesi nedeniyle, ABD'ye tahsis edilen üslerin kapatılacağını açıkladı.
  • 30 Mayıs: Ecevit, Washington'da Carter ile görüştü. İki gün önce yine Washington'da Karamanlis ile görüşmüştü. (Görüşmelerde konu edilen Yunanistan'ın NATO'nun askeri kanadına dönüşü, daha sonra 12 Eylül yönetiminin ilk icraatı olacaktı.)
  • 11 Haziran: Çok sayıda mahkûmun salıverilmesini getiren kısmi af yasası yürürlüğe girdi.
  • 22 Haziran: Ecevit SSCB lideri Leonid Brejnev ile Moskova'da görüştü. SSCB'nin Türkiye'de petrol arayacağının duyurulması sonucu, iki gün sonra yabancı petrol şirketleri Türkiye'ye satışlarını durdurdu.
  • 11 Temmuz: Hacettepe Üniversitesi öğretim üyesi Doçent Doktor Bedrettin Cömert öldürüldü.
  • 25 Temmuz: ABD silah ambargosunu Kıbrıs'tan asker çekilmesi şartıyla kaldırdı.
  • 17 Ağustos: İran'da Şah'a karşı ayaklanma başladı.
  • 9 Ekim: Ankara'da MHP Genel Merkezi'nin bulunduğu Bahçelievler'de bir evde kalan TİP üyesi 7 genç, silahlı baskın sonucu öldürüldü. Ülkücü militanlar Haluk Kırcı, Ünal Osmanağaoğlu ve Bünyamin Adanalı, bu saldırıdan dolayı mahkûm oldu, ancak aflardan yararlanarak erken tahliye edildiler.
  • 19 Ekim: ABD, Türkiye'ye askeri malzeme sevkine başladı.
  • 20 Ekim: İTÜ Elektrik Fakültesi Dekanı Profesör Doktor Bedri Karafakioğlu öldürüldü.
  • 24 Ekim: TL yeniden devalüe edildi.
  • 24 Aralık: Kahramanmaraş'ta 18 Aralık'ta bir sinemaya bomba atılması sonucu başlayan sağ-sol/Sünni-Alevi gerilimi patladı. Ölü sayısının 105, yaralıların binden fazla olduğu sonradan açıklandı.
  • * 26 Aralık: Hükümet, Kahramanmaraş'ın yanı sıra, Aralarında Ankara, İstanbul ve Adana'nın da bulunduğu 13 ilde sıkıyönetim ilan etti. **

    AYRICA bkz.

    Oğlu Kemal Cömert'in hazırladığı  video: http://www.mipiacelalba.it/

    https://www.sanatinoykusu.com/insani-duygulari-betimleyen-ilk-sanatci-giotto/

    https://www.hurriyet.com.tr/gundem/comert-in-katili-24-yil-sonra-turkiye-de-113240 (katili serbest bırakılıyor)

    https://www.hurriyet.com.tr/kelebek/bedrettin-comert-in-cocuklari-turkiye-ye-hic-donmedi-38763919

    Önemli bir kaynak: https://www.egetelgraf.com/kose_yazilari/hasan-huseyin-korkmazgil-dosyasi-2-faili-bilinir-bir-cinayet-bedrettin-comert-2/

    http://gazetearsivi.milliyet.com.tr/Bedrettin%20C%C3%B6mert/

    https://www.birgun.net/haber/kardesi-komutan-katili-serbest-23885

    ** III. Yazının Kaynağı: http://www.radikal.com.tr/yazarlar/murat-yetkin/pasanin-kardes-acisi-756247/

    http://jfa.arch.metu.edu.tr/archive/0258-5316/1978/cilt04/sayi_1/7-30.pdf (kronolojik olarak bütün eserleri)

    *** Yıllar önce bu kitabı bir romanı okur gibi, heyecanla, zevkle okumuştum sonra da kaynak olarak kullandım. Hala da öyle. Bedrettin Cömert harika çevirmiştir. Su gibi bir dili vardır. Çeviri nasıl yapılır konusunda örnek bir kaynak olarak kullanılıyor  mu bilmiyorum ama öyledir.  DK

    https://www.birgun.net/haber/karlarin-uzerinde-yatiyordu-uzeri-ortulmus-331569



    31 Temmuz 2007 Salı

    12 EYLÜL

    12 EYLÜL



    Ülkemiz siyasi hayatındaki en önemli olaylardan biri de 12 eylül ihtilalidir. çok partili hayata geçişten itibaren, geleneksel olarak, her on yılda bir gerçekleşen darbe/muhtıraların son ayağı olan bu darbe, siyasi hayatı kökünden değiştirmekle kalmamış, türk halkını, etkilerini günümüze kadar sürdüren bir durumla karşı karşıya bırakmıştır.



    Darbenin ana nedeni olarak sağ – sol çatışmaları görünse de asıl nedenler daha eskilere dayanmaktadır. darbenin sebebinin incelenmesi, 1974 petrol bunalımı ile başlayabilir. işbu petrol bunalımı nedeniyle, başta enflasyon olmak üzere, oluşan ekonomik olumsuzluklar, özellikle sol meslek gruplarını ve sendikaları halkın tepkilerini yansıtmaya zorladı. oluşan huzursuzluk ortamı, sağ - sol kavgalarını tırmandırdı. hükümetin, huzuru sağlamak için, 1977’de devlet güvenlik mahkemelerini kurmaya çalışması, chp ve sendikaların yoğun protestosu üzerine mümkün olmadı. tam bu arada meydana gelen 1 mayıs katliamı ve olay faillerinin yakalanamaması, hükümetin tutumunun bir göstergesi sayılmıştır. bu olayların sonunda, mutabakata varılarak erken seçime gitme kararı alındı fakat seçim sonuçları çoğunluk sağlayacak bir parti olmadığını gösteriyordu. 21 temmuz 1977’de msp – mhp – ap hükümeti kuruldu. bu koalisyona karşı çıkan milletvekilleri yüzünde çoğunluğu yitiren koalisyon, chp’ye katılan bu milletvekillerinin verdiği bir gensoru önergesiyle düşürüldü, chp, tek başına iktidar oldu.başbakan olan bülent ecevit, giderek tansiyonu artan olaylarla başa çıkamadı. malatya’da nisan, kahramanmaraş’ta aralık aylarında mezhep ayrılıkları yüzünden çıkan çatışmalarda yüzden fazla kişi öldü, on üç ilde sıkı yönetim uygulamasına geçildi (adana, ankara, bingöl, elazığ, erzincan, erzurum, gaziantep, istanbul, kars, malatya, kahramanmaraş, sivas, şanlıurfa).ekim 1979’da yapılan ara seçimle, mhp ve msp’nin de dışarıdan desteklediği bir azınlık hükümetiyle tekrar süleyman demirel hükümeti başa geliyordu. tam bu sıralarda ülkenin genel durumundan rahatsız olan genelkurmay başkanı kenan evren ve kuvvet komutanları, 27 aralık 1979’da, cumhurbaşkanına bir açık mektup yazıyor (türk silahlı kuvvetleri’nin görüşü), particiliğin bir tarafa atılarak ülkenin sağlam adımlarla, kaos ortamından düze çıkarılması gerektiğini öneriyordu ki bu darbenin ilk sinyallerinden sayılabilir. iktidara yeni gelen ap, bu mektubun kendilerini bağlamadığını söylerken, chp ise topu demirel’e atarak, kendisinin de aynı uyarılarda bulunmuş olduğunu belirtiyordu.demirel, sorunların kaynağının iktisadi olduğunu düşünerek bir dizi önlem almaya girişmiştir. “24 ocak kararları” adı verilen bu önlemler, imf’in önerdiği bir paket çerçevesinde uygulandı. düasyon yapıldı, sıkı para politikası uygulandı, iç talep kısılarak, satımlar dışa yönlendirilmeye çalışıldı, fakat bu sistem çok partili demokrasiyle beraber yürümedi.tüm olanların üzerine bir de cumhurbaşkanlığı seçimi eklendi. 6 nisan’da fahri korutürk’ün görev süresinin dolması üzerine, 15 gün öncesinden yeni cumhurbaşkanının seçilmesi gerekiyor ancak hiçbir parti 2/3 çoğunluğu sağlayamıyordu. turların iyice uzaması hem yönetim kademesini hem de vatandaşı çıkmaza sokmuştu. durum öyle bir hal almıştı ki sandıktan zeki müren ve türkan şoray isimlerinin çıktığı bile söylenmeye başlanmıştı. seçimlerdeki bu belirsizlik hem askerin, sivil yönetime güvenini kırıyordu hem de 1982 anayasası’nda, cumhurbaşkanlığı seçimini sağlam temellere dayandıracak adımların atılmasına neden olacaktı.terörist eylemlerin bir iç savaş ortamı yarattığı, günde ortalama on kişinin öldürüldüğü bu dönemde (ağustos 1980’de 258 ölü, 468 yaralı) 6 eylül günü msp’nin düzenlediği “kudüs’ü kurtarma yürüyüşü”nde anti – laik sloganlar atılmış, şeriat düzenine duyulan özlem gösterilmiştir.nihayet beklenen oldu ve ordu, aylardır beklenen; zaten ordu içerisinde de planlanmakta olan hamlesini yaparak, tüm emir – komuta zinciri içerisinde , saat sabaha karşı 03:00’de, bayrak harekatı’nı uygulamaya koydu ve saat 04:00’da milli güvenlik kurulu’nun ilk bildirisi radyodan yayımlandı:
    “yüce türk milleti; büyük atatürk'ün bize emanet ettiği ülkesi ve milletiyle bir bütün olan, türkiye cumhuriyeti devleti, son yıllarda izlediğimiz gibi dış ve iç düşmanların tahrikiyle, varlığına rejimine ve bağımsızlığına yönelik fikri ve fiziki haince saldırılar içindedir. devlet, başlıca organları ile işlemez duruma getirilmiş, anayasal kuruluşlar tezat veya suskunluğa bürünmüş, siyasi partiler kısır çekişmeler ve uzlaşmaz tutumları ile devleti kurtaracak birlik ve beraberliği sağlayamamışlar ve lüzumlu tedbirleri almamışlardır. böylece yıkıcı ve bölücü mihraklar faaliyetlerini alabildiğine arttırmışlar ve vatandaşların can ve mal güvenliği tehlikeye düşmüştür. atatürkçülük yerine irticai ve diğer sapık ideolojik fikirler üretilerek, sistemli bir şekilde ve haince, ilkokullardan üniversitelere kadar eğitim kuruluşları, idare sistemi, yargı organları, iç güvenlik teşkilatı, işçi kuruluşları, siyasi partiler ve nihayet yurdumuzun en masum köşelerindeki yurttaşlarımız dahi saldırı ve baskı altında tutularak bölünme ve iç harbin eşiğine getirilmişlerdir. kısaca devlet güçsüz bırakılmış ve acze düşürülmüştür.
    aziz türk milleti; işte bu ortam içerisinde türk silahlı kuvvetleri, iç hizmet kanununun verdiği türkiye cumhuriyetini kollama ve koruma görevini yüce türk milleti adına emir ve komuta zinciri içinde ve emirle yerine getirme kararını almış ve ülke yönetimine bütünü ile el koymuştur. girişilen harekâtın amacı, ülke bütünlüğünü korumak, milli birlik ve beraberliği sağlamak, muhtemel bir iç savaşı ve kardeş kavgasını önlemek, devlet otoritesini ve varlığını yeniden tesis etmek ve demokratik düzenin işlemesine mani olan sebepleri ortadan kaldırmaktır. parlamento ve hükümet feshedilmiştir. parlamento üyelerinin dokunulmazlığı kaldırılmıştır. bütün yurtta sıkıyönetim ilan edilmiştir. yurt dışına çıkışlar yasaklanmıştır. vatandaşların can ve mal güvenliğini süratle sağlamak bakımından saat 05.00'den itibaren ikinci bir emre kadar sokağa çıkma yasağı konulmuştur. bu kollama ve koruma harekâtı hakkında teferruatlı açıklama bugün saat 13.00'teki türkiye radyoları ve televizyonunun haber bülteninde tarafımdan yapılacaktır. vatandaşların sükûnet içinde radyo ve televizyonları başında, yayımlanacak bildirileri izlemelerini ve bunlara tam uymalarını ve bağrından çıkan türk silahlı kuvvetlerine güvenmelerini beklerim"bu açıklamanın ardından genelkurmay başkanı ve kuvvet komutanlarının oluşturduğu mgk, ülkeyi yönetmeye başlamıştır. kenan evren, ilerleyen günlerde yaptığı açıklamalarda, hızlı kalkınmanın gerçekleştirilmesi, yönetimin tarafsızlaştırılması, işçilerin – mevcut koşullar dahilinde – haklarının korunması gibi önlemlerle ülkenin huzura kavuşacağını bildirmiştir.parlamento ve hükümet feshedildi, üyelerinin dokunulmazlıkları kaldırıldı, siyasi partilerin faaliyetleri durduruldu ve genel başkanları gözetim altına alındı. emekli oramiral bülent ulusu yönetiminde bir hükümet oluşturuldu (bu hükümetin ekonomi bakanı, 24 ocak kararlarını da hazırlayan turgut özal’dır.). 24 ocak ile başlayan ekonomi politikası sürdürüldü, daha sonra ise mgk kararıyla kurucu meclis kuruldu ve anayasa başta olmak üzere bir çok temel yasa hazırlanmaya başlandı. ekim 1981’de hazırdaki tüm siyasi partiler feshedildi. hazırlanan anayasa, 6 kasım 1982’de bir referandumla, ezici bir çoğunlukla (% 93 - % 7) kabul edildi. aynı referandum ile mgk ve genelkurmay başkanı kenan evren de cumhurbaşkanı seçildi.bir not olarak belirtmek gerekir ki 1982 anayasası, 1961’de çok daha farklı özellikler taşımaktaydı. 1961’in nispeten liberal anlayışını bu anayasada görememekteyiz. progresif bir özgürleşme hareketinin görüldüğü dünyamızda bu anayasa, mustafa erdoğan’ın deyimiyle “anayasacılıkta atılmış geri bir adımdır”. öyle ki hazırlanan otoriter anayasa taslağı bile üst düzey komutanlarca beğenilmemiş, daha sert maddelerin koyulması istenmişti.uzun süren yasaklardan sonra nihayet mayıs 1983’te tekrar siyasi parti kurulma izni verildi. ilk olarak eski orgeneral turgut sunalp’in liderliğindeki milliyetçi demokrasi partisi (mdp), daha sonra ise 82’deki “banker olayı”ndan sonra bakanlıktan istifa eden turgut özal’ın anavatan partisi (anap), eski müsteşarlardan necdet calp’in halkçı parti’si kuruldu. haziran ayında ise erdal inönü’nün kurduğu sosyal demokrasi partisi’ni (sodep) ve yıldırım avcı’nın kurduğu, ap tabanına yönelen dyp’yi görmek mümkündür.6 kasım 1983’te yapılan genel seçimlere hp, anap ve mdp katıldı. dyp ve sodep ise mgk’nın vetosuna takıldı. seçimlerin sonuçlarına göre, birleştirici eğilimde olan anap oyların %45’ini alarak tek başına iktidara geldi., devletçi hp % 30 turgut sunalp’i12 n eylül rejimi takipçisi ve cunta tarafından desteklenen mdp’si ise beklenenin çok altında %23.2 oy aldı.sonuç olarak, darbenin hemen ardından, özellikle kenan evren’in cumhurbaşkanı seçilmesinden sonra sivil yönetime doğru meyilleşen bir siyasi anlayış görülmektedir. nitekim bu anlayış 27 mayıs ihtilalinden ve 12 mart muhtırasından sonra da görülen bir anlayıştır ve uğur mumcu’ya göre “türk silahlı kuvvetleri, çok partili yaşama adımımızı attığımız günden bu yana oluşa gelen olaylar karşısında hiçbir zaman sürekli ve kalıcı bir askeri yönetim kurmayı düşünmemiştir. bu tutum, değeri çok sonra anlaşılacak bir büyük güvencedir.”

    30 Temmuz 2007 Pazartesi

    SAYILARLA 12 EYLÜL DARBESİ

    SAYILARLA 12 EYLÜL DARBESİ


    TBMM kapatıldı, anayasa ortadan kaldırıldı, siyasi partilerin kapısına kilit vuruldu ve mallarına el konuldu.


    * 650 bin kişi gözaltına alındı.


    **1 milyon 683 bin kişi fişlendi.


    **Açılan 210 bin davada 230 bin kişi yargılandı.


    **7 bin kişi için idam cezası istendi.


    **517 kişiye idam cezası verildi.


    **Haklarında idam cezası verilenlerden 50'si asıldı (18 sol görüşlü, 8 sağ görüşlü, 23 adli suçlu, 1'i Asala militanı) .


    **İdamları istenen 259 kişinin dosyası Meclis'e gönderildi.


    **71 bin kişi TCK'nin 141, 142 ve 163. maddelerinden yargılandı.


    **98 bin 404 kişi 'örgüt üyesi olmak' suçundan yargılandı.


    **388 bin kişiye pasaport verilmedi.


    **30 bin kişi 'sakıncalı' olduğu için işten atıldı.


    **14 bin kişi yurttaşlıktan çıkarıldı.


    **30 bin kişi 'siyasi mülteci' olarak yurtdışına gitti.


    **300 kişi kuşkulu bir şekilde öldü.


    **171 kişinin 'işkenceden öldüğü' belgelendi.


    **937 film 'sakıncalı' bulunduğu için yasaklandı.


    **23 bin 677 derneğin faaliyeti durduruldu.


    **3 bin 854 öğretmen, üniversitede görevli 120 öğretim üyesi ve 47 hâkimin işine son verildi.


    **400 gazeteci için toplam 4 bin yıl hapis cezası istendi.


    **Gazetecilere 3 bin 315 yıl 6 ay hapis cezası verildi.


    **31 gazeteci cezaevine girdi.


    **300 gazeteci saldırıya uğradı.


    **3 gazeteci silahla öldürüldü.


    **Gazeteler 300 gün yayın yapamadı.


    **13 büyük gazete için 303 dava açıldı.


    **39 ton gazete ve dergi imha edildi.


    **Cezaevlerinde toplam 299 kişi yaşamını yitirdi.


    **144 kişi kuşkulu bir şekilde öldü.


    **14 kişi açlık grevinde öldü.


    **16 kişi 'kaçarken' vuruldu.


    **95 kişi 'çatışmada' öldü.


    **73 kişiye 'doğal ölüm raporu' verildi.


    **43 kişinin 'intihar ettiği' bildirildi.




    nedir.antoloji.com/12-eylul/