İş Bankası Kültür Yayınları etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
İş Bankası Kültür Yayınları etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

2 Nisan 2018 Pazartesi

Mart Ayında Okuduklarım

Mart Ayında Okuduklarım


Bugün nisan ayının ilk pazartesisi olma sebebiyle konumuz kitap, hiç vakit kaybetmeden fotoğraftaki kitaplar hakkında bir kaç kelam etmeye başlıyayım. 

'Bilgiyle Sohbet'; Prof.Dr.A.M.Celâl Şengör, çoğumuzun aşina olduğu bir bilim insanı olarak fazlasıyla üretken bir yazar, kendisi uluslararası düzeyde tanınmış olan hocanın birçok şeref payesi ve ödülü de bulunmakta, burada anlatmakla bitmez. Kendisi, çoğunluğunu 90’lı yıllarda 'Cumhuriyet Bilim Teknik' dergisinde yazmış olduğu yazıları bu kitapta derleyerek okuyucuya sunmuş, 700 sayfayı aşkın bu makaleler toplamı birçok konuya parmak basıyor, ben mart ayı içerisinde kendisini başucu kitabı yapıp, geceleri 2-3 makalesini okuyarak bütün bir aya yayarak tadını çıkardım kitabın, tavsiye ederim, tam bir bilim kitabı. 

'Fikirler İçin Ölmek'; Costica Bradatan imzalı bir kitap yazar, Sokrates, Hypatia, Thomas More gibi öldürülen veya ölüme mahkum edilen filozofların yaşadılarından yola çıkarak onların hayata bakışlarını ve onlara dayatılan zorbalıklara karşı duruşlarını ele alıyor aynı zamanda burdan da tümevarımsal çıkarımlarla okuyucunun kendi hayatını sorgulamasını amaçlıyor, farklı bakış açıları kazandırması ve öğretici olması açısından beğendiğim ve tavsiye edebileceğim bir kitap oldu diyebilirim.

'29 Numaralı Koltuğun Hikayesi' ve 'Fransız Akademisi’ne Kabul Konuşması' kitapları her ikisi de Amin Maalouf kaleminden çıkma ve her ikisi de bağlantılı, Amin Maalouf eserlerinde tarihi ve araştırmacı bakış açısını çok iyi kullanan bir yazar, kendisi 2012 yılında Fransız Akademisi’nin boşalan 29. Koltuğuna seçiliyor, kabul konuşması ve ona ithafen verilen cevap bir kitap haline getirilirken, Maalouf, oturduğu koltuğa daha evvel oturan kişilerin hayatları temelinde Fransız tarihine bir bakış atarak aynı zamanda tarihi bir inceleme sunuyor. Belirtmem lazım ki yüzyıllar önce Fransız elitinin kendi aralarında biraraya gelip ettikler sohbetlerin kurumsallaşması ile Akademi haline gelen kurumun üyeleri koltuklarına hayat boyu seçilmekteler. Biraz spesifik bir konu olsa da , peş peşe okunulmasını tavsiye edeceğim iki kitap oldu... 

Sıradaki üç kitap, aynı zamanda koleksiyonunu yaptığımız İş Bankası Modern Klasikler serisinin 110-111 ve 113 numaralı kitapları, üçünden aynı anda bahsediyor oluşumunun sebebi hem peşpeşe çıkmaları hemde benim geçen hafta üçünü aynı gün okumamdan kaynaklı. Leo Perutz’un okuduğum ilk kitabı olan 'Leonardo’nun Yahudası' , Da Vinci zamanında geçiyor ve ressamın son akşam yemeği tablosunu yaparken, Hz.İsa’ya ihanet eden havari Yahuda’nın tasviri konusunda tıkanması ile paralel zamanda yaşananları ve yahudayı tasvir edebileceği kadar kötü niyetli birini bulmasıyla resmi tamamlaması sırasında yaşanan birtakım olayları romanlaştırmış bir kitap. Gerçekten etkiyeci bir kitaptı. Hiç düşünmeden tavsiye ederim.Jack London’un Beyaz diş, Vahşetin çağrısı, Martin Eden gibi kitaplarını okuduktan sonra, 'Bir Kuzey Macerası', oldukça kısa ve hafif kaldı açıkçası, gerçi yine arka planda bir doğa tasviri, Mackenzie Irmağı vs derken aynı atmosfer, bu sefer Yerli Halk ve Beyazlar arasındaki mücadelenin, bir aşk hikayesi ile harmanlanarak anlatıldığı bir kitap ile karşımıza çıkıyor London, alıştığımız seviyenin altında desem, umarım yanlış anlamaz:) 'Zacharius Usta’da Jules Verne, İsviçre’de bir saat ustasının kibrini anlatıyor. Bölgenin en tanınan saat ustalarından Zacharius’un yaptığı kusursuz saatler, bir süre sonra müşterileri tarafından geri gönderilmeye başlıyor, görünüşte hiçbir sorunu olmayan bu saatler, Zacharius Usta'nın adının lekelenmesine sebep olduğu gibi esas olarak, kibirin yıkıcılığına vurgu yapıyor ve bir trajediyi bizlere anlatıyor. 

'Felaketzedeler Evi'; yazarının şizofren tedavisi için kaldığının benzeri bir bakımevi ortamında geçiyormuş, Kübalı yazarın, Latin Amerika edebiyatının karakteristik bir takım özelliklerini barındıran bu kitabı zaten sonra kendi ülkesinin edebiyat klasikleri arasına girmiş, maalesef kendisi de 47 yaşında hayata veda etmiş. İspanyol dilinin edebiyatını sevenler için tavsiye edebilirim. 

'Bir Kedi, Bir adam, İki Kadın' ; Japon edebiyatına ait, klasik bir Japon edebiyatı ürünü olan kitap gibi az olaylı, durağan fakat insanı derinden , yavaş yavaş etkileyen bir kitap. Kedisi olan bir adamla (Şazo) yaşayan kadının; biraz da adamın eski eşinin sebep olmasıyla kediyi kıskanması ve Kedi (Lili) ekseninde dönen ilişki çemberi anlatılıyor, az ve öz olmasıyla yine tavsiye edebilirim, Japon edebiyatı ayrı bir üslup ile hemen farkedilir olup insanı etkilemesi açısından gerçekten çok başarılı. 

'Tebrikler Kovuldunuz'; Sosyal medyada görüp, videolarını beğendiğim Kaan Sekban’a ait. Kendisi bir bankanın genel merkezinde çalışıyorken istifa edip sahne sanatları konusunda yoluna devam etmeye karar veriyor, işten ayrılmadan evvel Amerika’da oyunculuk eğitimi alıp sonrasında da Türkiye’de bir takım organizasyonlarda yer almak İçin mücadele etse de işler istediği gibi gitmiyor ve evinde sosyal medyadan canlı komedi programları yapmaya başlıyor ve bu zamanlar geniş bir kitleye hitap etmeye başlıyor, kendisi bu süreçte yaşadıklarını çok akıcı bir üslup ile anlatmış, şuan da zaten sürekli olarak farklı şehirlerde showlar düzenlemeye devam ediyor. Çok eğlenceli bir insan. 

'Faydacılık'; 19.yy da yaşamış John Stuart Mill imzalı bir kitap, faydayı ya da en yüksek mutluluk ilkesini ahlakın temeli olarak kabul eden öğretiyi, hem birey hem de bireyin devlet ile olan ilişkisi kapsamında değerlendiriyor, okurken sık sık altını çizdiğim yerleri olan bu kitabı ve Alfa Yayınları'nın aynı serideki diğer kitaplarını şiddetle tavsiye ederim. 

Son olarak “Gülme” kitabında Henri Bergson, insanı hayvandan ayıran bu eylemin üzerinde çok az durulduğunu söylediği kitapta, gülme eylemimin hangi koşullarda nasıl ortaya çıktığını irdeleyen bir kitap yazmış, kendisinin Nobelli olduğunu da atlamak istemem...

Netice itibari ile 12 kitap, 2500 sayfayı aşan ve genelde de beğendiğim bir okuma takvimi ile nisan ayını umutla karşılıyorum, hepimiz için iyi bir bahar olsun...

P.S.: Mini çekilişiminizin talihlisi Sayın; Oktay Özcengiz oldu.Web Sürümündeki Bana Ulaşın sekmesinden adres ve telefon bilgilerinizi gönderebilirsiniz.

Sevgiler
Historian

16 Haziran 2016 Perşembe

Haftanın Kitapları XI

Haftanın Kitapları XI



Bu hafta elimde üç kitap vardı, her ne kadar ilgim daha çok eski çağ tarihine yönelik olsa da, her alanda işinin ehli ve subjektiflikten uzak tarihçilerin çalışmalarını da okumaya itina ediyorum. Bu sebeple bu haftaki okumalarımın ana ekseni Osmanlı Tarihi idi. 

İlk eser, 1999 yaz Cogito dergisinin Osmanlılar Özel Sayısı, Cogito YKY'nin üç aylık periyotla çıkardığı kitap niteliğinde olan düşünce dergilerini gerçekten sevdiğimi bu okumamda bir kez daha anladım,çok donanımlı ve okuyucusuna yeni pencereler açıp, mutlaka bişeyler öğreten birer eser konumundalar, o yüzden ilginizi çeken bir konu hakkında basılmış Cogito görürseniz almakta hiç tereddüt etmeyin derim. 

Dergi Osmanlı'nın 1999'da 700. Yılı dolayısıyla hazırlanmış ve Halil İnalcık, İlber Ortaylı, Cemal Kafadar gibi isimler başta olmak üzere yerli ve yabancı Osmanlı Tarihi konusunda önde gelen isimlerin görmüş olduğunuz makalelerini ve söyleşilerini barındırıyor. İlgili olanların okumasını gönül rahatlığı ile tavsiye ederim. 

Dergiden sonra bilinçli olarak araya bir roman alıp okumayı tercih ettim, İş bankası Modern Klasikler serisi, 73. Kitabı. Anthony Burgess imzalı "Doktor Hastalandı" Nisan 2016 basımlı ve 256 sayfadan oluşuyor. Kitapta İngiliz Dil bilimci Dr. bir adamın Burma'da ders verirken bayılması sonucu İngiltere'ye geri dönmesi ve burada hastanede yatarken yaşadıkları konu edilmiş. Eşi hastanede kocasını ziyaret etmektense civardaki barlarda geziyor ve bir süre sonra baş karekterimiz Edwin onu aramaya çıkıyor, başlarından geçen bir takım olaylar biraz da komedi ile harmanlanıp anlatılmış, bana biraz soft geldi ama yinede sıkılmadım okurken, okunmasa da olabilir sanırım.

Üçüncü olarak tekrar Osmanlı Tarihine geri döndüm ve Halil İnalcık'ın daha bu hafta raflarda yerini alan kitabını okudum "Osmanlı Tarihinde İslamiyet ve Devlet" Halil İnalcık bu kitabında, daha önceden ele aldığı devlet içindeki dini oluşumların hem sosyo-kültürel hem de siyasi bağlamdaki rolü hakkında yaptığı çalışmaları derlemiş bu yüzden bana yeni bişey katmadı sadece bilgilerimi pekiştirdi diyebilirim ama sonrasında da Papa'nın Fatih'e yazdığı mektup, Kanuni Sultan Süleyman ve Martin Luther gibi bölümlerle kısa da olsa genelden özele indiği bölümlerden fayda sağladım. 247 sayfalık bu kitapta okunup diğer iki kitap gibi kitaplığımda yerini aldı. Herkese iyi okumalar.

Sevgiler

Historian

22 Nisan 2016 Cuma

HAFTANIN KİTAPLARI VII

HAFTANIN KİTAPLARI VII


Yaklaşık 1 ay zorunlu ara verdikten sonra haftanın kitapları ile tekrar buralardayım. Bu süre genellikle makaleler ve bazı kitaplardan bölümler okuma ile geçtiği için maalesef edebiyattan, felsefeden biraz uzak kaldım o sebeple gelecek hafta bu kitap açlığı ile 4-5 roman okuyup,onlardan bahsetmem yüksek ihtimal. 

Haftanın kitaplarını yazmadığım bu birkaç haftada ise şu 3 kitabı okudum; ilk kitap: Roma'nın Yurtsever Tarihçisi Titus Livius, Bedia Demiriş'in yazdığı, Arkeoloji ve Sanat Yayınları'ndan çıkan bu kitap geçen haftalarda okumuş olduğum yine Bedia Demiriş'in  Tacitus'u gibi Roma dönemi tarihçiliği hakkında. 

Roma krallık döneminde yüksek magistiratların yani memurların tutmaya başladığı basit kayıtlar olup sonra gelişim gösteren "Commentarii" ler, din görevlileri pontifexlerin tuttuğu yıllıklar olan "Annales Maximi"ler ve daha bir kaç eski kayıt tutma belgelerinin tanımlarını içeren bölümlere yer veren Bedia Demiriş sonra Livius'un tarihçiliğine, üslub ve biçemine, ona yöneltilen olumlu-olumsuz eleştirilere değiniyor ve onun üstünden dönemin tarihçiliğine değiniyor,bilgilerin okuyucuya sunuluş şekli ve içeriği açısından çok yararlandığım bir kitap oldu,hem bir ders kitabı olarak tarihçilere veya Latin dili gibi bölümlerde okuyanlara hem de genel okuyucuya hitap eden bir eser. 

Bir diğer okuduğum kitap ise: Sina Akşin'in "Kısa Türkiye Tarihi" en sevdiğim yayınevlerinden olan İş Bankası'ndan Eylül 2007'de ilk basımı olmuş bir kitap. Maalesef beni hüsrana uğratan bir kitap oldu Osmanlı ve Türk kültür hayatı hakkında güzel tanımlarla başlayan kitap Tanzimat Fermanı (1839) ile olayları ele almaya başlayıp 2000'li yıllara kadar belli başlı olayları sıralıyor. Bana kalırsa genel okuyucu,yani biraz neler olmuş diye fikir edinmek, akademik seviyede bilgi peşinde olmayan ve ayrıntılarla boğulmak istemeyen okuyucu için bile çok yüzeysel bir kitap, Vikipedi'de daha tatmin edici düzeyde bilgilere ulaşmak, okumak mümkün. Aynı zamanda yazar niyeyse daha evvel kimsenin kullanmadığı terimler ve kısaltmaları kullanarak dikkatimi çekti, örneğin Mondros Mütarekesine; "Mondros bırakışması" demesi veya İttihat  ve Terakki'ye kısaca İT, Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyetini ise ARMHC demesi ve devamlı öyle kullanması. "Bana göre böyle denmeli" diyerek terminolojiye farklı bir boyut ekleme lüksünün olmaması gerektiği bir alan tarih, bu tip farklı kullanımlar aynı konu hakkında bilgi düzeyini arttırmak isteyen insanlar için sıkıntı çıkarabilecek olduğu kadar, okuyucunun canını sıkan yenilikler olmaktan öteye gitmemekle birlikte okuyucunun gözünde yazılan konunun da içini boşaltmakta bana kalırsa. Demekki,başında bişeyi bize kısaca sunmayı vaad eden kitaplardan uzak durmak ve tedbirli olmak gerek yoksa bildiklerimizi de unutmak mümkün. 

Ve hüsranlarla dolu okumalarımın son kitabında "Genç Werther'in Acıları"mevcut Goethe'nin yazdığı dönemde bir çok insanın intihar etmesine sebep olan bu kitap okuduktan sonra bende de bir düşünce meydana getirdi elbette; "Bu insanlar niye intihar etti?" Can Yayınları'nın  mini kitap versiyonunu bizlere sunduğu kitapta genç bir adamın arkadaşına yazdığı gel-git dolu ruhsal dünyasının yansıması olan mektupları görüyoruz. İlgimi çekmeyen konu edebi yönden de zayıf olunca,öylesine okumuş olduğum bir kitap olarak  listeme eklendi Genç Werther o yüzden üzerinde durmam gereken pek bi husus yaratmadı. Bu hafta herkese verimli ve güzel okumalar dilerim, benden bu kadardı, görüşmek üzere...

Sevgiler
Historian

18 Şubat 2016 Perşembe

HAFTANIN KİTAPLARI 1

HAFTANIN KİTAPLARI 1


Haftanın okunan kitapları iki tane, görüldüğü üzere biri Platon biri de Thomas More kaleminden çıkmış durumda. Yaşadıkları dönemler arasında asırlar olsa da iki düşünür aynı konu hakkında yazmış ve istedikleri devlet modelini, o devletin insanlarının hayat şeklini ele almış durumdalar. 

Birbiriyle kıyaslama yapabilme adına peş peşe okumanın daha etkili ve faydalı olacağını düşündüğüm bu iki kitaptan ilki "Devlet"te Platon yine Sokrates'in ağzından fikirlerini aktarmakta ve bir devlet kuracak olsak nasıl bir devlet olurdu, nasıl olması gerekirdi fikrinden yola çıkarak bir sohbet etrafında "Devlet" oluşturulmakta. Bu, bütünlüğünü kaybetmeyecek şekilde genişlemesini ama birliğini boğacak kadar da genişlememesini istedikleri Devlet'i yönetecek olanalara "Koruyucu" diyen konuşmacıların oluşturdukları Devlet'in oldukça radikal nitelikte özelliklere sahip olduğunu kitabın ilerleyen aşamalarında görebilmekteyiz. Savaşlara çocukların da götürülmesi ve bu sayede büyüdüklerin de yapacakları işi yakından görüp öğrenmelerini amaç edinen fikirler, kimsenin kendi gerçek çocuğunun kim olduğunu bilmemesi gerektiğini öne süren fikirler gibi. 

Kitabın sonuna doğru yönetim biçimleri; Oligarşi, Demokrosi, Timokrasi ve Zorbalık yönetimleri ele alınıp bunların işleyişi, avantaj veya dezavantaj yönleri ile  halkı ele alınıyor. Thomas More'un "Ütopya"sında ise kitaba göre zaten var olan bir adaya gidip oradaki yaşama tanık olan Raphael durumu anlatmaktadır. Ütopya'nın kapsamı ve ayrıntısı Devlet'e nazaran daha az olsa da devlette değinilmeyen konulara da değinildiği için artı yönleri de bulunmakta. 54 şehirden meydana gelen Ütopya adasıda tarımın önemine ve halkın toprağın sahibi değil  işçisi olduğuna değiniliyor. Her yıl belirli sayıda insan şehirden kırsal alana giderek nöbetleşe şekilde toprağı işlemektedir. Ütopyada her on yılda bir evlerin oturanlarının  kura ile değiştirilmesinin sebebi ise mülkiyet kavramının oluşmaması gerektiği için olduğu söyleniyor. Ütopya adasında şehirler arasında seyahat için halkın izin alması gerekirken bunu yapmayanlar için nerdeyse ölüm cezasına kadar varan uygulamalar ise genel Ütopya  yönetimine uyanan hayranlığı gölgeler cinsten yaptırımlardan sadece biri bana kalırsa. Bu özelliği her iki kitapta ta görmekteyiz. Zamanlarındaki yönetimlere karşı eleştirel olarak yazılan kitapların daha iyi bir yönetim ve toplum sunması amacı bir yerden sonra elestiridikleri olgulardan farkı kalmaması tezatı çok çarpıcı bir özellik oluşturmakta. Fakat her iki kitapta irdelenmeye ve üzerinde durulmayı hakediyor. Okunulmasi tavsiye olunur.

Sevgiler
Historian

8 Kasım 2015 Pazar

Bir Kitap İncelemesi; ÜÇ BÜYÜK USTA Stefan ZWEIG

Bir Kitap İncelemesi; ÜÇ BÜYÜK USTA Stefan ZWEIG


Bugün, okumuş olduğum bir kitap hakkında şuraya bir kaç kelime yazayım da dursun diye düşündüm. Zweig'ın kitabını ağustosun başında okumuşum aslında ama arada açıp içinden pasajlar okumaya devam edince  değer verdiğim  bir kitap olduğunu anladım. Zweig'ın  üslub olarak süslü denilebilecek bir stille kadın-erkek ilişkilerini konu edindiği bir çok kitabı mevcut bunların arasında benim de severek okuduklarım var fakat bazılarındaki üslubun ağdalığı beni biraz sıkmaya başladı ve uzun süre sonra bir kitabı yarım bıraktım o kitap "Karmaşık Duygular" idi belki de "Bilinmeyen Bir Kadının Mektubu" , "Korku", "Bir Kadının Yaşamından 24 Saat" gibi kitaplarını ard arda okuduğum için yazara ara vermem gerekliliği doğmuştur o yüzden "Karmaşık Duygular"ı elime tekrar alıp bitirmeyi umuyorum. 

Her ne kadar çoğu kitabında teşbihler, istiareler ve şuan aklıma gelmeyen bir sürü anlatım stili  havada uçuşsa da biyografileri tam tersine araştırma niteliğinde ve sade bir dile sahip o yüzden olsa gerek Üç büyük usta'da Balzac , Dickens ve Dostoyevski hakkında yazılanları okurken daha çok yazarla oturmuşsunuz da o size arkadaşları hakkında sır veriyormuş gibi merak uyandırıcı ve şaşırtıcı bir hava doğuyor. Kitap İş Bankası Kültür Yayınları'ndan çıkma, 217 sayfa ve Almanca'dan çeviren Nafer Ermiş , Zweig'in kitaplarını yeniden basan İş Bankası Modern Klasikler Dizisi'nde dikkat ettiğim bir unsur da kitapların çevirmenlerinin her kitabında farklı olması fakat büyük yayınevleri bu konuya özen gösterdikleri için çevirilerin hiçbirinde sıkıntı yaşamadım ve kitaba adapte olabildim. 

Zweig kitabında bu üç ismi ele alırken , yetiştikleri kültürel çevrenin onlar üzerinde ne kadar etkisi olduğunu ve romanlarına nasıl yansıdığını da anlatıyor okuyucuya. Balzac'ın kendi yoksulluğunu kitaplarında ultra zengin karakterlere nasıl yansıdığını , Napolyon'dan ne kadar çok etkilendiğini dile getiriyor. Balzac öyle bir hayal gücüne sahipmiş ki oturmuş olduğu çatı katında gençken kuru ekmeğini yerken , iradi telkin yoluyla en pahalı yemeklerin tadını hissedebilmek için tabeşirle masaya tabaklar çizer içlerine de yemeklerin adını yazar böylece yemeğin hazzını hissedermiş. Sanırım bunu yapabilen bi insana ve hayal gücüne herkes saygı duyar. Dickens'ın kendi ulusunun istencine ne kadar uyduğunu konusunda onu eleştiren Zweig ünlü olmasını doğru zamanda dünyaya gelmesi ve halkın istediği şekilde hikayeler yazmasına bağlar bu yüzden yaratıcılık ve coşkudan uzak duran Dickens için bir trajedi olarak değerlendirme yapar Zweig. Dickens'a ne kadar olumsuz eleştiri yaparsa aynısını Turgenyev için de dizer çünkü onun ününün Avrupa'da dilencilik yapacak hale gelen Dostoyevski'den çalınma olduğunu savunur. Dostoyevski 'nin hayatında yaşamış olduğu zorluklar içler acısı fakat buna rağmen yazmaktan hiç bir zaman vazgeçmemesi de insana güç verir cinsten. 

Okumak isteyenler için daha da fazla bahsetmeyim, tavsiye edilesi güzel bir kitaptı benim için :)

Sevgiler

Historian

17 Şubat 2015 Salı

Yazının Tarihine Ufak Bir Bakış

Yazının Tarihine Ufak Bir Bakış



Sonunda Blog yavaş yavaş düzene oturuyor , farklı konular hakkındaki yazılarımız da devam ediyor bu sefer Tarih-Kitap ve Yazının bahsetmemiş olduğum bölümünden; Tarihten, biraz  bahsetmek istiyorum. 

Yazı ve tarih diyince, hepimizin aklına mutlaka yazıyı "icat" eden yani ilk defa kullanan toplum Sümerler gelmektedir. Daha çok bir Mezopotamyalı halk olarak anılan Sümerler'in geç kalkalotik çağda bu coğrafyaya geldiklerini biliyoruz. (Kalkalotik çağ : İ.Ö 5.000-İ.Ö 3.000 ) Coğrafi olarak çok daha önce yerleşime elveren , kuzey Mezopotamya'ya nazaran daha az gelişmiş güneye yerleşen Sümer toplumu, bu bölgedeki kültürü kuzeyin çok daha ilerisine taşımışlardır. Bunun sebebi ise bölgeye gelirken yanlarında "yazı" gibi gelişkin bir aracı taşımalarından kaynaklanır. "Gelirken" diyorum çünkü Asyanik kökenli bir dile sahip olan Sümerlerin indus ırmağı vadisinde izlerine rastlanılmış bulunmakta, yani daha doğudan mezapatomyaya göçüp geldikleri aşikar bir durum. 

Yerleştikleri topraklara nazaran daha gelişmiş bir durumda olan bu toplum ; Mısır'ı , ön Asyayı, Anadoluyu ve dolaylı olarak da batı uygarlıklarını etkilemişlerdir. Yazının ilk bulunuşu Sümer şehrinin Uruk kenti höyüğü 4.tabakası 6.evresinde ve İ.Ö 3.200 yılına tarihleniyor. Bu tarih yazının bulunuşu olarak ilk ve ortaögretimin yetersiz tarih kitaplarında nitelendirilen tarih olma özelliğini inatla korusa da, bu cümleden çoğu öğrencinin anladığı yanlış algı; yazının tüm dünyada aynı anda kullanılmaya başladığı yönündedir. Fakat her coğrafi bölge tarihi veya tarih öncesi devirleri farklı zamanlarda yaşamıştır. 

İlk başlarda resim yazısı şeklinde olan Sümer yazısına sonraları pratiklik kazandırılmaya çalışılınca çivi yazısı formuna ulaşılmış ve İ.Ö. 2.850-2.350 yılları arasında gelişim gösteren yazı, bu aşamada geniş kompozisyonlar yazmaya elverecek şekilde geliştiği için , 3.200 den bu döneme kadar geçen yazının ilk evrelerine protohistorik çağ denilmiştir. Anadolu' ya yazının uğraması ise Orta Tunç Çağı denilen İ.Ö.2.000-İ.Ö.1.500 yılları arasına denk gelir , Anadolu'nun tarihsel devirlere geçmesini sağlayan unsur ise İ.Ö 2.000li yılların ilk çağlarında yaşanan Asur ticaret kolonileri çağıdır , Asurlu tüccarlar Anadolu coğrafyasının doğusu ve güneyindeki kentlerin etraflarına ticaret yapacakları küçük yerleşikeler kurmuş (karum) ve burada kullandıkları belgeleri Asur çivi yazısı ile yazmışlardır. Fakat Hititler'in etkin ve hakim olmasıyla Asur'lular ve Asur çivi yazısı Anadolu topraklarını İ.Ö.1.750 yıllarında terketmiştir. Hititler ise Asurlu tüccarlar ile olan ilişkilerine rağmen , 100 yıl sonra kendilerine niye Asur çivi yazısı yerine Babil çivi yazısını , Hititçe yazı olarak seçmişler hala gizemini koruyan bir durumdur.


Hitit  toplumunda , çivi yazısı sadece devlet arşivlerinde ve diğer belgelerinde kullanıldığı için imparatorluk çivi yazısını 450 yıl kullanıp yıkılınca bu yazı halkın arasında yayılmadığı için yazı ortadan kalkmıştır ve bu devire karanlık devir denir. Sonrasında ise halkın kullanmış olduğu Hitit hiyeroglif yazısı; oluşan geç Hitit beylikleri döneminde kullanılmıştır. Yazının doğup , zor geçen çocukluğuna değindim çünkü istikararli bir şekilde gelişip aynı anda her yerde kullanılmaya başlamadığını belirtmek istedim , dediğim gibi Her coğrafya her deviri ayrı yıllarda yaşamıştır ,  nitekim 3.200 yılında yazı sümer sehirinde bulunsada Anadoluya girmesi bin yıldan uzun sürmüştür. Ve zaman geçtikçe de her toplum kendilerine ve dillerine göre bu aracı uyarlayıp kullanmışlardır. Aynı zamanda yazının uzun süre sadece belli bir zümre tarafından kullanılması da o zümrenin ortadan kalkması sonucu gelişimini geciktirmiştir. Az çok ve özetle yazı ilk zamanlar bu yollardan geçmiş ve toplumlar tarafından bu şekilde ele alınmıştır tabi ki yazılacak çok şey olmasına rağmen konuyu da burada çok uzatmak istemiyorum ama şu iki kitabı sizlerle tanıştırayım:


Yazı üzerine yazılmış olan , aldığım iki kitap oldu geçen hafta, biri dünya üzerinde bütün var olmuş alfabeleri, yazıları içeren güzel bir kitap İş Bankası Kültür Yayınları'ndan çıkmış ve Carl Faulmann tarafından hazırlanmış oldukça detaylı olan 'Yazı Kitabı'.


Diğeri ise YKY 'nin kültür serisinden 'Yazı İnsanlığın Belleği'. Burada da çivi yazısının hangi araçlar yardımıyla nasıl yazıldğından tutun da , kitap basımına ve harflerin evrimine kadar bol görsel ile renklendirilmiş bir Kitap ikisinide tavsiye ederim. Hem bilgilendirici hem de eğlenceli. Umarım hem yazıyı hemde kitapları seversiniz :)

Sevgiler
Historian