Edebiyat-Sanat-Sinema etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Edebiyat-Sanat-Sinema etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

15 Ağustos 2021 Pazar

Bedrettin Cömert

Bedrettin Cömert

saygıyla..

Bedrettin Cömert
Öldürüldüğünde sadece 38 
yaşındaydı

1. Yazı: Biyografik Tanıtım

Bedrettin Cömert; 27 Eylül 1940 tarihinde Vezirköprü'de doğdu. İlkokuldan sonra, altıncı ve yedinci sınıfları, Kangal ve Gürün'de okudu. Yoksulluk çekerek büyü­yen Bedrettin ortaokul üçüncü sınıftan başlayarak Sivas Lisesi’ne geçti, parasız yatılı sınavını kazanmış ve orta eğitimini güvence altına almıştı artık.

Bedrettin Cömert lisede okurken gerek düz yazı gerekse şiir olarak edebiyatla uğraşmaya başlamıştı. Bu yıllarda yazdığı ilk şiirleri Varlık dergisinde yayınlandı. 1960 yılında Liseyi bitirdi ve bir devlet bursunu kazanarak İtalya'ya gitti. İtal­ya'da ilk iki yıl Perugia Yabancı Üniversitesi'nde İtalyanca ve Latince okudu. Daha sonra Roma Üniversitesi İtalyan Dili ve Edebiyatı Bölümü’ne girdi. 1965 yılında Maria Augostino ile evlendi. 1966 yılında büyük oğlu Ergun doğdu. Bir yandan Türk edebiyatında yapıtlar vermeyi sürdürürken bir yandan da 1967 yılında Roma Üni- versitesi'nden lisans diplomasını aldı. 1970 yılında Türkiye'ye dönen Bedrettin Cömert, Haziran ayında Hacettepe Üni­versitesi Sanat Tarihi Bölümü’ne asistan olarak girdi. Burada Sanat Tarihi ve Estetik konularındaki çalışmaları yürütürken, 1971 yılında Roma Üniversitesi Felsefe Ensti- tüsü’nde, "Son Elli Yılda Türkiye'de Sanat Eleştirisi" konusundaki tezi ile estetik doktoru derecesini aldı. 1972 yılında Hacettepe Üniversitesi Sanat Tarihi Bölümü’nde Öğretim Görevliliğine atandı. 1973 yılında küçük oğlu Kemal doğdu.

Sanat Tarihi konusundaki araştırmalarını, edebiyat ve eleştiri çalışmaları ile bir­likte sürdüren Bedrettin Cömert, ikinci doktorasını, Hacettepe Üniversitesinde verdi. "Giotto ve San Francesco Geleneği" konusunda yaptığı tez ile Sanat Tarihi doktoru da oldu. Aynı yıllarda, Türk televizyonu için "Leonardo da Vinci" adlı yapıtı çevirmişti.

Bir yandan özgün yapıtlar üretirken, öte yandan da, yabancı dildeki önemli bilim yapıtlarının Türkçeye kazandırılmasına çalışan Bedrettin Cömert, 1977 yılında Gombrich'in ünlü "Sanatın Öyküsü" adlı yapıtını çevirdi. Bu çeviri, Türk Dil Kurumu'- nun ödülünü aldı. Aynı yıl Türk Dili üzerindeki çalışmaları ve başarılı çevirileri sonunda 1977 yılında Türk Dil Kurumu'na üye oldu ve yine 1977’de sınavları başarı ile tamam­layarak Üniversite Doçenti oldu. Tezi, "Benedetto Croce'nin Estetiğinde İfade Kavramı ve İfadenin İletim Sorunu" adını taşıyordu. Üniversite Doçenti olduktan hemen sonra Hacettepe Üniversitesinin Sanat Tarihi Bölümüne eylemli Doçent olarak atandı. Doçent­lik tezi ancak ölümünden sonra Kültür Bakanlığınca yayımlandı ve çocuklarıyla birlikte yurt dışına gitmekte olan eşinin eline son anda, havaalanında ulaştırılabildi.

Bedrettin Cömert Karısı (Maria Augostino)  ve çocuklarıyla (Ergun ve Kemal)
Suikast sırasında ağır yaralanan ve ölümden dönen Maria, 2001 yılında
aramızdan ayrıldı.


Bedrettin Cömert, 11 Temmuz 1978 günü sabah sekiz otuzda, en verimli çağında demokrasi düşmanı katiller tarafından otomobili içinde kurşunlanarak öldürüldü.

MİTOLOJİ ve İKONOGRAFİ Bedrettin Cömert, De Kİ Yayınları, 2010/3, Giriş Bölümü

-------

II. Yazı: Doç. Dr. Bedrettin Cömert'in Bilimsel Kişiliği*

Bilim adamı [insanı] Bedrettin Cömert'in bilimsel kişiliğini bütünleyen öğre­tim üyeliği Hacettepe Üniversitesi Sanat Tarihi Bölümüyle başlar. Bedret­tin Cömert 1970 yılında asistanlıkla akademik çevreye girerken, Sanat Tarihi Bölümü Suut Kemal Yetkin'in yönetiminde geniş kapsamlı bir eğitim programı geliştiriyordu. Mümkün olduğu oranda tüm sanat tarihi alanlarını kapsayan, sanat tarihi eğitimini estetikle ve pratik atölye çalış­malarıyla boyutlandırmayı amaç edinen bir programdı bu. İşte bu kuruluş ve deneme dönemlerinde bölümüne katılan Bedrettin Cömert'in o günkü bilimsel donatımı bile, çok yönlülüğü ile programa boyut kazandıracak nitelikteydi, çünkü o, Roma Üniversitesi’nin Edebiyat ve Felsefe Fakülte­sinde, önce Edebiyat lisansı almış, sonra Prof. Garroni ile Estetik dokto­rasını tamamlamış, bu arada öğrencisi olduğu ünlü İtalyan Sanat Tarihçisi Gulio Argan'ın akademik çevresi ona batı sanatında güçlü bir temel ka­zandırmıştı. Bir yandan da, Wölflin, Panofsky ve Gombrich gibi batılı sanat kuramcıları üzerindeki çalışmaları ile gerekli kuramsal çerçeveyi oluşturmuştu kendisine.

Bu yoğun öğrenim programının yanı sıra, Roma'daki öğrencilik yılla­rında bile, Türkiye'de Varlık ve Forum gibi dergilerde, 50'yi aşkın şiir, de­neme, eleştiri ve çeviri yayımlamıştı. Bunların arasında, yabancı bir ülkenin kültür ortamının ve yetkinleştirdiği yeni bir dilin verdiği coşkuyla yaptığı çevirilerin yanı sıra, adeta çağdaş Türk edebiyatından kopmayı yadsırcasına, Türk yazarlarını izleyip yazdığı eleştiri ve denemeler de yer alıyordu. 

Nitekim “Correndi di Cretica Letteraria Nella Turchia Odiema” isimli dok­tora tezi bile, 1950-1970 yılları arasında Türkiye'deki eleştiri akımlarını inceliyordu. Böylelikle, Bedrettin Cömert Türkiye'ye dönüp üniversitede çalışmalarına başladığı zaman araştırıcılığa ve yazarlığa imzasını atmıştı.

Bundan sonra çok yoğun ve çok sürekli bir çalışmaya koyuldu. Sanat Tarihi Bölümü’nde Mitoloji ve İkonografi derslerini vermeye başladı. 

Roma Üniversitesi’ndeki çalışmalarında klasik edebiyatla ve Hıristiyan kültürüyle olan yakın ilişkisi, bu konuda onun ayrıntılı bir kaynak çalış­ması yapabilmesini sağlamıştı. Bir yandan da Suut Kemal Yetkin ve o yıllarda bölümde ders veren Prof. Semavi Eyice'nin derslerine katıldı ve böylelikle Anadolu sanatına açıldı. Nitekim Mitoloji ve İkonografi dersi örneklemelerini Anadolu'da yoğunlaştırabiliyordu artık. Giderek doktora seminerlerini tamamladı ve “San Francesco Geleneği ve Giotto'nun Sana­tına Etkisi” konulu tezi ile ikinci doktora derecesini, bu kez Sanat Tarihi doktorasını aldı. Önceleri, sanat tarihçiliğinin çözümlemeli, ayrıntıcı, tasvirci yöntemi ona çok renksiz görünüyordu. Nitekim Türkiye'deki sa­nat tarihçiliğini eleştiren birkaç yazı da yazdı gazetelerde, (“Hangi Bilim­sellik” Barış, 10 Şubat 1972) fakat giderek, çok özenli bir çalışmayla gözlem ve yorum gücünün bireşimine örnek olacak böyle bir çalışmayı kendisi koymuştu ortaya. Doktora çalışmasında, bu arada geliştirmekte olduğu ikonografık temele dayanarak bir Giotto resimleri katalogu hazır­lamıştı. Bu ikonografık katalogda resimlerin konusu Kutsal Kitap'taki Eski ve Yeni Ahit'in özgün öykülerine bağlanıyor ve gereğinde başka kaynak din kitaplarıyla destekleniyordu. Sanırım, bu Türk okuruna en yararlı olan yönüdür kitabın. Çalışmanın amacı, batı resminin en büyük yenilikçilerinden biri olan Giotto'nun sanat etkinliğini 13. yüzyıl sonları, 14. yüzyıl başları İtalya'sının toplum yapısı içinde değerlendirmekti, özel­likle 13. yüzyıl İtalya'sında Hıristiyan din anlayışını daha doğal ve daha insancıl boyutlara ulaştıran San Francesco'nun din öğretisiyle, Giotto'nun sanatı arasındaki sıkı bağı vurguluyordu. Burada, kendisinin eleştirel ve estetik deneyimi işin içine giriyor ve Giotto'nun sanatının evrensel olma nedenlerine de eğiliyordu. Kitapta şöyle diyordu: “Düşünce ve sanat hiç bir zaman sıçrayarak ilerlemez. Her çağ, bir öncesi çağın sonucu olmaktan başka, bir sonraki çağın da tohumudur. 

Ağıt
 Giotto

Ancak bu yolla şimdi'yi geçmiş'e bağlama olanaklıdır. Evrensellik ancak bu koşulla kabul edilebilir. Bir sevgi, bir kin, bir özgürlük, bir adalet duy­gusu tarihsel bir taban ve kesintisiz bir oluş içinde olabilir.” Ondan sonra, Giotto'nun Ölü İsa'ya Ağıt isimli freskosunu buna örnek veriyordu: “İşte Giotto, bize, İsa'nın ölümünü dinsel bir simgenin kutsal ölümü olarak verirken, onu yere indiriyor, onu insan boyutları içinde sunup say­damlaştırıyor ve bu ölüm umarsız bir anne suskunluğu, ağıt dolu bir dost çığlığı oluyor. İşte Tanrı'da ölüyor. Ama bu ölüm Tanrı'nın Oğlu'nun ölümü de olsa, bir annenin anne olmaktan ileri gelen taş gibi acısını susturamıyor... Demek ki, göksel de olsa kutsal da olsa, asıl gerçek bütün gerçek kendini bu dünyada gösteren gerçektir: Kutsal ancak duyusal'la vardır, tan­rısal bile, ancak bu dünyadaki somut gösterileriyle kavranılır bir duygu olur...” (Giotto'nun Sanatı, De Ki Yayınlan, Ankara, 2007, s. 69-70). Ayrıca resmi, sözü iletmek, açıklamak için bir araç olarak gören Ortaçağ'dan sonra, başlı başına bir ifade aracı yapan Giotto'nun yöntemi, derinlik sorununa getirdiği çözümler, insanı, doğayı, doğrulukla yaratma çabası, Giotto'nun üslubundaki gelişme evreleri, freskolann tek tek çözümlemeleriyle ışığa kavuşuyordu bu kitapta.


Giotto çalışmasından sonra, sanat tarihi ve plastik sanatlar konularına daha fazla eğilmeye başladı Bedrettin Cömert; 1974'te Sanat - Edebiyat dergisinin birinci sayısında çıkan “Resme Yaklaşım” konulu incelemesiy­le Panofsky'nin ikonografi ve ikonoloji kavramlarının plastik sanatlara uygulamasını tartışıyordu. İlgiyle incelediği bir başka konu da, batıdaki sanat akımları içerisinde plastik sanatların yeri idi. Örneğin, ilk kez resim sanatında görülen izlenimciliğin, öteki sanat dallarını da içerdiğini açıkla­yan örneklemeli bir denemesi ve Fütürizm üzerine bir yazısı Milliyet Sanat’ta yine aynı yıl yayımlandı (1974, no. 92, no. 107). Milliyet Sanat’ta yazdığı başka inceleme yazılarına Michelangelo, Giacometti gibi sanatçı­lar da konu oluyordu (1975, no. 122, 1976, no. 203). 1972-76 yıllan arasında Türk ve İtalyan edebiyatı, estetik ve eleştiri üzerine yazdığı yazılar yine de çoğunluktaydı. Fakat bu arada giderek dil ve dilbilimi çalışmalarını yoğunlaştırıyordu. Soyut ve Yansıma'ya yazdığı bir dizi yazı ile Türkiye'de büyük eksikliğini duyduğu dilbilim alanında temel ilkeleri yaygınlaştırmaya çalışıyordu.

Bedrettin Cömert'in günlük konuşmalarında savunduğu şeylerden bi­ri, sanat kuramlarının soyut kalmaması, yaşam deneylerine indirgenmesiydi. Estetik bilimi için şöyle diyordu: “Estetik bilimi, gerçeklikten kopuk garipliklerle uğraşmaz. Estetik, şimdiye dek üretilmiş tüm sanat yapıtlarının ortak ve benzer yönleri irde­leyerek belirli ortak özellikler ortaya koymaya çalışır, bu yolla gelecek deneylerimiz için bize bilinçlenme ve tat alma olanakları sağlar. Sanat tarihçiliğinin eylemini boşa harcamasını önlemek için ona süzülmüş yön­tem deneyleri, billurlaşmış kuram birikimleri sunar.” Nitekim bunları söyleyen Bedrettin Cömert, 1975'te M.E. Bakanlığı Mektupla Öğrenim Programı için, Estetik'in temel ilkelerini en kolay en anlaşabilir çizgileriyle Estetik I. adlı el kitabında verdi. “Sanat tarihçisi bir sanat yapıtını estetik biliminin sunduğu araçlarla değerlendirip, gerçek tarihsel yerine oturtabilmek için eleştirel bir tavırla yapıtlara girebilmelidir. Ancak eleştiriyle, bir ürünün sanat yapıtı olup olmadığı saptanabilir,” diyen Bedrettin Cömert'in, Gombrich'in “Sanatın Öyküsü”nü çevirme isteği bundandı, çünkü çevirinin önsözünde de belirt­tiği gibi, Gombrich bu kitabında sanatı, sanat dışı etkenlerle boğmamıştı. 

Aslında beğeninin evrimi sergileniyordu bu kitapta; “Böylece beğeni, sanat yapıtlarına, bu yapıtların yaratıldığı yer ve zaman koşullarına göreli bir nesnellikle yerleştirilip ete, kemiğe, büründü­rülerek, yalnızca duyulup tadılabilen bir şey değil, aynı zamanda öğrenilebilen bir yeti kimliğini kazanmıştır. Sanatın Öyküsü'nün bu özniteliği, sanat eleştirisi olmadan sanat tarihi yapılamayacağını sanat eleştirisinin ise temel bir estetik anlayışa dayanmadan ayakta duramayacağını berrak bir inandırıcılıkla kanıtlamaktadır.” Büyük bir coşkuyla ve gerçekten de inanılmaz bir hızla çevirdiği “Sa­natın Öyküsü” ile, hem Türk okuruna bilgi birikimi ve beğeni gelişimi sağlayacak bir kitap hazırlıyordu, hem de büyük özen gösterdiği Türkçesiyle dilimize, sanat diline, sanat tarihçisi diline katkıda bulunuyordu. ***

Çeviriyi yaptığı o kısa süre içinde, sanat terimlerini en anlaşılır biçimde sunabilmek için büyük çaba gösterdi. Böylelikle kitabın salt bir çeviriden öte, sanat terimlerine yeni öneriler getiren bir ön çalışma olmasını iste­mişti. Nitekim başarıya ulaştı ve Türk Dil Kurumu ödülünü aldı.

Son yıllarda Estetik alanındaki en kapsamlı çalışması, hiç kuşkusuz, “Benedetto Croce'nin Estetiğinde ifade Kavramı ve ifadenin iletimi Soru­nu”, konulu doçentlik teziydi (Bk. Croce'nin Estetiği, De Ki Yayınları, Ankara, 2007). Croce'nin ifade kavramı üzerindeki çalışmaları daha ön­ceki yıllara dayanıyordu. Bu konuda ilk yayını 1972’de Filologla Italiana Dergisi'nde yazdığı İtalyanca bir inceleme yazısıydı. Doçentlik çalışma­sında, Croce'den yaptığı çevirileriyle Türk okuruna ilk elden kaynak su­nuyor ve özellikle İtalyan araştırıcılarının çalışmalarıyla da boyut kazan­dırıyordu. Croce üzerindeki incelemesinde, plastik sanatlardan örneklemeli yorumlara giriyordu.

Sanırım, Bedrettin Cömert'in giderek estetik ve eleştiri çalışmalarını edebiyat alanında olduğu kadar plastik sanatlar dalına yöneltmesi, onun bilimsel kişiliğinde önemli bir noktayı vurgulamaktadır. Sanat tarihi bö­lümünde olması, onun bu yönünü geliştirmişti; kendi de çoğu kez söylerdi bunu. Nitekim, öğrencilere sanat eleştirisi dersleri veriyor ve sergilerde uygulamalı çalışmalar yaptırıyordu. Son yıl sergi eleştirileri yazmaya başlamıştı. Resim yarışmalarında seçici kurullara giriyordu. Cumhuriyet Gazetesi’nde yazdığı bir dizi sergi eleştirisinde uyguladığı belirli bir yön­temi vardı onun. Önce gidiyor, uzun uzun yerinde sanat yapıtını inceli­yordu, ondan sonra onu, belirli bir kuramsal çerçevenin içinde eleştiriyor­du, örneğin sanatçının, doğayı öykünmesi sorununu ele alıyor ve o açıdan eleştirisini yaptığı sanatçıyı değerlendiriyordu veya bir mekân kavramın­dan konuya giriyor ve sanatçının yapıtlarından örneklemelerle yoruma gidiyordu. Güçlü bir gözlemciydi Cömert. Bir sanat yapıtının karşısında inanılmaz boyutlara ulaşabiliyordu gözlemi, örneğin, Bemini'nin ünlü Davut heykeli karşısında şöyle diyordu: Hışımla, hızla, müthiş bir gerilimle sapanındaki taşı fırlatmak üzere olan Davut Peygamber, vücut, dingin bir kütle değil, kas ve kıvrılmalardan olu­şan bir devinim anafom sanki. Aynı fiziksel sürecin yansımasını yüzde gö­rüyoruz. Dudaklarını sıkmış, gözleri hedefi deliyor, firlamak üzere bir kütle sanki. Bu salonda, sanki altlığın üstünde durmuyor da, kendiyle birlikte çevresindeki her şeyi de koparıp götürecek gibi yerçekiminin dışına. Ama bu fırlayış bir süzülme, yerçekiminden bir kurtulma değil, tersine yerçeki­mine meydan okuyan bir karşı çekim sanki... (“Roma Galerilerindeki Ölümsüzlerden izlenimler”, Milliyet Sanat, 1977, no. 223).


Aslında Giotto'nun sanatı üzerinde çalışırken de, yapıtları yerinde in­celemiş, yerinde bir gözlem süzgecinden geçirdikten sonra, değerlendir­mesini yapmıştı, işte, kendisini giderek böyle geliştiren Bedrettin Cömert, estetik çalışmalarında, eleştirmenliğinde, sanat tarihçiliğinde çok önemli bir evreye ulaşmıştı. Aslında, geçen yılki Sanat Tarihi seminerinde, “Sa­nat Kuramı ve Sanat Tarihçiliği” adlı bildirisinde, farkında olmadan ken­dini tanımlamıştı:

Mademki, sanat tarihçiliğinin başlıca konusu sanat yapıtıdır, mademki sanat yapıtının özelliği zamana direnip kuşaklar boyunca kalıcılığını koruyabil­mesidir, öyleyse sanat tarihçiliği, sanat olgusunun bu kalıcılığına, mantıksal ve beğenisel gerekçelerle ışık tutmak onu çağdaş duyarlıkla kaynaştıracak bilgisel ve yöntemsel yollan ortaya koymakla yükümlüdür. Bir yapıtın, ta­rihsel süreç içinde sanat yapıtı olarak yer alabilmesinin ilk ve en gerçek ko­şulu, o yapıtın her şeyden önce sanatsal bir yapı oluşturmasıdır, peki bu sa­natsallık özelliğini nasıl saptayacağız. Sanat yapıtı insana kendini tanıtacak güçtedir, önemli olan sanat tarihçisinin, bu özerk yapılı varlıklarını tanıyabi­lecek sanatsal deneyime sahip olması, yeni sanatsal olgular karşısında yolu­nu bulabilmek için kuramsal ve yöntemsel donatımının yeterli olmasıdır. 

Sanat tarihçisinin, gelişme eğilimini hiç bir zaman yitirmeyen bir duyarlık yeteneği, öte yandan, bu duyarlığı sürekli ayakta tutan, onu yeni boyutlara ulaştıran bilgisel birikim ve yorum bilincinin olması gerekir. Sanat tarihçisi tarihçi nitelemesine sığınarak ne çağında ne gününden soyutlayabilir kendi­sini. Biz geçmişin olaylarına ancak çağımızın yaşanmasıyla elde ettiğimiz görüntü perdesi aracılığıyla bakabiliriz. Sanat yapıtına sanatsal bilinçle ve duyarlıkla sızabilmek için kuramsal hazırlık zorunludur. Estetik bilimi bü­yük ölçüde bu kuram birikimini sunar fakat bununla da yetinilmemelidir. 

Sanat tarihçisinin, bir sanat yapıtını, estetik biliminin sunduğu araçlarla de­ğerlendirip, gerçek tarihsel yerine oturtabilmesi için eleştirel bir tavırla ya­pıtlara eğilmesi gerekir. Dolayısıyla sanat tarihçiliği eleştirel mercekten geçtikten sonra, sanatsallığı saptanmış yapıtları yaratıldıkları çağ ve toplum­la ilişkiye sokarak bu sanatsallığın nedenini açıklayan, bu nedeni önce yapı­tın kendisinde bulup, sonra toplumun, toplumsal kültürel bağlamında gerçeklendirebilen bir etkinliktir... (Bedrettin Cömert’e Armağan, Hacettepe Üniversitesi Yayınlan, Ankara 1980, s. 249-255).

Tanımladığı sanat tarihçisi düzeyine gelmişti Bedrettin Cömert ve kuşkusuz, tükenmeyen çalışma gücü ve geliştirdiği titiz araştırma yönte­miyle, nice yapıtlar verecekti sanat üzerine...

Prof. Dr. Günsel Renda (age)

* Bedrettin Cömert’e Armağan, Hacettepe Üniversitesi Yayınları, Ankara 1980, s. 1-5. 4 Haziran 1979 günü Bedrettin Cömert anısına düzenlenen "Sanat Tarihi ve Sanat Sorun­ları” Semineri’nde yapılan konuşmanın metnidir.

III. Yazı: 1978 Yılının Kritik Olayları

  • 1978 yılı, Türkiye'de siyasi yozlaşma ve kutuplaşmanın tırmanışa geçtiği, sinayi cinayetlerin birbirini izlediği, Türkiye'nin içeride ve dışarıda ağır sorunlar yaşadığı ve nihayet 12 Eylül 1980 askeri darbesine giden yolun açıldığı bir yıl olarak kayıtlara geçti. İşte 1978'den bazı kritik noktalar:
  • 1 Ocak: Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk, hükümeti kurma görevini CHP lideri Bülent Ecevit'e verdi. Ecevit'in,'Güneş Motel' görüşmeleriyle AP'den ayrılan 11 milletvekilinin yer aldığı kabinesi 17 Ocak'ta güvenoyu aldı.
  • 1 Mart: Devalüasyon açıklandı, TL yüzde 38 değer yitirdi.
  • 6 Mart: Yaş haddinden emekli olan Genelkurmay Başkanı Orgeneral Semih Sancar'ın yerine, Ege Ordu Komutanı Orgeneral Kenan Evren getirildi.
  • 11 Mart: ABD Başkanı Jimmy Carter, Türkiye'ye silah ambargosunun süreceğini açıkladı. Ecevit'in Montreaux'da Yunanistan Başbakanı Karamanlis ile görüşmesi başarısızlıkla sonuçlandı.
  • 16 Mart: İstanbul Üniversitesi'nden çıkan sol görüşlü gruba ülkücü gruptan silahlı ve bombalı saldırı düzenlendi. 7 öğrenci öldü, 47'si yaralandı, üniversite kapatıldı.
  • 24 Mart: Ankara Cumhuriyet Savcı Yardımcısı Doğan Öz öldürüldü. Öz'ün, Ülkücülerin kontrolündeki Site öğrenci yurdunda yaptırdığı aramada silah bulunmuştu. Öz, bu yüzden birkaç gün önce MHP milletvekili İhsan Kabadayı tarfından TBMM kürsüsünden eleştirilmişti. Ülkücü militan İbrahim Çiftçi, daha sonra bu saldırı nedeniyle idam cezasına çarptırılacaktı.
  • 8 Nisan: İstanbul Hukuk Fakültesi öğretim üyesi Doçent Doktor Server Tanilli uğradığı silahlı saldırı sonucu felç oldu.
  • 17 Nisan: Malatya'nın AP'li Belediye Başkanı Hamit Fendoğlu, evine gönderilen bombalı paketin patlamasıyla iki torunuyla birlikte öldürüldü.
  • 13 Mayıs: Milli Savunma Bakanı Hasan Esat Işık, ABD ambargosunun sürmesi nedeniyle, ABD'ye tahsis edilen üslerin kapatılacağını açıkladı.
  • 30 Mayıs: Ecevit, Washington'da Carter ile görüştü. İki gün önce yine Washington'da Karamanlis ile görüşmüştü. (Görüşmelerde konu edilen Yunanistan'ın NATO'nun askeri kanadına dönüşü, daha sonra 12 Eylül yönetiminin ilk icraatı olacaktı.)
  • 11 Haziran: Çok sayıda mahkûmun salıverilmesini getiren kısmi af yasası yürürlüğe girdi.
  • 22 Haziran: Ecevit SSCB lideri Leonid Brejnev ile Moskova'da görüştü. SSCB'nin Türkiye'de petrol arayacağının duyurulması sonucu, iki gün sonra yabancı petrol şirketleri Türkiye'ye satışlarını durdurdu.
  • 11 Temmuz: Hacettepe Üniversitesi öğretim üyesi Doçent Doktor Bedrettin Cömert öldürüldü.
  • 25 Temmuz: ABD silah ambargosunu Kıbrıs'tan asker çekilmesi şartıyla kaldırdı.
  • 17 Ağustos: İran'da Şah'a karşı ayaklanma başladı.
  • 9 Ekim: Ankara'da MHP Genel Merkezi'nin bulunduğu Bahçelievler'de bir evde kalan TİP üyesi 7 genç, silahlı baskın sonucu öldürüldü. Ülkücü militanlar Haluk Kırcı, Ünal Osmanağaoğlu ve Bünyamin Adanalı, bu saldırıdan dolayı mahkûm oldu, ancak aflardan yararlanarak erken tahliye edildiler.
  • 19 Ekim: ABD, Türkiye'ye askeri malzeme sevkine başladı.
  • 20 Ekim: İTÜ Elektrik Fakültesi Dekanı Profesör Doktor Bedri Karafakioğlu öldürüldü.
  • 24 Ekim: TL yeniden devalüe edildi.
  • 24 Aralık: Kahramanmaraş'ta 18 Aralık'ta bir sinemaya bomba atılması sonucu başlayan sağ-sol/Sünni-Alevi gerilimi patladı. Ölü sayısının 105, yaralıların binden fazla olduğu sonradan açıklandı.
  • * 26 Aralık: Hükümet, Kahramanmaraş'ın yanı sıra, Aralarında Ankara, İstanbul ve Adana'nın da bulunduğu 13 ilde sıkıyönetim ilan etti. **

    AYRICA bkz.

    Oğlu Kemal Cömert'in hazırladığı  video: http://www.mipiacelalba.it/

    https://www.sanatinoykusu.com/insani-duygulari-betimleyen-ilk-sanatci-giotto/

    https://www.hurriyet.com.tr/gundem/comert-in-katili-24-yil-sonra-turkiye-de-113240 (katili serbest bırakılıyor)

    https://www.hurriyet.com.tr/kelebek/bedrettin-comert-in-cocuklari-turkiye-ye-hic-donmedi-38763919

    Önemli bir kaynak: https://www.egetelgraf.com/kose_yazilari/hasan-huseyin-korkmazgil-dosyasi-2-faili-bilinir-bir-cinayet-bedrettin-comert-2/

    http://gazetearsivi.milliyet.com.tr/Bedrettin%20C%C3%B6mert/

    https://www.birgun.net/haber/kardesi-komutan-katili-serbest-23885

    ** III. Yazının Kaynağı: http://www.radikal.com.tr/yazarlar/murat-yetkin/pasanin-kardes-acisi-756247/

    http://jfa.arch.metu.edu.tr/archive/0258-5316/1978/cilt04/sayi_1/7-30.pdf (kronolojik olarak bütün eserleri)

    *** Yıllar önce bu kitabı bir romanı okur gibi, heyecanla, zevkle okumuştum sonra da kaynak olarak kullandım. Hala da öyle. Bedrettin Cömert harika çevirmiştir. Su gibi bir dili vardır. Çeviri nasıl yapılır konusunda örnek bir kaynak olarak kullanılıyor  mu bilmiyorum ama öyledir.  DK

    https://www.birgun.net/haber/karlarin-uzerinde-yatiyordu-uzeri-ortulmus-331569



    11 Nisan 2021 Pazar

    Silah Olarak Sanat: John Heartfield’in Ajitprop Fotomontajları

    Silah Olarak Sanat: John Heartfield’in Ajitprop Fotomontajları

    Asıl adı Almanca Helmut Herzfeld olan 
    John Heartfield, kendini Polis Komiseri Zorgiebel ile birlikte.
    kolajlamış. Arbeiter-Illustrierte-Zeitung için fotomontaj (AIZ, Berlin), 1929

    J. H; George Grosz ile 1920'lerde Almanya'da yaygınlaşan materyalizm, açgözlülük ve ahlaksızlıktan nefret etti ve her iki sanatçı da Alman karşıtı bir protesto olarak isimlerini değiştirdi. Ancak Heartfield'ın amacı, sosyal enerjiyi harekete geçirmek, güçlü siyasi sanatıyla Nazi rejimindeki kötülükleri, yozlaşmayı, tehlikeleri ve gücün kötüye kullanımını ifşa etmekti.


    John Heartfield; Hitler iktidara gelmeden önce de politik mesaj yüklü, ajite edici (kışkırtıcı), ajite etme yoluyla propaganda (ajitprop) yaptığı kolaj ve fotomontajlarını yayımlıyordu. Fotomontaj tekniğini bulan ilk sanatçı olduğu düşünülür. Nazi Almanya'sı döneminde kendini tutuklamaya gelenlerden son anda kaçabildi. Çek Ülkesine gitti orası da işgal edilince bu sefer de İngiltere'ye kaçtı.

    Alman antifaşist sanatçı John Heartfield bir pasifistti. Üçüncü Reich'ın içinde ve gölgesinde çalışarak Gestapo'nun En Çok Arananlar Listesi'nde beş numaraya kadar yükseldi. Tek suçu; diktatörlerin faşist yalanlarını ifşa etmek için silahını kullanmak yani sanatını icra etmekti. Ayrıntılı öyküsünü okumak isteyen linke bakabilir.

    Şimdi en önemli eserlerine göz atalım.


    Yukarıdaki afiş; Heartfield'ın Kurt Tucholsky'nin parlak romanı Deutschland, Deutschland, über alles [Almanya Almanya her şeyin üstünde] 1929 için yaptığı tarihi reklam grafik tasarımıdır. Tucholsky'nin burjuvaziyi hicveden romanı, Alman Weimar Cumhuriyeti'nde anında bir başarıya dönüşmüş, romanın tanınmasında bu satirik reklam afişinin de katkısı büyük olmuştu. Heartfield, 1968'e kadar yaşamasına rağmen en bilinen eserleri Weimar dönemine ve II.Dünya Savaşı'ndan önceki yıllara aittir.

    Siyasetçi Johannes R. Becher’ın The Only Just War’ı için
    kapak tasarımı. Fotomontaj, 1926


    İlk Dada sergisinin büyük açılışı: Uluslararası Dada Fuarı, Berlin, 5 Haziran 1920. Tavandan sarkan ana figür,
    domuz kafalı bir Alman subayının büstüydü. 
    Soldan sağa: 
    Raoul Hausmann , Hannah Höch (oturan),
    Otto Burchard, 
    Johannes Baader , Wieland Herzfelde , Margarete Herzfelde, Dr. Oz (Otto Schmalhausen), 
    George Grosz ve John Heartfield 
                                                                   John Heartfield, Berlin Dada sanat akımının kurucusu ve katılımcısı idi. 
    J.H, sanatçının toplumdaki rolü konusundaki radikal anlayışını yerine getirmedikleri için 
    kısa süre sonra Dadaistlerden ayrıldı.

    ..
    Potemkin Zırhlısı film afişi 1926

    Heartfield; hiciv sanatının ustasıydı. Gazete, dergi ve reklamlardan görüntüleri kullanarak ve uyumsuz ayrıntıları yan yana getirerek, güçlü anlamları olan şaşırtıcı resimler yarattı. Fotomontajlarının çoğu 1930 ile 1938 yılları arasında Alman sol gazetesi AIZ'de (Arbeiter-Illustrierte-Zeitung veya Workers'I llustrated Newspaper) yayınlandı. Eserleri; yarım asırdan daha önceki veriler ve olaylarla uğraşsa da bugün bile güçlü ve anında anlaşılır olmaya devam ediyorlar.

    Eserlerinden seçilerek hazırlanmış bir kolaj

    Savaştan sonra döndüğü Alman Demokratik Cumhuriyeti Sanat Akademisi'ndeki görsel sanatçıların çoğu Heartfield'ın çalışmalarını sanat olarak kabul etmek ve montajcıyı [Monteur] sanatçı olarak görmek için yedi yıla ihtiyaç duydu.


    "6 Milyon Nazi Seçmen
    Büyük Bir Ağız İçin Yemek"
    1930

    Nazilerin Büyükbabamı Öldürmeye Geldiği Gece

    Heartfield, sürgünde AIZ için iş yaratmaya devam etti. Savaş yıllarını İngiltere'de Penguin Books ve Lindsay Drummond gibi yayıncılar için grafik sanatçısı olarak çalıştı. Yukarıdaki çizgi romanda torunu; büyükbaba Heartfield'ın Almanya'dan kaçışını anlatıyor.

    "Alman Üniversitelerinde Yeni Başkan."
    Arbeiter-Illustrierte-Zeitung (AIZ, Prag), 31 Ağustos 1933

    Goering: Üçüncü Reich'in İnfazcısı, 1933 

    Nazi sembolüne sanatçının yorumu 
    "Kan ve Demir"
    "Yeni devlette eski slogan!" 
     8 Mart 1934

     Süpermen Adolf
    "Adolf, the Superman : Swallows Gold and Spouts Junk.
    " Photomontage for the Arbeiter-Illustrierte-Zeitung (AIZ, Berlin), July 17,1932

    Başkalaşım
    "Alman Doğa Tarihi." Arbeiter-Illustrierte-Zeitung (AIZ, Prag), 16 Ağustos 1934

    Hitler Selamının Anlamı.
    "Arbeiter-Illustrierte-Zeitung için Fotomontaj (AIZ, Berlin), 16 Ekim 1932


    Her bir yumruk sıkılmış tek bir yumruk olur!
     {AIZ, Prague), Ekim 4, 1934, kapak sayfası

     "Bir elde 5 parmak vardır" 1928

    Heartfield'ın bazı fotoğraflarında montaj unsuru fotoğrafın
    çekilmesinden önce gelir - bunlar sahnelerdir.

    Bazen, karmaşık bir montajda Heartfield, hedefine ulaşmasını sağlamak için karikatürünün izlediği yolu olduğu gibi koruyarak birkaç metin ekler.

    Fotoğraf ve metnin etkileşimi, özellikle açık bir elin meşhur seçim afişinde belirgindir. Komünist seçim listesinin 5 sayısı, posterin hitap ettiği kişilerin bilincine mümkün olan her şekilde yayılıyor. 5 rakamı haykırılır ve beş kelimesi açık avuç içi ile tekrarlanır.

    Ama burada bile en önemli şey, fotomontajın başlangıç ​​noktası, fotoğrafın yeniden yorumlanmasıdır. Beş parmak, sadece beş numaranın bir temsili değildir, o aynı zamanda düşmanı ele geçirmeye hazırlanan bir eldir, pençedir.

     

    Brecht'in Cesaret Ana oyunun afişi
    Fotoprojeksiyonda John Haertfield'in hemAlmanca hem de İngilizce soyadı var.
    Hertfield, Berliner Ansemble için afiş ve sahne dekorları tasarlamıştı. 1951
    Bu oyunun gösterimi sırasında arka perdeye slaytlar yansıtılmıştı.



    Kaynaklar

    https://dangerousminds.net/comments/john_heartfield_the_original_culture_jammer

    https://apps.carleton.edu/politicalgraphics/artists/heartfield/

    https://www.johnheartfield.com/John-Heartfield-Exhibition/john-heartfield-art/political-dada-art/political-art-books

    https://assets.moma.org/documents/moma_catalogue_393_300063085.pdf (yazılı metin, iyi bir kaynak, 360 sayfa)

    https://www.thenation.com/article/culture/john-heartfield-photomontage-nazi/

    https://en.wikipedia.org/wiki/Dada

    https://tr.pinterest.com/pin/318348267389360430/?amp_client_id=CLIENT_ID(_)&mweb_unauth_id=&from_amp_pin_page=true

    https://www.fostinum.org/john-heartfield.html (harika bir kaynak)

    https://www.moma.org/artists/8233

    https://www.johnheartfield.de/kosmos-heartfield#239954

    Hazırlayan: Dilara Kahyaoğlu

    10 Nisan 2021 Cumartesi

    Bir İmge Oluşturma: İmgenin Büyüsü

    Bir İmge Oluşturma: İmgenin Büyüsü

    [Aşağıdaki pasaj Gombrich'e aittir. Bu küçük alıntıda imge oluşturmanın büyülü gücünü öyle güzel anlatmış ki.. Gombrich; "Sanat alanında gelmiş geçmiş en popüler eserlerden olan “Sanatın Öyküsü" adlı kitabıyla sanat tarihinin popülerleşmesinde, insanların sanatla tanışmasında önemli bir rol oynadı. "Sanat ve Yanılsama" gibi kuramsal kitaplarıyla da sanat tarihi kuramına katkı sağladı."]

    ....

    “Her betimleme bir sanat eseri olmayabilir, ama bu onun daha az gizemli olduğu anlamına gelmez. Bir “imge oluşturma”nın bütün gücünün ve büyüsünün bilincine ilk kez nasıl vardığımı çok iyi anımsıyorum -bu, Velazquez aracılığıyla değil, fakat ilkokul kitabımda karşıma çıkan basit bir çizgi oyunu aracılığıyla gerçekleşmişti. Kitaptaki küçük bir dize, çocuğa önce bir dairenin nasıl çizileceğini öğretiyordu. Bu daire, bir ekmek somununu simgeliyordu (doğduğum kent Viyana’da ekmekler, yuvarlaktır).

    Yukarıya eklenen bir yarım daire, somunu bir çarşı çantasına dönüştürüyordu. Çantanın sapına eklenen iki küçük çıkıntı ise çarşı çantasını küçük bir para çantasına çeviriyordu. “Ve sonra takarsan bir de kuyruk, çıkar karşına bir kedi yumuk yumuk.” O zamanlar, bu oyunu öğrendiğimde, beni onca şaşırtan şey, bütün bu dönüşümlerin içerdiği zorunluluktu.

    Kuyruk, para çantasını ortadan kaldırıp bir kedi yaratıyordu. Her ikisini eşzamanlı olarak görebilmek ise olanaksızdı. Bu olayı bütünüyle anlayabilmekten epey uzak olan bizler, bu durumda bir Velazquez’in gizine varabilmeyi nasıl umut edebiliriz?

    GOMBRICH, Ernst Hans Josef, Sanat ve Yanılsama, Çev. Ahmet Cemal, İstanbul, 1992, 22 s.

    Aktaran: Elif Sezen, Plastik Sanatlarda İmgeye Öznel Yaklaşımlar, Yüksek Lisans Tezi


    Buraya da yazıda iki kere karşımıza çıkan Velazquez'in en ünlü eserini aldım: Nedimeler


    "Nedimeler (1656/57), dünya resim tarihinde üç boyutun ilk defa tuale taşındığı eserdir. Ressam tabloda bütünü ile yer almıştır, Kral ve Kraliçe ise odanın arka bölümündeki aynada belli belirsiz görünmektedir. Ressamın sağında beş yaşındaki Prenses Margarita merakla anne ve babasını izlemektedir, nedimeler ise onunla ilgilenmektedir. Resimdeki figürler duruşlarının tam harekete dönüşeceği anda gösterilmişlerdir. Bir rivayete göre Velázquez’in ölümü üzerine Kral bu tablo ile onun odasına girmiş ve başucunda, resimde ressamın göğsünde görülen kırmızı haçı çizmiştir. Bu haç Santiago şövalyelerinin sembolüdür. Bu resim, sonraki dönemlerde Velazquez'in "ilk kübistlerden" olduğunun iddia edilmesine yol açmıştır. Bunun sebebi, tablonun ortasında ve arkada duran bir aynadır. Bu ayna aracılığıyla Velazquez, mekânsal uzamı deforme etmiştir. Michel Foucault, bu resim hakkında 13 sayfalık bir analiz yazısı yazmıştır. Pablo Picasso bu resimden çok etkilenen modern dönem ressamlarındandır." Kaynak

    29 Mart 2021 Pazartesi

    Masalların Analizi İçin Vladimir Propp tarafından Hazırlanan Çizelgeler

    Masalların Analizi İçin Vladimir Propp tarafından Hazırlanan Çizelgeler

     

    çizim: Naomi Bardoff

    [Bu metin, Propp’un “Masalın Biçimbilimi (Olağanüstü Masalların Yapısı)” eserinin son bölümlerinde bulunmaktadır. Propp'un amacı, Rus halk masallarından oluşan bir külliyatın anlatı yapılarını temel parçalara ayırmak ve sonunda her bir masalın olay örgüsünü temsil eden formüller üretebilen bir sistem yaratmaktı. Propp'a yöneltilen en ciddi olumsuz eleştiri şudur: "İncelediği masalların tarihsel ve sosyal bağlamını tamamen görmezden geldi. Hepsinin aynı "anlatı işlevleri" (olası eylemler) yapısına sahip olduğuna inandığı bir grup Rus halk masalıyla çalıştı." Ve olumlu bir sonuç olarak da şu söylenir: "Yine de Propp'un çalışması daha sonraki Yapısalcı harekette çok etkili oldu ve Claude Lévi-Strauss ve Claude Bremond gibi eleştirmenlere ilham verdi. Alan Dundes'in 1978'de Morfoloji'nin İngilizce çevirisine girişinde belirttiği gibi : "Propp'un çalışması, devasa da olsa yalnızca bir ilk adımdır." Propp'un çalışması, bilişsel psikoloji alanında da okuma sürecine ve çocuklar tarafından hikaye yapılarının tanınmasına yönelik araştırmalarda kullanılmaktadır." kaynak]


    Vladimir Propp

    Yalnızca kişilerin işlevlerini inceleyebildiğimiz ve bü­tün öbür öğeleri bir yana bırakmak zorunda kaldığımız için, burada olağanüstü masalın bütün öğelerini içeren di­zelgeyi veriyoruz. Bu dizelge, her masalın içeriğini tüket­memektedir ama bunların çoğu söz konusu dizelgede bü­tünüyle yer almaktadır. Çizelgelerin her birini bir kâğıt üzerinde düşünecek olursak, başlıklar yatay olarak, bu başlıkları izleyen veriler de dikey olarak yazılabilir. Kişile­rin işlevleri yukarıda 3. Bölümde belirttiğimiz düzeni izler.

    Öbür öğelerin düzeni bazı değişikliklere yol açar ama bu durum genel çizelgeyi değiştirmez. Ayırt ettiğimiz öğele­rin ya da bazı öğe kümelerinin incelenmesi, genel olarak masalın derinlemesine incelenmesine geniş görüş açıları sağlar ve böylece masalın oluşumu ve gelişimi sorunuyla ilgili tarihsel incelemeyi hazırlamış olur.

    ÇİZELGE I

    Başlangıç Durumu

    1. Uzamsal - zamansal tanım ("bir krallıkta")

    2. Ailenin kimlerden oluştuğu

    a) adlar ve durum

    b) kişilerin kategorisi (gönderen, arayıcı, vb.) EK 1

    3. Kısırlık

    4-5. Bir erkek çocuğun dünyaya gelmesi için dua

    4. duanın biçimi

    5. duanın güdülenmesi

    6. Gebeliğe yol açan neden

    a) bilerek gebe kalma (balığı yeme, vb.)

    b) rastlantıyla gebe kalma (bezelye yutma, vb.)

    c) zorla gebe kalma (genç bir kız, ayı tarafından ka­çırılır, vb. )

    7. Olağanüstü doğumun biçimi

    a) bir balıktan ve sudan

    b) bir ocaktan

    c) bir hayvandan

    d) değişik bir biçimde

    8. Vahiyler, kehanetler

    9. Kötülükten önce mutluluk

    a) doğaüstü

    b) ailesel

    c) tarımsal

    d) değişik biçimler

    10-15. Geleceğin kahramanı

    10. adı, cinsiyeti

    11. hızla büyümesi

    12. ocakla, küllerle bağlantı

    13. zihinsel nitelikler

    14. afacanlık

    15. başka nitelikler

    16-20. Geleceğin düzmece kahramanı (bunun ilk türü erkek kardeş, ana ya da baba ayrı kızkardeştir, bkz. yu­karıda 9. bölümün "Masalların Bileşimi" başlıklı alt bölümü)

    16. adı, cinsiyeti

    17. kahramanla akrabalık derecesi

    18. olumsuz nitelikleri

    19. kahramanınkilerle karşılaştırılan zihinsel nite­likleri (her ikisi de akıllıdır)

    20. başka nitelikler

    21-23. Erkek kardeşlerin ağabeylik hakkı konusunda tartışmaları

    21. tartışma ve karar biçimi;

    22. üçlemeler sırasında yardımcı öğeler;

    23. tartışmanın sonucu.

     

     

    ÇİZELGE II

    Hazırlayıcı Bölüm

    24-26. Yasaklama

    24. işlevi yerine getiren kişi

    25. yasaklamanın içeriği ve biçimi

    26. yasaklamanın güdülenmesi

    27-29. Uzaklaşma

    27. işlevi yerine getiren kişi

    28. uzaklaşma biçimi

    29. uzaklaşmanın güdülenmesi

    30-32. Yasağın çiğnenmesi

    30. işlevi yerine getiren kişi

    31. yasağı çiğneme biçimi

    32. güdülenme

    33-35. Saldırganın ilk kez ortaya çıkışı

    33. adı

    34. olaya katılma biçimi (yandan gelerek yaklaşma)

    35. ortaya çıkışın dış özellikleri (uçarak gelir ve tavandan geçer)

    36-39. Soruşturma, bilgi isteme

    36. işlevi yerine getiren kişi

    a) soruşturma, saldırganın kahraman üstüne bilgi istemesi

    b) karşıt durum;

    c) başka biçimler. EK I

    37. istenilen şey

    38. güdülenmeler

    39. üçlemelerdeki yardımcı öğeler

     40-42. Bilgi toplama

    40. bilgi veren kişi:

    41.  saldırgana verilen yanıtın biçimi (ya da sakın­masız davranış)

    a) kahramana verilen yanıtın biçimi

    b) başka yanıt biçimleri

    c) sakınımsız davranışlar sonucu verilen bilgi

    42. üçlemelerdeki yardımcı öğeler

    43. Saldırganın aldatması

    a) kandırma yoluyla

    b) büyülü araçlar kullanarak

     c) başka aldatma biçimleri

    44. Aldatıcı bir anlaşmaya bağlanan önceden yapılmış kötülük

    a) bir felaket olmuştur;

    b) saldırgan bir felakete yol açar

    45. Kahramanın tepkisi

    a) kandırma girişimine karşı

    b) büyülü araçların kullanılmasına karşı

    c) saldırganın başka edimlerine karşı

     

    ÇİZELGE III

    Olay Örgüsünün Düğümlenmesi

    46-51. Kötülük

    46. işlevi yerine getiren kişi

    47. kötülüğün biçimi (ya da eksikliğin belirtilmesi)

    48. saldırganın eyleme geçmesine neden olan nesne (ya da eksikliği duyulan nesne)

    49. nesnenin ya da kaçırılan kişinin sahibi ya da babası (ya da eksikliği duyan kişi)

    50. kötülüğün güdülenmesi ve amacı ya da eksikliğin tanınma biçimi

     

    51. saldırganın ortadan kaybolma biçimi. (Örnek: 46: Bir ejderha, 47: kaçırır, 48: kızını, 49: kralın, 50: onunla zorla evlenmek için, 51: uçar. Eksiklik durumunda: 46, 47: Eksikliği duyulur,  48: altın boynuzlu bir geyiğin,  49: kral, 50: kahramandan kurtulmak ister)

    52-57. Geçiş anı

    52. gönderen [görevlendiren, yardım isteyen], aracı kişi

    53. aracılığın biçimi

    54. kime yönelik bulunduğu

    55. hangi amaçla olduğu

    56. üçlemelerdeki yardımcı öğeler

    57. aracının, kahramanın varlığını öğrenme biçimi

    58-60. Arayıcının, kahramanın ortaya çıkışı

    58. adı

    59. ortaya çıkış biçimi

    60. ortaya çıkışının dış özellikleri

    61. kahramanın anlaşma biçimi.

    62. kahramanın gönderiliş biçimi

    63-66. Göndermeye eşlik eden belirtiler

    63. tehditleri

    64. verilen umutlar, vaatler

    65. yol için yiyecek

    66. üçlemelerdeki yardımcı öğeler

    67. Kahramanın gidişi

    68-69. Kahramanın amacı

    68. edim olarak amaç (bulmak, kurtarmak, yardıma koşmak)

    69. nesne olarak amaç (prenses, büyülü at, vb.) EK 1

     

    ÇİZELGE IV

    Bağışçılar

    70. Kahramanın evinden bağışçıya uzanan yol

    71-77. Bağışçı

    71. masala giriş biçimi, adı

    72. oturduğu yer

    73. dış görünümü

    74. ortaya çıkışının özellikleri

    75. başka özel nitelikler

    76. kahramanla konuşma

    77. kahramana sunulan yemek

    78. Büyülü nesnenin aktarılışının hazırlanması

    a) işler

    b) istekler

    c) savaş

    d) başka biçimler. Üçlemeler

    79. Kahramanın tepkisi

     a) olumlu

     b) olumsuz.

    80-81. Bağış

    80. bağışlanan şey

    81. bağışlama biçimi

    ÇİZELGE V

    Yardımcının Ortaya Çıkışından Birinci Olaylar Dizisinin Sonuna Dek

    82-89. Yardımcı (büyülü nesne)

    82. adı

    83. çağrı biçimi

    84. olaya katılma biçimi

    85. ortaya çıkışının özellikleri

    86. dış görünümü

    87. ilk oturduğu yer

    88. yardımcının eğitilmesi (yola getirilmesi)

    89. yardımcının bilgeliği

    90. belirlenmiş yere dek götürme

    91. varış biçimi.

    92. aranan nesnenin bulunduğu yerin özellikleri

    a) prensesin konutu

    b) saldırganın konutu

    c) "üç kere onuncu krallığın" betimlenmesi

    93-97. Saldırganın ikinci kez ortaya çıkışı

    93. olaya katılma biçimi (saldırgan ortaya çıkarılır, vb)

    94. saldırganın görünümü

    95. saldırganın yanındakiler

    96. ortaya çıkışının özellikleri

    97. saldırganın kahramanla konuşması.

    98-101. prensesin (aranan nesnenin) ikinci kez ortaya çıkışı (ilk kez eksiklik durumunda ortaya çıkmıştı)

    98. olaya katılma biçimi

    99. görünümü

    100. ortaya çıkışının özellikleri (deniz kıyısında oturmaktadır, vb.)

    101. karşılıklı konuşma

    102-105. Saldırganla çatışma

    102. çatışma yeri

    103. çatışmadan önce (üfleyerek yapılan hava akımı, vb.)

    104. çatışma ya da dalaşma biçimi;

    105. çatışmadan sonra (beden yakılır)

    106-107. Özel bir işaretin benimsettirilmesi

    106. veren kişi

    107. veriliş biçimi

    108-109. Saldırgana karşı zafer

    108. kahramanın rolü

    109. yardımcının rolü. Üçlemeler. EK 1

    11O-113. Düzmece kahraman (ikinci tür bir düzmece kahraman: saka, general; bkz. yukarıda 1. Bölüm)

    110. adı

    111. ortaya çıkış biçimi

    112. çatışma sırasındaki davranışı

    113. prensesle konuşma, aldatmalar, vb.

    114-119. Kötülüğün ya da eksikliğin giderilmesi

     114. yardımcının yasaklanması

    115. yasağın çiğnenmesi

    116. kahramanın rolü

    117. yardımcının rolü

    118. giderme biçimi;

    119. üçlemedeki yardımcı öğeler

    120. geri dönüş

    121 - 124. İzleme

    121. saldırganın, kahramanın kaçışı konusunda edindiği bilginin biçimi

    122. izlemenin biçimi

    123. kahramanın izleme konusunda edindiği bilgi

    124. üçlemelerdeki yardımcı öğeler

    125-127. İzleme sırasında yardım

    125. kurtaran kişi

    126. yardımın biçimi

     127. saldırganın ölümü

    ÇİZELGE VI

    İkinci Olaylar Dizisinin Başlangıcı

    Yeni kötülüğün (A1 ya da A2, vb.) ortaya çıkmasından geri dönüşe dek, daha önce olup biten her şey, aynı bölüm­lerle yinelenir.

    ÇİZELGE VII

    İkinci Olaylar Dizisinin Devamı

    128. Kimliğini gizleyerek gelme

    a) kahraman evine döner ve hizmetkâr olarak ça­lışır

    b) evine döner ama hizmetkâr olarak çalışmaz

    c) bir başka kralın yanına çalışmaya gider

    d) başka gizleme biçimleri, vb.

    129-131. Düzmece kahramanın asılsız savları

    129. işlevi yerine getiren kişi

    130. asılsız savların biçimi

    131. evlilik hazırlıkları

    132-136. Güç iş

    132. güç işi veren kişi

    133. güç işin, bu işi verenlerce güdülenmesi (has­talık, vb. )

    134. güç işin gerçek güdülenmesi (gerçek kahra­manı düzmece kahramandan ayırma isteği, vb)

    135. güç işin içeriği

    136. üçlemelerdeki yardımcı öğeler

    137-140. Güç işi yerine getirme

    137. yardımcıyla konuşma

    138. yardımcının rolü

    139. güç işi yerine getirme biçimi

    140. üçlemelerdeki yardımcı öğeler

     141-143. Tanınma

    141. gerçek kahramanla karşılaşma biçimi (bir şö­lenin düzenlenmesi, dilencilerin geçişi)

    142. kahramanın ortaya çıkış biçimi (evlilik sıra­sında ortaya çıkışı, vb.)

    143. tanınma biçimi

    144-146. Düzmece kahraman ortaya çıkarılır

    144. düzmece kahramanı ortaya çıkaran kişi; EK 1

    145. ortaya çıkarılış biçimi

     146. ortaya çıkarılışı sağlayan neden

    147-148. Biçim değiştirme

    147. biçim değiştiren kişi

    148. biçim değişikliğinin gerçekleşme biçimi

     149-150. Cezalandırma

    149. kişi

    150. cezanın türü

    151. Evlenme, tahta çıkma

     

    Kaynak: Masalın Biçimbilimi (Olağanüstü Masalların Yapısı), Vladimir Propp, Om Yayınları, 2001/2, s. 155-63

    24 Mart 2021 Çarşamba

    Fantastik Edebiyat ve Fantazi Edebiyatı Nedir?

    Fantastik Edebiyat ve Fantazi Edebiyatı Nedir?

    [Yazar aşağıdaki metni, 1002. Gece Masalları'na sunuş olarak yazmıştır.]

    Bülent Somay

    SANIYORUM bu seçki Türkiye'de bir ilk: Fantastik öyküler derlemesi. Aslında başka dillerde de çok sık görülen bir şey değildir fantastik öykü derlemeleri; çünkü fantazi (kapı komşusu bilimkurgudan farklı olarak), öyküden ziyade romana yatkındır; koca bir dünya kurmak için yere ve zamana ihtiyaç vardır ne de olsa. Ancak bu seçkideki bütün öyküler, kabaca Tolkien ile başlatabileceğimiz Fantazi Edebiyatı kategorisine girmiyor. Öte yandan hepsinin ortak bir yanı var, o da anlatı yapılarının "fantastik" bir çekirdek çevresinde kurulmuş olması. Demek ki daha genel bir kategoriden, Fantazi Edebiyatını da içeren bir "Fantastik"ten söz ediyoruz burada.

    Belki daha başta bir an durup "Fantazi Edebiyatı" ile "Fantastik" kavramını birbirlerinden tam olarak ayırmaya çalışmamız gerek: Fantastik, her zaman, her yerde, yazının ve konuşmanın söz konusu olduğu her durumda karşımıza çıkacaktır. Odysseus'un Sirenleri, Lukianos'un bilinmez denizlere yolculuğu, Gulliver'in akıllı atlan, Cyrano de Bergerac'ın güneşe ve aya gidişi, Doktor Frankenstein'ın yaratığı, Dorian Gray'in yaşlanan portresi, Doktor Jekyll'm Mr. Hyde'ı, Wells'in görünmeyen adamı, Gregor Samsa’ nın dönüştüğü böcek, her boy ve soydan vampirler, hortlaklar, hayaletler, bunların hepsi "Fantastik" kavramının çerçevesi içinde yer alırlar. Yazarın "bugün ve burada"sında deneyimle(ye)mediği, geçmiş bilgilerinden çıkarsayamayacağı, ancak varolan bilgiyi kendi hayal gücüyle harmanlayarak türetebileceği şeylerdir muhayyelenin yaratı(k)ları.

    Fantastik, yazarın simgesel düzenin içinden "Gerçek"e bakmaya çalışması, bunun için de imgeselin içinden geçen uzun bir yolculuk yapması, varolan simgesel düzende yeri olmayan imgeler inşa ederek bunları simgesel yapının içine yerleştirmesi, bu yolla da onu altüst etmesi, yadırgatması demektir. Lacan'ın kullandığı anlamıyla "Gerçek", simgesel düzenin, yani dilin ve onun çevresinde kurulmuş olan uygarlığın yasalar sisteminin görüp anlamlandıramadığı şeydir, tekinsizdir, "Gerçek"e ancak gözucuyla ya da yüzümüze kapattığımız ellerimizin parmaklarını aralayarak kaçamak bir bakış fırlatabiliriz. O bakış simgesel düzenin önünde ve öncesinde varolan imgeler dünyasından geçer, "Gerçek"i orada bulunan bir ya da birden çok şeye benzeterek anlamlandırmaya çalışır. Ancak her benzetme bir ötekileştirme olduğu için ("Benziyor, ama tam olarak değil!") bu anlamlandırma, simgesel düzende varolan yerleşik anlam ilişkilerinin birini ya da birkaçını bozar, altüst eder; onları yadırgatır. Dorian Gray'in Portresi, tümüyle gerçekçi bir Viktorya dönemi romanı sayılabilirdi, eğer o tek fantastik imge, sahibinin günahlarının kefaretini yüklenerek yaşlanan, çirkinleşen portre imgesi olmasaydı. O tek imge bile, varolan simgesel düzenin içinde bir çıban başı, "bilimsel" Viktorya çağı insanlarının "bu da ne canım," diye burun kıvıracakları, ama görmezden gelemeyecekleri bir huzursuzluk kaynağı olarak, gerekli yadırgatmayı sağlar bize. Ancak imge, Dorian Gray'in Portresi'ni bir Fantastik Edebiyat eseri yapmaya yetmez.

    Çünkü Fantastik Edebiyat söylemsel düzeyde yeni, alternatif bir simgesel düzen kurmayı hedefler. Bu yeni düzen varolandan son derece radikal farklılıklar da içerebilir, yalnızca görünüşe ilişkin değişiklikler de. Fantastik Edebiyat, yeni bir harita çizip yeni ülke isimleri uydurduktan sonra, bu ülkeler arasında son derece bildik diplomasi ve savaş ilişkileri de kurabilir, bildiğimiz toplumsal cinsiyet yapısını tümüyle altüst edip bambaşka bir üreme/cinsellik düzeni de oluşturabilir. Bu iki tavır arasındaki fark, yazarın politik niyetlerinden ya da yalnızca muhayyelesinin sınırlarından kaynaklanıyor olabilir. Ama fark etmez: O alternatif simgesel düzenin kuruluşu, yalnızca alternatif bir dünya/âlem haritasının varlığı bile, Fantastik Edebiyatı radikal kılmaya yeter. Bu yüzdendir ki Yüzüklerin Efendisi, yazarının (ılımlı) muhafazakâr bir Oxford profesörü olmasına hiç bakmadan, 1960'lann devrimci gençliğinin başucu kitabı olabilmiştir.

    Fantastik, edebiyat her zaman vardı, her zaman da varolacak. Fantazi Edebiyatı ise bir alt-tür olarak 20. yüzyılın ilk çeyreğinden sonra ortaya çıktı, giderek yaygınlaşıyor, okuyucu kitlesini artırıyor. 21. yüzyıla varıldığında fantazi romanları (daha doğrusu roman dizileri) kitapçı raflarında en fazla yer kaplayan türlerden biri haline geldi. Öte yandan gerçekçi/doğalcı edebiyattaki fantastik unsurunun etkisi de 20. yüzyılın ikinci yansı boyunca giderek güçleniyor. Marquez, Rüşdi, Kureyşi, Borges, Türkiye'de Orhan Pamuk'tan İhsan Oktay Anar'a ve Elif Şafak'a kadar pek çok romancı, romanlarında ısrarla fantastik unsurlara yer veriyorlar. Bunun nedeni ne olabilir? Yalnızca "moda" ile açıklayabilir miyiz bu gelişmeyi?

    20. yüzyılın ikinci yarısı hem düşünce ve kuram alanında, hem de sanata yaklaşım tarzında önemli bir değişikliğe sahne oldu. Aydınlanma Çağından başlayan bir inanç sistemi, insan aklının oluşturduğu yasa ve kuralların "nesnel" gerçekliği bir bütün olarak bilip açıklayabileceği inancı sarsıldı, yerini çeşitli relativist, bilinemezci, kuşkucu yankuramlara bıraktı. Bunun sanat ve özellikle de edebiyat alanındaki sonucu, "bugün ve burada" geçerli olan yasalar düzeninin temel hipotez olarak kabul edildiği gerçekçi/doğalcı anlayışın geçerliliğini yitirmeye başlaması oldu. Ya da, daha Hegelci bir dille söyleyecek olursak, "bugün ve burada"nın "nesnel" gerçekliği/olgusallığı sarsıldıkça (yani kapitalist düzen ve burjuva toplumu yapısal tutarlılığını ve hayatiyetini yitirdikçe), akla uygunluğu (yani kurumlarının inanılırlığı) da giderek yok olmaya başladı. Bu gelişme ilk olarak gerçekçi/doğalcı edebiyata darbe vursa da, hemen ardından, yaşadığımız dünyadaki tekinsiz'i rasyonalizm (polisiye) ya da pozitivizm (BK) yoluyla evcilleştirmeye çalışan alt-türleri de sarstı. Fantazi edebiyatı bu nedenle bilimkurgunun zayıflamasıyla eşzamanlı olarak yükselişe geçti; gerçekçi/doğalcı edebiyattaki fantastik unsurlar bu dönemde hızla artmaya başladı. Kuşkusuz bu ikinci eğilimin (ki kimi zaman "fantastik gerçekçilik" diye de adlandırılıyor), daha ziyade, hiçbir zaman Batı Avrupa rasyonalist/pozitivist geleneği içinde yoğrulmamış eski sömürge ya da düpedüz Şarklı çevre ülkelerde ortaya çıkmış olması da boşuna değil.

    Nitekim Türkiye de bu açıdan iyi bir örnek oluşturuyor. 1950'lerden beri Türkiye'de çelik çekirdek bir BK meraklısı çevresi olmasına rağmen, bilimkurgunun ne yayıncılığında ne de yazarlığında çok büyük bir atılım gerçekleşti. Bilimkurgunun altın çağını bir yana bıraktım, bronz ya da teneke çağındaki kadar bile bir izleyici kitlesi oluşmadı bu topraklarda. Çünkü Türkiye, pozitivist bir düşünce geleneğine yabancıydı. Kemalist seçkinler her ne kadar böyle bir akım başlatmaya, ulusal eğitimi pozitivist bir yapı çerçevesinde oluşturmaya çalıştılarsa da, aşı hiçbir zaman tutmadı. Aynı şeyi polisiye için de söylemek mümkün: Rasyonalist düşünce geleneğinin yokluğu yerli bir polisiyenin oluşumunu daha baştan engelledi. Ancak son yıllarda her iki alt-türde de ürünler (hatta polisiyede başarılı ürünler) verilmeye başlandı, ama geçmiş olsun. Daha rasyonalizm ve pozitivizm yerleşmeden, ikisinin de post-yapısalcı, post-modemist eleştirileri aydın çevresinde kendilerine verimli toprak bulmuş durumdalar. Artık astronomideki, fizikteki ya da genetikteki yeni buluşlara hayranlıkla, ağzı açık bakacak bir izleyici grubu yok. Kimse dâhi detektifin kılı kırk yaran akıl yürütmelerini kafa sallayarak izlemeye niyetli değil. Aklın ve bilimin üstün zekâlar tarafından en nihayet ulaşılacak son hedefler olduğuna inanmak çok zor artık.

    Ama hâlâ ejderhalara inanabiliriz. Elflere, hobbitlere, büyücülere ve orklara da. Metaforların çağı geçmez çünkü, yeter ki metaforlar hadlerini aşıp kendilerini hakikat zannetmesinler. Geçtiğimiz ay hayatımda ilk kez Diyarbakır'a gitmiştim. Ağzım açık surlardan nehri ve ovayı izlerken, bana mihmandarlık yapan üniversiteli delikanlı, "Yüzüklerin Efendisi burada da çekilebilirdi, değil mi?" dedi. Çok haklıydı, gerçekten de son derece uygun bir coğrafya orası. Ben de işin şaka tarafına kaçıp, "Peki ama orkları kime oynatacağız?" diye sordum. Aslında bu soru boşuna değildi. Biliyorsunuz bazı aklıevveller Tolkien'in ırkçılığından, Yüzüklerin Efendisi'ndeki ork ve goblinlerin aslında "aşağı ırkları" temsil ettiğinden filan dem vururlar. Genç Kürt arkadaşımın cevabı bana değil o aklıevvellereydi tam da: "Kime olacak, özel timcilere!" Metafor cıva gibidir, ele avuca sığmaz, hiç aklınıza gelmeyecek anlamlara sıçrayıverir bazen. Fantazi işte bu yüzden çok, ama çok önemli bir tür, bir nevi gizli silah - kullanmasını bilene.

    Elinizdeki seçkide yer alan öyküler yukarıda tanımlamaya çalıştığım iki türe de dahil. Yazı serüvenine doğrudan doğruya "fantazi" yazarak atılan yazarlarla, onyıllardır yazdığı öykülerin içine hiç usanmadan fantazi ve BK unsurları katan (üstelik bunun için "fantastik gerçekçiliğin" moda olmasını hiç de beklemeyen) yazarlar yan yana duruyorlar. Bu anlamda bir ilk bu seçki; farklı edebi geleneklerden, farklı yazı serüvenlerinden gelen, farklı yaş gruplarındaki insanları ortak bir paydada buluşturuyor. Bu paydaya da kısaca merak (ama tecessüs /curiosity anlamında değil de, wonder anlamında, şu ötedeki dağın ardını, şu ırmağın karşı yakasını görüp tanımak için duyulan o karşı konulmaz his anlamında merak) diyebiliriz.

    Bizi onyıllardır tekinsiz ile durmadan yüzyüze getiren, Erich von Daniken'e yazdığı o harika cevapla tanıdığımız, fantazi ve bilimkurgu sinemaları üzerine yazdığı incelemelerle bu konuda ülkemizde "büyük usta" sayılması gereken Giovanni Scognamillo, seçkinin başkonuğu sayılmalı herhalde. Öteki uçta da, henüz yirmili yaşlarındayken, daha destur demeden bir fantazi roman dörtlemesiyle ortaya çıkan ve Türkiye'de bu işin böyle de yapılabileceği konusunda birçok genç yazara güven veren Barış Müstecaplıoğlu var. Arada ise Orhan Duru ve İzzet Yaşar gibi yıllardır ana akımın içinde saygın bir yer edinmiş, ama fantastik ile ilişkilerini asla koparmamış, fantazi ve bilimkurgunun "adam yerine" konulmadığı dönemlerde bu bağlılıklarını hiç çekinmeden ortaya koymuş yazarlar. Bir yandan çevirmenlik ve editörlükle fantazi ve BK yayıncılığının yükselişine katkıda bulunan, öte yandan da FRP dünyasının uçuk ve sevilen zindancıbaşısı Ferhan Ertürk de burada.

    Şehrazat üç yıla yakın bir süre her gece masal anlatarak kellesini kurtarmayı başarmıştı. 1002. Gece Masalları başka Şehrazat'lara, bu gerçekliği gerçek olmaktan çıkmış dünyada sıkıntıdan ölmemeyi başarabilecekleri bir gece daha sunarsa ne mutlu bize. Ama o da yetmezse, 1003. ve 1004. geceler için şimdiden çalışmaya başlamak gerekecek.

    Kolay gelsin Yiğit. 2005

    1002. Gece Masalları, Yiğit Değer Bengi, Metis Yayınları 2004, Sunuş 2005