Fetihten önce İstanbul ancak ölü bir şehirdi. Fatih Mehmed onu, tekrar siyasi ve iktisadi bir imparatorluk merkezi yapmak için büyük bir enerjiyle çalıştı; bunun neticesinde, şehrin yeniden inşaasında olduğu kadar hızla iskan edilmesinde de hayli mesafe katetti. 
Çok sayıda kaynaktan elde ettiği güçlü delillere dayanan A. M. Schneider(1), istanbul'un, 1204'te Latinler tarafından işgalinden sonra nasıl uzun bir gerileme dönemine girdiğini, işgal süresince nasıl bir köy durumuna geldiğini, bağların ve tarlaların şehir surları içindeki geniş bir sahaya nasıl yayıldığını gösterir. Osmanlılar tarafından zaptından önce şehrin nüfusu, azami 50.000 olarak tahmin edilmekteydi. 1454'te Patrik yapılan 
Scholarios, lstanbul'u o zaman «büyük bir kısmı boş, yoksullukla perişan olmuş harabe bir şehir” olarak tasvir eder. 
1453'te Fatih Mehmed, müstakbel başkentinin, ellerine harabe bir şehir olarak düşmesini istemediğinden, nihai umumi taarruzu yapmaya karar verdiğinde İmparatora, şehri yağmadan korumak için teslim etmesi gerektiğini teklif ve buna karşılık kendisine Mora despotluğunu vaat eden bir elçi göndermişti. Fethin ardından, İmparatordan sonra en nüfuzlu adam olan 
Lukas Notaras'ı huzuruna çağırmış ve öfkeli bir şekilde, şehri teslim etmesi için niçin imparatoru ikna etmediğini sormuş; bu yapılmış olsaydı şehir, pek çok zarardan, tahripten ve bir o kadar can telef olmaktan kurtulmuş olacaktı demişti.(2) Notaras ise şehri teslim etmeye niyetlenmiş olduklarını,  ancak  müdafaaya  iştirak  eden  Latinlerin  böyle  bir  teşebbüse  şiddetle karşı çıktıklarını  belirterek,  ne   imparatorun  ne  de  kendisinin  bunu yapacak  güce  sahip  oldukları  karşılığını  vermişti(3). Nihayet  Fatih,  umumi taarruz  ve  yağma  husunda  verdiği, kararı  orduya  ilan  etmişti.   İslam  hukukuna  göre,  bu  kaçınılmazdı.  Bu  hukuk,  teslim  tekliflerini  reddeden  ve mukavemete kalkışan  düşmanın  esir  alınması  gerektiğini  ve  mallarının,  Müslüman  muhariplerin  helal  kazancı  sayılmasını   amirdi.   Fatih,  yağmaya  müsaade  ederken  hiç bir  yapının  tahrip  edilmemesini  kat'i şart koşmuştu. Üç günlük  yağmanın  sona  erişinden  hemen  sonra  büyük  bir  enerjiyle  şehrin  muhafaza  ve  restorasyon  meselesine  başladı.   Fatih'in   sarayında  yaşamış  olan  çağdaş  tarihçi  
Kritovoulos, onun  fetihten  sonra "ilk  iş olarak,  şehri  sadece  eski  haline  getirmek  için  değil,  fakat  mümkün  olduğunca  daha  mükemmel  bir  şekilde imar  ve  iskan  etmek  için  plan  yaptığını" bize  bildirmektedir.
Fetih  öncesi,  nüfusun  bir kısmı şehri  terk  etmiş  ve  kaçmış,  geri  kalanlar  da  ordu  tarafından  esir  alınmıştı; kalenin, kuvvet  kullanılarak  zaptedilmiş  olması,  «şehri  boş  ve  tenha  bir  hale  getirmişti." Fatih,  çok  sayıda  Rum'un,  sahiplerine  fidyelerini  ödemeleri  şartıyla  serbest  bırakıldıklarını irade  etti.(4)   Fidye  parasını  kazanmalarına  imkan  sağlamak için,  tanzim  etmiş  olduğu  geniş  inşaatlarda  çalışmalarına  müsaade  etti.   Fakirlere  para dağıtmayı,  halkın  gönlünün  kazanılmasının bir  yolu  olarak  gördüğü  için  sık sık  şehri  gezmeye  çıktı.(5)   Keza,  şehirden  kaçmış  olanların  verilen  mühlet içinde  geri  dönmeleri   halinde,   evlerinin  barklarının  kendileri    için   tamir edileceğini  bildirdi;  hatta  nüfusu  İstanbul'a  celbetmek  arzusu  ile,   italyanlara   muhalif  olarak  tanınan   Megadux  Lukas  Notaras'a  bir  vazife   vermek düşüncesiyle   teşebbüse   geçti.   Bununla  beraber   «bazı   kişiler" böyle  bir teşebbüsün   yaratacağı   tehlikeler   üzerinde   ısrar  ederek,  Sultan'ı,   bu  düşüncesinden  vazgeçirmeye  muvaffak  oldular.(6)  16  Ağustos 1453  tarihli  bir mektuba  göre,  Fatih; Silivri  ve Galata halkını  İstanbul'a naklederek  burada yerleştirmişti.(7) 
Bütün hükümdarlığı süresince Fatih'in yegane zihni meşguliyeti, lstanbul'u, imparatorluğunun hakiki bir devlet merkezi yapmak olmuştu. 
Haziran  1453'te   İstanbul'dan  ayrılmadan  önce   Fatih,  Süleyman  Bey'i İstanbul'un  ilk  subaşısı  ve  Hızır  Bey'i(8)   ilk kadısı  olarak  tayin  etti;  şehrin yeniden  düzenlenmesini  ve  baş  vazifeleri  olarak  surların  restorasyonunu bunlara  tevdi  etti.  Keza,  Yedikule  sitesi üzerine  müstahkem  kale  yapılmasını  emretti.(9)   Aynı  zamanda  şehrin  merkezinde  (şimdiki  Üniversite  arsasında)  kendisi  için  bir  saray  inşaa  edilmesini  buyurdu.  Müteakıben,  vezirlere, beylere ve kapıkulu erkanına bundan sonra pay-i tahtım istanbul'dur diye bildırdi.(10) 
Onu,  şehrin  yeniden imar  ve  iskanı  için   derhal Anadolu'dan ve   Rumeli'den  insan  nakli  usulleriyle  meşgul   görüyoruz.   
Dukas'a  göre,(11)    ilk defa  5.000  aile  gönderilmesini  istemişti.  lorga  tarafından  yayımlanan  bir mektup,(12)   bize onun, Anadolu'dan 4.000  ve  Rumeli'nden  yine 4.000 ailenin sürülmesini  emrettiğini  göstermektedir.  Bunlar    Hristiyan,   Müslüman   ve Yahudiler  olmalıdır.   Fatih,  boş  evlerin  yeni  yerleşenlere  bedava  dağıtılacağını  da  ilan etmişti.  O,  bu  tedbirleri  aldıktan  sonra,  Edirne'deki  sarayına dönmek  üzere  İstanbul'dan  ayrılmıştı {21  Haziran  1453). 
Fatih,  aynı  yılın  sonbaharında  İstanbul'a, geri  döndü.  İlk  ve  en  başta. gelen  düşüncesi,  İstanbul'un  yeniden  tanzim  ve  inşaası  idi.  Fakat,  Fatih'in bilhassa   İstanbul'a  çekmek  istediği  varlıklı   kişilerin,  aile  ocaklarını   terk etmek  istememelerinden  meydana  gelen  gecikmeleri,  yeniden  imar  ve  iskan  işine zarar  veriyordu(13 ).  
6  Ocak  1454'de  Fatih,  Latinlere  muhalefeti  ile tanınan  Scholarios'u  İstanbul  Patriği  tayin  etti.    Bundaki maksatlarından biri,  şehirden  kaçmış  olan   Rumları  İstanbul'a  geri  çekmekti.   Daha  sonra Bursa'ya  geçti;  burada  bazı  sert  tedbirler alarak  ve  subaşı'ların  çoğunu  değiştirerek  35  gün  kaldı.(14)   Zengin  ve  fakir  çok  sayıda  kişinin  seçilmesini ve  zorla  lstanbul'a  gönderilmesini  emretti  (bu  muamele, 
sürgün olarak tarif  edilmekteydi).  Bu  şehirden  sürülenlere  dair  Bursa  Şer'iyye  sicillerin deki  k,ayıtlar  hala durmaktadır.  Bu  yolla 1454  ve  1455 yıllarında  mühim miktarda  insanın  İstanbul'a  getirildiği  ve  burada  iskan edildi [kaynakta böyle yazılmış] görülüyor. 
Daha sonra Fatih, seferleri müddetince, fethettiği şehirlerin zenginlerinden, sanat erbabından ve tüccarlarından bazılarını sürgün olarak İstanbul'a göndermiştir; savaş esirleri arasındaki çiftçileri 
haskul (sultan kulları) olarak, İstanbul'a gıda maddeleri temin etmek için şehir etrafında kurulan kasaba ve köylere yerleştirtmiştir. 
İstanbul civarında, ilk imar ve iskan faaliyeti 1454'te Sırbistan seferinden sonra yapıldı. 1454 yazı sonunda, Sırbistan esirleri arasından seçilen dört biri aile, İstanbul etrafındaki köylere yerleştirildi.(15) Müteakip Sırbistan   seferlerinde  (1455,   1456,   1458,   1459)   Fatih,  mühim,  bir  miktar Sırbistan  esirini  İstanbul'a  sürdü.  Aynı  şekilde  1458  ve  1460  Mora  seferleri  sırasında  esir  alınan  nüfusun  bir  kısmı,  Zenta,    Kefalonya   ve   Santa Mavra   (Aya  Mavra)  adalarından  getirilen esirler,   İstanbul  civarındaki  kır bölgede  yerleştirilmişti.  Bu  haskullar, yetiştirdikleri ürünün  yarısını  saraya teslim  etmekteydiler. Fatih  tarafından bu şekilde  İstanbul'un  etrafında 
has köyleri  ismiyle  kurulan  köylerin  sayısı,  bin  dolayında   tahmin   edilmektedir(16a)  (Barkan,  Kanun'lar,  LXII). "Fatih  bu  işi,  şehrin  ihtiyaçlarını temin  etmek istediği ... için yapmıştı." 6b). 
İstanbul içindeki Hristiyanlar, aşağıdaki yerlerden getirilerek iskan edilmişti: Eski ve Yeni Foça (1460); Argos (1463); Amasra (1459); Trabzon (1460); Mora (1458'de 4.000 kişi); Taşoz ve Samotraki adaları, (1459-60); Midilli (1462); eğriboz (1473); Kefe ve Mengüp 1475). Keza, Anadolu seferleri esnasında Müslüman ve Hristiyan nüfuslar arasından da "sürgünler" seçilmişti. Bilhassa 1468 ve 1471 yılları arasında Konya, Larende, Aksaray ve Ereğli'den çok sayıda Müslüman ve Hristiyan nakledilmişti (Aşık Paşa ve Neşri, Aksaray'dan İstanbul'a sürülen halkın, Aksaray mahallesini oluşturduklarını kaydederler). Her grup, İstanbul'a gelişlerinde başka bir mahalleye yerleştirilir ve çoğu zaman bu mahalleye eski memleketleri olan şehrin ismi verilirdi.(17) Fatih, şehrin gelişmesini teşvik etmek için zenginleri, usta sanat erbabını veya aristokrasiye mensup olanları İstanbul'a yerleştirmeyi daha uygun bulmuştu.(18) Kefe'li bütün İtalyan aileleri, kölele riyle birlikte, İstanbul'a nakledilmiş ve Kefeli adlı mahalleye yerleştirilmişti.(19) 
1455 Sırbistan seferinden sonra İstanbul'a dönen Fatih, o yılın sonbaharında sarayın ve Yedikule kalesinin tamamlandığını ve şehir surlarının tamir edildiğini memnuniyetle görmüştü. Daha fazla inşaat için talimatlar verdi. Büyük ve Küçük Çekmece arasındaki köprülere ilaveten, şehre ulaşan diğer başlıca yolların tamir edilmesini emretti. Bu yolların en zayıf bölümleri boyunca kaldırımlar yapıldı. 
O kış, şehrin yeniden inşaası hakkında  mühim kararlar alındı. Fatih, şehrin merkezine bina edilen yeni Saray'ın yanına küçük bir çarşı yapılmasını buyurdu. Bu çarşı, Fatih zamanında 
Büyük Bedestan veya Bezzazistan olarak adlandırılan İstanbul'un ünlü Kapalı Çarşısı olacaktı. Kritovou los, Kapalı Çarşıyı, tamamen yüksek duvarlarla çevrilmiş ve çinilerle kap lanmış olarak tasvir eder.(19a) Bu yapının 1464'ten önce tamamlanmış olduğuna şüphe yoktur. Bedestan, daha ziyade, bilhassa kumaşlar, kürkler ve mücevherat gibi şeylerin depolanmasına ve müzayedesine tahsis edilmiş bir yapıdır. Burası, büyük tüccarların toplanma yeridir. Fatih Vakfiyesine göre, muhteşem Bedestanı, ambarları da müştemil olmak üzere 128 dükkan ihtiva etmekteydi; buranın etrafında muhtelif tüccarlar ve sanatkarlar tarafından tutulmuş 894 dükkan vardı ve bunların tamamı kapalı çarşıyı oluşturmaktaydı. Büyük Bedestan, bir çok ilavelerle genişletildi; bu yapı, İstanbul'un en mühim ticaret merkezlerinden biri olarak günümüze kadar ayakta kalmıştır. Fatih, Ayasofya Camiinin hizmetlerine ve onarımına sarf edilmek üzere, bu Bedestan'dan elde edilen gelirin toplanıp muhafaza edileceği bir sandık oluşturmuştu. 
Fatih, ayrıca Bedestan için aynı sene içinde bir kaç umumi hamam yapılmasını; şehre bol miktarda su temin etmek gayesiyle zarar görmüş eski kanalların ve su kemerlerinin tamir edilmesini emretmişti. 
Fatih  Vakfiyesi, şu  satırları  ihtiva eder: "Bir şehir  kurmak,  ulvi bir harekettir;   insanların   kalbinin  kazanılmasını  ve   yüzünün    güldürülmesini mucip  olur". 
Kritovoulos  bize,  Fatlh'in,  1471  yılını,  bütün  şehir üzerinde  hamamlar, kervansaraylar  ve  çarşılar  yapımı  ile  geçirdiğini  bildirir.  Bu  yılda  kanallar ve  su  kemerleri  uygun  bir  şekilde  tamir  edilerek  şehir  hamamlarının   ve mahallelerinin  yeterli  suya  kavuşturulması  sağlanmıştı.  Şimdiki  Fatih  mahallesi yakınında  su  kemerlerinin  bir  noktasın kırk  musluk  ile  bir  pınar yapılmıştı.(20) 
1460  yılı,  nüfus  meselesi ye  bütün  ticari  muamelelerde  alınacak  fevkalade  tedbirlerle  damgalanmıştı.  Hem  Rumeli'ne  hem  de  Anadolu'ya,  fetihten  önce  şehri  terk eden  İstanbul'un  eski  sakinlerinin  geri  dönüp tekrar burada  yerleşmelerini  bildiren  fermanlar  gönderilmiştir.   Kritovoulos'a  göre (21)   Edirne;   Filibe,  Gelibolu,  Bursa  ve diğer  Osmanlı  şehirlerinde,  İstanbul'u  terk  eden  zengin  ve  müreffeh  pek çok  Rum  bilgin  ve  sanatkar  vardı. Bunlara evler veya arsalar temin edildi ve hepsinin İstanbul'a dönmeleri  buyuruldu. Aynı tarihte Fatih, aktif bir ticaret merkezi olarak gelişmiş bulunan Eski ve Yeni Foça'nın halkını İstanbul'a gelmeye ve burada yerleşmeye mecbur tutmuştu. 
1454   yılı  civarında 
İsaac   Safrati,  Almanya  ve   Macaristan'da  (Alman ve  Macarların  kendi) dinlerine girmeye  zorladıkları  Yahudilere  hitaben  yayınlanan  bir  mektupta  onlara,  Osmanlı  imparatorluğuna  gelmek  için  buradaki şartların  çok  müsait  olduğunu  söylemekteydi.  Bu  mesaj Almanya  ve İtalya'dan çok  sayıda  Yahudinin  göç  etmesini  sağladı.  1478  nüfüs  sayımı, lstanbul'da   1647  Yahudi  ailesi  bulunduğunu   gösteriyor. 
Fatih'in sarayında bulunmuş olan Kritovoulos, bize, cami'lerin ve sarayların yapımı sırasında, onları bizzat teftiş etmek ve gerekli emirleri çıkarmak hususunda Sultan'ın nasıl samimiyetle ilgilendiğini anlatır.(22) Nihayet, Yeni Saray 1464'te tamamlanmıştır. Haliç (Altın Boynuz) ve daha sonra Saray Burnu olarak adlandırılan Marmara Denizi bitişiğindeki geniş  bir saha, evvelce dikilen zeytin ağaçlarıyla örtülmüştü. Kritovoulos(23) ve Tursun Beğ(24) bize, bir saray tasviri yapmaktadırlar. Her iki müellif, sarayın civarından başlayıp denize kadar uzanan bayırları içine alan bir bölgedeki güzel bahçeleri, fıskiyeleri ve dinlenme yerlerini hayranlıkla anlatırlar. 
Daha sonra Topkapı Sarayı ismiyle anılan Yeni Saray, dört asır müddetle Osmanlı hükümdarlarına ikamet yeri olarak hizmet vermiştir. Topkapı Sarayı, dünyanın en zengin ve en kıymetli müzelerinden biri olarak hala ayakta durmaktadır. Fatih'in hayat müddeti içinde, 1473'te eşsiz bir sanat abidesi olan bahçeli Çinili Köşk yapıldı; 1478'de bütün saray sahası yüksek duvarlarla çevrildi. 1459'da Fatih, İstanbul yakınında Peygamber (Hz.) Muhammed'in sahabesi olan Eba Eyyub Ensari'nln şehit düştüğü farz edilen yerde bir cami ile bir türbe, bir medrese ve bir imaret yaptırdı ve Bursa'dan getirilen göçmenler buraya yerleştirildi. 
Osmanlı   Devletinin,   kamu  hizmeti  düşüncesine  sahip  olmadığı  iddiası(25)  doğru  değildir.  İleride, teb'ayı  müreffeh  bir hayata  ulaştırma hizmetinin,  Devletin  başlıca  vazifelerinden  biri  sayıldığını  göreceğiz.  Günümüzde,   Devletin  veya  belediye   idarelerinin  yapmakla   sorumlu   olduğu  yollar, okullar  ve  hastahaneler  gibi  kamu  hizmetlerinin  çoğu,  vakıf  müesseseleri aracılığıyla  yapılırdı.  Osmanlı  Devleti,   Müslüman    devletler  arasında   bu müesseseyi  kamu  hizmetleri  cihetinde en  geniş  çapta  geliştiren  bir  devlettir.  Osmanlı  Devleti,  sadece  böyle  çok  sayıda  vakıf  kurmakla  kalmadı; onları  sıkı  bir  kontrole  tabi  tutarak,  halkın  ihtiyaçlarını  en iyi  şekilde karşılamalarına  ve  devletin  gayelerine  daha  iyi   hizmet   etmelerine  de  çalıştı. 1528'lerde  Vakıflar,   Osmanlı   İmparatorluğunun  umumi   kamu     gelirlerinin % 12'sini harcamıştı. Anadolu örnek alınacak olursa, 13,5 milyon akça gelire  sahip  olan  Vakıflar  45  imaret,  342  büyük  cami,  1055  küçük cami  (mescid),  110  yatılı okul,  626  büyük  ve  küçük zaviye,  154  ilkokul,  75  han  ve kervansaray,  238  umumi  hamam,  vs.  ye  ödeme  hizmeti  yapmaktaydı(26). 
imparatorlukta en başta gelen vazifelerden biri olarak İstanbul'un yeniden inşaa ve tezyinini gözönüne alan Fatih, 1459'da belli başlı şahsiyetileri bir toplantıya çağırmış ve onlardan, şehrin muhtelif noktalarında külliyeler vücuda getirmelerini istemişti. Kritovoulos'a göre,(27) o tarihte Fatih, kendisi için Yeni Saray'ın ve büyük bir camiin yapılmasını emretmişti (Camiin yapımına 1463'te başlandığını biliyoruz). Şehrin bir çok bölgesi de camiler, yatılı okullar, imaretler ve halk hamamları yapımında Mahmud Paşa önde gelmektedir; onu diğer vezirler ve seçkin şahıslar takip etmiştir;   yapılan   yapıların  etrafında,  bunların   masraflarının  vakıflar   tarafından karşılanması  için  ticaret  merkezleri  kurulmuştu.  Bu  külliyeler,  yeni  İstanbul'un  gittikçe  gelişen  nüvesi  oldu.  Bu  nüvelerin  etrafına  nüfus  toplanarak böylece  yeniden  inşaa  hızla  ilerledi.  Modern  İstanbul'un  belli  başlı  mahalleleri,  bugün  hala  Fatih  devrinin önde  gelen  şahsiyetlerinin  isimlerini  taşımaktadır:  Mahmud  Paşa,  Gedik  Ahmed  Paşa,  Murad  Paşa,  Davud  Paşa,  vs. 
Bu  sistem,  İstanbul'da denenmeden  önce,   Bursa  ve  Edirne'nin  gelişmesi  için  uygulanmıştı;  her  iki  şehir,  amme  hizmeti  ve  dini  gayelerle  hareket  eden  devlet  adamları,  nüfuzlu  ve  zengin  şahıslar  eliyle  kurulan  vakıf  müesseselerinin  meydana   getirdiği   külliyelerle   büyüyüp   gelişmiştir. ikinci  Osmanlı  hükümdarı  Orhan  Gazi,  Bursa  kalesinin  eteğinde  bir  cami, bir  imaret  ve  bir  bedestan  yaptırmıştı.  Daha  sonra, -bu  nüve  etrafında  yeni ve büyük  bedestanlar  vücut  buldu;  o kadar  ki,  hala şehrin  bu  bölgesi  Bursa'nın en faal ticaret merkezi olarak devam etmektedir. Aynı metod İstanbul için de zikredilebilir (Bu hususta, geniş dini komplekslerin küçük mikyaslı bir modeli sayılabilen taşradaki zaviyeler ve tekkeler tarafından köylerin teşekkülünde oynanan rol de belirtilmelidir). 
Fatih Camii külliyesini örnek olarak alalım. Bu külliye, Cami çevresin deki başlıca şu yapıları ihtiva eder: Semaniye medreseleri, daru'ta'lim (ilkokul), daru'ş-şifa (hastahane), imaret (han). Camiin başlangıcı, 1463 yılı ilkbaharına kadar geri gider; ancak 1470 yılı sonunda tamamlanmıştır (Fatih, bu Cami'den önce Şeyh Vefazade ve Rumeli-hisarı camiini yaptırmıştı). 
Fatih, İstanbul'un dokuz camiine (bu sayıya Ayasofya da dahildir) sürekli bakım ve destek sağlamak ve onlara hayır müesseseleri ilave etmek için, şehir dışındaki 35 köyün gelirini, bu gayeye vakfetmişti. Ayrıca bu kuruluşlar, lstanbul'un muhtelif pazarları ile (Büyük Bedestan, Sultan Pazarı, Beylik Pazarı, Mahmud Paşa Pazarı, Saraçlar Çarşısı, Dikilitaş Pazarı ve daha bir çok büyük-küçük pazarlar) dört hana, 14 umumi hamama, 54 değirmen ve şehrin her tarafına yayılmış yüzlerce dükkan ve binaya sahipti. 
Fatih külliyesinin bir  parçası olarak  kurulan  hastahane  (daru'ş-şifa)  de iki  bilgili ve  tecrübeli  doktor,  bir  mütehassıs  göz  hekimi  (kehhal),  bir  cerrah  ve  bir  ilaç  yapan  eczacı  hizmet  vermekteydi.  ilaç  deposu,  bir  doktor ve  bir  ambar  memuru  hazır  bulunmadan  açılamıyor,  ilaçlar sadece  hastahanedeki  hastalar için  kullanılıyordu.  iki  hastahane  aşçısı,  doktor  nezaretinde  ve  onun  talimatına  göre yemek  hazırlamaktaydı.  Hastahane  kapıcısına,  hastaları  görmeye  gelecek  kimseleri  içeri  almaması  konusunda talimat verilmişti. Hastaların, şefkatli bir tedavi görmeleri vakıf beratında kat'i bir  surette  beyan  edilmişti.  Doktorların  ve bütün  memurların  aylıkları,  ilaç ve  yiyecek  masrafları  vakıf gelirinden  ödenmekteydi. 
İstanbul'da  Müslüman  hastalar,  şayet  doktor  çağıracak  ve  ilaç alacak kadar  zengin  değillerse hastahaneye  girişleri  uygun  görülürdü. 
Fatih, fetihten  sonra sekiz muhtelif camide sekiz medrese açılmasını emretmişti. Bu medreseler içinde en mühimi Ayasofya'daki idi. Fatih, Eyyub Sultan Camiini inşaa ettirdiği zaman, burada da bir medrese tesis ettirmişti (1458). Fakat, büyük talim ve terbiye müesseseleri, kendi camii etrafında yaptırdığı ve Semaniye Medreseleri olarak isimlendirilen medreselerdi. Semaniye Medreseleri, bir ilkokulµ (daru't-ta'lim), bir liseyi (Tetimme medresesi) ve kelimenin tam manasıyla dini ilimleri öğretmek için kurulan sekiz medreseyi ihtiva etmekteydi. Medrese dışında da bir kütüphane binası vardı. 
Medreselerde sadece ilahiyat ve dini ilimler tedris edilmemekte, aynı zamanda astronomi ve matematik gibi tabii ilimler de öğretilmekteydl. Kabiliyetli her hangi bir Müslüman, öğrenci statüsü ile medreseye girmek üzere seçilebilirdi. Öğrencilerin bütün masrafları vakıf gelirinden ödenmekteydi. 
Müessese,   vakıflardan  hasıl  olan  gelirin  toplanmasına;   bu  meblağın, memurların aylıklarının ödenmesinde yapıların onarımında ve bunların muntazaman  işlemelerini  temin  etmek  için  yürütülen  bütün  faaliyetlerin  idaresinde  usulüne  uygun  kullanımına  bakan  müstakil özel bir  teşkilat  tarafından  işletilmekteydi.  Bu  teşkilatta  çalışan  kişiler  de  maaşlarını  müesseseden  almaktaydılar.  Ayrıca  hocalar  ve  diğer ileri  gelen  memurlar,  faaliyetlerin  yapılıp  yapılmadığını  veya  vakfiyede ifade  edilen  gayelerin  uygulanıp uygulanmadığını  tetkik  etmek,  bütün  faaliyetleri  birlikte  muayene ve  müzakere  etmek  ve  suçlu  olduğu  tesbit  edilen  hizmetlilere  uygulanacak  müeyyideleri  görüşmek  için  yılda  bir kere  toplanmaktaydılar.  Bu  müeyyideler, suçun  ehemmiyetine  göre  ihtar,  ta'zir  veya  işten  el  çektirmekten  ibaretti. Böylece  bu  müesseler  külliyesi,  idari  ve  mali  açıdan  müstakil  bir  kuruluş şeklini  almış  ve  her  türlü  dış  müdahalelerden  kurtulmuştu.  Padişahın  kendisinden  başka,  vakfın  hakiki  fonksiyonunu  yerine  getirmesine  engel  olacak  her  hangi  bir  kimse  kalmamış  oluyordu. 
Şehrin hayatında bu müesseler tarafından oynanan rolle ekonominin oynadığı rol, birbiriyle aynı derecede ehemmiyetlidir: Vakfa bir gelir sağlama gayesiyle bu -müesseseler etrafında inşaa edilen kervansaraylar ve dükkanlar, mühim ticaret merkezlerinin kurulmasına müncer olmuştur. Bunlar, Fatih Camii etrafına kurulan ve daha sonra Sultan Pazarı adını alan 286 dükkanı müştemil geniş bir pazarın ortaya çıkmasına vesile olmuşlardır. 
Çağdaş  tarihçiler  (mesela  Clavijo),  lstanbul'un  Osmanlı  Türkleri  tarafından  fethinden  önceki Ayasofya'nın  harabe  haline  işaret  ederler.  Fatih'in en  başta  gelen  işi,  ünlü  mabedi  restore  ettirmek  olmuştu.  Fatih,  Ayasofya'nın  bakımı  ve burada  çalışanların  aylıkları  için  geniş  vakıflar  tesis  etmiştir.  Asıl  lstanbul'da,  Galata'da  ve  Üsküdar'da  2350  dükkan,  4  kervansaray,  51  hamam,  987  ticari  müessese,  32  buzhane  ve  22  aşhane  (bir  tür lokanta)  nin  718.421  akçaya   varan  toplam   yıllık   gelirinin   tamamı   Ayasofya'ya  tahsis  edilmişti  (Bu  bilgi,  lstanbul Başbakanlık  Arşivindeki  1490 tarihli  Ayasofya  Vakıf  Defterinden  çıkarıldı). 
Fatİh'in izinden giden diğer vezirler ve ileri gelen şahıslar, şehrin her bölgesinde vakıflar yoluyla çeşitli müesseseler meydana getirmişlerdir; sonuç olarak bu müesseseler, şehrin hızla büyümesine ve yeniden nüfuslanmasına yardımcı olan yeni mahalleleri geliştirmişlerdir. Mahmud Paşa Vakfında olduğu gibi, bu müesseseler genel olarak bir cami, bir medrese ve bir imareti, ihtiva ediyor, bunlara kervansaraylar ve dükkanlar ilave olunuyordu. Mahmud Paşa Çarşısı, 260 dükkanı müştemil olarak bütün şehrin en canlı ticaret merkezlerinden birine dönüşmüştü. Mahmud Paşa Külliyesi 1462'de tamamlandı. 
Böylece İstanbul, Fatih'in hayatında saraylar, hanlar, kervansaraylar, çarşılar, pazarlar, hamamlar ve medresellerle kaplanarak mamur görünüşlü faal bir Türk şehri haline geldi. 
1478'de Kadı Muhyiddin tarafından yapılan nüfus sayımına göre (Topkapı Sarayı Arşivi, No: 9524) şehrin nüfusu o tarihte aşağıdaki unsurlardan oluşmaktaydı.
Aynı nüfus sayımı bize, 1478'de İstanbul'da 3667 ve Galata'da 260 dükkan bulunduğunu gösteriyor. 
Bu dokümanı kısmen kullanan A.M. Schneider, nüfusu 60 veya 70.000 olarak tahmin etmektedir. Bununla beraber dikkat edilmesi gereken bir husus vardır : Vergiden muaf olmaktan hoşnut bulunan askeri sınıf, genellikle böyle mütalaaların dışında kalmaktaydı. Maamafih şu da var ki, nüfus sayımı zamanındaki şehir nüfusu, fetihten 25 yıl sonra fetih öncesinin iki katına çıkmış olmalıdır ve bu nüfusun büyük bir çoğunluğu müslümandı. Ö. L. Barkan, 1530'a doğru şehrin nüfusunu 4 veya 500.000; F. Braudel, 16. asrın sonunda 700.000 civarında tahmin etmektedir. 
Yarım asır içinde şehrin nüfusunun dört veya beş kat artmış olacağına inanmak güçtür. Diğer taraftan, bilhassa I. Süleyman'ın hükümdarlığı döneminde (1520-1566) nüfusun hızla arttığını gösteren bir çok delil vardır. Her ne olursa olsun Osmanlılar, fetihten sonra bir asır içinde İstanbul'u, kurmuş oldukları cihanşümul imparatorluğa her hususta layık bir başkent yapmayı başarmışlardır. 
Bu yazı yazarın, "The Re-building of Istanbul by Sultan Mehmed The Conqueror" (Cultura Turcica, Vol. IV, 1967, No. 1-2) adlı çalışmasının çevirisidir.
https://dergipark.org.tr/download/article-file/188135DİPNOTLAR (1)    Die Bevölkerung Konstantinopels, Nachrichten der Akademie der Wissenschaften in Göttlngen, Phil. - Hlst. Klasse, 1949. 
(2)    Pharantzes, s. 291. -- 
(3)    H. İnalcık, Fatih Devri, I, Ankara 1954, s. 131. 
N. Jorga (Geschichte des Osmanischen Reiches, II, s. 22), Türklere karşı İstanbul'un müdafaasında İtalyanların daha büyük bir rol oynadıklarını belirterek: basit bir gerçeği vurgular. Toplam mıktan dokuz bin kadar olan müdafaa kuvvetlerinin en iyi teçhiz edilmiş bölümü İtalyanlardı ve bu kuvvetlere Cenovalı bir komutan olan Giustiniani-Longo başkomutan tayin edilmişti. İmparator, bütün nüfuzunu ve otoritesini kaybetmişti. Muhasara esnasında Rumların çoğu, "para ödenmediği sürece" surlarda çalışmayı reddetmişlerdi (Z. Doflin, Ch. XX, XXV). Şehri savunmada İtalyanların, niçin bu kadar şiddetli savaştıklarını tahmin etmek kolaydır : Türklerin İstanbul'u almaları durumunda İtalyanlar, Ege ve Karadeniz'deki kolonilerini kaybetme tehlikesi ile karşı karşıya kalacaklardı. Muharebenln son gününde Venedik'ten hareket eden donanma Eğriboz'a ulaşmıştı (Mehmed II, İsl. Ans. fask. 75, s. 511). 
(4)    Ch. Riggs Terc. Princeton 1954, s. 83, karş. Neşri, ed. F. Taeschner, Leipzig 1951, s. 181. 
(5)    Kritovoulos, s. 93-94. 
(6) Kritovoulos, 83, Fatih önce Notaras'a itibar ve iltimas gösterdi. Fakat Notaras ve onu çepeçevre kuşatmış olan Bizanslı asilzadelerin, hiç bir değişiklik olmamış gibi davranmaya başlamalarını görünce şüphelenmişti. Fatih, ordusuyla Edirne'ye döndüğü zaman, onlara hiç bir şekilde İtalyanlarla işbirliğine teşebbüs etmemelerini söylemişti (Karş. Kritovoulos, s. 83; Chalcocondyles, Hlst. de la decadence de l'empire grec. tere. the Vigenere, Rouen 1670, s. 175). 
Phrantzes gibi fanatik çağdaş bir tarihçi, Fatih ve Notaras arasındaki ilişkileri çirkin bir biçimde göstermeye çalışır. Bak.  A. E. Bakalopoulos, Die Frage der Glaubwürdigkeit der «Leichenrede aut L. Notaras», Byzantinische Zeitschrift, Band 52 (1959), s. 13-21. 
(7)    N.  Iorga, Notes et Extraits pour servir a l'hlstoire des Crolsades, vol. IV (Bucharest, 1915), s. 67 : "vier Tawsent wirt nömmen sya auch darein und haben sy  darein  geseczt  (Dört bin  kişiyi  getirdiler ve  buraya  yerleştirdiler)" (Çağdaş bir Alman  kaynağı). 
(8)    Fatih devrinin önde gelen ilim adamlarından biri olan Hızır Bey, Sivrihisar'da  doğdu. Molla Yegan'dan ders tahsil etti; Sivrihisar'da ve Bursa'da Sultan Mereseslnde ders verdi. Fatih devrinin en meşhur alimlerinden çoğu, onun talebeleri idi (Kestelli, Ali Arabi, Hocazade ve Hayali'yl zikretmek gerekir). Geniş ansiklopedik bir bilgiye sahip olan Hızır Bey, Fatih'in dikkatini çekmiş ve İlim Dağarcığı  lakabı takılmıştı (Şakayık-ı Nu'maniyye, Mecdi terc., İstanbul 1269 H., ss. 111-114). Hızır Bey, 1459'da kadı iken vefat etti. 
(9)    Kritovoulos, ss. 85, 93. 
(10)    Tursun Beg, Tarih-i Ebu'I-Feth, TOEM neşri, s. 59 (Tursun Beg, Fatih'in çağdaşıdır) .. 
(11)    Dukas, Aynı eser, s. 313. 
(12)    Notes et Extralts, IV, s. 69. Karş. Kritovoulos, 93. 
(13) Neşri, 181; Tursun Beg, s. 60; Aşık Paşa-zade, s. 142. 
(14)    Kritovoulos, s. 95. 
(15)    Dukas, V. Mirmiroğlu tarafından yapılan tercüme, İstanbul 1956, s. 169.
(16a) Kritovoulos, s. 119. 
(16b) Ö.L.  Barkan, Kanunlar, LXII. 
(17)   Bakz. A.M. Schneider, Aynı eser, s. 41-43. 
(18)    Neşri, s. 20a. 
(19) A.M. Angiolello, (Hist. Turchesca) bunların "blraz sonra göz alıcı evler ve kiliseler inşaa ettiklerini", böylece çok güzel mahalleler meydana getirdiklerini kaydeder. 
(19a) s. 104. 
(20) Tursun Beg, s. 62-3. (21) s. 148. 
(22) s. 149. 
(23) s. 207. 
(24) s. 65. 
(25)    Lybyer, The government of the Ottoman empire in the time of Suleiman the Magnificent, N.Y. 1913, s. 147. 
(26)    Ö.L. Barkan, İktisat Fakültesi Mecmuası, vol. XV, s. 268-77. (27) 8. 140.