avrupa etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
avrupa etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

1 Ağustos 2022 Pazartesi

11 Şubat 2022 Cuma

Süleyman Paşa ve onun vasiyeti, Avrupa'dan gelen tehtidi açıklarken

Süleyman Paşa ve onun vasiyeti, Avrupa'dan gelen tehtidi açıklarken



Eğer vaad edilen ölüm günüm gelip çatar ve devletli yıldızım yokluk akşamında kaybolur, talihin amansız kılıcı ömür bağımı keserse, beni BolayırCia defnedersiniz. Üzerinize düşman gelirse Allah'a tevekkül edip gayrete gelerek benim cesedimi düşmana aldırmayınız. Sakın ki, din düşmanlarından yüz döndürmeyesi­ niz. Sonu kötü kafirlerin

25 Ekim 2021 Pazartesi

Tüm zorluklara inat batıya göç etmekte kararlilar

Tüm zorluklara inat batıya göç etmekte kararlilar

"


  Sığınmacıların Slovenya yolculuğu devam ediyor Daha iyi bir yaşam umuduyla Batı Avrupa ülkelerine ulaşmak isteyen sığınmacılar, Macaristan'ın Hırvatistan sınırını kapatmasının ardından Slovenya'ya girmeye

19 Ekim 2021 Salı

Sığınmacılar Yeni Rotalara Yonelebilir

Sığınmacılar Yeni Rotalara Yonelebilir



Sığınmacılar "yeni rotalara" yönelebilir Daha iyi bir yaşam umuduyla Batı Avrupa ülkelerine ulaşmak isteyen sığınmacıların, havaların soğuması ve Macaristan'ın sınırlarına tel örgü
Sığınmacılar Avrupa'da Mahsur Kaldi

Sığınmacılar Avrupa'da Mahsur Kaldi



Sığınmacılar Avrupa'da mahsur kaldı Avrupa ülkeleri, bir yandan sığınmacı krizine çözüm bulmak için üst üste toplantılar düzenlerken diğer yandan kapıları kapatarak özellikle

30 Mart 2017 Perşembe

Rekabet Dönemi: Osmanlı - Avrupa İlişkileri

Rekabet Dönemi: Osmanlı - Avrupa İlişkileri

Anadolu’nun Batı ucunda Doğu Roma (Bizans) İmparatorluğu sınırında kurulan Osmanlı Devleti, coğrafi, siyasi, stratejik ve dini nedenlerle Batı’ya doğru genişledi. İstanbul’u alarak Doğu Roma İmparatorluğu’nu yıkan Fatih Sultan Mehmet, kullandığı “Kayser-i Rum” unvanıyla kendisini Anadolu’daki Müslüman ahali kadar Avrupa’nın da hâkimi ilan etti. Hatta o dönemde hem Ruslar hem de Osmanlılar yıkılan Roma İmparatorluğu’nun kim tarafından devam ettirileceği konusunda rekabet halindeydi. Nitekim Osmanlı İmparatorluğu, İstanbul’un fethinden sonra Roma ve Viyana gibi sembolik kentleri de alma hedefini uzun süre benimsedi. Genel olarak Avrupa (Roma ya da Hristiyan dünyası), Osmanlılar için hem de doğuşundan itibaren alt edilmesi gereken başlıca rakipti. Dolayısıyla, dönemin ruhu gereği büyük ölçekte dini temellere dayanan “Osmanlı asabiyesi”nin oluşumunda “Hristiyan Avrupa/Batı” başlıca “öteki” oldu.


Genel olarak “Batı Roma”ysa, siyasi ve toplumsal dağınıklığına ilk kez Kutsal Roma İmparatorluğu’nun kurulmasıyla son vermişti. İmparatorluğun Papa III. Leo’nun 25 Aralık 800’de Şarlman’a taç giydirmesiyle kurulmasını hızlandıransa İslam’ın doğuşu ve yükselişiydi. Kısa vakitte İber Yarımadası’na (Endülüs) kadar dayanan Emeviler’in temsil ettiği “İslam”, Avrupa’daki dağınık siyasi ve dinsel yapıların bir araya gelmesini tetiklemişti. Bu nedenle, günümüzdekine yakın anlamda “Avrupa fikri”nin oluşumunda genel olarak “İslam” önemli bir katalizördü, “öteki”ydi. Bunu hem 3 büyük din için kutsal kabul edilen Kudüs bölgesinin Müslümanlardan alınması için 11-15. yüzyıllarda düzenlenen Haçlı Seferleri’nde hem de Osmanlılara ancak birlikte karşı durulabileceği anlayışında da görmek mümkün. Dolayısıyla, yine o dönem ruhunun gereği büyük ölçüde dini temellere yaslanan “Avrupa asabiyesi”nin oluşumunda “Müslüman Osmanlı/Doğu” başlıca “öteki” idi.

Kısacası, başlıca siyasi ve ekonomik rakipler olan bu iki coğrafyanın İmparatorluklar dönemindeki kimliklerinin oluşumunda birbirlerini “öteki” olarak gördüklerini, kodladıklarını söylemek mümkün. Hatta sık sık yapılan büyük savaşlar sebebiyle toplumsal, ekonomik, siyasal, dinsel ve kültürel alandaki yoğun rekabetin düşmanlık boyutuna ulaştığını da görüyoruz. Öyle ki, 19. hatta 20. yüzyılda yaşanan gelişmeler sonrasında imparatorluklar yerini modern ulusal devletlere ve yeni anlayışlara bıraksa da, bu geçmiş bu kez karşılıklı tarihsel önyargılar olarak karşımıza çıkabilmekte.

Öte yandan bakacak olursak, her genelleme gibi bu genelleme de iki nedenle kısmen açıklayıcı kısmen de yanıltıcı olur. Birincisi, Avrupa’yla Osmanlılar arasında en yoğun rekabet ve düşmanlık döneminde bile yoğun bir ilişki ve etkileşim vardı. Bunun en önemli sebebiyse, dünyanın tarihi boyunca sürekli olduğu gibi, kimlik/asabiye oluşturmada “öteki”nin sadece olumsuz değil olumlu anlamda da bir etken olması. Zira ekonomik, toplumsal ve siyasal önemi olan coğrafyalar, birçok alanda çağlarının en gelişmiş örneğini teşkil eder. Bunu da hem kendi zenginliklerine hem de özellikle en sık ilişkiye girdikleri, dolayısıyla en çok tanıdıkları ötekisinden bir şeyler öğrenmelerine borçludurlar. Uç bir örnek vermek gerekirse, savaşlar sadece iki ordunun değil iki farklı toplumsal yapının da karşılaşmasıdır. Yemek kültürleri, mimari yapıları, din ve inanış biçimleri, başta müzik olmak üzere diğer çeşitli sanatlar, devlet idaresi ve hukuk gibi pek çok alanda etkileşim yaşanır. Taraflar kendi kimliklerini sadece “öteki”nin karşısında inşa etmez; iyi olduğunu düşündükleri uygulamalarını da kendilerine adapte ederek benimser. Hatta bu vaziyet zaman zaman gizli bir hayranlığa da neden olur. Nitekim genel olarak Avrupa ve Osmanlı da farklı dönemlerde farklı şekillerde de olsa böyle davranmıştır. İslam ve Osmanlı’nın ön planlarda olduğu dönemlerde en fazla etkilenen Avrupa olurken, zamanla Osmanlı ve Türkiye Cumhuriyeti de Avrupa’dan etkilenmiş. Kısacası, ilişkilerin en gergin olduğu dönemlerde bile tarafların ekonomik, toplumsal, siyasal, hukuksal ve kültürel alışverişi devam etmiştir.

İkinci olarak Avrupa’nın gevşek bir İmparatorluk düzeni olması sebebiyle Ortaçağ boyunca yekpare bir bütün değildi. Farklı krallıklar kendi aralarında ekonomik, siyasi ya da mezhepsel (Katolik-Protestan) savaşlara tutuşmuş, bu güç mücadeleleri de sık değişen ittifak ilişkilerine neden olmuştu. Öyle ki, her ne kadar “ortak tehdit” olarak görülen Osmanlılara karşı birlikte hareket etme çağrısı hep olsa da, farklı krallıklar Avrupa’daki rakiplerine karşı Osmanlılarla yakın ilişkiler içine de girebilmişti. Osmanlılar da hem bu durumu kendi lehine kullanmak hem de çeşitli ekonomik avantajlar elde etmek için farklı Avrupa coğrafyalarıyla farklı ilişkiler geliştirmişti. Venedik Cumhuriyeti ve Fransa Krallığı gibi öteki devletlerle ticari, ekonomik ve kültürel alanlarda yaşanan yakınlaşmalarda olduğu gibi. Nispeten uzun süreli bu yakın ilişkiler dışında kimi Avrupalı devletlerle Osmanlılar arasında dönemsel ittifaklara da rastlamak mümkün.



6 Eylül 2010 Pazartesi

Avrupa'nın Bölünmesi

Avrupa'nın Bölünmesi

İmparator Alexius ve Antiokya (Antakya) Kuşatması
1097, Bizans İmparatorluğu

Avrupa'da hem politik, hem de dinsel olarak bir güç bölünmesi yaşanıyordu. Dokuz yüz yıllık tarihinde Roma İmparatorluğu'nun doğusu ve batısı arasındaki fark çok belirgindi ve ayrılması doğaldı. O zamanlar Batı'da Bizans İmparatorluğu pek önemli görülmüyordu. Asillerin ve baştakilerin günlük yaşamları ise merak ediliyordu.

İznik Konsülünün aldığı kararlar bile Hıristiyanların çıkarlarından daha az önemliydi. Hükümetler bölünmüş olsa bile Büyük Roma İmparatorluğu'ndaki yerlerini hatırlıyorlardı. Bu öyle güçlü bir imajdı ki, bin yıl sonra bile Avusturya monarşisi kıskançlığını sürdürecekti. Yunanca konuşan ve kendilerine Rhomaio, imparatorluklarına Romania diyen vatandaşlar da vardı. Avrupa'yı bölen din değildi, Konstantinopol'de tahta çıkan imparator Alexius'du.

İslam orduları Suriye'yi ve Balkanların çoğunu fethettiğinde Bizans'ın vergi geliri de hayli düştü. Sonuç olarak imparator gelirlerini artırmanın yollarını aradı. Birçok çabasından biri de Roma'daki Papa'yı yardıma çağırmak oldu. Uydurulan bahane de kutsal toprakları özgürleştirmekti.

Papa'nın ise bir sorunu vardı. Pek çok işsiz asker etrafta başı boş dolanıyordu. Alexius'dan yardım isteyen bir mektup alınca, Tanrı'nın iki soruna birden bir çözüm gönderdiğine inandı. Papa Urban kutsal toprakları kurtarmak için yapılacak bir haçlı seferi için çağrıda bulunmaya başladı. İşsiz ve sabırsız askerler, topraktan yeterince kazanamayan çiftçiler ve onur kazanmak isteyen soylular ya da evlerinde sıkılanlar söz verilen cennet mekanlarını kazanmak için orduya katıldı.

Alexius birkaç bin adam beklerken binlerce şövalye ve askerin çağrısına yanıt verip Konstantinopol'e gelmekte olduğunu öğrendi. Bu kadar çok insanı kendi şehrinde barındıramazdı Alexius. Ayrıca gelenlerin, ülkesinden arta kalanı elinden alma ihtimali de yüksekti. Gelenlerin çoğunun burnu büyük, şiddet düşkünü ve aynı zamanda cahil olması da durumu zorlaştırıyordu. Zaten bir yüzyıl sonra bu korkulan da gerçekleşecekti. Konstantinopol Osmanlı Türklerine geçtiğinde nüfus yüzde altmış azalmış olacaktı.

Bizans İmparatoru bir çözüm buldu. Haçlı ordusu ulaştığında askerler ona bağlılık yemini etmeden kimseyi içeri almayacağını açıkladı. Bu aynı zamanda fethettikleri toprakların da ona ait olması anlamına geliyordu. Bu, iyi güzeldi de, bağlılık ilan edilen lordun da sorumlulukları vardır. En önemlisi de yardım ve koruma sağlamalıydı. Batı krallıklarında bu çoğu zaman yakalanan bir şövalye için gerekli fidyeyi ödeyip onu kurtarmak anlamına gelirdi. Bu, bütün şövalyelerin hatta düşmanların bile birbirini tanıdığı küçük Batı krallıklarında uygulanan bir yöntemdi. Ama Alexius, güçten düşmüş olsa da büyük bir imparatorluğun başındaydı. Büyük bir ihtimalle o zamanlarda Konstantinopol'de Paris'tekinden çok insan yaşıyordu.

Alexius yeni "kullarım" apar topar savaşa gönderdi ve birkaç ay içinde bu ordu bir Selçuklu Türk birliğini yendi, Antiokia'yı'u (Antakya) kuşattı. Kuşatma uzun sürdü, bu da Selçuklulara yeni bir ordu kurmak için zaman kazandırdı. Haçlılar Alexius'un zamanında gönderdiği erzak sayesinde kuşatmayı başarıyla sonuçlandırdı. Ama birkaç ay sonra bu kez Selçuklu ordusu Antioch'u kuşattı. Ancak Selçuklular surları aşamadı ama bir süre sonra yeni bir ordu daha oluşturdular.


Batı'da beklendiği gibi Haçlılar bağlılık yemini ettikleri lordun gelip kendilerini kurtarmasını beklediler. Alexius'un ise sadece bir ordusu vardı. Hem Konstantinopol'ü korumak, hem de işgale karşı savaşmak gibi iki işlevi vardı ordunun. Alexius'un kullarına yardım etmesi gereken bir tanrı gibi mi, yoksa ülkesini koruması gereken bir imparator gibi mi davranacağına karar vermesi gerekiyordu. Antioch'a ilerlerse hızlı ve kayıpsız bir zafer kazanması gerekirdi, çünkü ordusu zarar görürse Konstantinopol'ü savunacak kimse kalmayacaktı. Oraya kadar gidip de başaramazsa geri dönüşü, telafisi yoktu. Türkler koruma sözü verdiği milyonlarca insana ulaşacaktı.

Karar Romalı stratejisine uyuyordu. Ordusu bir garanti olarak duracaktı ve haçlıları kendi imkanlarıyla bırakacaktı. Onların sadece lordu olmuştu ve imparatorluğu daha önce gelirdi. Haçlılar bunu bir ihanet olarak gördü ve çok sinirlendi. Ama öfke önemsiz bir tepkiydi. Bir ay sonra büyük bir sürpriz yaparak, haçlı ordusu Antioch'dan kaçmayı başardı. Bu kaçışın ardından moral bulan askerler başka şehirleri ele geçirdiler. Alexius'a verdikleri bağlılık sözünden Alexius'un ihaneti dolayısıyla kurtulmuşlardı. Artık kendi krallarının emirlerine uymaya karar verdiler. Bu haçlılar artık kahraman olmuştu. Batı Avrupa'ya döndüler ve Alexius'un onursuzluğundan ve iki yüzlülüğünden bahsettiler.

Alexius'un korumayı seçtiği şehir sakinlerinden biri olsaydınız doğru kararı verdiğini düşünürdünüz. Haçlılar zaten güçsüzleştiği ve onlardan umut kesildiği için askeri açıdan da doğru karar buydu. Ancak Batı dünyasının soylularını yardıma ihtiyaçları olduğunda yalnız bırakmakla iki Avrupa'yı birbirinden ayırdı ve bu ayrım hala devam ediyor.

Zaten çabaları da başkenti kurtarmak için yeterli olmadı. Alexius'un aldığı bu karar yüzünden Bizans'ın düşmanları olduğu fikriyle büyüyen bir sonraki nesil, Konstantinopol'ü Hıristiyan dünyasının bir parçası olarak görmedi. Şehir 1453'te de Türklerin eline geçti