kitap etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
kitap etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

11 Kasım 2021 Perşembe

Kitaplar nedir ve ne anlama gelir Osmanlı Armasindaki Sembollerin Anlamlari

Kitaplar nedir ve ne anlama gelir Osmanlı Armasindaki Sembollerin Anlamlari



Kitaplar: Üstteki Kur'an-ı Kerim'i, alttaki ise kanunnameleri yani örfi hukuk düzenini temsil eder

Tarih,Tarihi Olaylar,İlginç Bilgiler, Faydalı Bilgiler, bayramcigerli.blogspot.com,Bilmeniz Gerekenler, Bayram Cigerli,Osmanlı Arması,Semboller,Nişanlar, Anlamlari,Osmanlı Tarihi,

6 Kasım 2021 Cumartesi

16. Yüzyıldaki Çılgın Tıbbı Anlatan Nadir Kitap İlgi Çekiyor

16. Yüzyıldaki Çılgın Tıbbı Anlatan Nadir Kitap İlgi Çekiyor



16. Yüzyıldaki Çılgın Tıbbı Anlatan Nadir Kitap İlgi Çekiyor

16’ıncı yüzyıl tıbbı ciddi anlamda akıllara durgunluk verecek uygulamalarla dolu. Kan alımları, idrar tadımları ve veba 15. Ve 16. Yüzyılın doktorlarının yaşamını baya bir renklendirmişe benziyor. Bu dönemden kalma çığır açan bir anatomi kitabı oldukça ilgi

7 Mayıs 2018 Pazartesi

Nisan Ayında Okuduklarım

Nisan Ayında Okuduklarım


Merhaba, mayıs ayının ilk pazartesinde konumuz bu ay da yine kitap.İsterseniz bir an önce neler okumuşum bakalım.

'Dişi Kedi', Colette’in Fransız ve dünya edebiyatının önde gelen romanlarından biri. Bu okuduğum ikinci; erkek-kadın-kedi üçgeninde geçen kıskançlık konulu kitap. Bir önceki ise Tanizaki’nin “Bir kedi, bir adam, iki kadın” kitabı idi. Kitapta Saha isimli bir dişi kedi ,Camille ve Alain arasında anlaşmazlığın sebebidir, Alain’in kedisi Saha’ya olan düşkünlüğü zamanla Camille için bir problem teşkil eder ve kediyi kendisine rakip olarak görmeye başlar ardından bir takım olaylar yaşanır ve Alain bir tercih yapmak zorunda kalır, bu noktada ufak bir parantez açmam gerek; kitabın çevirmeni Azra Erhat, Yunan klasiklerinden Homeros’un ve Heseidos’un destanlarını A.Kadir ve S.Eyüpoğlu ile Türkçe'ye en yetkin şekilde kazandıran aydınlardandır, saydığım destanlar Türkçe okunacaksa mutlaka Azra Erhat’ın çevirisinden okunması gereken destanlardır, yine bu tür başka dillerdeki çevirileri de tereddüt etmeden okunabilir... 

'Şeyler', Georges Perec imzalı. 60’lı yıllarda öğrencilerin Fransa’daki yaşamını ve bohem hayatını konu alıyor. Jerome ve Sylvie anketörlük yaparak, gezerek ve eğlenerek günlerini geçiriyorlar ve sonra Tunus’a gidecek öğretmenler arandığını duyuran bir ilanı görünce başvurup Tunus’a gidiyorlar hayatları tamamen farklılaşıyor, sakin, karmaşadan uzak ve düzenli bir hayat yaşamaya başlıyorlar ama bu durumda onları bir süre sıkıyor ve içine düştükleri mutsuzluktan kurtulmanın çaresinin Fransa’ya dönmek olduğuna karar veriyorlar. İnsanın mutlu olmak İçin hep başka şartlara sahip olmak istemesi yanılgısı üzerine kurulu bence. Hoş bir kitaptı... 

'Doğa Tarihi', Hakan Bıçakçı’nın okuduğum ilk kitabı oldu, kitabın ana karakterinin ismi Doğa, kitabın ismi de zaten karakterin bir kaç yıldaki yaşadıkları, inişli çıkışlı hayatını anlatıyor. İstanbul’da büyük bir plazada çalışan Doğa ile modern insanın arzuları, beğenilme takıntısını ve kitabın arkasında yazdığı gibi, Plaza-site-alışveriş merkezi üçkeninde sıkışmış hayatları anlatıyor, ve bir hayatın nasıl trajediye dönüşebileceğini. Etkileyici idi... 

'Okul Sıkıntısı', Daniel Pennac’ın otobiyografik romanı, kendisi kötü bir öğrencilik yaşamış olan Pennac’ın kendi gözünden okula ve eğitime bakışını anlatıyor. Okumasam da olur dediğim kitapların üzerinde fazla durmuyorum... 

Palto, Gogol’un uzun öyküsü, çoğumuz duymuştur; “Hepimiz Gogol’un Palto’sundan çıktık” diyen Dostoyevski’nin sözünü. Gogol’un ironi dolu dili, hem zevkli hem de fazlasıyla eleştirel. Bu kısa kitabı bir oturuşta bitirip eğlenceli bir zaman geçirebilirsiniz... 

'Ölüm Terbiyesi', Zeynep Sayın’a ait. Devlet ve toplum ilişkisinde cezaları, şiddeti ve ölümü anlatan bir kitap, entelektüelite olarak iyi fakat anlatmak istediğini maalesef çok da iyi aktaramayan, konunun fazlaca dağıtıldığı bir kitap olmuş... 

'İnsanlığımı Yitirirken', Japon edebiyatından; Osamu Dazai’nin bu kitabında karekterin yaşamı çocukluğundan itibaren yalın bir anlatı ile verilmiş. Çocukluğundaki yalnızlığı, gençliğinde ailesinden uzaklaşışı, ve yetişkinliğinde yaşadığı varoluşsal sıkıntıları ele alıyor. İsmi ile paralel yani bir yitişin hikayesi, insana kendi hayatını daha iyi yaşaması gerektiğini de hatırlatıyor aynı zamanda...

Yine bir Japon kitabı 'İtiraflar', Kanae Minato’nun gerilim romanı, ufak kızı havuzda ölü bulunan bir ortaokul öğretmeninin, kızının katillerinin kendi sınıfından olduğunu söylemesi ile başlayan ve iki öğrencisinden intikam alması ile devam eden bir kitap. Gerçekten çok beğendim, tavsiye ederim... 

Bu ay favorim olan bir diğer kitap ise, 'Körler Ülkesi', H.G Wells imzalı. Dış dünyadan kopmuş ve sakinlerinin tamamen kör olduğu bir kabilenin yaşadığı yere gelen gören birinin yaşadıklarını anlatıyor. Öyle ki görme kavramını bile bilmeyen bu insanlar, görmek, göz vs gibi terimleri de bilmiyorlar ve buraya gelen gören adamın bahsettiği bu şeyler yüzünden onu aklı başında olmamasına yoruyorlar. Karakterimiz Körler ülkesinde tek gözü gören kral olur deyimini hatırlıyor ama hiç de söze uyan bir şekilde davranıp karşısındaki insanları ikna edemiyor veye boyunduruğa alamıyor tam tersine yarım akıllı muamelesi görüyor. Körlük elbette bir metafor olarak kullanılmış bu kitapta, 50 sayfalık dev bir kitap bence... 

'Kitap', Réne Belletto’nun eseri , gizem türünde diyebiliriz, kimden geldiği bilinmeyen bir kitap, yine kimin yazdığı belli olmayan bir kitabın tuhaf hikayesi ve bir arayış üzerine. Sürpriz sonlu... Fena değildi. 

Nisan ayını dört Fransız , ikişer Japon ve Türk ile bir İngiliz edebiyatı ile bitirmiş ve yaklaşık 1500 sayfa yol kat etmişim. Sayfa sayısı düşük olsa da yüzde 80 sevdiğim ve nitelikli kitaplar okuduğum İçin kendimi ilerlemiş olarak varsayabilirim. Bakalım Mayıs ne olacak. 

Sevgiler
Historian

2 Nisan 2018 Pazartesi

Mart Ayında Okuduklarım

Mart Ayında Okuduklarım


Bugün nisan ayının ilk pazartesisi olma sebebiyle konumuz kitap, hiç vakit kaybetmeden fotoğraftaki kitaplar hakkında bir kaç kelam etmeye başlıyayım. 

'Bilgiyle Sohbet'; Prof.Dr.A.M.Celâl Şengör, çoğumuzun aşina olduğu bir bilim insanı olarak fazlasıyla üretken bir yazar, kendisi uluslararası düzeyde tanınmış olan hocanın birçok şeref payesi ve ödülü de bulunmakta, burada anlatmakla bitmez. Kendisi, çoğunluğunu 90’lı yıllarda 'Cumhuriyet Bilim Teknik' dergisinde yazmış olduğu yazıları bu kitapta derleyerek okuyucuya sunmuş, 700 sayfayı aşkın bu makaleler toplamı birçok konuya parmak basıyor, ben mart ayı içerisinde kendisini başucu kitabı yapıp, geceleri 2-3 makalesini okuyarak bütün bir aya yayarak tadını çıkardım kitabın, tavsiye ederim, tam bir bilim kitabı. 

'Fikirler İçin Ölmek'; Costica Bradatan imzalı bir kitap yazar, Sokrates, Hypatia, Thomas More gibi öldürülen veya ölüme mahkum edilen filozofların yaşadılarından yola çıkarak onların hayata bakışlarını ve onlara dayatılan zorbalıklara karşı duruşlarını ele alıyor aynı zamanda burdan da tümevarımsal çıkarımlarla okuyucunun kendi hayatını sorgulamasını amaçlıyor, farklı bakış açıları kazandırması ve öğretici olması açısından beğendiğim ve tavsiye edebileceğim bir kitap oldu diyebilirim.

'29 Numaralı Koltuğun Hikayesi' ve 'Fransız Akademisi’ne Kabul Konuşması' kitapları her ikisi de Amin Maalouf kaleminden çıkma ve her ikisi de bağlantılı, Amin Maalouf eserlerinde tarihi ve araştırmacı bakış açısını çok iyi kullanan bir yazar, kendisi 2012 yılında Fransız Akademisi’nin boşalan 29. Koltuğuna seçiliyor, kabul konuşması ve ona ithafen verilen cevap bir kitap haline getirilirken, Maalouf, oturduğu koltuğa daha evvel oturan kişilerin hayatları temelinde Fransız tarihine bir bakış atarak aynı zamanda tarihi bir inceleme sunuyor. Belirtmem lazım ki yüzyıllar önce Fransız elitinin kendi aralarında biraraya gelip ettikler sohbetlerin kurumsallaşması ile Akademi haline gelen kurumun üyeleri koltuklarına hayat boyu seçilmekteler. Biraz spesifik bir konu olsa da , peş peşe okunulmasını tavsiye edeceğim iki kitap oldu... 

Sıradaki üç kitap, aynı zamanda koleksiyonunu yaptığımız İş Bankası Modern Klasikler serisinin 110-111 ve 113 numaralı kitapları, üçünden aynı anda bahsediyor oluşumunun sebebi hem peşpeşe çıkmaları hemde benim geçen hafta üçünü aynı gün okumamdan kaynaklı. Leo Perutz’un okuduğum ilk kitabı olan 'Leonardo’nun Yahudası' , Da Vinci zamanında geçiyor ve ressamın son akşam yemeği tablosunu yaparken, Hz.İsa’ya ihanet eden havari Yahuda’nın tasviri konusunda tıkanması ile paralel zamanda yaşananları ve yahudayı tasvir edebileceği kadar kötü niyetli birini bulmasıyla resmi tamamlaması sırasında yaşanan birtakım olayları romanlaştırmış bir kitap. Gerçekten etkiyeci bir kitaptı. Hiç düşünmeden tavsiye ederim.Jack London’un Beyaz diş, Vahşetin çağrısı, Martin Eden gibi kitaplarını okuduktan sonra, 'Bir Kuzey Macerası', oldukça kısa ve hafif kaldı açıkçası, gerçi yine arka planda bir doğa tasviri, Mackenzie Irmağı vs derken aynı atmosfer, bu sefer Yerli Halk ve Beyazlar arasındaki mücadelenin, bir aşk hikayesi ile harmanlanarak anlatıldığı bir kitap ile karşımıza çıkıyor London, alıştığımız seviyenin altında desem, umarım yanlış anlamaz:) 'Zacharius Usta’da Jules Verne, İsviçre’de bir saat ustasının kibrini anlatıyor. Bölgenin en tanınan saat ustalarından Zacharius’un yaptığı kusursuz saatler, bir süre sonra müşterileri tarafından geri gönderilmeye başlıyor, görünüşte hiçbir sorunu olmayan bu saatler, Zacharius Usta'nın adının lekelenmesine sebep olduğu gibi esas olarak, kibirin yıkıcılığına vurgu yapıyor ve bir trajediyi bizlere anlatıyor. 

'Felaketzedeler Evi'; yazarının şizofren tedavisi için kaldığının benzeri bir bakımevi ortamında geçiyormuş, Kübalı yazarın, Latin Amerika edebiyatının karakteristik bir takım özelliklerini barındıran bu kitabı zaten sonra kendi ülkesinin edebiyat klasikleri arasına girmiş, maalesef kendisi de 47 yaşında hayata veda etmiş. İspanyol dilinin edebiyatını sevenler için tavsiye edebilirim. 

'Bir Kedi, Bir adam, İki Kadın' ; Japon edebiyatına ait, klasik bir Japon edebiyatı ürünü olan kitap gibi az olaylı, durağan fakat insanı derinden , yavaş yavaş etkileyen bir kitap. Kedisi olan bir adamla (Şazo) yaşayan kadının; biraz da adamın eski eşinin sebep olmasıyla kediyi kıskanması ve Kedi (Lili) ekseninde dönen ilişki çemberi anlatılıyor, az ve öz olmasıyla yine tavsiye edebilirim, Japon edebiyatı ayrı bir üslup ile hemen farkedilir olup insanı etkilemesi açısından gerçekten çok başarılı. 

'Tebrikler Kovuldunuz'; Sosyal medyada görüp, videolarını beğendiğim Kaan Sekban’a ait. Kendisi bir bankanın genel merkezinde çalışıyorken istifa edip sahne sanatları konusunda yoluna devam etmeye karar veriyor, işten ayrılmadan evvel Amerika’da oyunculuk eğitimi alıp sonrasında da Türkiye’de bir takım organizasyonlarda yer almak İçin mücadele etse de işler istediği gibi gitmiyor ve evinde sosyal medyadan canlı komedi programları yapmaya başlıyor ve bu zamanlar geniş bir kitleye hitap etmeye başlıyor, kendisi bu süreçte yaşadıklarını çok akıcı bir üslup ile anlatmış, şuan da zaten sürekli olarak farklı şehirlerde showlar düzenlemeye devam ediyor. Çok eğlenceli bir insan. 

'Faydacılık'; 19.yy da yaşamış John Stuart Mill imzalı bir kitap, faydayı ya da en yüksek mutluluk ilkesini ahlakın temeli olarak kabul eden öğretiyi, hem birey hem de bireyin devlet ile olan ilişkisi kapsamında değerlendiriyor, okurken sık sık altını çizdiğim yerleri olan bu kitabı ve Alfa Yayınları'nın aynı serideki diğer kitaplarını şiddetle tavsiye ederim. 

Son olarak “Gülme” kitabında Henri Bergson, insanı hayvandan ayıran bu eylemin üzerinde çok az durulduğunu söylediği kitapta, gülme eylemimin hangi koşullarda nasıl ortaya çıktığını irdeleyen bir kitap yazmış, kendisinin Nobelli olduğunu da atlamak istemem...

Netice itibari ile 12 kitap, 2500 sayfayı aşan ve genelde de beğendiğim bir okuma takvimi ile nisan ayını umutla karşılıyorum, hepimiz için iyi bir bahar olsun...

P.S.: Mini çekilişiminizin talihlisi Sayın; Oktay Özcengiz oldu.Web Sürümündeki Bana Ulaşın sekmesinden adres ve telefon bilgilerinizi gönderebilirsiniz.

Sevgiler
Historian

5 Mart 2018 Pazartesi

Şubat Ayında Okuduklarım

Şubat Ayında Okuduklarım


Mart ayından merhabalar, geçen ay bu yıl içinde ilkini yaptığım bir aylık okunanlar yazısına "Şubat Ayında Okuduklarım" ile devam ediyorum. Fotoğrafta gördüğünüz kitaplar, kitaplığın okunanlar kısmında yerini almışken bende şöyle bir iki kelime edeyim. Üst sıradaki üç kitap bu ay pek tutmadığım sevemediğim kitaplar oldular. 

'Paris Köylüsü', kitaplarda sürrealist üslubu sevmiyor oluşumu bir kez daha teyit etti. Hani baştan sona okursunuz da kitap ne anlatıyor diye düşündüğünüzde bir cevap veremezsiniz kendinize, yazar aklına o an ne geldiyse yazmıştır, öyle bir kitap. 'Yaz', içinde Albert Camus imzalı 8 öykü olan bir kitap. 'Yitik Paradigma' ise antropoloji konulu bir kitap, bilimsel temelli. Fakat biraz eski bir kitap olduğundan ve malumunuz bilimde hızla ilerleme kateden bir alan olduğu için; zaman, kitabı olumsuz şekilde etkileyen bir unsur olmuş. 

'Carmen', bir Fransız klasiği, romantik dönem Fransız edebiyatı için önemli bir kitap, çingene olan ve hiçbir erkeğe bağlanmayan Carmen ve onun için mücadele ederken hayatını oradan oraya sürükleyen bir adamın hikayesi. Eğlenceli ve tabiki trajik. 

'Pandanın Başparmağı' evrim ile ilgili bir kitap, 30 bölümde teorinin farklı noktaları ele alınmış ve dikkat çekilmiş tavsiye ederim. 

'Nagazaki' ise sıradan bir hayatı olan yalnız yaşayan Japon bir adamın evinde eşyalarının yer değiştirmesi ve bunu fark etmesiyle gerçekleşen bir takım olaylar yer alıyor, gerçek bir olaydan kitaplaştırılmış bir hikaye. 

'Uçan Spagetti Canavarının Kutsal Kitabı' ise, çok eğlenceli, uzun süredir merak ettiğim bir kitaptı, dinlere parodi bir din yaratarak ironiyle yaklaşan farklı bir kurgu. Pastafarian dininin temelleri ve öğretileri yer alıyor bunu da tavsiye ederim :) 

Maalesef bu ay kitap konusunda işler kesat geçti, yaklaşık 1250 sayfa ve 7 kitap, gerçi şubat kısaydı yapacak bişey yok. Bakalım mart nasıl geçecek. İyi haftalar.

Sevgiler
Historian

5 Şubat 2018 Pazartesi

Ocak Ayında Okuduklarım

Ocak Ayında Okuduklarım


Herkese şubat ayından merhabalar, umarım yeni yılın ilk ayını bitirmişken hepimizde herşey yolunda gidiyordur bu ocakta neler okuduğum hakkında bir derleme yazısı yazmak istedim. Geçen yıl da kitap içerikli yazılarım mevcuttu, fakat hayatın keşmekeşi derken düzenli hale getiremedik o , okuduklarımızı buraya geçirme işini, tabii blogun muhteviyatını oluşturan unsurlardan biri de "Kitap" malumunuz. Bu sebeple her ayın ilk pazartesi günü geçmiş ay okuduğum kitaplar üzerine bir yazı yazmaya karar verdim 2018 yılı içinde, umarım her pazartesi başlanmaya karar verilen ama bir türlü başlanamayan eylemlere benzemez bu iş, bol bol okuyup yazarız hep birlikte, sizlerde neler okuduğunuza dair yorum yapabilir ve tavsiyelerinizi yazabilirsiniz, gördüğünüz fotoğraf ocak ayı içerisinde okuduğum kitaplar, 11 kitap ve toplam 2100 sayfa civarı okumuşum, aslında şöyle bir “beni bıraksınlar günde iki kitap okuyayım” modundayım ama maalesef iş hayatı, başka gereklilikler derken haftada iki kitap/500-600 sayfa altına düşmemeye çalışmak bile bir lüks oluyor. 

Konu edebiyat olunca, diğer incelemelerimdeki gibi aman efendim kalemin şurası şu kadar santim, aman efendim şu kadar sürede kuruyor bu mürekkep gibi net ve kesin cümleler kuramıyoruz elbette, şuan görünen 11 kitabın hepsini elbette beğenmedim zaten böyle birşey mümkün de değil, bir kaç kelime edecek olursam kitaplar hakkındaki yorumlarım şöyle.

"Pascual Duarte ve Ailesi"; kitap ince bir kitap zaten bu arada her kitabın künyesini ben ajandama yazıyorum lakin buraya fotoğrafını eklediğim için bu kadar ayrıntının gereksiz olacağını düşündüğümden buraya yazmıyorum, ismi yazıldığı taktirde her bilgiye ulaşılacağını öngörüyorum söz konusu kitaplar için, her ne ise kitap Nobelli, İspanyol Edebiyatına aşina olanlar bilir, edebiyatlarında genelde, belki bizler için absürd gelen şeyleri çok normal şekilde yaşarlar, birileri ölür, biri çekip gider veya gelir fakat okuyucunun beklediği tepkiler verilmez, böylece okuyucu ters köşe olabilir, kitap İçin “eh” diyorum. 

İkinci kitap "Garp Cephesinde Yeni Bir Şey Yok", idi ismi bazen sadece “Garp cephesi” olarak da çevrilmiş fakat özgün ismi de hemen hemen bu anlama geliyor, Behçet Necatigil çevirmiş, kitap savaşın insan üzerinde etkisi ve değişimi üzerine diyebiliriz, savaş karşıtlığını temsil etmesi açısından kült bir kitap.. 

"Michael, Çocuksu Topluma Gençlik Kitabı", üzerinde durmak istemediğim bir kitap, Elfriede Jelinek’in yazdığı herhangi bir kitabı değil öylesine kurduğu bir cümle ile dahi karşılaşmak istemiyorum hayatımın geri kalanında, sağolsun. 

"Tütüncü Çırağı", Robert Seethaler’in romanı, diğer Jaguar Yayınları gibi farklı ve güzel, İkinci Dünya Savaşı hemen öncesi başlayan bir hikaye , içinde Freud’un da olduğu bir kitap kötü olabilir mi? Tavsiye edilir, sakin, yalın,temiz bir dil....

Kadersizlik, Macar Edebiyatı, sanırım ilk defa Macar Edebiyatı okudum, yazar aynı zamanda olayları başından geçiren kişi yaşanmış bir hikaye. Bu kadar genç birinin olaylara masumca bakışı ile baktığı şeylerin kendi acımasızlığı arasında oluşturulmaya çalışınılan zıtlıktan doğan anlatının kötü olmadığını söyleyebilirim, yine Nobel ödüllü... 

"Gazi Mustafa Kemal Atatürk" İlber Ortaylı’nın kitabı daha çok çok yeni, hoca genelde Timaş Yayınevi' nden benim tabirimle “çerez” kitaplar çıkarır, fazlasıyla genele hitap eder, İş Bankası'ndan çıkan kitapları daha spesifiktir, sağolsun bu yeni kitabı ile de şaşırtmadı yine fazlası ile genele hitap eden bir kitap olmuş, kendisine sonsuz saygım var, Türkiye’ye tarihi sevdiren isim diyebiliriz fakat maalesef ders kitabı olarak gösterilecek bir kitap hala daha yazmaması hala daha bu kadar yüzeysel yazması en azından biz meslektaşlarını hayal kırıklığına uğratmaya devam eden bir durum, merhum İnalcık Hoca’nın çizgisine biraz yaklaşmasını dört gözle bekliyorum, bilmek ve anlatmak çok farklı iki olgu, bunu bir kez daha tecrübe ettim diyebilirim yine de kalemine sağlık...

"Hava Nasıl Tarih Yazar", çok beğendiğim bir kitap oldu, hem öğretici hem de akıcı, önemli hava olaylarını ve tarihe olan dolaylı ve doğrudan etkilerini anlatıyor, tavsiye edilir... 

"Penolope", benim gibi mitolojik hikayelere merakı olanlar İçin alternatif bir anlatım sağlayarak eğlenceli bir okuma sağlıyor,yazarın başka kitaplarına da denk gelirseniz okuyabilirsiniz ben de öyle yapacağım... 

"Mösyö Pain" hakkında diyecek bir şeyim yok, çok beğenilmiş ama neyi beğendiler anlamadım pek...

Miramar ise 1988 Nobelli Necip Mahfuz imzalı, bir pansiyonda geçen ve yaşanan olayların pansiyondakilerin bakış açılarına göre ayrı ayrı ele alınmasıyla şekillenen hikaye oldukça sakin ama bir o kadar da enerjik, doğu kültürü işlendiğindendir midir bilmem, kitabı okurken Farid Farjad dinlemek iyi gider diye düşünüyorum... 

B,Bira ise gerçekten bir çocuk kitabı gibi , biranın başrolde olduğu bir masal, bu yetişkinler için olan çizgi filmler ve çocuk kitapları gibi diyebiliriz, Tom Robbins’in başka bir kitabını daha okuyacağım sanırım, sizlere de tavsiye ederim. 

Gönül istiyor ki oturalım sadece bir kitap hakkında bir saat konuşalım orasından burasından çekiştirelim ama şuan için pek mümkün görünmüyor, yazıda yazdığım gibi, sizler de yorumlara okuduğunuz kitapları yazabilir ve bizlere tavsiye etmeye değer gördüklerinizi, eleştirebilirsiniz. Benden bu kadar.


Sevgiler
Historian

10 Eylül 2016 Cumartesi

Mürekkep Şenlikleri 3 ve SONUCU

Mürekkep Şenlikleri 3 ve SONUCU


Gelenekselleşmeye aday, Mürekkep Faresi ile ortak yaptığımız Mürekkep Şenlikleri'nin üçüncüsüne geldi sıra. Bayramın da etkisiyle bu kez en sevdiğim renk ve mürekkeplerden birini sizinle paylaşmak istedim.Yanına da son zamanlarda popüler kitaplardan birini eklemeyi uygun buldum.

Çekilişi kazanan şanslı 1 kişi;

-Montblanc Burgundy Red mürekkep
-Adam Fawer'ın Oz kitabını kazanacaktır.


Çekiliş şartları

1- Benim izleyicim olmanız. ( Bu şartı sağlamak için sitenin web sürümü görünümünde yazının veya ana sayfanın sağ tarafında ki ''izleyiciler'' panelinde ''Bu siteye katıl'' sekmesine tıklamanız yeterlidir. Mobil uygulamada sayfanın en altında yazan web sürümüne geçmeyi unutmayanız.)  

2- Bu yazıya katıldığınızı belirten 18 Eylül 2016 saat 20.00'a kadar 'En Sevdiğiniz Mürekkep Markası'na dair bir yorum bırakmanız.Sağlıcakla kalın, İyi Bayramlar...

Mürekkep Faresi'nin çekilişine de buradan ulaşabilirsiniz. 

#Edit; SONUÇ:

Çekiliş sonucunda şanslı kişi; Özgür Arun olmuştur.İletişim bilgilerinizi bekliyorum.



Sevgiler

Historian

28 Ağustos 2016 Pazar

Haftanın Kitapları XV

Haftanın Kitapları XV


Bugün kendisinin kitaplarını okumakta geç kaldığımı düşündüğüm yazar Amin Maalouf'un üç kitabı var haftanın okunanlarında. Genelde ilk defa okumaya başlayacağım yazarların; üslubunu, konu seçimini, yarattığı kurgusal dünyayı tek kitabı ile değerlendirmektense daha doğru kararlara varabilmek ve yazarın edebi gelişimini kavrayabilmek  için yazılış sırasına göre iki-üç kitabını peş peşe okumaya özen gösteriyorum.

Yazarın yazmış olduğu ilk kitap "Arap'ların Gözünden Haçlı Seferleri" isimli bir tarih incelemesi 11.-12.yy tarihçilerinin eserlerini ele alarak yazılan kitap,günümüzde batı ve doğu, Müslümanlık ve Hristiyanlık arasındaki "savaşın" sebeplerini anlamaya yardımcı oluyor. Fakat kitap, yazarın değerlendirmelerine, olayı yorumlamalarına yer vermediği için anlatım bir süre sonra çok fazla kronolojik gelmeye başlıyor. Elbette, tarih diyoruz yorum ne kadar olabilir diyoruz fakat olayları objektif olarak yorumlayarak okuyucuya sunmak gerekliliği de söz konusu yine de yazar bir edebiyatçı olduğu için, tarihçiden beklenen davranışların hepsini sergilemesini beklemek ve olumsuz olarak eleştirmek de haksızlık olur. İsminin başında Prof. ünvanı olan çoğu tarihçiden daha çok tarihçi Amin Maalouf. Kitabımızı çeviren Ali Berktay, kitabın yazım tarihi 1983 YKY'den basımı ise 2006 yılında yapılmış ve elimdeki 12.baskı 2015 Ocak. 

Amin Maalouf'un ikinci romanı "Semerkant",İran tarihini hem Ömer Hayyam, Hasan Sabbah ve Vezir Nizamülmülk çevresinde anlatırken hem de 1900'lü yılların başında siyasi buhranlara değinip kitabı Titanic'e kadar taşıyor. Yazar'ın ilk kitabından sonraki kitaplarında tarihin kurgu ile harmanlandığına şahit oluyoruz bu konuda gerçekten çok çok başarılı bulduğumu söylemeliyim kendisini. Hem yeni şeyler öğrenirken hemde güzel bir roman kurgusu içinde insan kayboluyor ve yine yazarın Lübnanlı olması avantajı ile doğulu yaşam tarzını çok iyi yansıttığını görüyoruz. Semerkant 1988 yılında yazılmış, Çevirşini yine Ali Berktay'ın yaptığı kitap elimdeki 75.baskıyı 2015 de çıkarmış durumda. 

"Doğu'nun Limanları" ise Birinci Dünya savaşı sırasında Ermeni-Türk ilişkilerini Osmanlı Hanedanı'ndan birisinin başrolünde olduğu kurgu ile anlatmakta. Biraz kısa olan roman, diğer kitaplar gibi bölümlerden oluşmakta ve baş karakterin anıları olarak sunulmakta. 1996'da yazılan kitap Semerkant gibi katmanlı yapıda olmasa da insanı yormayan ve okumaktan zevk aldığım bir kitap oldu. 58.basımı Nisan 2016 da yapılmış kitabın çevirisi Saadet Özen'e ait. Henüz okumadıysanız Amin Maalouf'un kitaplarından birini okumanızı tavsiye ederim, sanırım ben diğer kitaplarını da sırayla okuma listeme ekleyeceğim.

Sevgiler
Historian

12 Ağustos 2016 Cuma

Haftanın Kitapları XIV

Haftanın Kitapları XIV


Herkese Merhaba, haftanın okunanlarını tarihe not düşmenin vakti geldi. İlk okuduğum kitap blog'da okuduğum kitapları yazmaya başlamadan kısa süre evvel tanıştığım bir Japon yazara ait; Kazuo Ishiguro... Kendisinin okumuş olduğum ilk kitabı "Uzak tepeler"i üç kişilik kitap tartışma grubumuzda ele almış, okumuş, tartışmış ve kitaptaki gizemli sonu bu sayede konuşarak kavramış,akıllıca kurulan olay örgüsünü çok beğenmiştik bu sebeple derhal başka kitaplarını da okunacaklar listesine eklemiştik geçtiğimiz kış. "Beni Asla Bırakma"yı okumanın evveli bu şekilde  kısacası. Kitap YKY basımlı. İlk baskısını Şubat 2007 elimde bulunan baskıyı ise Ocak 2016'da yapmış çeviri ise Mine Haydaroğlu'na ait. Kitabın künyesine yazılan, dikkatimi çeken ve her zaman rastlayamayacağımız bir bilgi de hoşuma gitti, çeviriye temel alınan baskı. Bahsetmişken onu da yazayım, kitabın çevirisinde Knopf Canada,2005 kullanılmış. Roman, yatılı okulda büyüyen Kathy'nin anıları ve eskiye dönüşleri şeklinde kurgulanmış. Kathy,bir organ bağışçısı bakıcısı. Bunun sebebi de okuduğu okul, çok küçük yaşlarda okumaya başladıkları "Hailsham" ismindeki okulda yetiştirilme sebepleri organ bağışçısı veya bu bağışı yapan arkadaşlarına bakıcılık yapacak olmaları. Okulda okuyan çoçuklar ileride başına geleceklerin bilincinde. Ben bu durumdaki çoçukların kimsesiz çoçuklardan seçildiğini düşünmüştüm kitabın büyük bir kısmında fakat olay sonra çok farklı bir boyut kazandı, genelde kitapların ayrıntılarına çok girmiyorum ki okumayı düşünenler için merak unsuru itici bir güç olmaya devam etsin, o yüzden bu konuya değinmemek daha uygun. 

Yazar,sade dili ile okuyanların ilgisini canlı tutmayı başarıyor fakat romanda verilmek istenilen düşünceye katkısı olmayan  veya ana konuyu beslemeyen Kathy'nin birçok okul anısı bana biraz fazla lüzumlu gelmedi o yüzden olması gerekenden en az 50 sayfa uzatmış diye düşünüyorum kitabı. Olumsuz anlamda tek eleştirim bu. Aynı zamanda yazarın şu ana kadar okuduğum iki kitabını göz önünde bulundurursam, karakterlerin çoğunun kadın olması dikkatimi çeken bir diğer unsur. Uzak Tepeler'de bir anne ve kızı ile komşuları olan kadınla yaşadıkları durum söz konusu iken Beni Asla Bırakma'da baş karakter onun en yakın arkadaşı, okul yöneticisi ve kitapta yine önemli karakterlerden, çoçukların sanatsal çalışmalarını belli aralıklarla toplayan kişi ile çoğu öğretmen kadın... 

Diğer kitabım ise Nobel Ödüllü yazar Jose Saramago imzalı, Kabil. Saramago'nun dini ele alıp net şekilde ironilerle yazdığı konunun baş karakteri hepimizin bildiği ilk kardeşi Habil'i öldüren, Adem ve Havva'nın oğlu Kabil. Kabil'in Zaman'da yolculuk yapabildiği ve ölmediği kitapta, dini bazda önemli olayların gerçekleştiği  mekanlara giderek onlara tanık olması bu olayları ele alması ve Efendi (Tanrı) ile ilgili düşünceleri ona seslenişi yer alıyor. Bölümlerden oluşan kitapta:Yaratılış, Lut kavminin helak edilmesi, İbrahim'in oğlu İsmail'i kurban olarak sunmaya çalışması, Nuh'un gemisi gibi genel dini olayları görebiliyoruz. Tabiki tahmin edebileceğimiz gibi kitap basılmasından sonra ufak çaplı bir kıyamet kopmuş ele aldığı konular sebebiyle de sansüre de maruz kalmış. İlk 30-40 sayfa yazarın dili her zamanki üslubundan daha yavan  gelmişti ama sonradan bu durum düzeldi ve kitabı memnun olarak bitirdim. Künyemizi de yazarak yazının sonuna gelelim: Kırmızı Kedi Yayınevi'nden çıkan kitap ilk basımını Eylül 2011,13.basımını ise Mart 2016 yılında yapmış, çevirisini Işık Ergüden üstlenmiş. 

Sevgiler
Historian

5 Ağustos 2016 Cuma

Haftanın Kitapları XIII

Haftanın Kitapları XIII


Bu yazı, 'Haftanın Kitapları' başlığı altında olsa da itiraf etmeliyim ki bu hafta okumuş olduğum kitaplar değil. "Haftanın Kitapları"nın son incelemesinden bu yana okuduğum üç kitap. Bu duruma değindikten sonra kitaplarımıza geçebiliriz. 

Kitaplardan ikisi uzun zamandır kitaplıkta okunmayı bekleyen inceleme, biri ise modern klasiklerin son sayılarından roman. "Tunç Çağının Sonu" İş bankası Kültür Yayınları tarafından Ekim 2014'te basılmış, Robert Drews imzalı ve Tolga Ersoy ile Gürkan Ergin'in dilimize kazandırmış olduğu bir eser. Kitabın amacı İ.Ö 1.200 dolaylarında özellikle Akdenizde hakim güçlü devletlerin,kültürlerin; birden yıkıma maruz kalmasının yıllardır tartışıla-gelen sebeplerini irdelemek ve değişik savlarla akıl yürütme yöntemiyle sonuca ulaşmak diyebilirim. Bu öyle bir dönem ki Batı'da Miken, Anadolu'da Hitit siyasi egemenliklerinin birden son bulduğu Mısır'ın da çok zor durumlara girdiği bir dönem. Bu kadar etkili ve ani bir yıkıma neyin sebep olduğu konusu yıllarca farklı görüşler ortaya çıkmasına sebep olmuş, kitabımızda bu görüşleri ele alıp en akla yatkın olanı bulmaya çalışıyor... 

Freud'un Din konusunda yazdığı bu kitap Payel Yayınevi'nden 2002 mayıs çıkışlı açıkçası beklentimi yüksek tutmuş olacağım ki hayal kırıklığı yaşadım, çok kavramsal ve konunun özünden uzak buldum Freud'u... 

Son kitap ilk defa okuduğum yazarlardan, mayıs 2016 basımlı, İş Bankası Kültür Yayınları'ndan Modern Klasikler serisinden 77 numaralı 'Boyalı Peçe'. 1900'lü yılların başında geçen kitap bir kadının aldatma hikayesi diyebiliriz.Kitap sonuna kadar bir sürprizle karşılaşma beklentim boşa çıkınca, bir süre modern klasikler serisinde çıkan kitaplarla arama mesafe koymaya karar verdim, daha nitelikli kitaplarla serinin devam etmesini temenni ediyorum.



Sevgiler

Historian

1 Temmuz 2016 Cuma

Haftanın Kitapları XII

Haftanın Kitapları XII


Pek ayrıntıya girmeden, haftanın okunanlarını şuraya not düşelim en iyisi. Bir yazarı ilk defa okuyorsam genellikle iki kitabını peş peşe okuyup onun üslubu hakkında kendimce daha fazla çıkarım yapmaya çalışıyorum;Uzak Doğu edebiyatından Ha Jin'in gördüğünüz iki eserini bu hafta okuyup değerlendirme fırsatım oldu. 

Eserlerin temelini Çin, daha doğrusu komün hayatının hüküm sürdüğü Çin kültürü oluşturuyor. Yazar kuşak olarak soğuk savaş dönemi sonrası kuşağından olsa da sanırım ailesinden dolayı dönemden oldukça etkilenmiş ki eserlerinde bu öğeye oldukça fazla yer vermiş. 

"Bir İhanetin Haritası" Sovyetler,Amerika, Uzak doğu arasında geçen soğuk savaş dönemindeki bir casusluk hikayesi. Baş karakterimiz Amerikada CIA için çeviri yapan bir Çinli. Anlatım oldukça duru, kitabımız, kaliteden yoksun olarak Matbuat yayın grubundan çıkmış, çevirisini, kağıdını, kapağını taktir ettiğimi söyleyemeyeceğim. 

Diğer kitabı "Küçük Havuzdaki Büyük Balık" ise yine komünist Çin'de, sistem çarklarının her birinin yükünü üzerinde hisseden sıradan bir işçi ve onun amirleri ile mücadelesi yer alıyor. "O yazarda sonra hayatım değişti" derseniz bir gün, o yazar Ha Jin değildir bence, yinede Uzak Doğulu yazarlar arasında okuduklarım arasında Batı'ya en yakını, gizem veya mistisizm yok, düz ve yormayan cinsten bir biçemi var. 

Bir diğer kitap "Hitler Kitabı" ilk baskısı olduğu Zaman 2009'da bu kitap ilgimi çekmiş ama  bir türlü alıpta okumamıştım, 4.baskısını 2013'te yapımış ben de geçen aylarda aldım. Kitap aslında Hitler'in İki yaverinin verdiği ifadeler neticesinde Stalin için hazırlanan biraz da okuyacak olanın okuma zevkleri göz önüne alınarak kurgulanan bir gizli belge. Yıllar sonra gizliliği kaldırılıp erişime açılmış ve bu yüzden anlatılanların bir kısmı zaten belgesellerde de yer aldığı için hiç bilmediğimiz sırlar vermiyor bize kitap, ama okurken sıkılmadım fena değildi. NTV'nin diğer yayınları gibi merak uyandırıcı. 

Son kitapta Descartes, metafizik üzerine düşünceler;Tanrı, ruh, akıl, zihin, varlık gibi kavramları, kendi deyimiyle, tüm ön yargılardan, ve doğru olarak bildiklerinden arınıp tekrar ele alıyor ve bunları irdeliyor. Hızlı akan, çeviri dili çok başarılı bir kitap. İşte okunanlar böyle. 

İyi haftasonları.

Sevgiler
Historian

22 Nisan 2016 Cuma

HAFTANIN KİTAPLARI VII

HAFTANIN KİTAPLARI VII


Yaklaşık 1 ay zorunlu ara verdikten sonra haftanın kitapları ile tekrar buralardayım. Bu süre genellikle makaleler ve bazı kitaplardan bölümler okuma ile geçtiği için maalesef edebiyattan, felsefeden biraz uzak kaldım o sebeple gelecek hafta bu kitap açlığı ile 4-5 roman okuyup,onlardan bahsetmem yüksek ihtimal. 

Haftanın kitaplarını yazmadığım bu birkaç haftada ise şu 3 kitabı okudum; ilk kitap: Roma'nın Yurtsever Tarihçisi Titus Livius, Bedia Demiriş'in yazdığı, Arkeoloji ve Sanat Yayınları'ndan çıkan bu kitap geçen haftalarda okumuş olduğum yine Bedia Demiriş'in  Tacitus'u gibi Roma dönemi tarihçiliği hakkında. 

Roma krallık döneminde yüksek magistiratların yani memurların tutmaya başladığı basit kayıtlar olup sonra gelişim gösteren "Commentarii" ler, din görevlileri pontifexlerin tuttuğu yıllıklar olan "Annales Maximi"ler ve daha bir kaç eski kayıt tutma belgelerinin tanımlarını içeren bölümlere yer veren Bedia Demiriş sonra Livius'un tarihçiliğine, üslub ve biçemine, ona yöneltilen olumlu-olumsuz eleştirilere değiniyor ve onun üstünden dönemin tarihçiliğine değiniyor,bilgilerin okuyucuya sunuluş şekli ve içeriği açısından çok yararlandığım bir kitap oldu,hem bir ders kitabı olarak tarihçilere veya Latin dili gibi bölümlerde okuyanlara hem de genel okuyucuya hitap eden bir eser. 

Bir diğer okuduğum kitap ise: Sina Akşin'in "Kısa Türkiye Tarihi" en sevdiğim yayınevlerinden olan İş Bankası'ndan Eylül 2007'de ilk basımı olmuş bir kitap. Maalesef beni hüsrana uğratan bir kitap oldu Osmanlı ve Türk kültür hayatı hakkında güzel tanımlarla başlayan kitap Tanzimat Fermanı (1839) ile olayları ele almaya başlayıp 2000'li yıllara kadar belli başlı olayları sıralıyor. Bana kalırsa genel okuyucu,yani biraz neler olmuş diye fikir edinmek, akademik seviyede bilgi peşinde olmayan ve ayrıntılarla boğulmak istemeyen okuyucu için bile çok yüzeysel bir kitap, Vikipedi'de daha tatmin edici düzeyde bilgilere ulaşmak, okumak mümkün. Aynı zamanda yazar niyeyse daha evvel kimsenin kullanmadığı terimler ve kısaltmaları kullanarak dikkatimi çekti, örneğin Mondros Mütarekesine; "Mondros bırakışması" demesi veya İttihat  ve Terakki'ye kısaca İT, Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyetini ise ARMHC demesi ve devamlı öyle kullanması. "Bana göre böyle denmeli" diyerek terminolojiye farklı bir boyut ekleme lüksünün olmaması gerektiği bir alan tarih, bu tip farklı kullanımlar aynı konu hakkında bilgi düzeyini arttırmak isteyen insanlar için sıkıntı çıkarabilecek olduğu kadar, okuyucunun canını sıkan yenilikler olmaktan öteye gitmemekle birlikte okuyucunun gözünde yazılan konunun da içini boşaltmakta bana kalırsa. Demekki,başında bişeyi bize kısaca sunmayı vaad eden kitaplardan uzak durmak ve tedbirli olmak gerek yoksa bildiklerimizi de unutmak mümkün. 

Ve hüsranlarla dolu okumalarımın son kitabında "Genç Werther'in Acıları"mevcut Goethe'nin yazdığı dönemde bir çok insanın intihar etmesine sebep olan bu kitap okuduktan sonra bende de bir düşünce meydana getirdi elbette; "Bu insanlar niye intihar etti?" Can Yayınları'nın  mini kitap versiyonunu bizlere sunduğu kitapta genç bir adamın arkadaşına yazdığı gel-git dolu ruhsal dünyasının yansıması olan mektupları görüyoruz. İlgimi çekmeyen konu edebi yönden de zayıf olunca,öylesine okumuş olduğum bir kitap olarak  listeme eklendi Genç Werther o yüzden üzerinde durmam gereken pek bi husus yaratmadı. Bu hafta herkese verimli ve güzel okumalar dilerim, benden bu kadardı, görüşmek üzere...

Sevgiler
Historian

18 Mart 2016 Cuma

HAFTANIN KİTAPLARI V

HAFTANIN KİTAPLARI V


Bu hafta okuduğum iki kitapta Roma tarih yazımı ve tarihçiliği ile alakalı. İlki, tarih yazarı Tacitus ve onun yazdığı Annales isimli eseri; eserde takındığı anlatımdan yola çıkarak tarihçiliği  hakkında yazılmış bir incelemeden meydana gelen kitap Augustus dönemine biraz değindikten sonra Tiberus, Caligula,Claudius ve Nero imparatorluklarını anlatmaya koyuluyor. Augustus dönemine değinişi giriş niteliğinde olduğu için esas anlattığı dönem aralığı İ.S.14-68 yılları, Annales yani tarih anlamına gelen bu eserini Tacitus'un İ.S 116 yıllarında yazmaya başlamış olabileceği düşünülmekte,eseri yazarken dikkat ettiği unsurun tarafsızlık olduğu görülen Tacitus, yazarların imparator döneminde korkudan onu öven yazılar yazdığını imparator ölünce içlerinde biriktirdikleri kin dolayısı ile de bu sefer aynı imparator hakkında nefret içeren yazılar yazdıklarını bu sebeple yazılan tarihin tarafsız olamadığını kendisinin bu konuya özellikle dikkat ettiğini okuyoruz. 

224 sayfadan meydana gelen kitabın yarısı Tacıtus'un ve onun öncesinde Roma tarih yazımının, kaynaklarının, üslubunun incelenmesinden meydana geliyor. Daha sonra ise Annales isimli eserin özeti bulunmakta, Bedia Demiriş'in yazdığı bu kitap 2002 Arkeoloji ve sanat yayınları, İstanbul künyesine sahip. 

Bir diğer kitap Eutropius'un: Breviarum Historiae Romanae yani Roma Tarihinin Özeti. Benim sevdiğim yayın evlerinden biri olan Kabalcı'dan 2007 yılında Çiğdem Menzilcioğlu  çevirisi ile basılan kitap Latince ve Türkçesi yan yana basılmış durumda misalen 34. Sayfada Latincesi yandaki 35.sayfada Türkçe çevirisi yer alıyor. Eutropius'un İ.S 369 yılında, İmparator Valens'in isteği üzerine kaleme aldığı eser Roma tarihini pek bilmeyen komutanlar'ın bilgi sahibi olmasını amaçlarken bir diğer amacı Persler'e karşı başlatılması düşünülen savaşı haklı göstermektir. 

Propaganda niteliğinde yazılmış olan eserde,  Roma'nın başarıları ne kadar çok ele alınmışsa dile getirilmesi istenmeyen durumlar üzerine de az durulmuş.Romanın İ.Ö 753 yılında kurulmasından başlatılan tarih kronolojik olarak İ.S 364 yılına kadar yalın bir şekilde anlatılmakta ve her ne kadar propaganda amaçlı yazılsa da Roma'nın yenilgilerine kayıplarına ve yıllarca çektiği sıkıntıları da yer vermesiyle dozunda bırakılan taraf olma durumu bulunan eser kıymetli bir genel tarih durumunda... Haftanın okunanları böyle, görüşmek dileğiyle.


Sevgiler
Historian


24 Şubat 2016 Çarşamba

İnsan öldükten sonra kütüphanesine ne olur?

İnsan öldükten sonra kütüphanesine ne olur?


Umberto Eco (U. E) - Jean-Claude Carriere (J. -C. C. )
Söyleşiyi yöneten: Jean-Philippe deTonnac (J. -P. de T)



J. -P. de T. : Jean-Claude, bize, kütüphanenizin bir kısmım satmak zorunda kaldığınızı ve bundan dolayı çok büyük üzüntü duymadığınızı söylediniz. Şimdi size oluşturduğunuz bu koleksiyonların geleceğini sormak isterim. İnsan böyle bir koleksiyonun, bir bibliyofili uğraşının yaratıcısıysa, kendisi artık ilgilenemeyecek durumda olacağı zaman bu koleksiyonun başına ne geleceğini kaçınılmaz olarak göz önünde bulunduruyordur herhalde. İzin verirseniz, siz yok olduktan sonra kütüphanelerinizin kaderinin ne olacağım konuşmak isterim.


J. -C. C. : Koleksiyonum gerçekten de budandı, ama tuhaftır, koca bir yığın güzel kitabı satmak bana hiç üzüntü vermedi. Bu vesileyle hoş bir sürpriz yaşadım. O zamanlar epey güzel şeyler, elyazmaları, ithaf edilmiş eserler içeren sürrealist arşivimin bir kısmını Gerard Oberle’ye emanet etmiştim. Oberle bunları azar azar piyasaya sürmeyi üstlenmişti.
Nihayet borçlarımı ödediğim gün, bu satış işinin ne durumda olduğunu öğrenmek için onu aradım. Alıcı bulmayan daha epey kitap olduğunu söyledi. Onları bana geri göndermesini istedim. Aradan dört yıldan fazla geçmişti. Unutuş çoktan işini görmeye başlamıştı. Sahip olduğum kitaplara, keşfin verdiği hayretle karışık büyük bir hayranlıkla kavuştum. İçmiş olduğumu sanıp da meğer dokunmadığım koca koca şişeler gibi.
Ben öldükten sonra kitaplarıma ne mi olacak? Karımla iki kızım karar verecekler buna. Yalnız vasiyetimde, falanca ya da filanca kitabı falanca ya da filanca dostuma bırakıyorum diye yazacağım şüphesiz. Ölüm sonrası hediyesi gibi, bir işaret, bir devir teslim gibi. Beni hepten unutmayacağından emin olmak için. Size hangisini bırakmak isteyeceğimi düşünüyorum şu an. Ah, sizde eksik olan Kircher elimde olsaydı keşke... ama yok.

U. E. : Benim koleksiyonuma gelince; dağılmasını istemem elbette. Ailem bir halk kütüphanesine verebilir ya da müzayedede satabilir. O zaman eksiksiz olarak bir üniversiteye satılmış olur. Benim için önemli olan tek şey bu.

J. -C. C. : Sizin hakiki bir koleksiyonunuz var. Uzun soluklu bir çabayla kurdunuz bu eseri, parçalanmasını istemezsiniz. Normal. Belki de, sizi kendi yazdıklarınız kadar iyi anlatan bir eser. Kendimle ilgili olarak da aynı şeyi söyleyeceğim: Kütüphanemin kurulmasına yön veren eklektizm de aynı şekilde beni gayet iyi anlatıyor. Ömrüm boyunca dağınık olduğumu söyleyip durdular. Yani kütüphanem de aynı bana benziyor.

U. E. : Benimki aynı bana benziyor mu bilmiyorum. Söyledim, inanmadığım eserlerin koleksiyonunu yapıyorum, yani kütüphanem beni tersten yansıtıyor. Ya da belki, çelişkili bir kafa yapısı olarak beni yansıtıyor. Emin olamayışımın sebebi koleksiyonumu çok az kişiye göstermiş olmam. Kitap koleksiyonu kendini tatmine yönelik bir olgudur, tek başına yapılır; tutkunuzu paylaşabilecek kişilere nadiren rastlarsınız. Çok güzel tablolarınız varsa, insanlar onları hayranlıkla seyretmek için evinize gelirler. Ama eski kitap koleksiyonunuzla sahiden ilgilenecek kimseyi bulamazsınız asla. Hiçbir çekiciliği olmayan küçük bir kitaba niye bu kadar önem verdiğinizi ve sizin için niye yıllar süren araştırmalara mal olduğunu anlamazlar.

J. -C. C. : Zaafımızı haklı göstermek için şunu söyleyeyim: Orijinal kitapla neredeyse bir insan gibi ilişki kurabilirsiniz. Bir kütüphane, size refakat eden, yaşayan arkadaşlar, bireyler topluluğu gibidir. Kendinizi biraz yalnız, biraz çökmüş hissettiğinizde, onlara başvurabilirsiniz. Oradadırlar. Hem arada sırada kazı çalışmaları yapar, mevcudiyetini unuttuğum saklı şeyler keşfederim.

U. E. : Söyledim ya, tek kişilik bir günahtır. Esrarengiz sebeplerden dolayı bir kitaba duyabileceğimiz bağlılığın, onun değeriyle hiçbir ilgisi yoktur. Çok bağlı olduğum kitaplarım var ama ticari değerleri pek büyük değil-

J. -P. de T. : Koleksiyonlarınız bibliyofili bakımından neyi temsil ediyor?

U. E. : Kişisel kütüphane ile eski kitap koleksiyonu genellikle birbirine karıştırılıyor bence. Benim asıl yaşadığım evde ve öbür evlerimde elli bin kitabım var. Ama bunlar çağdaş kitaplar. Nadir kitaplarım bin iki yüz başlıktan oluşuyor. Ancak, bir fark daha var. Eski kitaplar benim seçtiklerim (ve para ödediklerim), çağdaş kitaplarsa hem yıllar içinde satın aldıklarım hem de bir saygı belirtisi olarak bana -günden güne daha çok sayıda- gönderilenler. Ne var ki, bir yığınını öğrencilerime verdiğim halde, içlerinden epey büyük bir miktarım da alıkoyuyorum, böylece elli bin rakamına varıyoruz.

J. -C. C: Masal ve efsane koleksiyonumu bir yana koyacak olursam, toplam otuz-kırk bin kitabım var, bunların iki bin kadarı eski kitaplar. Ama bu kitapların bazıları kimi zaman bir yük oluyor. Bir dostunuzun size ithaf ettiği kitaptan ayrılamıyorsunuz mesela. Bu dostunuz evinize gelebilir. O zaman da kitabını görmesi icap eder, hem de iyi bir yerde.
Kendisine bir ithaf yazılmış kişinin ismini ithaf sayfasından kesip çıkaranlar var, ellerindeki nüshayı rıhtımlardaki sahaflarda satabilsinler diye. Bu yaptıkları, sayfa sayfa satmak için incunabula’ları kesip biçmek kadar korkunç bir şey. Size de, Umberto Eco’nun dünyadaki tüm dostlarından kitaplar geliyordur tahminimce!

U. E. : Bu konuda bir hesap yaptım ama üstünden biraz vakit geçti. Güncellemek lazım. Milano’daki bir dairenin metrekare fiyatını göz önünde bulundurdum, bu daire ne tarihî merkezde (çok pahalı) ne de işçi mahallelerinde olacaktı. O zaman, bir ölçüde burjuva saygınlığına sahip bir konut için metrekaresine 6000 avro ödemem gerektiği fikrine alışmalıydım, yani elli metrekarelik bir yüzölçümü için 300000 avro. Kapıların, pencerelerin yerini ve dairenin “düşey” diyebileceğimiz alanını kaçınılmaz olarak daraltacak öbür unsurların, bir başka deyişle kitap raflarının konmasına elverişli duvarların yerini bu hesaptan düşecek olursam, olsa olsa yirmi beş metrekareyi dikkate alabilirdim gerçekte. Demek ki, düşey bir metrekare bana 12000 avroya mal oluyordu.
Altı raflı, en ekonomik olanından bir kütüphane için en düşük fiyatı hesaplayınca, metrekare başına 500 avro yapıyordu. Bir metrekareden altı rafa, yaklaşık üç yüz kitap yerleştirebilirdim şüphesiz. Demek ki her kitabın yeri 40 avroya geliyordu. Yani fiyatından daha pahalıya. Sonuç olarak, bana gönderilen her kitap için, gönderen içine aynı tutarda bir çek yazıp koymalıydı. Daha büyük boyda bir sanat kitabı için, çok daha fazlasını hesaplamak gerekiyordu.

J. -C. C: Çeviriler için de aynı şey geçerli. Kitabınızın Birmanya dilindeki beş nüshasını ne yapıyorsunuz? Olur da bir Birmanyalıyla tanışacak olursam ona hediye ederim, dersiniz. Ama beş Birmanyalıyla tanışmaksınız!

U. E. : Kitaplarımın çevirileri bir mahzen dolusu. Hapishanelere göndermeyi denedim; İtalyan hapishanelerinde Alınanlardan, Fransızlardan ve Amerikalılardan çok Arnavutlar ve Hırvatlar vardır herhalde diye düşündüm. Onun için de kitaplarımın bu dillerdeki çevirilerini gönderdim.

J. -C. G: Gülün Adı kaç dile çevrildi?

U. E. : Kırk beş. Berlin Duvarı’nın yıkılışından sonrasını da hesaba katan bir rakam bu, dolayısıyla, eskiden bütün Sovyet cumhuriyetleri için Rusça mecburi dil sayılırken, duvarın yıkılışından sonra kitabı Ukraynacaya, Azericeye vs. çevirmek gerekti. Bu acayip rakam bundan ileri geliyor. Her çeviri için beş ila on nüsha diye hesap ederseniz, iki yüz ila dört yüz kitap mahzeninizi mekân tutmuş demektir.

J. -C. C. : Burada size bir sırrımı vereyim: Kendimden bile saklayarak, bazen kitap attığım oluyor.

U. E. : Bir keresinde, jüri başkanının hatırı için, Viareggio Ödülü jürisine girmeyi kabul ettim. Jüride yalnızca deneme bölümü için yer alıyordum. Her jüri üyesine, bütün kategorilerde yanşan ne kadar kitap varsa geldiğini fark ettim. Sırf şiiri ele alacak olursam [sizin de bildiğiniz gibi, dünya muhteşem dizelerini kendi ceplerinden ödeyerek yayımlayan şairlerle dolu), ne yapacağımı bilmediğim sandık sandık şiir kitabı geliyordu. Bunlara bir de yarışmadaki öbür bölümlerin kitapları ekleniyordu. Bu kitapları belge olarak saklamam gerektiğini düşündüm. Fakat çok geçmeden evimde yer sorunuyla karşılaştım ve neyse ki sonunda Viareggio Ödülü jürisindeki görevimden çekildim. Şairler büyük farkla en tehlikelileridir.

J. -C. C. : Şu Arjantin fıkrasını duymuşsunuzdur, bildiğiniz gibi Arjantin çok sayıda şairin yaşadığı bir ülkedir. O şairlerden biri eski bir dostuyla karşılaşır ve elini cebine atarak şöyle der: “Hah! Tam vaktinde çıktın karşıma, demin bir şiir yazdım, sana okumam lazım. ” Bunun üzerine öbürü de elini cebine atar ve şöyle der: “Dikkat et, bende de bir tane var!”

U. E. : Arjantin’de şairden çok psikanalist var, öyle değil mi?

J. -C. C. : Öyle görünüyor. Ama ikisi birden olunabilir.

U. E. : Benim eski kitap koleksiyonum, Hollandalı bibliyofil Ritman’ın kurduğu BPH, Bibliotheca Philosophica Hermetica ile kıyaslanamaz elbette. Bu konuda sahip olunması gereken her şeye aşağı yukarı sahip olduğundan, son yıllarda, hermetizmle ilgisi olmasalar bile, değerli incunabula’lann da koleksiyonunu yapmaya başladı. Sahip olduğu çağdaş kitaplar büyük bir binanın üst kısmını olduğu
gibi kaplıyor, eski kitaplarıysa harikulade bir şekilde düzenlenmiş bir mahzende duruyor.

J. -C. C. : Americana61 diye adlandırılan malzemelerle ilgili eşsiz birtakım oluşturmuş olan Brezilyalı koleksiyoncu Jose Mindlin, kitapları için bir ev inşa ettirdi. Brezilya hükümeti o öldükten sonra kütüphanesine baksın diye bir vakıf kurdu. Benim, çok daha mütevazı bir şekilde, iki küçük koleksiyonum var; onları özel olarak değerlendirmek isterim. Birinin dünyada bir benzeri yok sanırım. Masalları ve efsaneleri, her ülkenin kurucu anlatılarını bir araya getiriyor. Bibliyofili anlamında değerli kitaplardan oluşan bir koleksiyon değil. Bu anlatılar anonim, baskıları genellikle sıradan, bazı nüshalarsa yıpranmış durumda. Üçdört bin ciltten oluşan bu takımı bir halk sanatları müzesine ya da bu alanda uzmanlaşmış bir kütüphaneye bırakmak isterim. Ama henüz bulamadım.
Özel olarak değerlendirmek istediğim [ama nasıl bilmem) ikinci koleksiyonumsa, karımla birlikte oluşturduğum koleksiyon. Daha önce değindiğim gibi, XVI. yüzyıldan itibaren “Eski İran’a Seyahat” başlığı altında toplanan kitaplara ilişkin. Belki günün birinde kızımız ilgilenip uğraşır.

U. E. : Benim çocuklarım ilgilenip uğraşacağa benzemiyor. Joyce’un Ulysses’inin ilk baskısına sahip oluşum oğlumun hoşuna gidiyor, kızımsa XVI. yüzyıldan kalma Mattioli’nin bitkibilim kitabını inceliyor sık sık, ama hepsi bu kadar. Kaldı ki, ben de elli yaşından sonra hakiki bir bibliyofil oldum.

J. -P. de T. : Her ikiniz de hırsızlardan korkmuyor musunuz?

J. -C. C. : Bir gün, bir kitabımı çaldılar, hem de herhangi bir kitap değil, Sade’ın Yatak Odasında Felsefe'sinin orijinali. Hırsızın kim olduğunu bildiğimi zannediyorum. Bir taşınma sırasında oldu. Bir daha da bulamadım.

U. E. : İşi bilen biriymiş. En tehlikelileri bibliyofil hırsızlardır, tek bir kitap çalanlar. Kitapçılar bu kleptoman müşterilerin kimliğini sonunda saptar ve meslektaşlarına bildirirler. Normal hırsızlar koleksiyoncu için tehlikeli değildir. Gariban soyguncuların koleksiyonumu çalmaya kalktıklarını düşünelim. Bütün kitapları sandıklara koymak iki gecelerini alır, taşımaları için de kamyon gerekir.
Daha sonra (malın tümünü eksiksiz olarak Arsene Lupin satın alıp Aiguille creuse’de62 saklamamışsa), sahaflar onlara gülünç bir miktar para verir, bunu da ahlaki kaygıları olmayan satıcılar yapar yalnızca, çünkü çalıntı mallar olduğu barizdir. Kaldı ki, iyi bir koleksiyoncu her nadir kitap için bir fiş hazırlar, kusurlarına varana kadar her türlü ayırt edici işaret belirtilir, ayrıca polisin sanat eserleri ve kitap hırsızlığında uzmanlaşmış bir kolu vardır. Mesela İtalya’da, polisin bu kolu son derece etkilidir, becerilerini savaş sırasında kaybolmuş sanat eserlerini bulmak için uğraştıkları dönemde edinmişlerdir çünkü. Son olarak da, eğer hırsız yalnızca üç kitap almaya karar verir de, en pahalıları bunlardır diye düşünerek en büyük boy olanları veya en güzel cilde sahip olanları alırsa muhakkak yanılacaktır, en nadir kitap fark edilmeyecek kadar küçük olabilir.
En büyük risk, filanca kitaba sahip olduğunuzu bilen ve o kitabı çalma pahasına da olsa mutlak surette ele geçirmek isteyen deli bir koleksiyoncunun özel olarak yolladığı kişinin göze aldığı risktir. Ancak elinizde Shakespeare’in 1623 tarihli Folio’su olmalıdır, yoksa onca risk almaya değmez.

J. -C. C. : Bilirsiniz, eski mobilya katalogları teşhir eden "antikacılar” vardır, hâlbuki o mobilyalar hâlâ sahiplerinin evlerindedir. Siz ilgilenirseniz, bir tek o mobilyayı alıp gitmek için hırsızlık tertiplerler. Ama söylediklerinize genel olarak katılıyorum. Bir kere soyuldum. Hırsızlar televizyonu, radyoyu, ne olduğunu hatırlamadığım bir şeyler daha aldılar ama tek bir kitaba dokunmadılar. On bin avroluk hırsızlık yaptılar, hâlbuki tek bir kitap alsalardı, o miktarın beş ya da on katını ceplerine koyarlardı. Demek ki cahillik bizi koruyor.

J. -P. de T. : Her kitap koleksiyoncusunun aklımın bir köşesinde yangın saplantı haline gelmiştir tahminimce...

U. E. : Ya evet! Koleksiyonumu sigortalatmak için hatarı sayılır bir miktar ödememin sebebi bu. Yanan bir kütüphane hakkında bir kitap yazmış olmam tesadüf değil. Ya evim yanarsa diye korkarım hep. Niye korktuğumu da biliyorum artık. Üç yaşından on yaşına kadar yaşadığım daire, bizim belediyenin itfaiye şefinin dairesinin alt katındaydı. Çok sık olarak, bazen haftada birkaç kere, gecenin bir vakti bir yerlerde yangın çıkar ve itfaiyeciler, sirenlerini çalarak, şeflerini uykusundan kaldırmaya gelirlerdi. Çizmelerinin merdivendeki sesini duyup uyanırdım. Ertesi gün, karısı anneme felaketin bütün ayrıntılarını anlatırdı... Yangın tehdidi çocukluğuma niye tebelleş olmuş anlıyorsunuzdur.

J. -P. de T. : Sabırla bir araya getirilmiş koleksiyonlarınızın geleceğinin ne olacağı konusuna dönmek isterim...

J. -C. G: Karımla kızlarımın, mesela veraset vergisini ödemek için koleksiyonumu kısmen veya tamamen satacaklarını tahayyül edebilirim. Kederli bir düşünce değil bu, aksine: Eski kitaplar piyasaya döndüklerinde, dağılırlar, başka yere giderler, bililerini mutlu ederler, bibliyofili tutkusunu devam ettirirler. Albay Sickels’ı muhakkak hatırlarsınız, XIX. ve XX. yüzyıl Fransız edebiyatının hayal edilebilecek en olağanüstü koleksiyonuna sahip şu zengin Amerikalı koleksiyoncu. Hayattayken koleksiyonunu Drouot’da sattı. Satış on beş gün sürdü. Bu unutulmaz satıştan sonra onunla karşılaştım. Pişman değildi. Birkaç yüz hakiki kitap meraklısının kalbinde iki hafta boyunca bir ateş yakmış olmaktan dolayı gururluydu hatta.

U. E. : Benim ilgi alanım o kadar özel ki, koleksiyonumun gerçekten kimin ilgisini çekebileceğini tam olarak kestiremiyorum. Kitaplarımın, sonunda, bir gizli bilim meraklısının eline düşmesini istemem, onlara mutlaka bağlanacaktır ama başka sebeplerden. Koleksiyonumu Çinliler satın alır belki de. Amerika Birleşik Devletleri’nde yayımlanan Semiotica dergisinin bir sayısı geldi, Çin’ de göstergebilime ayrılmış. Benim kitaplarımdan yapılmış alıntılar, bizim bu alanda uzmanlaşmış çalışmalarımızda yer alanlardan daha çok. Belki günün birinde koleksiyonum, Batı’nın tüm çılgınlıklarını anlamak isteyecek Çinli araştırmacıların ilgisini başkalarından daha çok çeker.


KİTAPLARDAN KURTULABİLECEĞİNİZİ SANMAYIN (içinde)
Umberto Eco (U. E) - Jean-Claude Carriere (J. -C. C. )
Söyleşiyi yöneten: Jean-Philippe deTonnac (J. -P. de T)
Fransızca aslından çeviren Sosi Dolanoğlu
Can Yayınları, 2014, İstanbul, s: 391-406