Antik Çağ Tarihi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Antik Çağ Tarihi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

7 Şubat 2011 Pazartesi

Lidya Uygarlığı

Lidya Uygarlığı

(M.Ö. 700-300) Batı Anadolu´da Gediz ve Küçük Menderes yörelerinde oturan bu halkın nereden geldiği kesin olarak belirlenememiştir. Antik dönem yazarları onların güneydeki Karyalılar ile kuzeydeki Mysialılar ve Frigler ile akraba olduklarını söylerler. Hint-Avrupa karakterli bir dilleri olan Lidyalıların Batı Anadolu´da M.Ö. 2. binyılın ikinci yarısından itibaren varoldukları kabul edilmektedir. En ileri dönemlerindeki kralları aşağıda verilmektedir :

Gyges M.Ö. 680-652
Ardys M.Ö. 652-625
Sadyattes M.Ö. 625-610
Alyattes M.Ö. 610-575
Kroisos M.Ö. 575-546

Lidya´nın parlamasının nedeni bölgede bulunan altın madenleriydi. Bu madenin M.Ö. 7. yüzyılın başından beri Sardes´te işletilmeye başlaması Lidya´lıları zenginleştirmiş ve güçlendirmişti. Lidya´nın Anadolu´daki uygarlığa katkısı daha çok ekonomi dalında olmuştur. Altın sikkeler basarak ticaretteki değiş-tokuş usulünü değer ekonomisine çevirmişlerdir.

Lidya tarihinin bazı dönemlerinde Frigleri de yıkan Kimmerlerin saldırısına uğradı ve Sardes kenti Kimmerlerle birlikte yine göçebe bir topluluk olan Trerler tarafından da yağmalandı. Ayrıca Medler ve Perslerle de çeşitli kez savaşlar yapmışlardır. M.Ö. 28 Mayıs 585 günü Medlerle yapılan savaş sırasında güneş tutulması meydana gelmiş ve savaş böylece sona ermiştir. Lidya devletine son veren Pers kralı Kyros olmuştur.

Lidya soyluları ölülerini, Friglerdeki gibi tümülüslere gömüyorlardı. Bu tümülüsler Sardes´in kuzeyinde Marmara Gölü kıyısında yer alırlar. Bunlardan 355 m. çapında ve 61 m. yüksekliğindeki tümülüs Anadolu´daki en yüksek yığma mezar örneğidir. Çok zengin olan Anadolu mozayiğinde sözü edilmesi gereken ve bugün de izlerine rastladığımız başka uygarlıklarda vardır.

Demir Çağında incelenmesi gerekenler arasında Karia ve Lykia uygarlıklarını sayabiliriz. Hint-Avrupa ailesinden olan dilleri Hitit öncesi ögeler taşımaktadır. Karialıların daha önceleri Batı Anadolu´da yerleşmiş oldukları bilinen Leleglerden, Lykia´lıların ise Luvilerden geldikleri sanılmaktadır. Lykia uygarlığının en özgün örnekleri arasında kayalara oyulmuş anıtlar yer almaktadır.

Lidya devletinin M.Ö. 546 yılında son bulmasıyla İranlılar Ege Denizi kıyılarına kadar tüm Anadolu´yu ellerine geçirdiler. Pers egemenliği M.Ö. 333 yılına değin sürdü. Bu dönemden sonra yerli kültür gelişiminin yerini Batıdan gelen yeni etkiler ve bunun sonucunda ortaya çıkan bir kültür almaya başladı.

LİDYA TARİHİ

Kökenleri konusunda kesin birşey söylenilemeyen Lidyalılar´ın oturdukları yerlere MÖ 2. Bin yıldan önce geldikleri bilim adamlarının ortak görüşüdür. Dilleri nedeniyle Hint-Avrupa kökenli oldukları düşünülmektedir. Sonraları Lidce konuşan bu halk kütlesinin MÖ 2000 ya da daha erken bir tarihte Hititler´den ayrıldığı sanılır. Buna karşılık Lidya´da hiç olmazsa Kalkolitik çağdan başlayarak yerli bir halk kitlesinin oturduğu kesindir.

Lidyalı´lar yerli halkla kaynaşmış gibidir. Herodotos´tan öğreniyoruz ki "Yunanlıların Lidya diye bildikleri ülkede eskiden ,Maionlar adında, Lidlerden farklı, ama onlara tümüyle yabancı olmayan başka bir halk yaşardı. Lidler, Maionları yenip topraklarını alınca onlar da ya denizi geçip batıya kaçtılar ya da kalıp yenenlere boyun eğdiler".

MÖ 7.yy´ın ilk yarısı içinde birdenbire parlayan Lidya krallığı, Önasya dünyasının en ilginç kültürlerinden biridir. Bu krallık ne tam anlamıyla doğulu, ne de tam anlamıyla batılı devletlere benzer; her iki bloğun siyasal ve kültürel etkilerinden oluşmuş yeni bir Anadolu Krallığıdır. Kaynaklara göre Lidya´da üç ayrı sülale hüküm sürmüştür: Atyadlar, Heraklidler(Tylonidler) ve Mermnadlar.

Herodotos´a göre Atyadlar sülalesi Atys´in oğlu Lydos ile başlar fakat Lydos´tan sonra kralların sıraları ve hatta adları bile kesin değildir. Bu da 2.bin yılın ikinci yarısı içinde yaşanmış olması gereken Atyad sülalesi krallarının gerçekte var olmadığı, tüm eski çağ toplumlarındaki gibi, Lidyalılar´ın çok eski bir geçmişe sahip olma istedikleri sonucunda ortaya çıktığı fikrinin oluşmasına neden olmuştur. Ama bu hanedana ait bir kral adı ´Meles´ Hitit kayıtlarında geçmektedir.

Sardes´te yapılan kazılar Son Tunç Çağı´nda (MÖ 1400-1200) Lidyalılar´ın, Yunanistan´dan gelip Batı Anadolu´ya yerleşen Mikenlerle ticaret yaptıklarını ortaya çıkarmıştır. Ayrıca Hitit arşivlerine göre Hitit İmparatoru Tudhaliya IV (MÖ 1250-1220) "Assuwa Konfederasyonu" adıyla birleşerek kendine karşı gelen bir takım devletlere sefer yapmış, bu ülkeleri yıkıma uğratmıştır. Nitekim arkeolojik kazılar 2.bin yılın sonlarında bir düşman güç tarafından yakılıp yıkıldığını göstermiştir.

Atyadlar´ı izleyen Heraklidler sülalesi Lidya´da 505 yıl egemen olmuştur. Başlangıcı MÖ 1192 yıllarına uzanır. Bu tarih yeni Hint-Avrupa kabilelerinin Boğazlar yoluyla Anadolu´ya göç ettikleri ve Büyük Hitit İmpartorluğu´nun ortadan kalktığı yıllardır. Bu sülaleye Grekler´ce tanrı Herakles´le ilişkiye getirelerek "Heraklidler", Lidyalılarca kahramanları Tylos ya da Tylon´un adından "Tylonidler" adı verilmiştir. Tylon´un Batı Anadolu´ya yeni gelen Hint-Avrupa´lı Thraklar´ın bir boyunca getirilmiş olması olasıdır.

Heraklidlerin daha önce bahsettiğimiz Maionlar´a eşitliği ve Demir Çağı´nın başlarında Sardes´e "Hyde", ülkeye de "Maionia" adını verdikleri öne sürülmüştür. Çünkü son Heraklid kralı Kandavles´in adının Maionca olduğu kabul edilmektedir. Ayrıca MÖ 1000 yıllarında Maionia denilen Lidya´ da çanak-çömlekçilikte yeni bir boyalı geometrik biçim meydana gelmiştir ve bu Demir Çağ Lidyasında yüksek bir kültür ve artistik faaliyet olduğunun kanıtıdır.

Daha sonra Mermnadlar denen hanedanın ilk kralı Gyges´in MÖ 685 yılında Lidya tahtına çıkışıyla ilgili oldukça heyecanlı asıl öykü başlar. Karısının güzelliğine hayranlığını kanıtlama derdindeki Kandavles´in kuşkulu dostu Gyges´e yatmaya hazırlanan karısını gizlice seyrettirmesi ve çok kızan Kraliçe´nin kocasını öldürsün diye Gyges´ı gizliden gizliye zorlamasıyla Gyges Kandavles´i öldürür ve kraliçeyle evlenerek tahta geçer. Böylece 141 yıl sürecek olan Mermnad egemenliği başlar.

Lidyalılar eski Önasya´ da birinci derecede önem kazandılar ve özgün eserler yarattılar. (MÖ 587-546) sırayla Gyges, Ardys, Sadyattes, Alyattes ve Kroisos Lidya devletini yönettiler. Bu dönemde Lidya´nın zenginleşmesi ve güçlenmesi de altın madeninin bulunması, işlenmesi ve ticaretin yapılması çok önemli bir faktördür. Bu saydığımız kralların ilk adımda, güç politikasının silahı olarak ekonomik kaynakları kullandıkları sanılır. İlk sikkelerin ortaya çıkışının asker ücretlerinin ödenmesiyle ilgili olduğu bile düşünebilir.

Gyges tarihe geçince Yunan kentlerine karşı askeri girişimlerde bulundu ve kuzeyden gelen Kimmer tehlikesiyle uğraştı. Ve onları yenilgiye uğrattı. Fakat ikinci Kimmer saldırısına dayanamayacak Sardes´in yıkımıyla sonuçlanan savaşta öldü. Bu dönemde Yunanistan´la ticaret ilişkileri çok gelişmiştir.

Gyges´ten sonra gelen krallar döneminde de Kimmer akınları devam etti. Fakat bunlara karşı Lidya devleti çok iyi direndi ve bu da ekonomisinin ne denli güçlü olduğunu gösterir. Yine Gyges´ten sonra gelen krallar Yunan kent devletlerine saldırılar düzenlediler. Alyattes Lidya tarihinin en büyük kişisi ve Mermnad hanedanının en etkin kralıdır. Batı And kıyılarını ele geçirdi ve Batı And´ın kuzey kısmını elinde bulunduran Kimmerleri Kızılırmak´ın ötesine sürdü ve bu sayede Lidya Krallığı´nın gücü yeni boyutlara ulaştı.

Kuzeyli barbarlardan zara görüp zayıflayan Phrygia Lidya´ya bağlandı.Bu dönemin önemli olaylarından biri de nedeni pek bilinmeyen Lidya-Med savaşıdır. Sonuçta Kızılırmak her iki devlet arasına sınır kabul edildi. Alyattes Lidyalılar´la Grekler arasındaki ilişkilere çok değer verdi; Miletos´ta iki tapınak inşa ettirdi; Delphi´deki kehanet merkezine armağanlar yolladı; Korint tiranı Periandros ile dostluk ilişkileri kurdu. Bu kraldan itibaren Grek etkisi açık bir şekilde görülmeye başlar, Hellenleşme bunu izleyen dönemlerde büyük bir hız gösterir.

MÖ 560 yılında oğlu Kroisos başa geçti ve babasından devraldığı güçlü ve zengin devlet sayesinde ününü tüm eski çağ dünyasına duyurdu. İçerdeki taht kavgasını sona erdirdikten sonra Ephesos´a yöneldi ve tüm Grek kentlerine egemen oldu. Ephesos´taki Artemis tapınağını tekrardan inşa ettirdi. Kroisos döneminde Lidya devleti zenginliğinin ve kültürel gelişiminin doruğuna ulaştı. Dillere destan zenginliği kaynağını bağlı bölgelerden alınan haraçlar, ticari gelirler ve ülkenin doğal zenginliklerinden alıyordu.

MÖ 6.yy´ın ortalarında beliren Pers tehlikesini gören ve önlemler alan Kroisos Sardes yakınlarına gelen Pers ordusuyla karşılaştı ve yenildi. Sonuçta İranlılar tüm Anadolu´ya hakim oldular ve Lidya devleti tarih sahnesinden silindi.

Lelegler

Lelegler

Antik çağlarda Ege´de "Karia" olarak adlandırılan bölge, Bodrum Yarımadası dahil, kabaca günümüzdeki Muğla ilini içine alan bir bölgeydi. Batı Anadolu´da eski Yunanlılar´dan önce "Mis"ler, "Leleg"ler ve "Kar"lar oturuyorlardı. Misler Anadolu´nun kuzeybatısında, Karlar güneybatıda, Lelegler de Bodrum Yarımadası´nda yaşıyorlardı. Eski Yunan kaynaklarına göre bu iki halk, (Karlar ve Lelegler), Pelasg´larla birlikte Ege´nin en eski halkıydı. Daha sonraları Karia´mn kuzey kıyılarını İonlar, güney kıyılarını da Dorlar ele geçirmişlerdi.

Lelegler hakkında bilgi veren ilk en önemli kaynak, ünlü tarihçi Herodot... Onun anlattığına göre, eski Yunanlılar Miletos´a ilk geldiklerinde burada Karialılar bulunuyordu. Giritliler, ona "Karialılar´m eskiden adalarda oturduğunu, destanlarda adı geçen Girit Kralı Minos´a bağlı bulunduklarını ve daha o zamanlarda bile ´Lelegler´ diye anıldıklarını" kendi masalsı bilgilerinden aktarmışlardı. Tarihçinin Giritlilerin ağzından yaptığı bu aktarmanın önemi, daha sonra aynı bilgiyi Karialılar´m ağzından da yapmış olmasında yatıyordu. Herodot, yapıtında Lelegler´le Karialılar arasında hiçbir ayrım gözetmemişti. Üstelik yapıtının bir yerinde "Karialılar´a eskiden Leleg denildiğinden de söz etmişti...

Lelegler çok eski bir dönemde yaşadıkları için bunlar hakkındaki tüm veriler antik yazar ve tarihçilerin verdiği bilgilere dayanıyor. Günümüz kazılarında her ne kadar Miken ağırlıklı seramikler çıkıyorsa da, kimi uzmanlar Miletos´un da Lelegler tarafından kurulduğunu savunuyor. Bütün bunların yanında Lelegler´i ilginç yapan en önemli konu, kireçsiz ve harçsız yapılarının tüm izlerinin binlerce yıl sonra bile hala izlerinin sürülebiliyor olması... Günümüz batı kültürüne kaynaklık ettiği öne sürülen Eski Yunan uygarlığının tüm baskısına rağmen bunların silinememiş olduğu gözleniyor.

Lelegler hakkında ilk ve temel bilgileri veren Herodrot "Şu üç şeyi onlar bulmuşlar ve Yunanlılar da onlardan almışlardır" deyip başlıyor anlatmaya... "Savaş başlığının üzerine konan sorguç, kalkan üzerine işaretler kazımak bize onlardan geçmiştir. Kalkanı tutmak için kulp yapmak da yine onların buluşudur. O zamana kadar kalkan elle kulpundan tutulmaz, boyundan geçirilen bir kayışla sol omuz üstüne alınır ve böyle kullanılırdı..."

M.Ö. IV. yüzyıl, yarımadaya ve Lelegler´e büyük değişiklikler getirmiş, Karia bu sıralarda yeniden Pers denetimi altına girmişti. Bölge büyük Pers kralının atadığı bir "satrap" tarafından yönetiliyordu. Yüzyılın başlarında satrap olan Hektadomos, M.Ö. 377 yılında satraplığı oğlu ünlü Mausolos´a bırakmıştı. Mausolos da, o sırada küçük bir yerleşim yeri olan Halikarnassos´u askeri savunmaya uygun bulup, başkentini Mylasa´dan buraya taşıdı. Satrap, burada yeni ve büyük bir başkent kurmayı tasarlamaktaydı. Mausolos´un bu amaçla yaptığı işlerden biri de, komşu Leleg kasabasının halkını, kimi zaman zor kullanarak yeni başkente, yani Halikarnassos´a getirip büyük alana yerleştirmesiydi.

Bu olaydan sonra Lelegler´in sayısı yarımada üzerinde azalmaya başladı. Ancak Myndos ve Syangela varlıklarını sürdürdüler. Fakat Mausolos, bu iki kenti de daha büyük alanlarda yeniden kurdu. Böylece Myndos ile Syangela Mausolos´un yeni başkentine bağlanmamışlardı. Syangela giderek Thiangela´ya dönüştü ve Leleg özelliğini yitirdi. Böylelikle hemen tüm Karia Yunanlılaşarak bir Yunan ili durumuna geldi. Myndos´ta ise bir nüfus azalması sorunu yaşanıyordu. Kent nüfusu bir türlü beklenilen sayıya ulaşmamıştı. Söylentiye göre, bu sıralarda kenti ziyaret eden filozof Diogenes, kapıların kente oranla çok büyük olduğunu görerek, Myndoslular´a, "Kentin akıp gitmemesi için kapılarını kapalı tutmasını önermiş"ti...

Lelegler´in yanmada üzerinde çok sayıda yerleşmeleri vardı. Günümüzde, Bodrum Yarımadasının en batı ucunda bulunan Gümüşlük, bir zamanlar "Eski Myndos" adıyla anılan bir Leleg yerleşim yeriydi. Ancak, yapılarında harç kullanmadıkları için zaman içinde hemen tamamı yerle bir oldu. Sadece yanmada üzerinde bugün Lelegler´e ait dokuz büyük yerleşme kalıntısı bulunuyor.

M.Ö. 1500 ile M.Ö. 400 yıllarına kadar varlıklarını sürdüren bu toplumun bölgede kurduklan kentlerin adlan şöyleydi: Eski Myndos´tan başlamak üzere, yarımada üzerinde "Termera", "Uranium", "Telmissos", "Madnasa", "Side" ve "Pedasa"... Yarımadanın ya da bir başka deyişle, Bodrum´un (Halikarnassos) batısında da iki büyük kent kalıntısından da söz etmek mümkün... Bunlar da "Syangela" ile "Thiangela" adındaki kale kentler..

Fakat, bunlar birbirinin devamı gibiler. Ünlü coğrafyacı Strabon ise Bodrum Yarımadası´nda Lelegler´in 8 kent kurduğunu yazıyor. Plinius ise yarımadada Lelegler´e ait 6 kentin adını veriyor. Ancak, bu kale kentlerin dışında yarımadada çok sayıda küçük yerleşmeler ve yapılar da mevcut. Bu, kasaba ya da kale yerleşmesi şeklinde nitelendirilebilecek kentlerin "kurgan" ya da "birleşik yapılar" olarak adlandırılan ilginç mimari yapılar vardı.

Gümüşlük limanının önünde bulunan ve kenti doğal kale gibi örten küçük yarımadanın üzerindeki uzun sur kalıntısı arkeologlarca "Leleg Suru" olarak tanınıyor. Yerine göre yaklaşık 1-3 m. eninde ve 200 m. uzunluğundaki bu surun günümüzde çok az temel kalıntısı görülebiliyor. Yöreyi ayrıntılı bir biçimde araştıran George Bean´e bile, "Yarımadayı böylesine ikiye bölmenin anlamı neydi?" diye sordurtan bu dev duvarın, 3.500-4.000 yıl önce Lelegler tarafından, bugün bile sorun olan Kardak dahil tüm diğer Yunan Adalan´ndan gelecek bir tehlikeye karşı yapıldığına hiç kuşku yok...

Leleg mimarisiyle ilgili bir diğer ilgi çekici nokta da, tüm yerleşmelerin dağların en yüksek doruklarında kurulmuş olmaları ve bu yapıların genel planlarındaki ortak yöndü. Günümüzde ıssız ve uzak ören yerleri olarak bilinen bu yerleşim alanlarının tepe doruklarındaki konumlan, denizi ve çevre adalarını gözetlemede çok stratejik bir öneme sahipti. Kıyıları gözetleyen tüm Leleg kent ve kasabaları dumanla haberleşiyordu. Bugün kimi yaşlı yöre insanının yakın zamanlarda bile bu tepelerden dumanla haberleşildiğini hatırlaması, bu geleneğin binlerce yıldan günümüze aktarıldığını kanıtlıyor.

Günümüzü ilgilendiren bir başka ilginç yön ise, bu kalıntıların hiçbirinde Lelegler´e ait kazı çalışmasının yapılmamış olması... Lelegler hakkında bugüne kadar yapılan en kapsamlı yüzey araştırması, ünlü Alman arkeolog Dr. Wolfgang Radt´a ait... Uzun yıllardan beri Bergama kazısı başkanlığını yapan Dr. Radt, 1960´k yıllarda Bodrum Yarımadasının Lelegler´e ait önemli bir bölümünü mimari açıdan araştırmıştı. Doktora tezi kapsamında yaptığı çalışmasını da daha sonra Leleg mimarisiyle yapılmış en kapsamlı araştırma olarak yayımlamıştı.

Dr. Radt´a göre, Leleg mimarisi "arkaik ve bölgesel bir yapıda"... Yapıların ilginç bir yanı, taşların arasında hemen hiç harç kullanılmamış olması... Bu nedenle büyük taşların dışında kalan yapı elemanları, Diogenes´in dediği gibi adeta akıp gitmiş... Fakat Dr. Radt, "Bu arkaik ve primitif özellikli Leleg mimarisinde öyle bir yapı türü var ki, şimdiye kadar hiç bir mimari tarzda bulunmuyor" diyor... "Bunlar, dağların yüksek yamaçlarında inşa edilmiş yuvarlak ve çok amaçlı yapılar. İç içe iki surdan oluşan bu yapılar arasında yarıçapı 20 m. olanlar var. İç içe geçmiş surlar birbirlerine içteki bir noktadan değecek biçimde inşa edilmiş ve üstleri kapalı...

Burada çobanlar yaşıyor olmalı; ortadaki geniş avluda da hayvanlar... Ancak, yapının tamamının üstünün örtülü olup olmadığım bilemiyoruz. Belki belli bir yükseklikten sonra ağaçlarla örtüyorlardı. Hayvanlarını hem korsanlardan hem de kaplan gibi vahşi hayvanlardan korumak için bu yapıların duvarlarını çok kalın ve yüksek inşa ediyorlardı. Bunların çağlar içinde, M.Ö. 8-7 yüzyıldan başlayıp Roma dönemine kadar adım adım değişmeler gösterdiğine tanık oluyoruz. Özgün Leleg tipinde olanlar bütünüyle yuvarlak bir plan sergiliyor. Bölgenin Helenleşmesine paralel olarak, bu yapılarda köşeli ilaveler ve kulemsi görüntüler ortaya çıkıyor. Yani, bir tür evrimleşme başlıyor. Roma dönemine gelindiğinde ise bu özgün tip yapılar kendi özelliklerini iyice yitiriyorlar..."

Lelegler, Roma çağlarına doğru geldikçe, yalnız mimari açıdan değil, toplum olarak da giderek erimişler. İzleri neredeyse kaybolmak üzere bir Anadolu yerli halkı olan Lelegler´in özellikle de şimdiki Bodrum Yarımdası´nda yaşamaları ilginç .. Çünkü, günümüzde böylesine popüler olan bir bölgede binlerce yıl önce yaşamış eski bir halk karşısında, hem Bodrum meraklılarının hem de arkeologların ilgisiz kalması bir çeşit ihanet... İnsanınkendi geçmişine, kendi kültürüne,kendi geleceğine ihanet....

Mausolos´un kurduğu kent: Thiangela.

Bir dağ kenti olan Thiangela´nm güney tarafı daha az sarp olup saldırıya açıktı. Şehrin kuleli ana kapısı buradaydı ve bu yüzden sur yer yer kulelerle takviye edilmişti. Bu cephenin batı ucundaki tepeye dışında çok sayıda da, "çiftlik evi", dört kuleli, kare planlı bir hisar yapılmıştı. Bu hisar şehrin zayıf olan batı-güneybatı tarafını güven altına alıyor ve bu yüzdeki şehir kapısını da koruyordu.

Surların planı burada hilale benziyordu. Hisar da bu hilalin bir ucunda yükseliyordu. Hisara şehirden, dirsekli ve üzeri yalancı tonozla örtülü bir kapıdan giriliyordu. Güneydoğudaki kulenin yanında, sur duvarına açılan küçük bir kapı vardı. Bu kapıdan, hisarın önündeki kavisli iki siper duvarına ulaşmak ya da düşmana saldırmak mümkündü. Thiangela, Mausolos´un kurduğu bir kentti. Surların inşa tarihi kesinlikle 4. yüzyılınikinci çeyreği olarak kabul edilebilir. Kent, aynı yüzyılın sonunda, Karia´da bir krallık kurmaya kalkışan ve kendi adına sikke de basan Makedonyalı Eupolemos tarafından kuşatılmış ve şarta bağlı olarak teslim olmuştu.

Antik Çağ´ın NATO´su: Delos Birliği...

Hellespontos ve Bosphoros kıyılarının Persler tarafından ele geçirilmesinden sonra, Helen güçlerinin başkomutanı olan Sparta Kralı Pausanias´ın sert davranışları, bağlaşık devletleri ondan soğutmuş ve onlar da Atina çevresinde kümelenmişlerdi. Atina, başlangıçta gönüllü bir nitelik taşıyan bu birliğin önderi oldu. Birliğin üyelerine düşen yükümlülükleri, hangi kentin ne sayıda savaş gemisi sağlayacağını ya da ne tutarda yıllık gider katkısı ödeyeceğini saptadı. Toplanan paralar Delos Adası´nda toplanıyordu.

Daha sonra Atinalılar ilk olarak Miltiades oğlu Kimnon komutasında bir donanmayla, Thrakia-Make-donya sınırında, Strymon Çayı ağzındaki İran bağımlısı Eion kentini alıp (M.Ö. 475) halkını köleleştirdiler. Ege Denizi´nde Skyros ve Euboia (Eğriboz) Adası´ndaki Karystos kentini ele geçirdiler. Bu sırada Naxos Adası birlikten ayrılmak istedi, fakat adanın kenti Atina birliklerince kuşatıldı ve kent de birliğe tekrar geri dönmek zorunda kaldı. Bu olay, Delos Birliği´nin bir Atina bağımlıları topluluğuna dönüşmesinin ve gönüllü bağlaşıklar birliği olmaktan çıkışının başlangıcıydı (M.Ö. 467)...

Bu arada Leleg kentleri de bu Delos Birliği´nin üyesiydiler. Myndos kenti birliğe onikide bir talent haraç ödüyordu. Bu miktar Myndos´un küçük bir kasaba olduğunu gösteriyor. Pedasa kenti ise Delos Birliği´ne iki talent haraç ödemekteydi. Kıyıdaki Halikarnas sos´un 1.65 talent ödediği düşünülürse, dağlık Pedasa´nın ödediği miktar oldukça iyiydi. Termera kentinin ise birliğe ödediği iki buçuk talentlik haraç Mydos´un yükümlülüğünün tam 30 katıydı. Madnasa kenti ise, birliğe önceleri iki talentlik haraç ödemesine karşılık, sonraları bu haraç bir talente kadar düşürülmüştü.

Yarımadadaki bir diğer Leleg yerleşmesi Side, ya birliğin dikkatinden kaçmış olabileceği ya daçok küçük olduğu için haraç ödemiyordu. Uranium adındaki kent debirliğe bağlı olmasına karşın çok önemsiz bir haraç ödüyordu. Syangela ise Delos Birliği´ne, kendisine bağlı mynanda ile birlikte bir talent haraç ödüyordu.

Antik Çağ duvar örgü biçimleri

Balıksırtı duvar örgüsü: Küçük yassı taş bloklarının bir sıra sağa, bir sıra sola eğik olarak tabaka tabaka dizilmesiyle oluşan bir duvar örgüsü... Yaklaşık M.Ö. 3000 yıllarında harçsız örülmüş örnekleri görülür. Batı Anadolu´daki kazılarda toprak harçlı örneklerine de rastlanmıştır.

Bosaj duvar: Kenarları dikdörtgenler prizması biçiminde yontulmuş taş blokların ön yüzleri hafif dış bükey bırakılmış ve kaba ya da düz olarak işlenmiş duvar örgü biçimi...

Kyklop duvar: Düzgün olmayan büyük boyutlu taşlarla, harçsız olarak yapılmış duvar örme şekli...

Poligonal örgü: Düzensiz duvarlardır, ancak bu teknikle çeşitli irilikteki taşların birbirine uydurulması için çok işçilik gerekir. Daha çok teras ve sur duvarlarında görülür. Antik dönemden sonra kullanılmaz.

Psudo-İsodom: İnce ve kalın taş dizelerinin almaşık olarak kullanılmasıyla oluşturulmuş, harçsız Helenistik duvar örgüsü...

İsodom: Eş yükseklikte blok taş sıralarından oluşan harçsız Helenistik duvar örgüsü... Derz uyumu (duvarlarda iki öğenin arasındaki dıştan çizgi biçiminde gözüken birleşme yeri) olmayabilir ya da birleşme derzleri bir ara ile birbirlerini dikey olarak izleyebilir.