İlkçağ etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
İlkçağ etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

31 Mayıs 2019 Cuma

İlyada: Halikarnas Balıkçısı'nın Kaleminden Troya Savaşı

İlyada: Halikarnas Balıkçısı'nın Kaleminden Troya Savaşı

Halikarnas Balıkçısı
Cevat Şakir Kabaağaçlı
Hektor'un cesedi Troya'ya geri götürülürken
Yüksek kabartma olan bu eserin MS 180-200 yılına ait olduğu düşünülüyor.
Şu anda Paris, Louvre Müzesi, Borghese koleksiyonunda
Troya bölgesi Ege'nin kuzeyinde ince ve uzun Gelibolu yarımadasının karşısında, dörtgen biçiminde denize uzanır. İşte orada Çanakkale, kuzey denizlerine yani Marmara ve Karadeniz'e giden yol ve geçit üzerinde nöbetçilik eder. Avrupa ile Asya arasından kuzeydoğudan güneybatıya Hellespontos (ya da Helle'nin denizinin) suları bir nehir gibi akar. Bu bölgenin güneydoğuda sınırı Kocakatran dağ zinciridir. O dağların en yükseği Kazdağı’dır (İda dağı). O arazide azçok ova sayılabilecek bir düzlüğün ortasında (tanrılarca Ksanthos diye anılan) ama Troyalılarca Skamandros (Küçük Menderes) denilen nehir geçer ve Boğaz'ın tam ağzında Hellespontos'a dökülür. Ovayı Homeros, «derin topraklı Troya ovası» diye anar. Boğazlardan girip çıkan gemiler Hisarlık Tepesi'nden görülür ve gözetlenir. Bugün bataklık olan Sije, yani Yenişehir dolayları eskiden içerilere doğru oyuktu. Oraya demirleyen gemiler kendilerini esenlikte sayarlardı. Kuzeye giden gemiler elverişli rüzgarları beklerken, burada kayıklarını yarı yerlerine kadar karaya çekerlerdi. Eski zamanda deniz yolculuğu kıyı kıyı limandan limana yapılırdı. Troya'ya Skamandros (Küçük Menderes) ile Sije burnuna hâkim olanlar Karadeniz'in zenginliklerine sahip sayılırdı.

Dünyada hiçbir konu için -Çanakkale'nin küçük bir köşeciğini kaplayan- bu Troya üstüne yazılanlar kadar çok yazı yazılmış değildir. Bu efsane Peloponez'den (Mora yarımadasından) gelen Akha'lar ile Troya halkı arasında ticaret ve çıkar kaygılarıyla yapılmış olan gerçek bir savaştan doğmadır. Bu savaşın İsa'dan Önce Onikinci Yüzyılda yapıldığı muhakkak gibidir. Homeros'un İlyada'sına göre bu savaş Troya kralı ihtiyar Priamos'un oğlu Paris tarafından Troya'ya kaçırılan dünya güzeli Helene'yi geri almak için Akha'lar tarafından yapılmıştır. İlyada yirmi dört papirus tomarı üzerine yazılı olduğu için İsa'dan Önce İkinci Yüzyıldan beri yirmi dört kitap sayılır.

İlyada'da bir sanat yapıtı bütünlüğü vardır, yani bir yazar tarafından yazılagelmiş gibidir. Bu yapıt bir dehanın baştan sona kadar yazdığı bir yapıt olmayabilir. Ama muhakkak ki, bir sanatçı tarafından yabancı türküler bir bütün teşkil etmek üzere birbirine eklenmiştir. O adam -ki, Homeros'tur- kimi yerleri çıkarmak, kimi yerlere eklemek ve eksiklikleri tamamlamak suretiyle ortaya güçlü ve canlı bir bütün koymayı başarmıştır.

Bu savaşın ilk dokuz yılında iki tarafın hiçbiri başarı elde edemez. İşte ondan sonra Homeros'un İlyada'sı başlar. Akha'ların en büyük kahramanı, Akhilleus'tur. İlyada, Tro­yalıların kahramanı Hektor'un ölümüyle sona erer. Bu işler Hitit İmparatorluğunun dağılmaya başladığı zaman olur. Ondan önce Hititler Anadolu'ya dışarıdan yapılacak her saldırıyı püskürtecek  güçte idiler. Sonunda tahtadan yapılan bir at hilesi sayesinde kent Akha'lar tarafından zaptedilerek yakılır.

Troya savaşı hakkındaki bilgi iki kaynaktan gelir. Birisi Troya tarafından yazan Dares Phrygius'dur (yani Phrygia'lı Dares), bir de Akha'lar ya da Yunanlılar tarafından yazan Dictys Cretensis'dir (yani Giritli Dictys). Batı'yı, Avrupa'yı asıl etkileyen Dares'tir. İşte bundan dolayı hemen hemen bütün Avrupalılar -üç dört yüz yıl önceye kadar- hep Troyalılardan gelme olduklarını ileri sürüyor ve kahramanlık örneği olarak da Akha kahramanı Akhilleus'u değil, fakat Troya kahramanı Hektor'u örnek alıyorlardı. Bu arada İngiliz'ler, Troyalı olan bir Brutus'un gayrı meskun olan İngiliz adasına geldiğini ve orada Troynovant (yani Yeni Troya) kentini kurduğunu, o kente sonradan Londra denildiğini yazıyorlardı. Romalılar da soyca Troyalı olduklarını ileri sürüyorlardı. Anadolu'dan İtalya'ya göçetmiş olan Etrüskler dolayısıyla bu efsanenin gerçekle ilgisi olsa gerek. Hatta Büyük Konstantin, İstanbul kentini Troya'da inşaya başlamıştı. İstanbul fatihi İkinci Mehmet, Papa İkinci Pius'a şunları yazıyor:
«İtalyanların bana düşman olmalarına şaşıyorum. Biz de İtalyanlar gibi Troya'lıların soyundanız. Yunanlılardan Hektor'un öcünü almak benim kadar onlara da düşer, onlarsa bana karşı Yunanlıları tutuyorlar.»(Montaigne'in Denemeler'i, 97).

Akha'ların başkomutanı Agamemnon'dur. Kendisi İzmir'li Pelops'un torunlarından, yani Atreus hanedanındandır. Menelaos'un ağabeyisi, Klytaimnestra'nın kocası ve Elektra'nın babasıdır. Mysia kralıdır. Cesur bir savaşçı, tutkulu, mağrur, kararsız bir adamdır.

Bin gemiden oluşan Akha filosu Troya'ya hareket etmek üzere Aulis limanında toplanır. Ama günlerce yıldız karayel rüzgarı estiği için donanma hareket edemez. Kahinin biri, sevdiği bir tavşanı öldürüldüğünden, Artemis'in kızdığını söyler. Tanrıçanın öfkesini yatıştırmak için Akha başkomutanı Agamemnon kızı İphigeneia'yı kurban etmek zorunda kalır. Bir ozan olayı İphigeneia'nın ağzından şöyle anlatır:
 «Babamın benzi kireç gibi atmıştı. Elleriyle yüzünü örttü. Yaşlarımla gözlerim hemen hemen kör olmuştu. Yalvarmaya çabaladım, ama sesim iç çekişlerimle yıldı. Katı suratlı, kara sakallı, kurt bakışlı hoyrat kralları, tapınakları, gemileri, kıyılara dökülmüş halkı hayal­ meyal görüyordum. Birisi boğazıma keskin bir bıçak saldı ve kesti. İşte o kadar.»

Bu efsane Troya savaşı sırasında Yunanistan'da hala tanrılara insan kurban etmek töresinin sürdüğünü gösterir. Oysa, aynı devirde Anadolu'da böyle bir geleneğin hüküm sürdüğüne dair bir söylenti yoktur.
Polyksena Lahdi
MÖ 6. yüzyıla tarihlenen bu lahit Biga yakınlarındaki Kızöldün Tümülüsü'nde bulunmuştur.
Prenses olduğu tahmin edilen ölen kişinin lahdi Troya savaşında geçtiğine inanılan bir olayla,
Troya kralı Priamos'un  ile karısı Hekabe'nin kızlarının kurban edildiği,  Akhilleus'un mezarı başında
gerçekleşen sahneyi gösterir.  Kurban edilen prenses Polyksena, İlyada'da yer alan bir karakter değildir.
Başka ozanlar tarafından dile getirilmiş bir trajik olaydır bu. Kurban eden kişi Akhilleus'un oğludur.
Lahit 1994 yılında bulunmuş, bir araya getirilmesi 20 yıl sürmüştür. Şu anda Çanakkale Arkeoloji Müzesi'ndedir.
görsel kaynak için bkz.  

Akha'lar bin kadar gemiyle  Troya'ya gider ve karaya çıkarlar. Mağrur İlyon'un (Hisarcık tepesinde Troya kenti) önünde kıyı boyunca gece birçok ateş yakarlar. Skamandros nehri ateşlerin yankılarıyla pırıldar. Alevleri Troya duvarından seyretmekte olanların yüzleri bile kızıl ışıkta kırmızı olmuştur. Binlerce ateşin her biri elli savaşçı tarafından beslenmektedir. Kucaklar dolusu dallar atılınca, ateş patlarcasına parlıyor; savaş atları kişniyordu. İstekli savaşçılar da günü beklemekte idi. Ateşler berrak bir gecenin yıldızları kadar boldu.

Akha'ların büyük kahramanları sırasıyla Akhilleus, Aias, Diomedes'tir. İlias kurnazlığı ve şeytanlığı, ihtiyar Nestor ise akıllılığı, ihtiyatlılığı, tecrübeliliği ile nam salmıştı. Bu kahramanların hepsinin de, en modern romanlardaki tipler gibi kendilerine özgü bir karakteri vardır.

Troya tarafında, Troya kralı ihtiyar Priamos ve kansı Hekabe tedbirli insanlardır. Troyalıların baş kahramanı Hektor'dur. Ondan sonra sırayla Eneas, Glaukos  ve Sarpedon gelir. Troyalıların hepsi de Anadolu'ludur.

Troya tarafında Troya kralı ak saçlı Priamos, karısı Hekabe ve oğulları Hektor, Troya zaptedilmezden önce öleceklerini bilirler. Akhilleus'un annesi ona, «Oğlum dünyadaki hayat kısmetin pek az olacak. Bari o kısa günlerin gözyaşı ve kederlerden uzak olsa» der. Hektor karısı Andromakhe'ye, «İçimden duyuyor ve biliyorum. Bu Troya kenti ve Priamos ile Priamos'un iyi kargı kullanan halkı yerle bir edilecek» der. İki kahraman da ölüm gölgesinin altında savaşmaktadırlar.

Troya'nın imdadına Anadolu'nun en uzak yerlerinden koşulmuştur. Troya'ya gelenler, Büyük Troya devletinin müttefikleriydiler. Onların arasında Amazon kraliçesi Penthesileia ve bir de Troya tarafının başta gelen kahramanlarından Sarpedon vardı. Sarpedon, Zeus ile Bellerophontes'in kızı Leodameia'dan doğmuştur.

Sarpedon, Lykia'nın (Antalya ve Muğla illeri) Ksanthos (Kocaçay) tarafından sulanan kısmının hükümdarıydı; adaleti ve cesareti sayesinde o ülkeyi geliştiriyordu. Troya savaşına kalabalık ordusuyla katıldı. Uzun boylu, parlak bir delikanlıydı. Bir gün savaş sırasında Troyalıları önüne katarak kaçırmakta olan Patroklos'a doğru ilerler. Delikanlının babası Zeus, kader tarafından gence ecel saati olarak tayin edilmiş olan saatin çaldığını ve delikanlının öldürüleceğini anladı. Ne var ki, çocuğu seven Zeus, bir süre için kaderin hükmünü geçersiz sayarak delikanlıyı kurtarmayı düşünür. Karısı Hera işe karışır. Zeus, Sarpedon'un ölümüne razı olur. Ama içi sanki kan ağlar (yağmur tanrısıydı ya!) ve yeryüzüne bir kan yağmuru yağar. Sarpedon öldükten sonra Zeus'un emri üzerine Apollon'un kendisi gelip savaşçının gövdesini savaş meydanından kaldırır, onu Skamandros nehrinin sularında yıkar, ona ambrosia sürer (yalnız tanrıların süründüğü bir çeşit güzel kokudur) ve onu uyku ile ölümün eline verir, onlar da Sarpedon'u yurdu Lykia'ya götürürler.

Agamemnon, Apollon'un kadın papazlarından güzel Khryeis'i köle olarak çadırına almıştır. Apollon buna kızdığı için Yunanlılara hastalık gönderir. Akhilleus, Khryseis'in tapınağa ve babası papaz Khryses'e geri verilmesi gerektiğini söyler. Agamemnon, Khryses'i geri verir, ama onun yerine Akhilleus'un kölesi pembe yanaklı ve ak gerdanlı Vriseis'i alır. Akhilleus bu işe fena halde kızar ve çadırına kapanarak savaşmaz. Onun yardımından yoksun kalan Akha'ların hali fena olur. İlyada'nın bu noktasında Akhilleus'un anası  Thetis'in mavi dalgalardan bir duman gibi sivrilerek oğlunun yasını yatıştırmaya gelmesi,  kat kat uçurumlardan oluşan Olympos dağının tepesine çıkması, Zeus'un önünde yere diz vurarak eliyle tanrının sakalını okşaması ve oğlu için yalvarması, Zeus'un kabulünü açıklayan hafif bir baş sallayışı ve bu tanrı işaretiyle yüce dağın temellerine dek zangır zangır titremesi eserin dokunaklı yerlerindendir.

Bu savaş Olympos'a ve tanrılara kadar bulaşır. Aphrodite doğallıkla Helene'yi kaçıran Paris'le birlik olur, onunla birlikte sevgilisi savaş tanrısı Ares de Troya'ya yardım eder. Bunlara Apollon da katılır. Zeus daha çok Troya'ya yardım etmek ister, ama karısı Hera'nın hileleri yüzünden bir şey yapamaz. Hera ile Pallas Athena, altın elmayı almadıklarından Poseidon ile birlikte Akha'lara arka verirler.

Zeus, Agamemnon'a düşünde gözükür ve Troya'ya Akhilleus olmadan saldırırsa yalancıktan bir zafer vaadeder. Büyük bir savaş olur. Helene, Troya kalesinin duvarlarının üstünde ve Kral Priamos'un yanındadır. Savaşı seyretmekte olan krala Yunan kahramanlarının adlarını sayar. Helene için «o kadar güzeldir ki, insanlar onun uğrunda mutlaka birbiriyle savaşırlar. Çünkü yüzü ölümsüz güzelliğin ta kendisidir» deniliyordu. Ama savaş birdenbire durur. Çünkü Menelaos (Helene'nin kocası) ile Paris (Helene'yi kaçıran) birbiriyle savaşacaklardır. İlk önce Paris mızrağını atar. Menelaos sivri kargıyı kalkanıyla karşılar, sonra kendi kargısını fırlatır. Mızrak Paris'i yaralamaz, yalnız giysilerini yırtar. Bunun üzerine Menelaos kılıcını çeker, lakin  kılıç durduğu yerde parça parça olur. Bu işi tanrıların biri yapmıştır. Menelaos Paris'e saldırıp Paris'in miğferinin tepesini tutar, genci kaldırarak fırıl fırıl döndürmeye başlar. Aphrodite Paris'in imdadına yetişir, miğferi çene altından bağlayan deri kuşağı keser. Menelaos'un elinde boş miğfer kalır. Aphrodite Paris'i bir buluta sararak Troya kalesinin içine uçurur.

Öfkeden çıldıran Menelaos, Paris'i bulmak üzere Troya'lıların saflarına dalar ve onu her yanda arar. Troya'lılar da bu Paris adlı züppeden nefret etmektedirler. Paris aralarında olsaydı onu mutlaka Menelaos'a gösterirlerdi. Paris bulunamayınca Agamemnon iki orduyla da konuşarak Menelaos'u yenmiş saymak gerektiğini ve iki ordunun arasında yapılan anlaşmaya göre Helene'nin geri verilmesi gerektiğini söyler. Bu istek haklı idi ve Troya'lılar da kabul edeceklerdi. Ne var ki, Hera Troya'nın yerle bir edilmedikçe savaşın bitmemesine karar vermişti. Onun için Athena'yı gönderir ve budalanın biri olan Troya'lı Pandareos'u Akha'lara ok atmaya kışkırtır. Pandareos'un oku Menelaos'u hafifçe yaralar. Andlaşmaya bir ihanet olan bu davranış Akha'ları öfkeden çıldırtır. İki taraf silahlara sarılır, topraklar kanlarla ıslanır.

Yunanlılar tarafından Diomedes ile İlias'ın kılıçları Troya'lı saflarda ölüm çukurları açar. Hektor'dan sonra Troya'lıların en yiğidi olan Aineias az kalsın Diomedes tarafından öldürülecek olur. Aineias, Aphrodite'nin oğluydu. Yaralanınca Aphrodite yardımına koşar ve onu yumuşak kollarının arasına alır, ama Diomedes ona da saldırıp Aphrodite'yi elinden yaralar. Aphrodite acıdan ağlayarak Olympos'a gider. Zeus gülüşü seven tanrıçanın yaşlar döktüğünü görünce ona savaştan uzak kalmasını, çünkü onun işinin, savaş değil, sevgi olduğunu söyler. Aineias'ı Apollon gelip alır ve Troya'nın kutsal Pergamosuna (kalesine) götürür. Artemis orada onun yaralarını iyi eder.

Diomedes sevinç içinde mızrağı atar. Pallas Athena mızrağı Ares'e saplar. Ares, kırk bin kişilik bir ordu gibi bağırır. Yunanlı tümenlerin de, Troya'lıların da renkleri atar, ilikleri donar ve tirtir titrerler.
Bu arada Priamos'un karısı Kraliçe Hekabe bir yıldız gibi parlayan en güzel  giysisini alarak Athena'nın tapınağına gider ve giysiyi tanrıçanın dizlerine koyarak «Ey Athena, Troya kentini, Troya'lıların kanlarını ve çocuklarını esirge!» diye yalvarır, ama  Athena duayı kabul etmez.

Zeus bu savaşta daha çok Troya'lılara yardım etmektedir. Bundan dolayı Akha'ların hali fena olur, onlar kıyıdaki gemilerin yanına kadar sürülürler. İşte o zaman Zeus'un karısı Hera, Akha'ların imdadına koşar. Zeus İda dağının üzerinde savaşı seyretmektedir. Tethys'e verdiği söze sadık kalarak Akha'ları yenilmiş duruma koyduğu için memnun, gülümsemektedir. Onun o halini gördükçe karısı Hera, kinle içini yemektedir. Ama Zeus kinle değil, başka türlü yenilebilirdi. Onun gözlerine o kadar güzel görülmeliydi ki, Baba Zeus dayanamasın ve onu kolları arasına alsın. Bir kez Zeus'un koynuna girince Hera onun gözlerine uyku dökecekti. Öyle ki, Zeus, Troya'yı unutacak ve o zaman Hera, Akha'lara dilediği gibi yardım edebilecekti. Hera, Olympos dağında uzun boylu tuvalet yaptı, takıp takıştırdı, sürüp sürüştürdü, üstelik Aphrodite'nin de büyülü kuşağını aldı. O büyülü kuşak öyleymiş ki, o çözülünce en katı yürekler yumuşayıp şeker kesilir, akan sular şakkadak dururmuş. Hera bu kılıkla Zeus'a görünmüş. Tanrının gönlünü sevgi sarmış ve Tethys'e verdiği sözü unutmuş. Birdenbire savaş Troya'lıların aleyhine dönmüş. Ama Akha'lar Troya duvarlarına varınca Zeus uyanıp durumu görmüş ve o durumun Hera'nın marifeti olduğunu anlamış. Hera'ya az kalsın güçlü eliyle bir tokat atası gelmiş.

ilyada'nın en dokunaklı yerlerinden biri Hektor'un, karısı Andromakhe'ye vedasıdır.
Hektar savaşa çıkmazdan önce karısı Andromakhe'ye ve bir kadın tarafından taşınan küçük oğlu Astyanaks'a gider. Andromakhe, kocasının ellerini ellerine alarak; «Ey efendim, sen ki kocam olmaktan başka bana bir baba, bir ana ve kardeş oldun, burada kal, gidip de beni dul, evladını da öksüz bırakma» diye yalvarır. Hektar üzülür, öneriyi tatlılıkla reddeder ve kendisine savaş safının önünde bulunmak düştüğünü, öldüğü zaman onun kederinin ne denli acı olacağına üzüldüğünü söyler. (Çünkü Hektar öldükten sonra Andromakhe'nin oğlu Astyanaks, Akha'lar tarafından öldürülecek ve kadının kendisi başka erkeklerin tutsağı ve savaş kazancı olarak köleliğe sürüklenecektir). Hektar karısından ayrılmak üzere dönerken oğlu Astyanaks'a kollarını uzatır. Babasının şiddetle parlayan korkunç miğferinden ürken çocuk ağlayarak çekinir. Hektor güler, miğferi başından çıkararak yere kor, ondan sonra çocuğu kolları arasına alır, okşar, sonra başını mavi göklere kaldırarak, «Ey Zeus baba, gelecekteki yıllarda, bu oğlum savaştan dönünce, onu gören insanların, bu delikanlı babasından çok daha öte, demelerini senden yalvarıyorum!» diye dua eder ve çocuğu gülümseyen, fakat ağlayan annesinin kucağına verir. Andromakhe'ye de teselli yollu, «Ağlama, hiç kimse, yazgısı olmayınca öldürülmez» der. Sonra miğferini alarak ayrılır. Andromakhe ağlayarak ona dönüp dönüp bakar.

Hektor'un Troya'lılarca unvanı «atların­ terbiyecisi» idi. Hititlerin Boğazköy'deki (Pterium'daki) arşivlerine göre Troya savaşından yüzyıllarca önce Akha prenslerinin savaş arabası kullanmak için Boğazköy'e yani Hitit başkentine geldiklerini yazmış olmaları anlamlıdır.
Bütün  Troya  savaşını    yazmak  pek  uzun olur.  Ama    Akhilleus'un  arkadaşı    Patroklos, Akhilleus'un  zırh  ve  silahlarını  alarak  Troyalılara  saldırır.  Kendisi  Hektor   tarafından  öldürülür.  Homerik  şiirin  en  görkemli  noktalarından  biri  arkadaşının  öldüğünü  duyan    Akhilleus'un  kederidir.  Akhilleus,  çadırdan birdenbire  silahsız  olarak  çıkar,  düşmanın  karşısında  dimdik  durur;  başından  büyük  bir  ateş ve alev çıkmaktadır.  Bu haliyle Akhilleus,  Troya  ovasına  doğru  bağırır. Troya  savaşçıları  ile atlan çıldırasıya bir kaçışla dağılırlar. Bu noktada yani iki bin yüzüncü «heksametr»de Ak­ hilleus'un öfkesi bölümü biter.

Troya savaşında Skamandros nehri bile kabararak yurttaşları Troya'lılara yardım eder ve korkunç burgaçlarıyla Akhilleus'u boğmaya kalkışır. Önünde sonunda Hektor Akhilleus tarafından öldürülür. Hektor'un babası gidip oğlunun cesedini ister. Akhilleus ona acır. Ceset Troya'ya götürülür. Troya'ya bir suru felaketlerin gelmesine sebep olan Helene'ye Troya'da iyi gözle bakmazlar. Helene Hektor'un cesedini görünce, «Bütün Troya'lılar bana çatardı. Ama sen Hektor, her zaman bir insan, arkadaş insandın. Bana hiç fenalık etmedin. Senin tatlı gözlerin bana her zaman teselli oldu» der. Hektor'un yası dokuz gün sürer. Bu yasla birlikte Homeros'un ilyada'sı sona erer.

Troya, sonunda bir tahta at hilesiyle zaptedilir. Ahşap bir at yapılır. İçine birkaç Yunanlı saklanır. Yunanlılar bu atı karargah kurmuş oldukları yere bırakarak gündüz gemilerine binip ayrılırlar ve hemen oracıktaki bir adanın arkasına saklanırlar. Karargahta bırakılan bir Yunanlı bu atın Tanrıça Athena'ya ithaf edildiğini ve Troya'lılar tarafından kente alınmaması ve Troya'nın tanrıçanın lütfuna mazhar olmaması için de Yunanlıların onu böyle büyük yaptıklarını söyler.

Troya'lılar tahtadan atı, kentin duvarını yıkarak içeri alırlar. Tahta atın karnında gizlenenler, gece Troya'nın kapısını açarlar ve görünmeden kıyıya dönmüş olan Yunanlılar, kente girip onu zaptederler. Bu, bir savaş değildi, bir kasaplıktı. Çünkü evlerinde uyumakta olan Troya'lılar silahsız yakalanmışlardı.

Ertesi sabah, gün ağarınca Anadolu'nun en mağrur kentlerinden biri olan Troya yağma edilen ve tütmekte olan bir enkaz yığınıydı. Troya'nın bütün erkekleri öldürülmüştü . Kent halkından yalnızca kadınlarla çocuklar kalmıştı. Gün doğduktan biraz sonra kadınlardan, yetişkince olan oğlan çocuklar da alındı. Kadınlar denizler aşırı köleliğe sürüklenmeyi bekliyorlardı.

Bu kadınların arasında ihtiyar kraliçe Hekabe ile gelini Hektor'un karısı Andromakhe göze çarpıyordu. Yere yığılmış olarak duran Hekabe, Akha gemilerinin hazırlandığını ve kentin yanmakta olduğunu görüyordu . Kendi kendine, «Artık Troya yok! Ben kimim? İnsanların koyun sürüsü gibi sürdükleri bir köle, evi yurdu olmayan ak saçlı bir kadın!» diye düşünüyordu. 

Uzakta gemilere bindirilmekte olan ufak oğlan çocukları, «Ana, beni kara gemilere bindiriyorlar, seni göremiyorum anacığım!» diye acı acı bağırışıyorlardı. Orada çocuğunu bağrına basan bir ana vardı. Bu, Hektor'un karısı Andromakhe idi; oğlu (hani şu babasının miğferinden korkan Astyanaks) için «O kadar küçük ki, onu benden almazlar» diye düşünüyordu. Ama Yunan karargahının kara tellalı gelip karşısında durdu. Adamın söyleyeceğini söylemeye ağzı varmıyordu. Andromakhe'nin gözleri yuvalarından uğradı. Çocuğu göstererek «Yoksa benimle beraber kalmayacak mı?» diye sordu. Hayır, çocuk ölüme mahkum edilmişti. Çocuk Troya kentinin en yüksek duvarından atılarak taşların üzerinde parçalanacaktı. Az sonra çocuğun kanlı parçalarını anasına getirdiler. Hekabe'nin en güzel kızı Polyksene'yi de sürüklediler. Akhilleus'un mezarı üzerine onun boğazını keserek Akhilleus'a kurban ettiler. İşte bu Troya'nın verdiği son kurbandı.

Gemiler köleleri çağırdı. Kıyıdan uzun bir feryat göklere yükseldi. «Troya'dan rüzgâr toz ve duman savruluyor, bizler de köleliğe gidiyoruz. Birimiz şuraya, birimiz oraya dağılacak. Troya ilelebet bitti! Elveda canımın canı kentim! Elveda canımın canı yurdum! Elveda o yurdum ki, orada çocuklarımı doğurdum, mutlu yaşadım. İşte şurada, kıyıda, bizi yırtıp götürecek kara gemiler bekliyor!»
Ve işte böylece Anadolu'nun, belki de bütün dünyanın ve bütün insanların en insancıl bir efsanesi sona erer.

Halikarnas Balıkçısı, Anadolu Efsaneleri, Bilgi Yayınevi, 1983/4, s. 51-64 

5 Mayıs 2019 Pazar

Mami ve Enki'nin İnsanı Yaratışı ve "Tarihteki" İlk Ayaklanma

Mami ve Enki'nin İnsanı Yaratışı ve "Tarihteki" İlk Ayaklanma

Sümerlere ait bir silindir mühürde yer alan, tanrılarla ilgili semboller
Tanrılar Arasında Görev Paylaşımı
Tufan efsanesinin değişkelerinden [versiyon] biri olan ve tufanda sağ kalan kişinin adı ile anılan Atrahasis mitinin giriş kısmında, tanrıların da insanlar gibi güçlüklerle karşı karşıya kaldığı zamanlarda tanrısal dünyanın durumu tarif edilir. Aslında bu dönemde bile, toplumda bir tabakalaşma söz konusudur. Yedi büyük Anunnaki tanrıları aylak ve hakim tabakayı oluştururken, İgigi tanrıları emekçiler gibi bender inşa etmek ve onların efendileri olan tanrıların [büyük] yeryüzündeki yiyeceklerini yetiştirmek için gece gündüz toprağı kazmakta idiler. Anunnakiler arasında babaları Anu kral (sarru), kahraman Enlil de onların maliku yani danışman idi. Böylece yeryüzündeki bir modele göre tasavvur edilen küçük saray, bir de savaşçı genç tanrı olan Ninurta'nın üstlendiği komuta (guzalu) görevini içine almaktaydı. Nihayet Ennugi de gözeticiydi (gallu). İdari ve İcra işlevi ihtiva eden görevler, evrenin yetki alanlarına bölünmesiyle birlikte oluşmuştur. Bu yetki alanları, tanrıların büyük üçlüsüne yani Anu, Enlil ve Enki-Ea'ya [Sümerce metinlerin Enki, Akatça metinlerin ise Ea diye adlandırdığı tanrı] Bölüşme kaderin çekilişiyle yapılır: "Zarlar (isqam iddu) atıldı ve ayrıldılar". Ancak daha önceleri bir törensel davranış yerine getiriliyor ki, bu davranışın, kaderin tayin ettiğini kabul etme simgesi olarak el sıkışmayla eşdeğer olduğu görülüyor. Anu'ya gök, Enlil'e yeryüzü düşmüştür. Enki-Ea'ya gelince, ona yeraltı sularının önünü kesen kaya bırakılmıştır. Tanrılardan her biri kendi alanını ele almıştır: Anu göğe çıkıyor, Ea ise Apsu'ya, evine iniyor. Üçlüdeki her tanrının taşıdığı unvan bu durumda öğretici mahiyettedir. Sarru terimi kral, Anu'yu nitelendirmekte olup problem yaratmamaktadır. Krallık görevi verilen kişiyi adlandırmak için en sık kullanılan terimdir. Göğün krallıkla olan bağları açıktır. Üstün yetkiyi ifade eden terimin gösterdiği üzere, soyut türemiş niteliğine sahip anutu Sümercede göğün adı olan An ve Sümerce ile Akadcada Gök tanrısının ismi olan An­, Anu'dan neşet etmiştir. Etena miti anlatmaktadır ki, tanrılar insanlar için yeniyıl bayramını belirlediğinde, insanları yönetecek kral tayin etmemiştir. "Bu zamanlarda ne türban, ne taç giyinilmiş, ne asalar lapisle süslenmiş, ne de tahtlar henüz kurulmuştur. Taç, türban ve asa göklerde Anu'nun önüne konulmuşlardı. Onun (İştar)'ın halkının hükumeti yoktu. O zaman krallık göklerden indi."(Etana, I. levha, ı4-ı 6. satırlar). Böylece krallığı simgeleyen eşyalar, yeryüzünde bir üstün yetkinin yaratılmasından önce varolmuştur.

Enlil'e gelince, onu niteleyen ve tanrıların Danışmanı olarak tercüme edilen malku veya malik-ili terimi, tarihsel olarak teyid edilen bir görev manasına gelmektedir. Ancak bu terim, daha sonra göreceğimiz gibi, Enlil'in mitte yerine getirdiği görevi tarihsel gerçek çerçevesinde tam olarak kapsamamaktadır. Ea'nın taşıdığı unvan, güç ve nadir rastlanan bir terim olan ve reis veya prens anlamına gelen naşşiku ve nişşiku'dur. Onun tanrısal kişiliğinin özelliği, mitin başında tasvir edilen toplumsal hayatın organizasyonunda, üçlüdeki diğer tanrıların aksine görev almamasından kaynaklanmaktadır. O, ifade ettiği ögeye derinden bağlı olan ve onun bütün özelliklerini taşıyan bir varlıktır. Diğerleri gibi bu mitte merkezi bir rol oynaması da bundandır. Çünkü o esnekliği sayesinde, bütün zor durumlara -ki çoğu kez bunlar sorumlusu olmadığı durumlardır- uyum sağlayabilmekte ve uygun çözümler getirebilmektedir.

Öte yandan Ea'nın yetkisi sınırsızdır ve Mezopotamya'daki birbiri ardından gelen toplumların uzun tarihi boyunca, başından sonuna dek yerden fışkıran suyun yani uygarlığın temel ögesinin tanrısı olarak kalmıştır.

Baştaki toplumsal-siyasal açıklamadan sonra mit, kırk yıldan beri İgigilerin tabi bulunduğu zorlu çalışmayı ve sefaletlerinin temel sebebi olarak gördükleri Enlil' e karşı duydukları kızgınlığı tasvir etmektedir.

Tanrıların Üzerine Yüklenen Yükün Adaletsiz Paylaşımı
Yükün tanrı kategorileri arasında adaletsiz paylaşımı konusu, Sümer mitinde de yer almaktadır. Enki ve Ninmah gibi tanrılar, kanallar kazmaya ve bentler inşa etmeye uğraşan tanrıların işini sadece denetliyorlardı. Zorluk çeken tanrılar hayat şartlarından şikayet etmekte ve bunun sorumlusu olan tanrıya karşı homurdanmaktadırlar. Tepkiyi çeken tanrı ise "üstün yetenekli tanrı" ve O, suyun aktığı Engur'da bulunan ve hiçbir tanrının göremeyeceği tapınağının derinliklerinde yeralan yatağı üzerinde uzanmış vaziyette, yarattığı tanrıların şikayetini dikkate bile almadan sessizce uyumaktadır. (13. satır ve sonrası) Enki'yi, tanrılara yardımcı olması için kinsi"vekil" olarak adlandırılan bir varlık-ki tanrılar işlerini onun üzerine yıkabilsin- yaratmaya ve böylece bilgi ve maharetini kanıtlamaya teşvik eden annesi tanrıça Nammu olacaktır.

Atrahasis mitinde, emekçi tanrılar ile Enlil'i birbirine düşüren çatışma daha ayrıntılı ele alınmış ve biçimlenmiştir. Her şeyden önce, İgigilerin Enlil'e karşı olan isteklerinin gittikçe belirginleştiği görülmektedir. Başlangıçta, ne istediklerinden emin değildirler ve işlerini hafifleten kumandan (guzalu) Ninurta'ya dahi göz dikmişlerdir. "Enlil'i yerinden etme" kararını sonra alırlar (I. levha, 44 satır). İsmi bir boşluktan dolayı bilinmeyen İgigilerden bir tanrı, dikilir ve Enlil'e savaş ilan edilmesi için kardeşlerine çağrıda bulunur. Tanrılar onun çağrısına iş aletlerini, çapa ve sepetlerini (marru, tupşikku) ateşe vererek cevaplandırırlar. Savaş açıldığında kesin bir adım atılmış olur. Mitin, gerçekçi bir şekilde tasvir ettiği sahne, tarihte vuku bulan buna benzer köylü ayaklanmalarından biridir. 

Yanmakta olan bütün bu tarım aletlerinden gelen kızıl ışıklar tarafından henüz aydınlanan gecede, tanrılar "birbirine tutunup Enlil'in tapınağının önüne gelirler" (I. levha, 68-69. satırlar). Ortak düşman karşısında İgigileri birleştiren dayanışma, elele Enlil'in evine, Ekur Tapınağı'na doğru yapılan bu gece gezisinin etkisinde ve sadeliğinde ifade bulmaktadır. Tapınak hemen kuşatılır. Ancak tanrı hiçbir şeyin farkında değildir. Buna karşılık Ekur'un kapıcısı Kalkal geceyi beklemektedir. O, Enlil'in habercisi Nuşku'yu uyandırmaya koşar. Nuşku da hemen ayaklanmadan habersiz sessizce uyuyan tanrının odasına doğru yönelir. Destanın metni, uyuyan tanrı olaylardan haberdar edilmeden, iki kez kuşatma yapıldığında ısrar etmektedir. Bu ısrarın tesadüfi olmaması mümkündür. Çünkü o, bir taraftan metinde bahsedilen "gece gündüz işi yüklenmiş olan" (dullam izbilu muşi u urri) emekçi tanrıların durumu ile hakim tanrının dinlenmesi olayı arasındaki çatışmayı; diğer taraftan da her şeyi bilen ve hiçbirşeyi gözden kaçırmayan üstün tanrının bulunduğu vaziyeti gözler önüne serme eğilimindedir. Kölelik yapan ve kaderlerinden yakınan tanrılar ile uyuyan tanrı taslağının, yukarıda zikrettiğimiz Sümerlerin Enki ve Ninmah mitinde de görüldüğü bir gerçektir. Yine de iki durum arasında farklılıklar vardır.

Emekçi Tanrıların (İgigiler) Enlil'e Karşı Ayaklanması
Enlil'in aksine Enki-Ea her şeyi gördüğü için değil, düşündüğü için bilmektedir. Enlil'inkine karşılık, onun bilgisi gök ışıklarına ve hava gücüne özgü oida-video tipinde değildir. Bu, Enki'nin evinin bulunduğu Apsu'nun yeraltı durgun suyuna mahsus ışık geçirmez bir bilgidir. Diğer taraftan, farklı dillerde yazılmalarına karşın biri Sümer, diğeri Babil kaynaklı olan iki mit arasında ortak noktalar fazladır. Atrahasis mitinde İgigiler ve hakim tanrı arasındaki çatışma, Enki ve Ninmah'ın hikayesinde görülmeyen önem ve yoğunluk kazanmaktadır. Bu hikayede Enki, annesi Nammu'ya, emekçi tanrıların yerine geçecek olan bir varlığın yaratılması fikrini uygulamaya koyması için yardım edecektir. Atrahasis mitinde ise tanrı Enlil, emekçi tanrıların gelişinden dolayı şaşırmış ve hayrete düşmüştür. Savaşın kapısının önünde olduğu haber verilince, Enlil'in verdiği emir son derece manidardır "Nuşku kapını kapat, silahlarını al ve ön tarafıma geç" (I. levha, satır 87-88. satırlar). Görüldüğü gibi, Enlil'in şaşkınlığı sürmektedir. Nuşku'nun cevabı çarpıcıdır: "Efendim, sizin kendi çocuklarınız söz konusudur. (kelimesi kelimesine: Çocuklar, sizin çocuklarınızdır.) Neden çocuklarınızdan korkuyorsunuz?" (I. kez tekrarlanan ve asi tanrılar ile Enlil'i birbirine bağlayan kan bağı bile onu teskin edemiyor. Enlil, öncelikle habercisi Nuiliku'nun verdiği tavsiyeye uyarak, yardımlarını rica etmek üzere Anu'yu gökten indirmek istiyor ve Apsu'nun da Ea'yı çıkarma [? çeviri den mi] önerisine uyuyor. Meclis (puhrum), Gök tanrısı Anu ve Apsu'nun kralı Enki dışında bütün Anunnakileri toplar. Enlil durumu büyük tanrılara anlatmak üzere söz alır. Her şeyin kendisine yönelik olmasından ve savaşın kendi kapısı önünde vuku bulmasından hala şaşkındır. Anu, Nuşku'ya İgigilerden bu şekilde davranmalarının sebebini sorup öğrenmesini telkin eder. Enlil ise tam aksine, Nuşku'yu silahlanmış bir şekilde asi tanrıların toplantısına katılmak ve savaşın teşvikçisini belirlemekle görevlendirmiştir. Anu 'nun önerisi ile Enlil' in Nuşku aracılığıyla İgigilere gönderdiği mesaj arasındaki farklılık, durum değerlendirilmesindeki temel ayrılığı göstermektedir. Anu, hoşnutsuzluğun sebebini anlamaya çalışmakta, Enlil ise İgigileri isyana iten hususları sorgulamadan sadece muhtemel suçlunun bulunmasıyla ilgilenmektedir. Çözüm getirmek için huzursuzluğun sebeplerini öğrenmek isteyen Anu, yasal yetkiyi temsil ederken, yürütücü gücün temsilcisi olan Enlil ise sadece ceza vermeye çalışmaktadır.

İgigilerin cevabı açıktır. Olanlardan tek kişi değil, savaşı [?] ilan eden bütün tanrılar sorumludur. "Aşırı çalışma bizi öldürmekte, işimiz ağır, acımız büyüktür." (I. levha, 162- 163. satırlar). Enlil bu sözlere beklenmedik bir tepki gösterir. Ağlamaya başlar ve sonra da Anu'dan tanrısal görevi yanında götürmesini (parsam-tabal) (I. l evha, 170-171. satırlar) ve savaş dolayısıyla tehlikeye düşen yetkisini kendi üzerine almasını ister. Aynı zamanda, Enlil, Anu'ya isyancılardan birini Anunnakilerin yanına çağırmasını ve ibret olsun diye öldürmesini de ister. İşte burada yine Enlil ile Anu ve Ea arasındaki farklılık kendisini göstermektedir. Anu, daha sonra da Ea'nın, işten bitkin düşen ve iniltileri tanrılar tarafından bile duyulabilen İgigileri savunduğu görülür.

Ama yine de biri, ibret için olmasa da kurban edilecektir. Gerçi Enki, bilge olan ve aynı zamanda Belet-ili ve Nintu (doğuran hanım) diye adlandırılan tanrıların ebesinden, tanrıların yerine zinciri taşısın diye bir canlı varlık, bir lullu  yaratmasını teklif eder. Tanrıça, görevi her şeyi arıtmak olan Enki- Ea'dan işe koyulabilmesi için kil ister. Atrahasis mitinde insanın doğuşunun başlangıç noktasını, eril unsurla dişil unsurun birleşmesi oluşturduğu için, unsurlardan hiçbiri tek başına böyle bir işe girişmek istemez (I. Levha, 1 89-203. satırlar). Mitin biyolojik açıdan bize sunduğu çevrimyazı son derece zengin ve karışıktır. İnsanın yaratılması bir dizi faaliyetler arasında gelişmektedir. Bu faaliyetler kah tanrı Ea, kah tanrıça Belet-ili tarafından yapılmaktadır. İki tanrı arasında bir çeşit diyalog kurulmuş gibi bir manzara vardır ve bu diyalog her iki tanrıya da özel bir hareket alanı sağlamıştır. İki veya üç girişimden sonra, diğer Anunnaki tanrıları grup halinde tiyatro oyununa katıldıklarında, iki başoyuncunun jest ve kelimelerini kuvvetlendiren ve onaylayan bir koro görüntüsü oluştururlar.

Yazılı metinler, bazen önemli noktalarda büyük eksiklikler gösterebilirler. Buna rağmen bunları, insanın yaratılışına yol açan mitik gelişmeyi sunuş biçimlerine göre ikiye ayırabiliriz.

Enki İnsanı Yaratıyor
Tanrı Ea tarafından sağlanan ve temel elemanı oluşturan kilden hareketle, mitik gelişmenin ilk kısmı, ceninin elde edileceği esas maddenin yaratılmasına (prima materies) kadar gelmektedir. Bunun da evreleri vardır: İlk aşama, ayın on yedinci ve on beşinci günü, tanrı Enki-Ea'nın hazırladığı arıtma banyosu ile başka yerlerde bilinmeyen We ya da We-ila adında bir tanrının öldürülmesidir. We ya da We-ila tanrısının adı, insan anlamına gelen (a) welum teriminden kaynaklanan bir kelime oyunu da olabilir. Tanrıça Nintu, etemmu'ya sahip canlı maddeyi yaratır.

Öldükten sonra geri dönmeyen ve toz olmayan ölümsüz unsur, varlığını sürdürmeye ve canlılardan dua ve bağış istemeye devam etmektedir. Enuma eliş'te bu ölümsüz unsur, tanrı Kingu tarafından insanın yaratılışı sırasında verilmiştir. Ancak Gılgameş Destanı'nda (I. Ievha, 33-35. satırlar), Aruru'nun Enkidu'yu yarattığı zaman diliminde yoktur. Bu durum aynı tanrının teodike'sinin pasajında geçen eserini zikretmektedir. (XXIV (B), 258. satır).

Hamuru yoğuran ve hazırlayan kişinin Nintu (doğuran hanım) adını taşıyan tanrıça olması, kadın unsurunun, dışarıdan sağlanan maddelerle canlı varlığın ortaya çıkacağı malzemeyi yarattığı anlamına gelmektedir.

İgigi tanrıları, bu şekilde elde edilen hamur üzerine tükürürler (I. Ievha, 233-234. satırlar). Emekçi tanrıların bu davranışını açıklamak için Lambert-Millard ve Lambat'ın önerdiği gibi, çömlekçinin tekniğine değinmemizin uygun olduğunu sanmıyorum. Gerçekten de, Mezopotamya'daki çömlekçiler, şekil verecekleri topağı koparmadan evvel hamurun üzerine tükürür. Biz bunu sadece Gılgameş Destanı'ndaki (I. levha, 34. satır) pasajdan değil; tanrıça Belet-ili'nin hamurun üzerine nasıl tükürdüğünü anlatan, Atrahasis şiirinin Neo-Asur pasajından da öğreniyoruz. (Lambert­ Millard, s. XI, 5 satır: 771-771-ta [ta-at]-ta-di eli ti-it-ti şa;  tanrıça hazırladığı kilin üzerine tükürüyor). Her şeyden önce, İgigi tanrıları genel olarak çömlekçinin sanatı ile ilgili hiçbir şey yapmamışlardır. Özellikle burada kazma ve küfeyi kullanan kişiler olarak görünmektedirler. Çömlekçinin hareketleri ise yalnızca teknisyenlik görevini üstlenen Ea ve Belet-ili tanrılarına mahsustur. İgigilerin kil üzerine tükürmesi, işçi tanrıların önceki durumu üzerlerinden atmaları anlamına gelmektedir. İgigilerin konumunu, bundan böyle zincire boyun eğen ve küfeyi taşımak zorunda kalan insan üstlenecektir. Kırk yıl toprak üzerinde acı çeken İgigiler, kilin üzerine tükürerek açıkça geçmişleri ile olan kopuşu ifade etmektedirler. Yorumcuların dikkatini çekmiş görünmeyen önemli bir ayrıntı da şudur: Destanın başından itibaren ilk defa bu pasajda, kil üzerine tüküren İgigiler "Büyük tanrı" olarak nitelendirilmiştir (ilani rabuti, I. levha, 233 satır). Bu da artık onların Anunnakiler gibi, bütün haklara sahip tanrılar oldukları anlamına gelmektedir.

Şiirin ilk kısmı tanrıça Mami'nin** bir konuşması ile biter. Mami tanrılar tarafından kendine verilen görevi yerine getirdiğini beyan eder. Tanrılar, tanrıçadan insanı yaratmasını istemişlerdir. Tanrıça, onları kurtarır ve bağımsızlığı tesis eder. Geriye Enki-Ea'nın tasarladığı ve ilk malzemeleri (prima materies) hazır olan tasarıyı gerçekleştirmek kalıyordu.

İkinci kısımda olaylar, bit-şimti'ye "kaderin belirlediği yer"e taşınıyor. Gerçekten bu andan itibaren, ana rahminde oluşan ceninin gelişmesine ve doğum sırasında dışarı çıkışına ilişkin çeşitli süreçler söz konusudur. Ea ve Mami 'nin bit-şimti'de yaptığı hareketler, şiirin ilk kısmında olduğu gibi birbirine uyumlu görünmektedir.

Tanrı Ea, çömlekçi marifetine mahsus bir iş yapmaya başlamıştır. O, tanrıça Mami'nin önünde toprağı "işliyordur". Ancak bu olay sadece teknik bir ilgi değildir (bkz. M.-Th. Barrelet, Figurines et relieft en terre cuite du Musee du Louvre, s. 32). Bunun altında başka bir mana yatmaktadır. Toprağın işlenmesi dölyatakları sassurati'nin (ki bunlardan daha önce bahsedilmemektedir) toplanmasından (I. levha, 25 l satır) yani ceninleri almaya hazır hale gelmesinden sonra olmuştur. Çiğneme işlemi, toprak malzemesinden hava kabarcıklarını çıkarmak üzere yapılan teknik bir çalışmadır ve burada cinsel simgecilik görmemek mümkün değildir. Tanrı, toprak üzerine ayağının izini bırakmak suretiyle, tanrıça Mami kadar kendi eseri de olan bu canlı maddeyi bir şekilde damgalamaktadır. İgigilerin tükürme meselesinde olduğu gibi, olay her zaman teknik ve simgesel olmak üzere iki planda oynanmaktadır. Bundan sonra Mami'nin dua okuduğunu ve Ea'nın yardım ettiğini anlatan iki satır dışında (254 satır), tanrı Ea insanın yaratılışına müdahale etmeyecektir. Artık her şey Mami'nin eseridir. Sanki erkeğin yaratıcı gücünün doruk noktasına ulaştığı hissettirilmek istenmektedir. Tanrıça Mami, duasını bitirdikten sonra hamurdan on dört topak koparıp yedisini sağ, yedisini de sol tarafına yerleştirir. Ortaya da bir kalıp koyar ve anlamı henüz bilinmeyen bir işlem yapar. Takip eden olaylar, bir Yeni-Asur parçasında muhafaza edilmiştir: Kaderin yaratıcısı Ana tanrıça, burada "iffet ve bilgi dolu" dölyataklannı zorluyordur. Yedisi erkek, yedisi de kız olmak üzere on dört çocuk doğuracaktır. Bu pasaj, hamurdan koparılan on dört topağın, 25 1. satırda bahsedilen dölyataklarına yerleştirildiğini göstermektedir. Bu dölyatakları, anlama yeteneğine sahiptir. Çünkü insanlığın neşet edeceği yedi çift ana örneği yaratma amacı güden tanrıça Mami'nin emirlerini yerine getirebilmektedir.

Son satır (Asur değişkesi, l4 satır) ise olanları ve olacakları zikretmektedir: "İşte Mami'nin insan ırkı için tasarladığı kurallar buradadır". Bunlar hem hamile kadının, hem de lohusanın uyması gereken kurallardır.

Eski Babil metni, bir boşluktan sonra olayları tekrar ele aldığında, genç kızlarda göğüslerin gelişmesi ile ergenlerin (272- 273. satırlar) yanaklarında sakalların çıkması arasında bağlantı kurar. Bu demektir ki, Nintu olarak adlandırılan tanrıça biraraya getirilen dölyataklarının başında oturmuş ayları saymaktadır.

Doğum zamanı geldiğinde başını örten tanrıça, neşeli bir şekilde bir ebe kadın gibi davranır. Hayır duasını ederken de beline bir kuşak bağlayacaktır. Arkasından da, lohusanın evinde dokuz gün kalacak olan unla bir figür çizer ve bir de tuğla koyar. Bu, insanın yaratılış hikayesinin sonudur. Takip eden satırlar ise evlilik kurumu ile ilgilidir. Destanın metninde, evlilik kutlamalarının da dokuz gün süreceği belirtilmiştir. Lohusalık dönemi (Levitik, XII, 2) ile düğünün gün sayısı arasındaki koşutluk, Eski İsrail'de de vardı (Tekvin, XIX, 27; Yargıçları, XIV, 1 2, 1 7).

Tanrılar, Enki'nin Yarattığı İnsanı Yok Etmek İstiyor: TUFAN
Tanrı Enki-Ea'nın, insanın yaratılışında oynadığı üstün rol, Atrahasis şiirinin tamamında ve özellikle Enlil ve diğer tanrılar insanlığı tufan yolu ile yok etmeye karar verdiklerinde, onun insanlara olan ilgisini açıklamaktadır. Şiirin bütünü incelendiğinde, Enki-Ea ve Belet-ili'nin davranışlarında, insanın yaratılışı ile sonuçlanan ortak çalışmalar boyunca sergilenen farklılığı görmek mümkündür. Enki-Ea, Enlil tarafından tehdit edilen insanlara Atrahasis 'in yardım etmesini sağlamaya çalışır. Geminin (eleppu) (lll. levha, 22 satır) icad edildiği ana kadar da zekâsını kullanmaktan asla vazgeçmez. Gemi, Atrahasis'i tufandan kurtarmak için, Enki-Ea tarafından toprak üzerine çizilmiştir. Belet-ili (Nintu), tanrılar tarafından insanlara karşı alınan kararlan öngörecek durumda olmadığından bu kararları kabul etmektedir. Öyle ki, halkının büyük tanrılar tarafından boğdurulduğuna inandığından, Anu'ya karşı bile öfkesini dile getirmemektedir. Belet-ili 'nin rolü, bir dölyatağı olarak programlanmış ve her zaman edilgen ve sabit kılınmıştır. Ea ise şekilleri biçimlendiren ve kaderi tayin eden yaratıcı tanrı olarak kendini göstermektedir.

İkinci kısımda kavga yeniden alevlenir. Ancak bu kez tanrı Enlil, demografik artışın dayanılmaz bir şeklini hubris oluşturan insanlarla karşı karşıya bulunmaktadır. Kısacası, insanlığın nüfus artışı karşısında bütün araçlarla savaşa girişen Enlil olduğu halde, tanrısal üstünlük bir başarısızlık ya da yan-başarısızlık sergileyecektir. İnsanlar, Enlil'in kararlaştırdığı tufanla yok edilemeyecektir. Enki-Ea tarafından kendisine bahşedilen ölümsüzlük sayesinde, hakim tanrı onurunu kurtarır ve dört ayağı üstüne düşer. Enlil'in yeryüzünde sahip olduğu saray, önemsiz bir olayın başlangıç noktasını oluşturmasına rağmen, Enlil'in otoritesini sarsan kavganın anlamı ve önemi bambaşkadır.

Mitolojiler Sözlüğü, Dost Yayınları, s. 1054-1057


*Ana başlığı ve ara başlıkları ben yazdım. Koyulaştırmayı ben yaptım. Tarihteki ilk ayaklanma derken;  tarihteki kelimesini tırnak içine alarak yazdığımı hatırlatayım. Sümer tabletlerinde yazılanlara bir göndermedir ve bu tabletler (yazılı kaynaklar, belgeler) mitolojinin bir parçası olarak görünse de (bu yüzden tırnak içinde) tarihteki ilk kayıtlardır. Bundan öncesini bilmiyoruz. Sümer tarihi (ve genel anlamda tarih) bunlarla başlıyor. DK

** Mami; tanrıça Ninhursag'tır


Şunlara da bkz. 

İlahi Savaş Sanatı

Sümer Yaratılış Mitosları

Gılgamış'ta Nuh Tufanı

Nibiru Gezegeni'nden Enki'nin Hikayesi

Sümer Silindir Mühürleri

Mezopotamya Uygarlıkları

25 Nisan 2019 Perşembe

Mitolojik ve Tarihsel Özel Adların Okunuşları

Mitolojik ve Tarihsel Özel Adların Okunuşları




Admetos (Admetos)

Aeneis (Aeneyis)

Aenomas (Aenomas)

Agamemnon (Agamemnon)

Aiakos (Ayakos)

Aias (Ayas)

Aietes (Ayetes)

Aigeus (Aygeus)

Aigina (Aygina)

Aigus (Aygus)



Aigystos (Aygistos/Aygüstos)

Aineias (Ayneyas)

Aiolos (Ayolos)

Akhalar (Akhalar/Ahalar)

Akheron (Aheron)

Akhilleus (Ahilleus)

Akrisios (Akrisyos)

Alissa (Alissa)

Alkestis (Alkestis)

Alkinoos (Alkinoos)

Alkmene (Alkmene)

Amazonlar (Amazonlar)

Amonthonte (Amontonte)

Amphion (Amfiyon)

Amphitrion (Amfitriyon)

Amphitrite (Amfitrite)

Androklus (Androklus)

Ankhises (Anhises)

Anteia (Anteya)

Antigone (Antigone)

Antiope (Antiyope)

Aphrodite (Afrodit / Afrodite)

Apollon (Apollon)

Arakhne (Arahne)

Ares (Ares)

Arete (Arete)

Argo (Argo –gemi adı–)

Argos (Argos)

Ariadne (Aryadne)

Arion (Aryon)

Aristaios (Aristayos)

Aristo (Aristo)

Artemis (Artemis)

Asapos (Asapos)

Asklepieion (Asklepyeyon)

Asklepios (Asklepyos)

Atalante (Atalante)

Atena (Atena)

Atlantis (Atlantis)

Atlas (Atlas)

Atreus (Atreus)

Atreusoğlu (Atreusoğlu)

Aurora (Aurora)

Autolikos (Autolikos)

Bakhalar (Bakhalar / Bahalar)

Baukis (Baukis)

Bellerophontes (Bellerofontes)

Boiotia (Boyotiya)

Briseis (Briseyis)

Büyük Aias (Büyük Ayas)

Champs Elysée (Şan Zelize)

Chios (Şios)

Clito (Klito)

Daidalos (Daydalos)

Danae (Danae)

Daphnis (Dafnis)

Deianeira (Deyaneyra)

Delphoi (Delfoy)

Demeter (Demeter)

Demodokos (Demeodokos)

Derketo (Derketo)

Dido (Dido)

Diktys (Diktis)

Diognetos (Diyognetos)

Dionysos (Diyonisos)

Doris (Doris)

Driad'lar (Driyadlar)

Driope (Driyope)

Eflatun (Platon da denir) (Eflatun)

Ekho (Eho, Eko)

Elektra (Elektra)

Eos (Eos)

Eosphoros (Eosforos)

Epaphos (Epafos)

Ephialtes (Efiyaltes)

Epimenides (Epimenides)

Erinys'ler (Erinisler)

Eros (Eros)

Erysikhton (Erisihton)

Euripides (Euripides)

Europa (Europa/Evropa)

Eurydike (Euridike)

Eurythion (Euritiyon)

Eurythos (Euritos)

Fames (Fames)

Gaia (Gaya)

Galateia (Galateya)

Glaukos (Glaukos)

Goethe (Göte)

Gorgias (Gorgiyas)

Gorgon (Gorgon)

Hades (Hades)

Halkione (Halkyone)

Harmonia (Harmoniya)

Hebe (Hebe)

Hebrus Irmağı (Hebrus Irmağı)

Hekabe (Hekabe)

Hektor (Hektor)

Helena (Helena)

Helenos (Helenos)

Helios (Helyos)

Hephaistos (Hefaystos)

Hera - Here (Hera - Here)

Herakles (Hereklas)

Heredotos (Heredotos, Heredot)

Hermaphrodite (Hermafrodit)

Hermes (Hermes)

Hero (Hero)

Hesperid'ler (Hesperidler)

Hilot (Hilot)

Hippolytos (Hippolitos)

Hippomadas (Hippomadas)

Hygieia (Higiyeya)

Hyllos (Hillos)

Hypnos (Hipnos)

İason (İyason)

İkaros (İkaros)

İlos (İlos)

İlyada (İlyada)

İnanna (İnanna)

İo (İyo/İo)

İobates (İyobates/İobates)

İokaste (İyokaste/İokaste)

İole (İyole/İole)

İolkos (İyolkos/İolkos)

İon (İyon/İon)

İphygeneia (İfigeneya)

İrios (İryos)

İris (İris)

İtake (İtake)

İxion (İksiyon)

Kadmos (Kadmos)

Kalydon Domuzu (Kalidon Domuzu)

Kalkhas (Kalhas)

Kalydon (Kalidon)

Kalypso (Kalipso)

Kassandra (Kassandra)

Kazdağları (Kazdağları)

Kentaur (Kentaur, Atadam)

Kephalos (Kefalos)

Kerberos (Kerberos)

Keyks (Keyks/Keykis)

Kharites (Harites)

Kharon (Haron)

Kheiron (Heyron)

Khimaira (Himayra)

Khriseis (Hriseyis/Khrisei)

Kirke (Kirke)

Klytaimestra (Klütaymestra)

Kokytos (Kokitos)

Korinthos (Korintos)

Kreon (Kreon)

Kreusa (Kreusa)

Kritias (Kritias)

Kronos (Kronos)

Kybele (Kibele)

Kyklop (Kiklop)

Kyrene (Kirene)

Laertes (Laertes)

Laios (Layos)

Laodemeia (Laodemeya)

Laokon (Laokon)

Lapith (Lapit)

Leandros (Leandros)

Lemnos (Lemnos)

Lesbos (Letos)

Leto (Leto)

Linos (Linos)

Lyca (Lika)

Lykomedes (Likomedes)

Lykos (Likos)

Mainadlar (Maynadlar)

Makedon (Makedon)

Marsias (Marsyas)

Medeia (Medeya)

Medusa(Medusa)

Megaira (Megayra)

Melenios (Melenyos)

Memnon (Memnon)

Menelaos (Menelaos)

Mentes (Mentes)

Mentor (Mentor)

Merope (Merope)

Midas (Midas)

Minopion (Minopiyon)

Minos (Minos)

Minotauros (Minotauros)

Moira (Moyra)

Mopsos (Mopsos)

Musa'lar (Musalar)

Mykene (Mükene)

Naksos (Naksos)

Narkhisos (Narhisos)

Nausikaa (Nausikaa)

Nemeia (Nemeya)

Neoptolemos (Neoptolemos)

Nereus (Nereus)

Nereus Kızları (Nereus Kızları)

Nessos (Nessos)

Ninos (Ninos)

Niobe (Niyobe / Niobe)

Nympha (Nümfe / Nümfa)

Nysa (Nisa)

Odisseia (Odisseya)

Odisseus (Odisseus)

Oidipus (Oidipus / Oydipus)

Olimpos (Olimpos)

Orellana (Orellana)

Orestes (Orestes)

Orion (Oryon)

Orpheus (Orfeus)

Ossa Dağı (Ossa Dağı)

Otos (Otos)

Palladion (Palladyon)

Pallas (Pallas)

Pan (Pan)

Paphos (Pafos)

Paris (Paris)

Pasiphae (Pasifae)

Patroklos (Patroklos)

Pegasos (Pegasos)

Pelias (Pelyas)

Pelion (Peliyon)

Pelion Dağı (Pelyon Dağı)

Peloponez/Peloponessos (Peloponez, Peloponessos)

Pelops (Pelops)

Penelopeia (Penelopeya)

Penthesileia (Pentesileya)

Periandros (Peryandros)

Persephone (Persefone)

Perseus (Perseus)

Phaeton (Faeton)

Phaiak (Fayak)

Phaidra (Faydra)

Phemios (Femyos)

Philemon (Filemon)

Philoktetes (Filoktetes)

Philonoe (Filonoe)

Pholos (Folos)

Phrygia (Frigya)

Pindos (Pindos)

Pisa (Pisa)

Pithia (Pitiya)

Platon (Platon)

Po Irmağı (Po Irmağı)

Polydektes (Polidektes)

Polykrite (Polikrite)

Polyphemos (Polifemos)

Pontos Eukseinos (Pontos Eukseynos –Konuksever Deniz=Karadeniz–)

Poseidon (Poseydon)

Priamos (Priyamos)

Proitos (Proytos)

Prokris (Prokris)

Prometheus (Prometeus)

Propoedites (Propoedites)

Pygmalion (Pigmalyon)

Pylades (Pilades)

Pyramos/Pyramus (Piramos/Piramus)

Racine (Rasin)

Radamantis (Radamantis)

Ramsinit (Ramsinit)

Rheia (Reya)

Sarpedon (Sarpedon)

Satyros/Satyr (Satiros/Satir)

Semiramis (Semiramis)

Sibylla (Sibilla)

Silenos (Silenos)

Siren (Siren)

Skamandros (Skamandros)

Skiron (Skiron)

Skylla (Skülla, Skilla)

Smoeis (Smoeyis)

Spartoi (Spartoy)

Sphynx (Sfinks)

Styks Irmağı (Stiks Irmağı)

Stymphalos (Stimfalos)

Sysiphos (Sisifos)

Talos (Talos)

Tantalos (Tantalos)

Tauris (Tauris)

Tebai (Tebai/Tebayi)

Teiresias (Teyresyas)

Telemakhos (Telemahos)

Teodosius (Teodosyus)

Teokritos (Teokritos)

Thersites (Tersites)

Theseus (Teseus)

Thetis (Tetis)

Timaios (Timayos)

Tisbe (Tisbe)

Triton (Triton)

Troia (Troya)

Troia Atı (Troya Atı)

Tros (Tros)

Uranos (Uranos)

Vergilius (Vergiliyus)

Vesta (Vesta)

Zethos (Zetos)

Zeus (Zeus)

Kaynak: Yaşar Atan, Akdeniz Mitologyasından Efsaneler, Evrensel Yayınları


22 Mart 2019 Cuma

Sümer Yaratılış Mitosları

Sümer Yaratılış Mitosları


S. H. Hook


Sümer[1]Yaradılış[2] Mitosu

Temel mitosların Sümerli biçimiyle bulduğumuz ikincisi[3], çok geniş bir alana yayılmış olan Yaradılış mitosudur. Burada, eskiçağ (antik) yaradılış  mitoslarından  hiç  birisinde,  ex  nihilo  (hiç  yoktan) yaratış  kavramıyla  karşılaşmadığımızı  belirtmeliyiz.   Tüm  eskiçağ, mitoslarında yaratış, başlangıçtaki kargaşa (kaos) durumuna bir düzen verme eylemi olarak görünür. Asur-Babil malzemesini incelemeye başlayınca, kozmogoni mitosunun (evrenin oluşumu mitosunun) burada tek bir ana biçimiyle, ünlü Enuma Eliş ile, günümüzde genellikle kullanılan adıyla söylemek gerekirse, "Yaradılış Destanı" biçiminde bulunduğunu göreceğiz. 

Ancak Sümer malzemesinde Asur-Babil yaradılış mitosunun dengi olan bir şeyle karşılaşılmaz. Profesör Kramer, Sümer kozmogonisinin çeşitli orijin mitoslarından derlenerek toparlanması gerektiğini göstermiştir ve aşağıdaki anlatıma[4]onun bu yoldaki araştırmalarına dayanmaktadır. Bununla birlikte, Kramer, Sümerce bilgimizde büyük boşlukların bulunduğunu ve Sümer mitoslarının üzerlerine yazılmasıyla zamanımıza kalabilmeleri sağlanan tabletlerin birçoğunun kırık ve eksik olduğunu anımsatmaya özen gösterir. Böyle olunca, Sümerce bilgimizin bugünkü durumuyla, Sümer mitolojisinin parçaları birbirine tutarlı olarak bağlanmış bir anlatımını vermemizin olanağı bulunmamaktadır.
Bu gerçekten de güzel olan görseli dikkat çekmek amacıyla buraya aldım !
Bu Sümer silindir mühründe geleneksel kayıklarla ulaşılabilen deniz/su kenarında
bir kapı görünüyor. Bu yerin/şehrin Eridu olduğu bu yapının da Enki'nin Evi veya tapınağı olduğu iddia ediliyor.
Mühür British Museum'da BHRN31 numarasıyla kayıtlıymış.
Ben online olarak araştırdım ama bulamadım. Benim için doğrulanmamış bir görseldir.
Görsel tek bir kaynaktan yayılmış (yukarıdaki link) DK


Anlatış kolaylığı sağlaması bakımından Sümer Yaradılış mitosları, "evrenin kökeni", "evrenin düzene konması" ve "insanın yaradılışı" olarak üç başlık altında toplanabilir.

Evrenin Kökeni: Sümer tanrılarının bir listesini veren bir tablette, adı "deniz" için kullanılan ideogramla[5]yazılan tanrıça Nammu, "Gök'ü ve Yer'i doğuran ana" olarak betimlenir. Öteki mitoslardan, gökyüzünün ve yeryüzünün, başlangıçta, tabanı yer, tepesi gök olan bir dağı oluşturdukları anlaşılıyor. Gök, tanrı An; Yer, tanrıça Ki olarak kişileştirilmiştir; onların birleşmelerinden de hava-tanrıEnlil doğmuştur; Enlil ise Gök ile Yer'i birbirinden ayırmış, evreni gökle yerin birbirinden hava ile ayrıldığı bir varlık biçimine sokmuştur. Sümer mitolojisinde ilksel denizin kökeni hakkında ise herhangi bir açıklama verilmemektedir.

Evrenin Düzenlenmesi: Yaradılış motifinin evrenin düzene sokulmasıyla ilgili yönü, göksel cisimlerin ve Sümer uygarlığının çeşitli öğelerinin nasıl var olduklarını açıklayan birçok mitos ile anlatılmıştır. Söz konusu mitoslardan ilki, ay-tanrı Nanna'nın, ya da öteki [Sami] adıyla Sin'in doğuşuyla ilgilidir. Ayrıntıları açık değildir ve ileride edinilecek bilgiler bunlarda değişiklikleri gerektirebilir; bununla birlikte, mitosun ana çizgisi, Sümer panteonunun yüce tanrısı olan, sunağı Nippur kentinde bulunan Enlil'in tanrıça Ninlil'e tutulması ve bu tanrıça, Nunbirdu Irmağı'nda yelken açmış seyrederken onun ırzına geçmesi doğrultusunda gelişir. Enlil bu ağır suçundan dolayı  yeraltı  dünyasına sürülür;  ama karnı  iyice şişmiş olan Ninlil geride bırakılmayı kabul etmez ve Enlil'in ardından ölüler dünyasına gitmeyi isteyip bu isteğinde direnir. Böyle bir durum, Ninlil'in çocuğu ay-tanrı  Nanna'nın,  göklerin  ışığı  olmak  yerine,  karanlık  ölüler dünyasında doğmasına yol açınca, Enlil, Ninlil'in ölüler dünyasının üç tanrısal   varlığının   annesi   olmasını,   onların   Nanna yerine bırakılmalarını sağlayarak, Nanna'nın göğe çıkmasına olanak verecek karışık bir plan hazırlar. Bu ilginç ve daha önce varlığından haberli olmadığımız mitosun, daha önce sözünü ettiğimiz Tammuz-İştar mitosunun uğradığı değişikliğin bir ipucunu verdiği açık. Tammuz ayinlerinde "Enlil" sözünün sık sık Tammuz'un sanı olarak yer aldığını ve aynı biçimde İştar için "Ninlil" adının kullanıldığını görürüz; öyle ki, İnanna'nın ölüler dünyasına inişine ilişkin Sümer mitosunun en eski biçiminde açıklanmadan bırakılmış olan iniş nedeni, İştar'ın yeraltı dünyasına inişinde, ay-tanrı Nanna'nın doğuşuyla ilgili bu mitosda bir açıklamaya kavuşmaktadır.

Sümer panteonunda ay-tanrı Nanna, öteki adıyla Sin, tanrıların en büyüğüydü ve güneş-tanrı Utu, Nanna ile eşi tanrıça Ningal'in çocuğu sayılıyordu. Daha sonraki İbrani kozmogonisinde bu durum tersine çevrildi ve klasik çağ mitolojisinde olduğu gibi, güneş ışık saçan tanrıların en büyüğü konumuna gelirken, ay, bir tanrı değil tanrıça sayıldı.Sümerliler, Nanna'nın bir gaffeh, yani Fırat üzerinde ulaştırmacılıkta kullanılan yuvarlık kayık içinde, kökenleri açıklanmış olmayan yıldızlar ve gezegenler eşliğinde yolculuk ettiğine inandılar.

Enlil gökyüzünü yeryüzünden ayırdıktan sonra ve göklerin aydınlanması, [ay-tanrı] Nanna [güneş-tanrı] Utu ile öteki gezegenler ve yıldızlar tarafından sağlandıktan sonra, sıra, evrenin yeryüzü bölümünün düzene sokulmasına gelmişti ve yeryüzü düzeninin çeşitli öğeleriyle ilgili çeşitli mitoslar geliştirildi. Pek de mantığa uygun olmayan bir biçimde, tanrıların kentlerinin ve tapınaklarının, evrenin düzeninin kurulmasıyla ilgili çeşitli tanrısal etkinliklerin sonuna konan "insanın yaratılması" olayından önce var oldukları düşünüldü. Bitkiler dünyası, sığırlar, tarım araçları ile uygarlığın çeşitli zanaatları, Enlil'in buyruklarını yerine getiren küçük tanrılar eliyle dolaylı olarak var edilmiş olsalar da, Enlil'in bunların asıl yaratıcısı olduğuna inanıldı. Yeryüzüne sığır ve tahıl sağlamak için, Babilonyalı bilgelik tanrısı Ea[6]'nın önerisiyle, Enlil iki küçük tanrı olan sığır-tanrı Lahar ve tahıl-tanrıça Aşnan'ı, tanrılara yiyecek ve giyecek sağlamaları amacıyla yaratır[7]. Mitosda bunların yeryüzünde yarattıkları bolluk anlatılır; ne var ki şarap içip sarhoş olan bu iki küçük tanrı, tartışmaya, kavgaya başlayarak görevlerini unuturlar; öyle ki, tanrılar gereksinimleri olan şeyleri elde edemez olurlar. İnsan, işte bu duruma bir çare  bulmak  için  yaratılır.  Aşağıdaki  dizeler,  mitosun  Lahar  ve Aşnan ile ilgili bölümünün Kramer tarafından yapılmış çevirisidir:

O günlerde, tanrıların yaratış odasında,
Onların Dulkug evinde Lahar'a ve Aşnan'a biçimleri verildi;
Lahar ve Aşnan'ın yapılışında;
Dulkug Anunnaki'si[8] yediler ama doymadılar;
Katkısız koyun sütlerini... ve iyi şeyleri,
Dulkug Anunnaki'si içtiler, ama kanmadılar;
Katışıksız koyun sürülerinin sağlayacağı iyi şeyler hatırına
İnsana nefes verildi.

Yiyecek ve giyecek sağlanmasıyla ilgili mitoslar yanı sıra uygarlığın öteki öğeleriyle ve evrenin düzene, sokulmasına ilişkin öteki öğelerle ilgili çeşitli mitoslar da vardır. Büyük bir bölümü bugüne dek aydınlatılamamış uzun bir şiirde, "kazma"nın Enlil tarafından yaradılışı ve bu değerli aracın evlerini ve kentlerini kurabilmeleri için, “kara başlı halk”a[9]armağan edilişi anlatılmaktadır. Bir  başka  mitosda,  Enki'nin  Sümer'e  uygarlığın  gerekli  öğelerini sağlamak   için   yaptıkları   betimlenmektedir.   Bu   mitos,   Enki'nin, Sümer'den  başlayarak,  tanrıların  evrene  düzen  getirmeleriyle  ilgili yaratıcı   etkinlikleri  anlamına  gelen  Sümerce  terim  ile  "yazgıları saptayarak", dünyanın çeşitli bölgelerini nasıl  dolaştığını anlatmaktadır. Bu yolda Enki, önce Ur kentine, oradan, olasılıkla Mısır'ı belirtmek için kullanılan [işaret ile, ad ile] Meluhha'ya, sonra, içlerini balıklarla doldurduğu Dicle ve Fırat ırmaklarına gider ve daha sonra Basra Körfezi'ne uğrar. Uğradığı tüm bu ülkelerin üzerlerine, onların yönetimini üstlenecek birer tanrı ya da tanrıça atar. Bu ilginç mitosun Kramer tarafından yapılmış çevirisinin bir pasajı bize, Enki'nin söz konusu uygarlaştırıcı etkinliklerinin neler olduğunu gösterecektir:[10]

O (Enki)[11]a sabanı ve boyunduruğu sürdü;
Büyük Prens Enki öküzleri..,
Katışıksız ürünlere haykırdı,
Sağlam duran tarlada tahıl yetiştirdi;
Ovanın efendisi[12]kıymetli taşı ve süsü,
Enlil'in... çiftçisi [Enki]
Enkimdu'ya, tanrısı olduğu kanalların ve setlerin
bakımı görevini verdi.
Efendi sağlam duran yeri çağırdı, ona çok tahıl ürettirdi.
Enki onun küçük ve büyük taneli fasulyelerini
çıkarmasını sağladı...
... tahılını ambar için öbek yaptı.
Enki ambara ambar kattı,
Enlil ile birlikte, O ülkede bolluğu artırır;
Kafası.. . [şöyle] yüzü... [böyle] olan
Ülkenin kudreti, karabaşlı halkın sarsılmaz desteği,
Herşeye güç veren
... hanımefendi [tanrıça] Aşnan'ı
Enki görevlendirdi.

Enki daha sonra kerpiç-tanrı Kabta'yı, kazma ve kerpiç kalıbı işlerinin başına getirir. Temeller atar ve evler kurar ve onları "Enlil'in büyük yapıcısı" Muşdamma'nın yetkisi altına koyar. Ovayı bitki ve hayvan yaşamıyla doldurur ve üzerine "dağın kralı" Şumugan'ı görevli bırakır. Ve son olarak Enki, koyun ağılları ve ahırlar kurup, onları koyun çobanı çoban-tanrı Dumuzi'nin yönetimi altına verir.

Evrenin örgütlendirilip düzene konmasıyla ilgili olup üzerinde duracağımız son mitos, tanrıça İnanna'nın, öteki adıyla İştar'ın yaptıklarıyla ilgilidir. "Yazgıların saptanması" deyişinin anlamını daha önce açıklama fırsatı bulmuştuk. Babilonya mitoslarını incelemeye başlayınca ise, "yazgıların tableti" adı verilen bir nesnenin birçok mitosda önemli bir yerinin olduğunu göreceğiz. Tanrının sayılan niteliklerinden biri, bu tablete sahip olmaktı ve bu tabletlerin çeşitli nedenlerle çalındığını ya da zorla ele geçirildiğini okuruz. Bunlara sahip olan tanrı, evrenin düzenini denetleme gücüne de sahip oluyordu. Şimdi ele alacağımız mitosda İnanna, uygarlığın nimetlerini kendi kenti Erek'e sunmak istemektedir. Bu isteğini gerçekleştirebilmek için, tanrıçanın mi[13]denen şeyi elde etmesi gerekmektedir; ki, bu, Akadca'da "yazgı tabletleri" denen şeye sahip olmakla kazanılan aynı gücü  anlatan  Sümerce  bir  sözcük  olsa  gerek.  

Mi'ler  bilgelik  tanrısı Enki’nin elindedir.  nedenle İnanna, Enki'nin oturduğu yere, tatlı suların derinliği olan Apsu’daki evinin  bulunduğu kente, yani Eridu'ya gider.  Enki, kızını konukseverlikle karşılar ve onun için büyük  bir şölen verir. Şaraptan[14]mest olunca kızına mi'leri,  yani  Kramer'in deyişiyle “Sümer kültür biçiminin temelini oluşturan “ tanrısal kararları  da dışarıda bırakmaksızın, ne isterse armağan edeceğine söz , verir.  Mitosda  Sümer  uygarlığını oluşturan yüzün  üzerinde  öğenin bulunduğu  bir  liste  verilir.  İnanna  bu  armağanları  sevinerek  alır  ve onları barkasına,[15] "göklerin teknesi"ne yükleyip Erek'e doğru yelken açar.  Enki sarhoşluktan ayılıp kendisine gelince, mi’lerin her zamanki yerlerinde bulunmadıklarını anlar. Mi’lerin konduğu yerle ilgili sözler, bunların tabletler biçiminde olduklarını göstermektedir. Mi'lerin yittiğini anlar anlamaz Enki, habercisi İsimud'u onları geri alması buyruğuyla yollar. Bunu yedi kez yinelediği halde, her keresinde, İnanna'nın daha önce sözünü ettiğimiz veziri olan Ninşubur tarafından engellenir. Böylece tanrıça uygarlığın nimetlerini Erek'e[16]getirir.

Sümer silindir mühründe, "Oturan Tanrı ve Ziyafet Sahnesi"
Buradaki tanrının Enki olduğu düşünülmektedir. Arkada çıplak olarak görülen (?) tanrıçanın İnanna olduğuna inanılır. Tanrı bir masanın önünde oturmakta ve içki içmektedir. Belki de bu sahne efsanelerde anlatılan 100 ME'yi ele geçirmek için Enki'yi sarhoş etmeye çalışan İnanna'yı anlatmaktadır.
Koyu kahverengi steatit taşı (sabun taşı veya talk taşı), 33 x 17 mm, I. Hanedanlık dönemi, MÖ 2900-2700


Buraya dek sözünü ettiğimiz çeşitli mitoslarda, Sümer'in çeşitli kent devletleri arasındaki rekabetin yansıdığı görülmüş olmalı. İnanna'nın Enki'den elde ettiği mi'ler listesindeki ilk maddeler olarak; taç, taht, ve asa gibi egemenlikle ilgili nesnelerin sayılmasından, Sümer'de egemenlik kurma kavgasının, evrene düzen verilmesiyle ilgili mitosların yaratılmasının temelindeki motiflerden birini oluşturduğu sonucunu çıkarabiliriz.

insanın Yaradılışı : Lahar ile Aşnan mitosunun insanın tanrılara hizmet etmesi için yaratılışıyla sona erdiğini az önce görmüştük. Metninin çözülmesi güç ve kopuk durumda olduğu bir başka mitos, insanın nasıl yaratıldığını anlatmaktadır. Söz konusu Sümer mitosu, Babilonya Yaradılış Destanı'nda insanın yaradılışıyla ilgili olarak söylenenlerden azımsanamayacak derecede farklıysa da, her iki mitosdaki anlatım, insanın yaradılış amacı noktasında, yani insanın, toprağı sürüp, tanrıları geçimlerini sağlamak için çalışmak yükünden kurtararak onlara hizmet etmesi için yaratılmış olması bakımından uyuşmaktadır.[17]İlgili Sümer mitosunda tanrılar yiyeceklerini alamadıklarından yakınırlar. 

Tanrıların başları sıkıştığında genellikle başvurdukları tanrı olan bilgelik tanrısı Enki uykudadır; ama ilksel okyanus, tanrıların anası Nammu, onu uyandırır. Enki'nin buyrultularıyla Nammu ile doğum tanrıçası Ninmah, Kramer'in çevirisinde "iyi ve soylu yaratıcılar" olarak nitelenen tanrısal varlıklarların da desteğiyle,"derin suların üzerindeki" balçığı karıp, insanı var ederler. Bu mitosun   üzerinde   yazılı  bulunduğu   tablet  kopuk,   metni  ise çözülmesi güç ve bulanık bir dille yazılmış olmakla birlikte, bazı ilginç ayrıntılar görülebilmektedir. Enki insanın yaratılmasını kutlamak için bir ziyafet verir, Enki ve Ninmah çok şarap içip sarhoş olurlar. Ninmah "derin suların üzerindeki" balçıktan biraz alıp, birinin kısır kadın, ötekisinin hadım erkek olması dışında ne oldukları belirsiz altı farklı insan yaratır. Enki hadımın yazgısının kralın önünde [hizmete] durmak olduğunu bildirir.. 

Mitos, Enki'nin de daha başka şeyler yarattığı eylemlerini betimleyen sözlerle sürer. Akılca ve bedence çelimsiz bir insan yaratır ve Ninmah'dan bu acınacak yaratığın durumunu iyileştirecek birşey yapmasını ister; ancak Ninmah hiç bir şey yapamaz ve böyle bir varlık yarattığı için Enki'yi lanetler. "İnsan" anlamına gelen İbrani sözcüklerinden biri enoş olup, "zayıf”[18]ya da "hasta" anlamına gelen bir sözcük köküdür. İnsanın bu yönü, İbrani şiirinde sık sık vurgulanır; insanın tanrısal amacın evrende kendisine vermeyi düşündüğü yeri dolduramayışı yolundaki İbrani insan anlayışının altında, Sümer mitosunda gördüğümüz bu ilginç öğe yatsa gerek. İleride Babilonya Yaradılış Mitosunun [ilgili Sümer mitoslarından] önemli farklılıklar gösterdiğini ve bunların insanın İbrani açıklaması üzerinde hiç de küçük sayılamayacak etkilerinin bulunduğunu göreceğiz.

S. H. Hooke,Ortadoğu Mitolojisi, Mezopotamya Mısır Filistin Hitit Musevi Hıristiyan Mitosları, (orijinal baskı 1963) Çeviren: Alaeddin Şenel İmge Yayınları 1993, Ankara, s. 24-31




[1]Başlık, İngilizce metinde "The Myth of Creation" (Yaratış Mitosu) biçimindedir. Bunda ve örneğin "Tufan Mitosu"nda olduğu gibi aynı mitosla (elbette farklı versiyonlarıyla) birden çok ülkede karşılaşılabildiği, dolayısıyla aynı içbaşlıkla birden çok bölümde karşı karşıya kalındığı durumlarda, ülke adlarını ayrı ayrı ekleyerek ("Sümer Yaradılış Mitosu", "Mısır Yaradılış Mitosları", "Babilonya Tufan Mitosu", "lbrani Tufan Mitosu" örneklerinde görüleceği gibi) içbaşlıklarda ayırdedici nitelemelere gittim (ç.n.).

[2]b Başlığın İngilizce metindeki biçiminin ("The Myth of Creation") "Yaratış Mitosu" biçiminde çevrilmesi gerekmekle birlikte, evrenin, dünyanın, canlıların, insanın yaradılışı ile ilgili olduğu ölçüde, Türkçe'ye genellikle "yaradılış" olarak çevrilir; dolayısıyla bazen "Yaratış Mitosu", bazen "Yaradılış Mitosu" ile karşıladım (ç.n.).

[3]Birincisi, Dumuzi ile İnanna mitosuydu. DK

[4]İngilizce metinde "account"; bu sözcüğü yerine ve bağlamına göre, bazen "öykü" bazen "açıklama", bazen "anlatım" ile karşıladım (ç.n.).

[5]İdeogram, alfabetik yazıdaki harflerden kurulu sözcüklerden farklı olarak hiyeroglifte, öteki resimyazılarda (piktogramlarda) ve Çin yazısı karakterlerinde olduğu gibi, bir ideyi taşıyan her bir sözcüğün tek bir şekil ile gösterildiği yazı türünün karakterlerinin adıdır (ç.n.).

[6] Enki’den bahsediyor. Bu kitap oldukça eski bir tarihte yazılmış. Enki veya Ea, Sümer tanrısıdır. Kendi kurduğu kent olan Eridu’da yaşar. Sularla, bilgelikle ilişkilendirilmiştir. Nitekim aşağıdaki bölümde Sümer tanrısı olarak ele alınmış..DK

[7] Bunlara tanrı denilmiş oysa bunlar yaratılan ilk insanlar olarak kabul ediliyor. Alttaki paragraf bu yazdığımı doğruluyor. Doğrusu bu bölümde bilgiler bir sebeple karışmış. DK

[8]Gökyüzü Anunnaki'si; Anunnaki için bak. 22n (ç.n.).

[9]İnsanlara, Sümerlilere (ç.n.).

[10]Yazarın Notu: Kramer, S.N., Sumerian Mythology, s. 61.

[11]Yuvarlak ayraçlar yazarın, köşeli ayraçlar çevirenindir (ç.n.).

[12]İngilizce çeviride, hem "efendi" hem "tanrı" anlamına gelen "lord" sözcüğü kullanılmış (ç.n.).

[13] Bir çok metinde “ME” olarak yazılıyor. DK

[14]Bira olmalı; asma Sümerlilerde daha evcilleştirilmiş değildi, dolayısıyla üzüm şarabı üretilmiş olamaz; hurma şarabı olabilir (ç .n.).

[15]Üç direkli yelkenli (ç.n.).

[16] Uruk… Eski Ahit’te Erek olarak geçer. Yazar bunu kullanmış. Günümüzdeki adı Tel el Warka. DK

[17] Yaradılış mitoslarının, insanların tanrılara hizmet etmeleri amacıyla yaratıldıkları yolundaki bu öğesiyle kutsal kitaplarda da karşılaşılması ilginçtir. Örneğin, Kur'an, "Bakara" 2 1'de (Nebioğlu çevirisine göre) "Ey insanlar! Sizi ve sizden öncekilerini yaratan Rabbinize kulluk edin ki sakınanlardan olasınız" denmekte; Davood'un (Penguin 1974 baskısı) tngilizce çevirisinde, aynı ayetteki söz konusu deyiş "serve your Lord" (Rabbinize hizmet edin) biçiminde çevrilmiştir. Kitabı Mukaddes'te Yehova'nın İsrail oğullarını "özel" bir amacını gerçekleştirecek araç olarak seçmiş olduğu yazarın İbrani mitolojisini incelediği bölümünün temalarından birini oluşturacağı için burada alıntı yapmayı gerekli görmedim. (ç.n. ).

[18]Bu açıklama, Kur'an'ın, ''Nisa", 28'de karşılaştığımız (Nebioğlu çevirisine göre) "Allah üzerindeki yükleri hafifletmeyi murad eder; zira insan zayıf olarak yaratılmıştır" ayetini çağrıştırıyor (ç.n.)