book etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
book etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

8 Kasım 2015 Pazar

Bir Kitap İncelemesi; ÜÇ BÜYÜK USTA Stefan ZWEIG

Bir Kitap İncelemesi; ÜÇ BÜYÜK USTA Stefan ZWEIG


Bugün, okumuş olduğum bir kitap hakkında şuraya bir kaç kelime yazayım da dursun diye düşündüm. Zweig'ın kitabını ağustosun başında okumuşum aslında ama arada açıp içinden pasajlar okumaya devam edince  değer verdiğim  bir kitap olduğunu anladım. Zweig'ın  üslub olarak süslü denilebilecek bir stille kadın-erkek ilişkilerini konu edindiği bir çok kitabı mevcut bunların arasında benim de severek okuduklarım var fakat bazılarındaki üslubun ağdalığı beni biraz sıkmaya başladı ve uzun süre sonra bir kitabı yarım bıraktım o kitap "Karmaşık Duygular" idi belki de "Bilinmeyen Bir Kadının Mektubu" , "Korku", "Bir Kadının Yaşamından 24 Saat" gibi kitaplarını ard arda okuduğum için yazara ara vermem gerekliliği doğmuştur o yüzden "Karmaşık Duygular"ı elime tekrar alıp bitirmeyi umuyorum. 

Her ne kadar çoğu kitabında teşbihler, istiareler ve şuan aklıma gelmeyen bir sürü anlatım stili  havada uçuşsa da biyografileri tam tersine araştırma niteliğinde ve sade bir dile sahip o yüzden olsa gerek Üç büyük usta'da Balzac , Dickens ve Dostoyevski hakkında yazılanları okurken daha çok yazarla oturmuşsunuz da o size arkadaşları hakkında sır veriyormuş gibi merak uyandırıcı ve şaşırtıcı bir hava doğuyor. Kitap İş Bankası Kültür Yayınları'ndan çıkma, 217 sayfa ve Almanca'dan çeviren Nafer Ermiş , Zweig'in kitaplarını yeniden basan İş Bankası Modern Klasikler Dizisi'nde dikkat ettiğim bir unsur da kitapların çevirmenlerinin her kitabında farklı olması fakat büyük yayınevleri bu konuya özen gösterdikleri için çevirilerin hiçbirinde sıkıntı yaşamadım ve kitaba adapte olabildim. 

Zweig kitabında bu üç ismi ele alırken , yetiştikleri kültürel çevrenin onlar üzerinde ne kadar etkisi olduğunu ve romanlarına nasıl yansıdığını da anlatıyor okuyucuya. Balzac'ın kendi yoksulluğunu kitaplarında ultra zengin karakterlere nasıl yansıdığını , Napolyon'dan ne kadar çok etkilendiğini dile getiriyor. Balzac öyle bir hayal gücüne sahipmiş ki oturmuş olduğu çatı katında gençken kuru ekmeğini yerken , iradi telkin yoluyla en pahalı yemeklerin tadını hissedebilmek için tabeşirle masaya tabaklar çizer içlerine de yemeklerin adını yazar böylece yemeğin hazzını hissedermiş. Sanırım bunu yapabilen bi insana ve hayal gücüne herkes saygı duyar. Dickens'ın kendi ulusunun istencine ne kadar uyduğunu konusunda onu eleştiren Zweig ünlü olmasını doğru zamanda dünyaya gelmesi ve halkın istediği şekilde hikayeler yazmasına bağlar bu yüzden yaratıcılık ve coşkudan uzak duran Dickens için bir trajedi olarak değerlendirme yapar Zweig. Dickens'a ne kadar olumsuz eleştiri yaparsa aynısını Turgenyev için de dizer çünkü onun ününün Avrupa'da dilencilik yapacak hale gelen Dostoyevski'den çalınma olduğunu savunur. Dostoyevski 'nin hayatında yaşamış olduğu zorluklar içler acısı fakat buna rağmen yazmaktan hiç bir zaman vazgeçmemesi de insana güç verir cinsten. 

Okumak isteyenler için daha da fazla bahsetmeyim, tavsiye edilesi güzel bir kitaptı benim için :)

Sevgiler

Historian

16 Temmuz 2015 Perşembe

TATİLDE OKUNABİLECEK KİTAPLAR

TATİLDE OKUNABİLECEK KİTAPLAR



Bir bayram daha geldi çattı. Günümüzde o kadar yoğun ve hızlı akan bir hayat var ki en ufak nefes alma fırsatını değerlendirmek için, can atıyor ve kendimize böylece zaman ayırabiliyoruz. Ben bu fırsata geçen haftalardan itibaren ulaştığımda  direkt kitaplara sarılıp bir solukta üç kitabı okudum; bu yüzden, benim gibi kitapları özleyenler için tatil okumalarında  fikir olur diye neler okuduğumdan bahsetmek istiyorum...  

Okumuş olduğum kitapların yazarları; John  Steinbeck, Victor Hugo ve Ernest Hemingway yani edebiyatla arasinda belli bir mesafe olan insanların da yüksek ihtimalle duymuş olduğu yazarlar... 

Steinbeck ve Hemingway Amerikalı aynı zamanda ikisi de Nobel ödüllü  ve yine ikisi dil olarak çok sade, neredeyse benzetme dahi yapmayan düz anlatıma sahip yazarlar bu fakat genel olarak hikayelerinin sonlarında vurucular, beklenmeyen gelişmelerle insanı şaşırtıyorlar. Özellikle, okumuş olduğum "Uzun Vadi" isimli, öykülerin derlemesi olan kitapta  ters köşe sonlar dikkat çekici idi.

Hemingway'in diğer eserlerini açıkçası okumadim, bugüne kadar niye okumadım onu da bilmiyorum ama  o da çok sade olmakla birlikte , insanı oldukça fazla etkileyen kurguya sahip. "Yaşlı Adam ve Deniz" kitabında; 84 gündür denizde balık tutamayan yaşlı bir balıkçının sonraki günlerde denizdeki mücadelesini anlatıyor. 

Diğer bir kitaba gelecek olursak, Victor Hugo diyince akla ilk gelen elbette "Sefiller" ,  "Bir İdam Mahkumunun Son Günü" isimli, az bilinen eserin dili ise, Amerikalı yazarlardan daha edebi  olmakla birlikte yine abartılı bir anlatım yok genel olarak benzetmelere başvurulmuş bir anlatım var , konusu itibarı ile de oldukça etkileyici olması bekleniyor zaten , bazı noktalarından ders çıkarılabilecek güzel bir eser aynı zamanda tarihi olarak da ufak bilgilere sahip. Bu üç kitap arasında sıralama yaparsam Hugo, Hemingway, Steinbeck olarak tercihlerimi belirtebilirim. 

Herkese iyi okumalar ve iyi tatiller.

Sevgiler
Historian

5 Temmuz 2015 Pazar

BAYRAM ÇEKİLİŞİ ve SONUCU

BAYRAM ÇEKİLİŞİ ve SONUCU


Yaklaşan Bayram sebebiyle düşündüğüm, hem kitapseverleri hem de dolma kalemseverleri ilgilendiren birkaç hediyem var. Bunlar :
Kimi Sevsem Sensin , Attila İlhan  
Kumpanya , Sait Faik Abasıyanık 
1 adet Pelikan Happypen Mavi Dolma Kalem  
1 adet Pelikan Happypen Kırmızı  Dolma Kalem 
2 kişi ; kitapların ve üzerindeki dolma kalemlerin sahibi olacaktır.  

*****Çekiliş şartları*****

1- Benim izleyicim olmanız. ( Bu şartı sağlamak için sitenin web sürümü görünümünde yazının veya ana sayfanın sağ tarafında ki ''izleyiciler'' panelinde ''Bu siteye katıl'' sekmesine tıklamanız yeterlidir. Mobil uygulamada sayfanın en altında yazan web sürümüne geçmeyi unutmayanız.)  

2- Bu yazıya katıldığınızı belirten bir yorum bırakmanız.
Bu iki şartı sağlayanlar arasından çekiliş yapılıp sonuç yine bu yazının altına son katılım süresi bittikten sonra eklenecektir.  

Not: Aynı zamanda sahibi olduğum instagram hesabında, bugün Sailor Dolma kalemler ve Sabahattin Ali ile Ahmed Arif kitabı çekilişi başlamış bulunmakta, ona da katılmak isteyenler  "@historian__" profilime kolayca ulaşıp şartları yerine getirebilirler. 

İki çekiliş daha çok şans demek neticede :) 

Her iki çekiliş de  1 hafta sürecek olup 12 temmuz pazar günü akşam saat 19:00' da son bulacak.



*****SONUÇ*****

Öncelikle çekilişime katılan herkese çok teşekkür ederim. Çekiliş sonucuna göre;

Kimi Sevsem Sensin/Attila İlhan ve Pelikan Mavi Happy Pen Kazanan İzleyicim ; Yavuz Ulutürk

Kumpanya/Sait Faik Abasıyanık ve Pelikan Kırmızı Happy Pen Kazanan İzleyicim ; Yazı Perver olmuştur. 

Kendilerini tebrik ediyorum.Bana sosyal medya veya mail sayfamdan ulaşır mısınız? Herkese şimdiden İyi Bayramlar...

3 Ocak 2015 Cumartesi

Taras Bulba, GOGOL İncelemesi

Taras Bulba, GOGOL İncelemesi



İlk kitap değerlendirmemi bu eserin üzerinde yapıyor olmamın sebebi, Rus edebiyatını ve Gogol'un yazdıklarını her zaman severek okumam ve bu kitabın Rus tarihinin belirli bir dönemini anlamak için irdelenerek okunan ve okunması gereken bir kitap olmasından kaynaklanıyor.

Baş karakterinin adını taşıyan kitaba baktığımız zaman, 15.yy da Rusyanın güneyi ile Ukrayna topraklarında yaşıyan grupların meydana getirdiği bir halk olan Kazakların yaşamını anlattığını görüyoruz. Evet benimde Kazak diyince aklıma Türki kökenli Kazaklar gelsede bahsedilen Kazaklar 14.yy da Lehistan 15.yy da ise Rusya tarafından himaye edilip sınır boylarında yaşayan ortodoks hristiyan Kazaklardır. 

Kitapta görüyoruz ki tıpkı kahramanımız Taras bulba ve ailesi gibi çayırlarda yaşıyan halk , hem tarım hemde don ve dinyepr nehirleri'nde taşımacılık ve balıkçılık ile geçinmekteler. Fakat binlerce yıldır olduğu gibi kendi savundukları din ve millet adına savaşmak için onlarda kendilerinden önce bu uğurda savaşan her millet gibi bu iki güçlü olgu için çekinmeden ve gönüllü olarak savaşa katılmaktadırlar. Taras bulba daha yeni rahiplik okulundan gelen iki oğlu Ostrap ve Andrey'i de yanına alarak Kazak ordugahına katılıp Katolik Lehler ve kendilerine göre gavur tatarlar ile kafir Türkler'e karşı cephe almışlardır. Kendi milletlerinden ve dinlerinden olamayanlara karşı tek hissedilen dürtünün nefret ve öldürme duygusu olduğu bu ordugahların savaş olmadığı zaman şölen ve eğlence yeri olduğunu görmekteyiz. Bu çerçevede o dönemdeki toplumun sosyal, siyasi ve etnik yapısı ile diğer topluluklara karşı bakışını bize oldukça iyi anlatan Gogol aynı zamanda da 15.yy dan  21.yy'a değişen veya değişmeyen durumları oturup düşünmemize de yardımcı oluyor. 
Sizi yeteri kadar sıktığımı düşünerek yazıma bir son vermem gerekiyor diye düşünüyorum umarım faydalı bir değerlendirme olmuş, severek okumuşunuzdur. 

Sevgiler
Historian

31 Aralık 2014 Çarşamba

Blog' a Merhaba ve 2014' e Veda

Blog' a Merhaba ve 2014' e Veda


Blogda şimdilik düzenli olarak girip yazı yazmasam da, uzun bir aradan sonra yine bir şeyleri kaleme alma ihtiyaci hissettim sanırım. Aslında bu biraz da 'Merhaba' yazısı gibi olsun istedim blog açma gibi bir fikrim olmasada görüldüğü gibi şuan buradayım zaten planlanmayan şeyler daha güzel şekilde gelişip yaşanıyor umarım ki bu durum benim ve blog için de geçerli olur. Düşündüğüm kadarıyla yazılarımın içeriği; kitap , defter,  kaligrafik ağırlıklı dolma kalemler ve mürekkepler hakkında kendi görüşlerimi naçizane paylaşmak olacak gibi tabi ki arada tarihin içinden çekip paylaşmayı değer gördüğüm bazı olaylar ve kavramları da hem kendim için hemen ulaşılabilir bir arşiv oluşturmak hemde bana ilginç gelen olayları sizlerle paylaşıp sohbet etmek için buraya yazmayi düşünüyorum... 

2014 ün son günü bugün, şimdi kimimizde tatlı bir telaş ve mutluluk kimimizde belki de hüzün var fakat yeni bir yıla giriyor olmak insana yeni hayaller ve umutlar aşılıyor. Herkes için mutlu ve sorunsuz  bir yıl olmasının imkansız olduğunu bilsem de herkese iyi bir yıl diliyorum. 

Sevgiler
Historian

13 Nisan 2010 Salı

Book Review: The Man Who Sold The World

Book Review: The Man Who Sold The World

Title: The Man Who Sold The World: Ronald Reagan and the Betrayal of Main Street America
Author: William Kleinknecht
Publisher: Nation Books

I read this book about a month ago and I’ve been meaning to post a brief review of it, I purchased it a year ago because it promised to examine the legacy of Ronald Reagan and the actions of his administration and how Reagan’s actions as President of the United States undermined the culture, economy, and political system of the United States.  The author attempts to prove nothing less then Ronald Reagan, or at least those he put in power, deliberately engaged in a series of policies that were intentionally designed to transfer wealth into a smaller pool of hands within the United States, destroy the environment of the United States, and undermine economic organizations and regulations that protected small businesses, small towns, and individual consumers within the United States.  One of the major central arguments the author puts forward is that culturally Reagan undermined the idea of government competence with any sphere of society in the United States and also undermined the idea of community as a guiding force within the United States culturally.  Specifically Kleinknecht argues that Ronald Reagan, in his campaign for the Presidency as well as his administration, emphasized the ideal of the individual over the community, personal gain over societal gain, “me ahead of you” to put it crudely.

The problem however is that Kleinknecht in his book dabbles more in politics and in crafting an opinion then in actually reporting the history of the domestic policies of the Ronald Reagan administration, more critically he misses the target of his subject and instead drifts over a wide range of accusations against various conservative forces that took a leading role in the federal government while Reagan was in office.  Kleinknecht though does not limit his proof to that period, instead he draws upon events that happened while Reagan was in office, George W. Bush Sr. was in office, and William Clinton was in office, attempting to use all of these to prove a more broad hypothesis that conservative elements in the United States, since 1981, have engaged in a constant series of policies that have undermined what Kleinknecht argues are core values of the United States.  Specifically Kleinknecht argues in favor of federal regulation of markets and business, federal control and limitations on the economy, and returning the United States politically towards a system of federal control closer to that of the 1960s and 1970s then the system the United States currently operates under.

All valid outlooks to hold and argue but not matters of history – they are matters of policy and politics.  The line may seem a fine one to draw but Kleinknecht avoids dealing with the history of the Reagan administration directly and instead grapples with the ideology of the Reagan years, but even that task is not attempted in a neutral tone.  Kleinknecht has a point to argue, that Reagan and those Reagan brought into power undermined Kleinknecht’s ideal vision of the society of the United States.  If you are looking for a book documenting the history of the United States in the 1980s and the massive cultural revolution it underwent, a topic of considerable complexity and breadth, this is not a book I can recommend as a starting point.

19 Şubat 2010 Cuma

Book Review: King Leopold’s Ghost

Book Review: King Leopold’s Ghost

Recently I finished reading an incredibly well written book titled King Leopold’s Ghost: A Story of Greed, Terror, and Heroism in Colonial Africa written by Adam Hochschild, this book is focused upon the acquisition by Belgium of an African colony in the Congo region and the subsequent economic, social, and political exploitation and terror of that region by various different forces within the region.  In summary Hochschild argues that Belgium’s acquisition of a large colony in the Congo was due mainly to the territorial ambitions of its king at the time, King Leopold II, and Leopold gained that territory through a clever campaign of subterfuge, misdirection, diplomacy, intrigue, and lobbying both directly by King Leopold and by a web of his personal agents.  Hochschild then proceeds to examine the actual policies and actions of the various organizations and companies that ran Leopold’s newly acquired Congo colony.  Hochschild spends considerable time skillfully showing how Leopold ruled the Congo directly and treated it as a personal fiefdom, those agents acting within the territory did so at his personal approval and the funds raised from the various raw materials gathering efforts in the Congo went directly into Leopold’s personal fortune.

Probably the cornerstone value of this work is how Hochschild focuses attention upon both the atrocities conducted in the Congo by the agents of Leopold throughout his personal control of the colony, the extreme focus upon extracting the highest return of resources possible from the Congo during this period (specifically ivory and subsequently rubber), and the pioneering efforts by various concerned individual missionaries and reformers to bring about an end to Leopold’s abuses in the Congo.  Abuses is a highly appropriate word as evidence from various sources cited by Hochschild provide convincing evidence that during the roughly thirty years that Leopold personally ruled the Congo colony approximately fifty percent of the total indigenous population, or between 8 to 10 million people, died from both direct violence and indirect suffering at the hands of Leopold’s Congo policies and agents.  In addition to the high death count many survivors of this period lost their right hand to violence, a policy in the Congo was that it was expected for every round of ammunition fired an indigenous individual was to be killed.  Local soldiers who used their weapons to hunt would often take the right hand of a person still alive to even out their count.

As well Hochschild also does an incredible job of detailing the link between the novel Heart of Darkness and its authors real time spent in the Congo region.  Hochschild details how many of the events depicted in Heart of Darkness are directly drawn from Conrad’s own time in the Congo during this period.  The only complaint I would have for this book is, honestly, the title, it seems to imply a focus upon the post-Leopold II time in the Congo and the impact that ruler had on the region after his demise.  However this topic is only lightly covered in the final chapter of the book itself, most of the focus is on Leopold II and those who directly opposed him.  But beyond that minor complaint, this is an excellent book and I highly recommend it to anyone with an interest in either the colonial era in Africa, Belgian politics in the Congo, or a good very character focused history.

19 Ocak 2010 Salı

Morality coloring history…

Morality coloring history…

One of the challenges that I consider central to the study of history, in fact one of the cornerstone duties of every historian, is to attempt to write history as neutral as humanly possible on a topic.  Now it is probably impossible to be truly neutral, the very process of analyzing history or choosing a topic to explore puts a bias on things, however I still feel a historian should do their absolute best to try to present the material that is free of emotion or effort to direct the readers’ emotions.  The book that I read recently that caught my eye with its textbook example of such emotional coloring was World War I: An Illustrated History by David Scott-Daniell, printed in 1965 in London by the Ernest Been Limited Corporation.  It is a entry level short history of World War I, I picked it up originally because the library had mistakenly bound it as a World War II history but filed it properly in World War I, so I gave it a whirl.

The quote that exemplifies the moral/emotional coloring of the book throughout is as follows, from page 76 of the book:

“Captain Bell [British pilot] was officially credited with the destruction of forty-one enemy aeroplanes in battl, but there were others not reported.  Richthofen [German pilot] had eighty victims, all British.  Richthofen had eighty victims, all British.  Richthofen was a pilot of outstanding skill and daring, even among his fellow heroes of the air.  He led the famous ‘Richthofen Circus’, twelve Fokker fighters, all painted bright red, and flown by outstanding pilots proud of the honor of following Richthofen.  Like the other ‘aces’ Richthofen died in battle in the air.”

For those who might not have caught it, Captain Bell, a British pilot, destroyed forty-one enemy airplanes, Richthofen had eighty victims, and in that simple word choice an emotional and moral slant is bluntly placed upon a historical point of fact.  Neither pilot skimmed through the air hunting down innocent civilian pilots who happened to be taking a pleasant flight through an active combat zone, both pilots engaged other fellow combatants in battle during a period of active, declared war.  Any of the pilots who were shot down, and killed, by Richthofen would have gladly killed him in turn had the chance presented itself.  (In fact one did, Richthofen was killed in a confused air battle in which ground artillery and a British pilot in combination resulted in Richthofen’s combat death.)  Describing anyone who goes into a war as an armed combatant as a victim of enemy action is at best emotionalism and at worst misleading, the business of war is death and destruction and those who march forth to engage in it should be remembered as such.  Fellow combatants joined in a test of strength, economic, political, social, and military strength, a contest in which some on both sides will die.  This in no way lowers the emotional impact or tragedy of their deaths, but historians have a duty to my eye to record these deaths in a tone free of emotion.  Either everyone who falls in a battle is a victim or no one is if you are a historian, to write otherwise is to shirk your duties as a scribe of the past.

Which though leads itself to a more pressing question in history, in this era of modern war were can one use the term victim selectively to describe individuals caught up in the actions of war who should not have been.  Using the word “victim” for everyone in war misses the point and power of the word but who, in a modern war, is actually an honest victim when two or more nations war with each other?  Civilians are no longer a clear distinction because during a total industrial war some citizens engage directly in war production, generating materials of war, where these individuals work is generally accepted as a viable target for military strikes.  What of the citizens who raise food, some of which feeds the working population and some of which directly feeds the armies in the field fighting the war, are they a viable target?  What of the crops they raise, is famine a valid tactic of war or does it create victims of the conflict?  The children of dead soldiers, are they victims or is their loss acceptable because their fathers and mothers marched to war?  What of those killed in military actions who are only engaged in a war to the extent they are citizens of a nation engaged in hostilities?

Plus then of course that opens another dimension to this question, what of the contrast of aggressor to defender nations, many historians writing of World War I and World War II will describe Belgium, France, Greece, Holland, Norway, Russia, and Yugoslavia as all victims of German aggression, and therefore by implication the suffering of their populations in all forms as that of victims.  But is that the marker and, if so, does that place upon a historian a duty to try to tease out which nation struck first, which nation is the true aggressor, to even create a framework to analyze that difficult relationship.  Take the current military action the United States is engaged in Afghanistan, the United States argues its actions are justified because of the events of 11 September 2001, that terrorists with direct links to an organization based in Afghanistan represent a threat to the security of the United States, i.e. the United States and its losses on 11 September 2001 made it the victim of aggression.  Not by a nation state but by a rogue organization, but what of those who were then injured in United States military actions only peripherally associated with terrorism in Afghanistan, are they victims or aggressors dying  a death due to a chain of action they began?

The use of victim is a powerful term, I do not have answers to the above questions, I don’t believe historians will, or should, ever have definitive answers to these questions, but I do know that a historian should use the word victim with care and careful thought and, to my eye, only in the most unique circumstances when speaking of combatants operating in the field of combat.