ders notu etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
ders notu etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

2 Haziran 2019 Pazar

Bu Seride Yer Alan Osmanlı Tarihi Ders Notları Konuları, Kaynaklar

Bu Seride Yer Alan Osmanlı Tarihi Ders Notları Konuları, Kaynaklar

Dilara Kahyaoğlu


Osmanlı Tarihi Ders Notlarım İçinde Yer Alan Konular ve Linkleri

Anadolu Beyliklerinden Önceki Dönemin Belli Başlı Olguları


Osmanlı Devletinin Kuruluşu: Hızlı Büyümeden Parçalanmaya

Osmanlılar Yeniden Toparlanıyor: Çelebi Mehmet Dönemi ve Şeyh Bedrettin


Osmanlı'nın Anadolu Siyaseti Değişiyor: "Maniyi Gazaya Gaza, Gazayı Ekberdir"

Balkanlarda Sarsılan Hakimiyeti Pekiştirme Çabaları: II. Murat Dönemi 1421-1451

Osmanlı İmparatorluğunun Doğuşu: Bütün Yönleriyle Fatih Dönemi

Klasik Dönemde Osmanlı Toplum Yapısı ve Daire-i adliye

Klasik Dönemde Osmanlı Ordusu

Osmanlılar: Klasik Dönemde Devlet Yönetimi

Klasik Dönemde Osmanlılarda Eğitim ve Öğretim

Avrupa Tarihi: Bilim ve Teknikte Gelişmeler, Coğrafi Keşifler

Avrupa Tarihi: Antikitenin Keşfi, Hümanizm ve Rönesans

Avrupa Tarihi: Dinde Reform Hareketleri

II. Bayezit Dönemine Genel Bir Bakış

Klasik Osmanlı Düzeninin Çöküşü

"Duraklama Dönemi" Uluslararası Olayları 1577-1700 SAVAŞLAR ve ANTLAŞMALAR

17. Yüzyıl Osmanlı'sında İsyanlar

17. Yüzyılda Islahat Çabaları

Osmanlılarda Gerileme Dönemi: 18. Yüzyıl Gelişmeleri ve Lale Devri

II. Mahmut Dönemi Olaylarının Kronolojisi

II. Mahmut, Ayanlar ve Senedi İttifak

Osmanlı'yı Sarsan Bir Milliyetçilik Hareketi: Yunan Ayaklanması ve Savaş

Vakayı Hayriye ve II. Mahmut'un Islahatları

Mısır'ın Osmanlı'dan Kopuşu ve Dönüm Noktası Sözleşmeler

Balta Limanı Ticaret Antlaşması

Tanzimat Fermanı ve Tanzimat Dönemi Islahatları

Kırım Savaşı (1853-1856) ve Paris Antlaşması (1856)

Islahat Fermanı (1856) ve Ardından Çıkan Olaylar

Avrupa Tarihi: Almanya ile İtalyanın Siyasi Birliklerini Kurmaları


İstibdat, Jön Türkler ve II. Meşrutiyet


Kaynaklar

*1860-61 Suriye Buhranı, Haluk Ülman, AÜSBF yayınları, 1966
*Eşkıyalar ve Devlet, Osmanlı Tarzı Devlet Merkezileşmesi, Karen Barkey, Tarih Vakfı Yurt Yayınları 1999
*Kavalalı Mehmet Ali Paşa Son Firavun, Gilbert Sinoué, Doğan Kitap, 1999
*İstanbul Seyahatnamesi,Josephus Grelot, Turizm, 1998
*Osmanlı Beyliği 1300-1389, E. A. Zachariadou (ed.), Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 1997
*Osmanlı Çalışmaları İlkel Feodalizmden Yarı Sömürge Ekonomisine, Taner Timur, İmge Kitabevi, 1996
*Osmanlı Devleti Tarihi, Hammer,Üçdal Neşriyet, 1983
*Osmanlı Devleti'nin Kuruluşu Efsaneler ve Gerçekler Osmanlı Devleti'nin Kuruluşu Tartışma- Panel Bildirileri, İmge Kitabevi, 2000 
*Osmanlı Ekonomisinde Bağımlılık ve Büyüme, Şevket Pamuk, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 1994
*Osmanlı Gayrimüslümlerinin Askerlik Serüveni, Ufuk Gülsoy, Simurg, 2000
*Osmanlı İmparatorluğu Tarihi,Robert Mantran, cilt 1 ve 2, 1992
*Osmanlı İmparatorluğu ve Modern Türkiye, Stanford J. Shaw,  E Yayınları, 1. ve 2. cilt, 1994
*Osmanlı İmparatorluğunun Ekonomik ve Sosyal Tarihi, Halil İnalcık, cilt 1, 1300-1600, Eren Yayıncılık, 2000
*Osmanlı İmparatorluğunun Kuruluşu, H. Adams Gibbons, 21. Yüzyıl Yayınları, 1998
*Osmanlı İmp'da Devlet ve Taşra Toplumu, Dina Rizk Khoury, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 1999
*Osmanlı Kültürü ve Gündelik Yaşam Ortaçağdan Yirminci Yüzyıla, Suraiya Faroqhi, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 1997
*Osmanlı Türklerinde İlim, A. Adnan Adıvar, Remzi Kitabevi, 1982
*Sicili Osmani, Mehmed Süreyya Bey, Küğ Yayınevi, 1969
*Türk Kimliği, Bozkurt Güvenç, Remzi Kitabevi, 1996
*Türkiye Tarihi: Osmanlı Devleti, Cem Yayınevi, 2. ve 3. ciltler, 1989
*Türkler 18. Yüzyılda, Baron De Tott,  Tercüman Yayınları, 
*Türklerin Tarihi (1-5 cilt), Doğan Avcıoğlu, Tekin Yayınevi 1995
*Yanya Sultanı Tepedelenli Ali Paşa, William Palmer, Milliyet Yayınları, 1997



-AnaBritannica, İlgili Maddeleri, Ana Yayıncılık, 1988
-Cogito, Osmanlılar Özel Sayısı, Sayı 19, YKY, 1996
-Salı Toplantıları: Anatomi Dersleri, Osmanlı Kültürü, 93-94, YKY
-Tanzimattan Cumhuriyete Türkiye Ansk., İletişim Yayınları, 1985
-Yaşamları ve Yapıtlarıyla Osmanlılar Ansiklopedisi  (1. ve 2. cilt), YKY, 1999


İstibdat, Jön Türkler ve II. Meşrutiyet

İstibdat, Jön Türkler ve II. Meşrutiyet



Ve ders notlarımın son konusu olan şunu da daha önceden yayımlamıştım. Bunun da linkini veriyorum. Bkz.

İstibdat, Jön Türkler ve II. Meşrutiyet




Bu seride yer alan Osmanlı tarihiyle İlgili diğer konular ve kaynaklar için bkz.
https://tarihegitimi.blogspot.com/2019/06/osmanl-tarihi-ders-notlar-konular.html
Birinci Meşrutiyet, Genç Osmanlılar, Tersane Konferansı ve 1877-78 Savaşı

Birinci Meşrutiyet, Genç Osmanlılar, Tersane Konferansı ve 1877-78 Savaşı



Bunu daha önceden yayımlamıştım, sırayı bozmamak için buraya da not aldım.
Linke bkz.
Birinci Meşrutiyet, Genç Osmanlılar, Tersane Konferansı ve 1877-78 Savaşı



Bu seride yer alan Osmanlı tarihiyle İlgili diğer konular ve kaynaklar için bkz.
https://tarihegitimi.blogspot.com/2019/06/osmanl-tarihi-ders-notlar-konular.html
Avrupa Tarihi: Almanya ile İtalyanın Siyasi  Birliklerini Kurmaları

Avrupa Tarihi: Almanya ile İtalyanın Siyasi Birliklerini Kurmaları

Dilara Kahyaoğlu
Viyana Kongresi 1815, Sanatçı: Jean Godefroy
Kim kimdir? Lejanta bakmak için tıklayınız.
Ben sadece bir kaç önemli ismi yazıyorum
1. Wellinton Dükü; 6. Metternich; 21. Prusya Prensi Karl; 22. Talleyrand
Avrupa'nın 19. yüzyılı uzun bir yüzyıldır. Çünkü bu yüzyılın kendine has, diğer yüzyıllarda bulunmayan karakteristik özelliklerini göz önünde bulundurursak görürüz ki başlangıç noktası bizleri 1789 Fransız İhtilali’ne kadar götürecektir. Günümüze kadar etkisini sürdüren çeşitli siyasal fikir akımlarının, insan hakları söyleminin, ulusçuluğun, demokrasinin vb. evrensel bir anlayışla ortaya çıkışı hep 1789 Fransız İhtilali’ne gelip dayanır. Bu ihtilal yeni bir yüzyılın, yeni bir çağın habercisidir. Bir anlamda 19. yüzyıl Fransız İhtilali ile başlamış ve sonuçları 19. yüzyıl boyunca bütün çarpıcılığı ile devam etmiştir.

Diğer yandan, 19 yüzyıl hemen 1899’da bitmez, süreç devam etmektedir, bu yüzyıla son noktasını koyan olay da 1914 de meydana gelen I. Dünya Savaşıdır. Bu savaşla birlikte yepyeni bir dönem başlamaktadır. Aslında Avrupa'daki gelişmelere bağlı olarak bu durum Osmanlılar için de geçerlidir. Osmanlılar için de 19. yüzyıl uzun bir yüzyıldır..

Bu uzun yüzyılı kendi içinde üç evreye ayırarak incelemek gerekir, bunlar;
a. 1789 Fransız Devrimi ile 1815 Viyana Kongresi arasındaki dönem

b. 1815 Viyana Kongresi ile 1871 Almanya ve İtalyanın kuruluşu arasındaki dönem

c. 1871 ile 1914 I. Dünya Savaşı arasındaki dönem

Şimdi ana hatlarıyla ilk evreyi inceleyelim;

a. 1789- 1815 arasındaki dönem; 1789 Fransız Devrimi, öncelikle Avrupa'daki toplumların siyasal düzenini yıkan bir devrimdir. Fransız İhtilali sırasında yayımlanan İnsan ve Vatandaş Hakları Bildirgesi’ni incelemek, ihtilalin ruhunu ve özünü anlamak açısından önemlidir, nitekim buna göre;

*İnsanlar, hakları bakımından özgür ve eşit doğarlar ve öyle kalırlar. Bu haklar; Özgürlük, mülkiyet, ve zulme karşı direnme haklarıdır.
*Her türlü egemenlik esas olarak milletindir.
*Kanun, millet egemenliğinin ifadesidir.
*Her vatandaş özgür bir şekilde konuşabilir, yazabilir ve yayımda bulunabilir.
*Kamu düzenine dokunmadıkça, kimse dini ve siyasi inançlarında dolayı kınanamaz.

Görülüyor ki bu bildirge, insanın insan olmaktan dolayı daha doğduğu andan itibaren bir takım hak ve özgürlüklere sahip bulunduğunu ortaya koyuyordu. Hükümdarın otoritesini de bu temel hak ve özgürlüklerle sınırlıyordu. Fakat bu hakların bildirgede yer alması yetmiyordu, bu haklar anayasada yer almadıkça, bu hakların nasıl kullanılacağı ve yetkilerin neler olduğu belirtilmedikçe, hakların bir liste halinde bir bildirgede yer almasının çok da fazla bir anlamı yoktu. Bu hakların anayasa ve yasalar ile teminat altına alınması gerekiyordu. İşte bu yüzden bundan sonraki mücadeleler bu yönde yapılacaktır, elbette ki mutlak hükümdarlara, mutlakiyetçiliğe karşı. Savunulan bu fikir akımına siyasi liberalizm, anayasacılık vb. isimler verilmektedir. Bu akım sonraları modern demokrasi düşüncesinin de kaynağını oluşturacaktır.

Milliyetçilik İlkesi
de kaynağını Fransız İhtilali’nden almıştır. (Dikkat! Burada milliyetçiliğin ilk kez Fransız Devrimiyle birlikte ortaya çıktığı söylenmiyor. İlkeden ve evrensel bir  durumdan 
bahsediliyor.)  Bir bakıma kişi özgürlüğü ilkesininin millete de uygulanmasıdır yani milletlerin özgürlüğü, milletlerin kendi kaderlerini kendilerinin belirlemesi hakkı, her ulusun kendi devletini kurup, kendi kendisini yönetme hakkı, ulusçuluk ilkesi… Nasıl bir insan, insan olmasından dolayı bir takım temel hak ve özgürlüklere sahipse, bir millette, bir bütün olarak, özgürlüğüne yani bağımsızlığına sahip olabilmelidir, diye düşünüldü. Özellikle Napolyon savaşlarında Fransa; Avrupa devletlerinin topraklarına girerken, bu topraklardaki milletleri bağlı oldukları devletlere karşı ayaklandırmış, Fransa’nın bu milletlere özgürlük getirdiğini söylemişlerdir. Bu eylem etkili olmuş ve özellikle bu savaşlar sırasında milliyetçilik ilkesi daha hızla Avrupa ülkelerine yayılmıştır.

Bu fikirler sadece Fransa’da kalmayıp tüm Avrupa’ya yayılınca işin rengi değişir. Çünkü Avrupa’daki hükümdarların bu fikirleri kabul etmesi beklenemezdi. Kendi mutlak hükümdarlıklarını korumaya çalışan bu anlamda siyasi liberalizme karşı çıkan Avusturya, Prusya, Rusya ve İngiltere ile Avrupa’nın küçük devletleri de dahil hepsi, ilk günden itibaren Fransız İhtilali’ne cephe aldılar, bu yüzden bu ihtilal, Fransa ve Avrupa devletleri arasında 1815’e kadar devam eden savaşlara yol açmış, aynı şekilde, Avrupa ülkelerinin içinde de Fransa’dan etkilenerek başlayan iç ayaklanmalar ve ihtilaller görülmüş ve bunların çoğu bastırılmıştır. Fransa’nın, Avrupa ile giriştiği savaşlar Napolyon döneminde bütün Avrupa’nın Fransız egemenliği altına alınmak istenmesi gibi bir niteliğe bürünmüşse de, sonuçta Fransa yenilmiş ve kaderinin Viyana Kongresinde belirlenmesine razı olmak zorunda kalmıştır. Ama yine de bu savaşlar Fransız ihtilali fikirlerinin Avrupa’ya yayılmasını kolaylaştırmıştır.
1815 Viyana Kongresi'nde belirlenen sınırlar. Büyütünüz.
Kaynak
b. 1815 Viyana Kongresinden, Alman ve İtalyan devletlerinin kurulmasına;
İngiltere, Rusya ve Prusya’nın düzenlediği Viyana Kongresinden sonra Avrupa’da yeni bir dönem, düzen başlıyordu, şimdi önemli gelişmelerinin başlamasına neden olan 1815 Viyana Kongresi kararlarını genel yaklaşımları açısından inceleyelim, Bu kararlara göre;

*Fransa, ihtilalden önceki sınırlarına geri sokuluyor ve Avrupa’nın haritası yeniden bu üç devletin istediği şekilde, milliyetçilik ilkesi dikkate alınmadan çiziliyordu. Örneğin Polonya toprakları Avusturya, Rusya ve Prusya arasında paylaştırılıyor ama önemli bir parçası Rusya’ya bırakılıyordu. Oysa Napolyon, Varşova Büyük Dükalığı adı altında bağımsız bir Polonya devleti kurdurmuştu.

*Söz konusu Avrupa devletleri bundan böyle patlak verecek herhangi bir özgürlükçü hareketi beraberce bastıracaklardı.

Fakat Viyana Kongresinde alınan kararlar halkların tepkisini çekmekte gecikmedi, bunun arkasından 1830, 1848 ihtilalleri patlak verdi, ihtilaller liberal eğilimler taşımakla birlikte esas olarak ulusçu, milliyetçi ayaklanmalardı. Örneğin 1830’da Rus sınırları içinde yaşayan Polonyalılar bağımsızlıkları için ayaklandılar ama ayaklanma Ruslar tarafından bastırıldı. 1848-49’da ise Macarlar, Avusturya’ya karşı ayaklandılar, Avusturya, isyan ile başa çıkamayınca Rusya’dan yardım istemiş ve isyan ancak böylelikle bastırılabilmişti. Kırım Savaşı konusunda da bahsettiğimiz gibi kaçan Polonyalı ve Macar mülteciler Osmanlılara sığınmış ve bu durum “mülteciler sorunu”na yol açmıştı.

Viyana Kongresinin en önemli meselesi Alman ve İtalyan birliklerinin kurulmasına engel olmaktı. Milliyetçilik karşıtı karar alınmasını sağlayan devletlerin başında Avusturya geliyordu. Tıpkı Osmanlı devleti gibi bir imparatorluk olan Avusturya, milliyetçilik hareketlerini özellikle Alman ve İtalyan birliklerinin oluşturulmaya çalışılmasının kendisi için ciddi bir tehlike olduğunu farkındaydı. Bu durum Avusturya’yı tamamen dağıtıp küçük bir devlet haline sokabilirdi.

Kutsal Roma Germen İmparatorluğu’nun 360 devleti, Viyana Kongresi ile ancak 36 devlete indirilmişti. Yani Almanya’da 36 ayrı devlet bulunuyordu. Bu 36 devlet Germen Federasyonunu oluşturuyor ve bunların başında da bir Avusturyalı prens bulunuyordu. Aynı şekilde İtalya denilen topraklar üzerinde de bir çok krallık bulunuyor ve bazı krallıkları Avusturya imparatorluk ailesinden prensler yönetiyordu. Yani Avusturya bu yolla hem Almanya’yı hem de İtalya’yı kendi denetimi altında tutmaya çalışıyordu.

Ama bu noktada Avustruya ile ters düşen iki devlet vardı, bunlardan Prusya, Alman birliğini kurmaktan yanaydı, Piyemonte ise İtalyan birliğini kurmaktan yana. Onun için Avusturya 1815’ten itibaren her iki devletle de ciddi bir mücadele içine girmek zorunda kalmıştır.

1848’de Macarların, Avusturya’ya karşı başlatığı milliyetçi ayaklanma sırasında Almanlar da kendi birliklerini sağlamak için harekete geçtiler ve lider olarak da Prusya’yı seçtiler.

Ama Avusturya’nın şiddetli tepkisi ile karşılaşınca savaşı göze alamadılar. Aynı şekilde Piyemonte 1848-49 yıllarında Avusturya ile iki kere savaşa girdi, ama her ikisinde de yenildi. Bu iki yenilgi Piyemonte’ye bir şey öğretmişti, siyasi birliğini kurmanın yolu Avusturya’yı bir savaş meydanında yenmesinden geçiyordu, ama küçük Piyemonte’nin bu işi tek başına yapması imkansızdı, o halde diğer Avrupa devletlerinden destek bulmalıydı. Bu amaçla harekete geçen Piyemonte sırf Avrupa’nın desteğini sağlamak için Kırım Savaşı’na da küçük müttefik olarak katılmak zorunda kalmış ve İngiltere ile Fransa’nın sempatisini sağlamıştır. Özellikle Fransa’yı yanına çeken Piyemonte 1859 yılında Avusturya’ya yeniden savaş açtı bu sefer yalnız değildi. Fransa ile birlikte Avusturya’yı savaş meydanında iki defa yenilgiye uğratan Piyemonte’ye diğer İtalyan devletleri de katıldı. Böylelikle 1861 yılında Torino’da ilk İtalyan parlemantosu açıldı ve İtalyan krallığı ilan edildi. 

İtalyan birliğinin kurulmasını Alman Birliğinin kuruluşu takip etmiştir. Bu birliğin kurucusu, mimarı Prusya’nın başbakanı olan Bismarck’tır. Alman birliği de üç ayrı savaş sonucu gerçekleşmiştir. Bunlar; 1864 Danimarka - Prusya savaşı ki, bu savaş sonucu galip gelen Prusya, Danimarka’nın elindeki bazı Alman topraklarını geri alıp Germen Konfederasyonu’na kattı. İkinci savaş 1866 yılında Avusturya ile yapıldı. Böylelikle Avusturya, Germen Konfederasyonundan elini çekmek zorunda kaldı. Ama hala birlik kurulamamıştı çünkü Fransız nüfuzu altında yaşayan Alman devletleri birliğe yanaşmıyorlar ve Fransa’nın desteğini alıyorlardı, anlaşılacağı gibi Alman birliği önünde Fransız engeli de vardı. Bunu bertaraf etmek isteyen Bismarck önderliğindeki Prusya, 1870- 1871 savaşında Fransa’yı yendi ve bu galibiyet ile Alman İmparatorluğu’nun doğuşu gerçekleşmiş oldu (18 Ocak 1871).

1871 yılında olanlar artık yeni bir dönemi işaret etmektedir, çünkü Almanya bu süreçten sonra hızla Avrupa politikasında sivrilecek ve birliğini kurmakta geç kalmış olan İtalya ve özellikle Almanya’nın sömürge arayışına girmeleri, dünyanın yeniden paylaşılmasını talep etmeleri, Avrupa'daki ve dünyadaki dengeleri alt üst edecek, yeni savaşlar çıkacaktır. Bu savaşlar silsilesinin en sonunda hepinizin bildiği gibi I. Dünya savaşı vardır.

c. 1871- 1914 arasındaki dönem: Dünya diplomasi tarihinden bir örnek “Bismarck diplomasisi”

Avrupa’da dengeler, siyasetler değişiyor, I. Dünya Savaşına doğru gidiş…

Almanya, siyasi birliğini oluşturduktan sonra iki sorunla karşı karşıya olduğunu biliyordu.
a. Bazı Alman devletleri birliğe gönüllü değil, zorla girmişlerdi.
b. Fransa, 1871 yenilgisinin ve kaybettiği iki toprağın (Alsace ve Lorraine) acısını unutacak bir devlet değildi, elbette bu topraklarını geri almaya çalışacaktı.

Bu durumda Bismarck, ülkesinin içine ve Fransa’ya bakarak şu kararı verdi; Fransa yalnız olduğu sürece tek başına bir şey yapamazdı, ama Almanya’nın da kendi iç birliğini sağlamlaştırmadan Fransa ile mücadele edecek hali yoktu, o halde içeride birliğin sağlamlaşması devam etmeli ama dış politikada da barışı savunmalıydı, Fransa ile yeni bir savaş daha olmamalıydı, bunu için de Fransa’nın diplomatik ilişkiler yoluyla yalnız bırakılması şarttı , Fransa tek başına Almanya ile yeniden bir savaşı göze alamazdı.

Bismarck’ın aklına hemen ilk planda Avusturya geldi, çünkü Avusturya, Almanya ve İtalya’ya yenildiğinden ülkesinin güneyi ile işi bitmişti. Buraları Avusturya’nın egemenliğini kurabileceği hedef alanları olmaktan kendi isteği dışında çıkmıştı. Bu yüzden Avusturya’nın önünde tek bir hedef vardı. Balkanlar... Özellikle Selanik yolu ile Ege denizine inmek ve Adriyatik’e çıkarak denize ulaşabileceği kapılar açmak. Ama işte bu noktada önünde bir engel vardı. Rusya… O da Balkanları ve Boğazları ele geçirip güneye inme politikası uyguladığı için Avusturya ve Rusya’nın çıkarları Balkanlar üzerinde çatışıyordu. Bir diğer nokta da Rusya Panslavizm politikası uygulayarak, Slavların birliğini sağlamaya çalışıyor ve bu durum Avusturya’yı rahatsız ediyordu, çünkü kendi sınırları içinde oldukça fazla sayıda Slav yaşıyordu. Panslavizm'in kendi sonunu hazırlayan bir politika olduğu açıktı. Bu durumda yalnız kalan Avusturya’nın, kurulmasına engel olamadığı hatta savaştığı Almanya ile birleşmek, ona dayanmaktan başka seçeneği kalmamıştı. Böylelikle Pangermen Blok oluştu.

Fransa’nın birleşebileceği ikinci bir devlet İtalya idi, ama o sırada İtalya ve Fransa, Nice ve Savoie yüzünden çekişme halinde olduklarından, Fransa ve İtalya’nın birleşmesi olanaksız gözüküyordu.

Bismarck’ın en büyük korkusu ise Fransa’nın, Rusya ile birleşmesi idi (Bismarck’ın Kabusu). Çünkü bu durumda Almanya, hem kuzeyden hem de güneyden iki devletle birden savaşmak zorunda kalacak ve araya sıkışacaktı (nitekim I. Dünya Savaşı’nda Bismarck’ın kabusu gerçek olacaktır). İşte bu yüzden Fransa’nın yalnız kalması ve özellikle Rusya ile asla birleşmemesi gerekiyordu. İngiltere- Fransa birleşmesi ise o sıralar imkansızdı çünkü bu iki devlet Mısır yüzünden birbirleriyle çatışma halindeydiler. Genel çerçevesi ile anlatmaya çalıştığımız bu siyaseti hayata geçirmek isteyen Bismarck çeşitli kombinezonlar denedi.

Örneğin; İlk önce 1872’de Avusturya ve Rusya’yı bir araya getirerek “Üç İmparatorlar Ligi” denilen antlaşmanın imzalanmasına öncülük etti. Ama bu ittifak 1877 –78 savaşında Avusturya ile Rusya’nın, Balkan toprakları konusunda anlaşamamaları üzerine dağıldı. Bunun üzerine Almanya, sadece Avusturya ile 1879 yılında bir ittifak daha yaptı. Yani Pan-Germen blok bozulmamıştı, devam ediyordu.

Almanya yani Bismarck, 1881 yılında yeniden üç devleti bir araya getirmeyi başardı. Çünkü hala kafasında Fransa ve Rusya’yı birleştirmeme fikri vardı. Böylelikle “II. Üç İmpararorlar Ligi” de imzalanmış oldu, ama bu ittifak da 1885-86 Bulgaristan olayları yüzünden dağıldı, sebep yine bildik bir sorundu, çünkü Avusturya ve Rusya;  Bulgaristan’ı kendi denetimleri altına almaya çalışıyorlardı…

Bu son dağılmadan sonra Bismarck, İtalya ile ilişkiye geçti. Bu arada İtalya sömürge kazanma peşindeydi ve deniz aşırı yerlere göz dikemediği için, kendi ülkesine yakın mesafedeki hedefleri kolluyordu. O sıradaki hedefi ise Tunus idi. Fakat 1830’da Cezayir’i alan Fransa, 1881’de de Tunus’u alınca Fransa - İtalya ilişkileri iyice gerildi ve İtalya eğer sömürge elde edecekse bunu tek başına yapamayacağını, mutlaka sırtını güçlü bir devlete dayaması gerektiğini anlamıştı. Böylelikle o da Almanya’ya yanaştı, işte 1882’de “Üçlü İttifak” adı verilen blok Almanya, Avusturya ve İtalya arasında böylece kurulmuş oldu (Dikkat; I. Dünya Savaşı’nın “Üçlü İttifak grubu”ndan söz ediyoruz).

Fakat 1890 tarihinde Bismarck’ın başbakanlıktan ayrılması üzerine Almanya’nın izlediği siyaset de değişti. İmparator II. Wilhelm için önemli olan Alman- Avusturya ittifakıydı. Rusya gözden çıkarılabilirdi, böylelikle Rusya kaybedilmiş oldu. Ayrıca Fransa’yı yalnız bırakma politikası bırakıldı ve denizaşırı yerlerde sömürgecilik politikası başladı. Bu bir anlamda dışarıda sürdürülmeye çalışılan barış politikasına son vermek anlamına geliyordu çünkü izlenen bu politika ile Almanya diğer devletlerle artık doğrudan çatışmayı göze alıyor demekti.

İşte bu şartlarda, İngiltere, Fransa ve Rusya bir araya gelmeye başladılar. Onlar da Avrupa’nın savaşa doğru gittiğini ve Üçlü İttifak'ın hızla silahlandığını, yeni sömürgeler aradıklarını, yeni bir güç dengesi peşinde olduklarını elbette görebiliyorlardı.

İlk ittifak tahmin edebileceğiniz gibi 1894 yılında Fransa ile Rusya arasında yapıldı bu İngiltere’yi de telaşlandıran bir ittifaktı, Avrupa’da bloklar oluşurken kendisi bu durumun dışında yalnız kalamazdı, O da yıllardan beri sömürgecilik yüzünden savaştığı Fransa ile 1904 yılında sömürgeler üzerine bir antlaşma yaptı, buna göre; Fransa; Mısır’ın İngilizlere ait olduğunu kabul ediyordu ama buna karşılık İngiltere de, Fransa’nın Fas’ı ele geçirmesine ses çıkarmayacaktı.

Bunun arkasından diğer antlaşmalar serisi geldi, 1907 yılında İngiltere ile Rusya arasında sömürge antlaşması imzalandı, buna göre; İran üçe bölünüyordu, Kuzey İran’ı Rusya, Güney İran’ı ise İngiltere alıyor, orta kısım ise tampon bir bölge olarak bırakılıyordu. Aynı antlaşmada Asya'daki paylaşıma ilişkin maddeler de vardı. Ayrıca 1908 yılında İngiltere ile Rusya arasında yapılan Reval toplatısında İngiltere; Rusya’nın Balkan siyasetine karışmayacağını belirtti.

İşte böylelikle “Üçlü İtilaf” bloğu da yapılan bu tek tek uzlaşmalar (itilaf uzlaşma demektir) sonucu oluşmuş oldu.

1904-1914 arasındaki dönemde Avrupa, bloklar arası çatışmalara sahne olacak ve nihayet bu süreçte gerilen ipler I. Dünya savaşında kopacaktır…

Kaynak göstermeden yayımlanamaz

Bu seride yer alan Osmanlı tarihiyle İlgili diğer konular ve kaynaklar için bkz.
https://tarihegitimi.blogspot.com/2019/06/osmanl-tarihi-ders-notlar-konular.html

30 Mayıs 2019 Perşembe

Islahat Fermanı (1856) ve Ardından Çıkan Olaylar

Islahat Fermanı (1856) ve Ardından Çıkan Olaylar

Dilara Kahyaoğlu
Alman uzmanların hazırladığı bu harita 1860 yılı Ortadoğu'sunu gösteriyor
Harita 1860 yılında yayımlanmış
kaynak
Viyana’da kabul edilen önkoşullardan biri de Osmanlı Devleti’nin Hristiyanlara tanımış olduğu hakları yeniden ve “kendiliğinden” bir şekilde onaylamasıydı. İşte bu gereği yerine getirmek üzere 18 şubat 1856 tarihinde Islahat Fermanı ilan edildi. Yalnız bu haklar eski hakları teyit etmenin çok ötesine gidiyordu. Buna göre;

*Müslüman olmayanlar da askeri ve sivil tüm okullara girebilecekti.
*Müslüman ve Müslüman olmayanlar arasındaki ceza ve ticaret davalarına laik mahkemeler bakacak (muhtelit divan) bunlar için yeni kanunlar hazırlanacaktı.
*Müslüman olmayanlar bedelini ödemek şartıyla askerlik yapmayabilecekti.
*Yerli mevzuata uymak şartıyla yabancılara da gayrimenkul edinme hakkı tanınıyordu.
*İltizam Usulü'ne son verilecekti (ki bu benzeri maddeler Tanzimat Fermanı'nda da aynen yer alıyordu).
*Müslüman olmayanların cemaat kurumlarında da demokratikleşme ve laikleşme sağlanmaya çalışılıyordu.

Tanzimat fermanı da eşitliği ilan eden bir fermandı ama bunu bu kadar açıktan yapmamış, yapamamıştı. Bu fermanda vurgu tamamen azınlık haklarına olduğu için tepkiler hemen kendini gösterdi.

Cidde’de Hac mevsiminde Hristiyanlara saldırıldı ve araya girmek isteyen İngiliz ve Fransız konsolosları da öldürülünce İngiliz ve Fransız donanmaları Cidde önlerine gelerek eşraftan ileri gelen on kişinin asılmasını sağladılar (1858).

Diğer önemli tepki ise “Kuleli olayı” diye bilinen olaydır. Süleymaniyeli Şeyh Ahmet gizli bir örgüt kurar, amaçları Abdülmecit’i ve bazı devlet adamlarını şeriat adına öldürmektir. Ama mesele ortaya çıkınca yakalanır ve idama mahkum olurlar, yalnız padişah idamları daha sonradan küreğe çevirmiştir.

Ayrıca Lübnan’daki Müslüman Dürziler ve Katolik Maruniler arasında süren sorun, bu ferman ve Cidde olaylarından sonra yeniden alevlendi. Dürziler bir çok Maruni köyünü yağmalar, halkı kılıçtan geçirir.  Ölenlerin 7000 ile 12000 arasında olduğu tahmin ediliyor. Olaylar daha sonra Şam’a (Suriye) sıçradı, Amerikan ve Hollanda konsolosları dahil bir çok Hristiyan öldürüldü.

Fransız kuvvetleri Lübnan’a gelmeden önce Osmanlı Devleti olaya ancak bu boyutlara varınca 3000 askerle müdahale etti ve 185 kişi idama mahkum edildi. Fransızlar gelmeden önce ortalık temizlenmişti ama Lübnan bundan böyle imtiyazlı müstakil bir sancak oldu ve başına da üç yıllığına Hristiyan bir mutasarrıf atandı. Buraya yapılacak yeni atamalarda Osmanlı Devleti büyük devletlerin rızasını alacaktı. Lübnan’da bu düzen 1914 tarihine kadar sürmüştür.
Aynı kaynaktan başka bir harita
Burada Osmanlı Devletinin neredeyse tamamını görmek mümkün (Arabistan eksik)


Bu seride yer alan Osmanlı tarihiyle İlgili diğer konular ve kaynaklar için bkz.
https://tarihegitimi.blogspot.com/2019/06/osmanl-tarihi-ders-notlar-konular.html

29 Mayıs 2019 Çarşamba

 Kırım Savaşı (1853-1856) ve Paris Antlaşması (1856)

Kırım Savaşı (1853-1856) ve Paris Antlaşması (1856)

Dilara Kahyaoğlu
Franz Roubaund'un yağlı boya tablosuSivastopol kuşatması(1904)
bkz. 
Kırım harbinin çıkmasına neden olan sorunlardan bir tanesi Kudüs’teki kutsal yerler meselesiydi. Kudüs, üç büyük tek tanrılı dinin kutsal saydığı bir yerdir. Bunun nedeni de tahmin edilebileceği gibi söz konusu olan dinlerin (Musevilik, Hıristiyanlık ve Müslümanlık) doğduğu topraklar buralarıydı. Bu üç dine de ait olan kutsal eserler de buradaydı. Özellikle o yıllarda Hristiyanlığın iki mezhebi olan Ortodoks ve Katolikler buraya sahiplenmek konusunda birbirleriyle çekişme halindelerdi. Osmanlı yönetiminde olan bu topraklar Osmanlı’nın zayıflaması ile her iki tarafın da kendi siyasi meselelerini çözmek, burada kazanacakları prestiji, iç ve dış siyaset arenasında bir malzeme olarak kullanmak istemelerinden kaynaklanıyordu. Bu sıralarda Osmanlıların yarı bağımlı durumda olması bu tip müdahaleleri olanaklı kılabiliyordu.

O sırada Napolyon, Fransız Katolik köylülerinin oyları ile cumhurbaşkanı sonra da imparator olmuştu. Bu yüzden Fransız hükumeti bu davaya yeniden sarılma ihtiyacı duydu. Ruslar da konumları gereği Ortodoks dünyasının hamiliğini üstlenmişlerdi ve izledikleri Ortodoks yanlısı, onların haklarının savunan bir politika ile Ortdoks dünyasında prestij ve siyasi güç sağlayacaklarını böylelikle Balkan halkları üzerindeki nüfuzlarını arttıracaklarını düşünüyorlar ama özellikle o tarihlerde bu mesele Ruslar açısından daha acil bir gündemdi çünkü mülteciler meselesi yüzünden kaybettikleri denetimi Balkanlardaki Ortodoks halklar üzerinde yeniden sağlamayı planlıyorlardı.
Mülteciler meselesi nedir? 1848 yılı Avrupa’da bir çok ihtilalin çıktığı bir yıldır. Önce Fransa’da başlayan bu ihtilaller; Lehistan, Bohemya, İtalya, Avusturya Macaristan ve Eflak ile Boğdan’a da yayılmış, hatta Fransa’da kısa süreli de olsa sosyalist bir rejim dahi kurulmuştu. İhtilallerin hepsi de demokratik/liberal ve ulusçu bir karaktere sahipti. Dolayısıyla hükümdarlar (mutlakiyetçi ve feodal güçler) bu ayaklanmaları büyük bir şiddetle ezmeye çalışmışlardır. Özellikle bu ihtilalleri kanlı bir şekilde bastıran devletlerin başında Avusturya ve Rusya geliyordu. İsyanları, Rusya tarafından bastırılan ve kaçmak zorunda kalan bir çok Leh ve Macar mülteci Osmanlı’ya sığınmak zorunda kaldılar. Osmanlılar, mültecileri geri vermeyi reddetti, Fransa ve İngiltere’de Osmanlıları destekleyince mülteciler Osmanlı topraklarında kalmış, Rusya geri adım attığı için mesele antlaşma ile sonuçlanmış ve mesele o an için bitmiş gözükmüştü.

İşte Rusya ve Fransa açısından kutsal yerler meselesinin gündeme getirilişi böyle bir siyasi ortam sonundadır.

Fransa, Prusya ve Avusturya’nın 1848 ihtilalleri sırasında zayıf düştüğünü hesaplayan Rusya bu konuyu yeniden gündeme getirdi. Çar Nikola, İngiliz elçisiyle görüşerek Osmanlı’nın hasta bir adam olduğunu, mirasının gürültüsüzce paylaşılması için tedbir alınması gerektiğini söyledi. Buna göre Rusya; Eflak, Boğdan, Sırbistan ve Bulgaristan’ı alacak, İngiltere’de Mısır ve Girit’i ele geçirebilecekti. Çar Nikola’nın bu teklifini İngilizler reddettiler, çünkü o sırada İngiltere, mevcut durumu koruma politikası (statükoyu koruma) izliyordu, Osmanlı’nın, varlığının devamından yanaydılar ve hiç bir devlet o andaki mevcut durumunun dışında güçlenerek, Avrupa’daki dengeyi bozmamalıydı.

Rus Çarı İngiltere’yi dinlemeyerek, elçi olarak İstanbul’a Prens Mençikof’u gönderdi ve onun aracılığıyla Osmanlı’da yaşayan Ortodoks uyrukluların Rus himayesine girmesini teklif etti. Osmanlılar bu teklifi İngilizler’in de desteğiyle reddettiler.

Ruslar; Eflak ve Boğdan’ı işgal ederek Osmanlılara şantaj yaptılar, teklifleri kabul edilene kadar bu bölgedeki işgali sürdüreceklerdi. Osmanlı meclisi, medrese öğrencilerinin yaptığı gösterilerin de etkisinde toplanarak işgal devam ederse Rusya’ya savaş açma kararı aldı. İşgal devam edince Osmanlı savaş ilan etti, bunun üzerine İngiliz ve Fransız donanmaları İstanbul’a geldiler. Rus donanması Sinop Limanı’ndaki Osmanlı filosunu batırdı, Müslüman mahallelerini topa tuttu ve sivil halktan bir çok insan ölünce bu durum Avrupa kamuoyunda tepki gördü, üstelik bu olay, İngiliz ve Fransız donanmaları İstanbul’da iken olmuştu. Emperyalistler arası rekabet kızışmıştı ve İngiltere ile Fransa da,  Rusya’ya savaş ilan ettiler. Siyasi birliğini kurmaya çalışan Piyomento da müttefiklerin yanında yer aldı. Avusturya doğrudan savaşa girmedi ama müttefikleri destekledi ve Rusya’nın boşalttığı Eflak ve Boğdan’ı savaş bitene kadar elinde tuttu. Kırım, savaş alanı olarak seçilince buraya çıkartma yapıldı (1854). Yunanistan, Rusya’nın yanında yer almaya kalkınca Pire ve Atina bir kaç yıl Fransız işgali altında kaldı. Sivastopol 11 aylık kuşatmanın ardından düştü (1855). Rusya antlaşmaya yapmaya razı oldu. İşte bu antlaşmanın önkoşulları Viyana’da görüşülürken Osmanlı devleti de Islahat Fermanını ilan etti.

SORU
Defterinize veya bilgisayara; Kırım Savaşı'nın aşamalarını gösteren bir tablo yapınız. 


Paris Antlaşması 1856
Kırım Savaşı sonunda imzalanan bu antlaşma ile Osmanlı Devleti’ni ilgilendiren çok önemli kararlar alınmıştır. Bunların belli başlılarını şu şekilde sıralayabiliriz.

*Fransa, Avusturya, Prusya, Rusya, Sardunya Osmanlı ülkesinin bütünlüğünü korumayı garanti ediyor ve buna uyacaklarını belirtiyorlardı.

*Osmanlı Devleti, Avrupa Devleti sayılıyordu ve Avrupa Devletler hukukundan yararlanabilecekti.

*Rusya ve Osmanlı Devleti, Karadeniz’de tersane ve donanma bulundurmayacaktı.

*Eflak, Boğdan ve Sırbistan Osmanlıların ve söz konusu olan devletlerin ortak garantisi ile özerk olacaklardı.

*Islahat Fermanı’ndan antlaşmada söz ediliyor, bu fermanı Osmanlı’nın “kendiliğinden” çıkarttığı belirtilerek, bu ferman hiç bir devlete, Osmanlı’nın içişlerine müdahale etme hakkı vermez deniyordu.

Paris Antlaşması dünya siyasetinde yeni bir dengenin kuruluşunu simgeler. Rusya artık ikinci plana düşmüştür ama artık Fransa uluslararası ilişkilerde daha ağırlıklı bir rol oynamaktadır. Osmanlı her ne kadar Avrupa ile eşit durumda gözükse de değişen bir şey olmayacak Osmanlı’nın dağılma süreci devam edecektir. Nitekim görüşmelerde Osmanlı temsilcisi kapitülasyonların kaldırılmasını teklif edince bu teklif donuk bir tepki ile karşılaşmıştır. Aslında garanti altına alınan Osmanlı’nın yarı sömürge durumunun devam etmesidir. Islahat Fermanı ile ilgili olarak yazılan maddenin de çok fazla bir anlamı olmamış, Islahat Fermanı Avrupa devletlerinin müdahalesine her zaman bir dayanak teşkil etmiştir. Paris Antlaşması ile şiddetlenen İngiliz ve Fransız çekişmesine Osmanlı paşaları da her zaman olduğu gibi dahil olmuşlar ve İngilizlerce desteklenen Mustafa Reşit Paşa ile Fransızlarca desteklenen Ali ve Fuat Paşalar arasındaki rekabet Fransa'nın siyasetteki gücü artınca daha belirgin hale gelmiştir. Saray, bu çekişmelerden Babıali paşalarının zayıflayacağını düşünerek çok da rahatsız olmuyordu desek sanırız yanlış olmaz.

SORU
AB ile ilgili tartışmalarda sık sık gündeme gelen antlaşma budur… “Aslında Türkiye bir zamanlar Avrupa devleti sayılmaktaydı” vb. iddialar… Paris Antlaşması, Türkiye’nin bir zamanlar Avrupa Devleti sayıldığının göstergesi olabilir mi? Tartışın ve Düşüncelerinizi yazın. Düşüncelerinizi argümanlarla desteklemelisiniz. 


Bu seride yer alan Osmanlı tarihiyle İlgili diğer konular ve kaynaklar için bkz.
https://tarihegitimi.blogspot.com/2019/06/osmanl-tarihi-ders-notlar-konular.html
 Tanzimat Fermanı ve Tanzimat Dönemi Islahatları

Tanzimat Fermanı ve Tanzimat Dönemi Islahatları

Dilara Kahyaoğlu
Dikilmeyen Tanzimat Âbidesi’nin 8 Eylül 1855 tarihli L’Illustration dergisinde
yayımlanan gravürü
kaynak

Bu belgeye Gülhane’de okunduğu için Gülhane Hatt-ı Hümayunu da denilir. Fermanın çıkarılmasında Hariciye Nazırı olan ve İngiliz yanlısı olarak bilinen Mustafa Reşit Paşa’nın önemli bir payı vardır. Aynı zamanda Londra elçisi de olan Reşit Paşa, Abdülmecit’in cülusunu kutlamak üzere Ağustos başlarında İstanbul'a geldi ve Tanzimat Fermanı için çalışmaya başladı.

Ferman 3 kasım 1839 tarihinde ilan edilmiştir. Fermandaki maddeler kısaca şöyle özetlenebilir;
a. Can, mal, ırz güvenliğinin sağlanması… Bununla müsadere ve siyaseten katl, resmen kalkıyor ve Mustafa Reşit Paşa kendisi ve kendisi gibi olanların hayati çıkarlarını güvence altına almış oluyordu.
b. Vergi herkesin kudretine göre belirlenecek ve bundan fazlası alınmayacaktı.
c. Askere alınmalar düzene sokulacak tarım ve ticaret işlerinin aksamasına yol açmadan bu işlemler yürütülecek ve askerlik süresi 4-5 yıl ile sınırlı tutulacaktı. Bu düzenlemeden Müslümanlar ve Müslüman olmayanlarda yararlanacaktı. Böylelikle bu maddeyle Müslüman ve Müslüman olmayanlar, hukuk önünde eşit statüde kabul ediliyorlardı.
d. Şeriat kanunlarına aykırı davrananların cezalandırılması için bir ceza kanunnamesi yapılacak ve yayınlanacaktı.
e. Kanunlar Meclis-i Ahkam-ı Adliye tarafından yapılacak ve bu kanunlara uygun davranılacağına dair başta padişah olmak üzere ulema ve vekiller yemin edeceklerdi.
f. Memurların maaşları yetecek hale getirilecek ve rüşvetin önüne geçilmeye çalışılacaktı.
g. Fermanın sonunda ise garip bir şekilde bu fermanın dost devletlerin elçilerine de resmen bildirileceğinden söz ediliyordu. Yani bunu yapmakla bu devletlere bir çeşit “garantör” işlevi yükleniyorlardı. Başka bir deyişle Tanzimat'ın yaptırımı Avrupa devletleri yoluyla oluyordu.
Tanzimat fermanının ilanında; devletin çaresizliğini, içine düştüğü durumdan kurtulmak ve Batılı devletlerin desteğini sağlamak için bu çareye başvurduğunu görmezlikten gelmek gerçekçi olmamakla beraber, bu Ferman ileride meşrutiyetlere  giden yolu açmış, padişahın mutlak yetkisi bu fermanla ilk kez kısıtlanmış ve Müslüman ile Müslüman olmayanların eşit olduğu ilk kez ifade edilmiş, tebaadan yurttaşa giden yolda önemli bir adım atılmıştır. Bütün bu nedenlerden ötürü bu ferman Osmanlı tarihinde önemli bir dönüm noktasıdır da…

Bu dönemde mali alanda yapılan yenilik adeta bir ihtilal gibiydi, bu yüzden de yürütülemedi. Tanzimattan sonra çıkarılan bir fermanla vergi toplama işi valilerin ve mültezimlerin elinden alınarak merkezden gönderilecek olan vergi memurlarına bırakıldı. Her mahalli bölgede bir mahalli meclis kurulacaktı bu meclislerde varsa gayri müslümlerinde temsilcileri yer alacak meclisin başkanı okuma yazma bilen bir kişiden seçilecekti.

İltizam sisteminin kaldırılması adete bir ihtilaldi ama eski usulden çıkarları olanlar yeni usulü baltalamak için ellerinden geleni yaptılar. Bu yüzden vergiler toplanamadı. Hem de devletin en fazla paraya ihtiyacı olduğu dönemlerde. Bu yüzden Reşit Paşa’nın durumu sarsıldı. 1841'den sonra da azledildi (sonra tekrar göze girmiş 1845'te nazır 1846’da sadrazam olmuştur). Hemen arkasından iltizam usulüne geri dönüldü ve Cumhuriyete kadar da yürürlükte kaldı. Mahalli meclisler zaman zaman zayıflamakla beraber devam etti. 1840 yılında ceza kanunnamesi çıkarıldı. Kısmen Fransız hukukundan esinlenen bu kanunname ile Osmanlı uyruklarının yasa önünde eşitliği vurgulanıyordu. Bu kanunnamede devlet görevlilerinin işleyebilecekleri suçlara ve cezalara yer verilmesi de dikkat çekiciydi. Reşit Paşa 1840'da ticaret davalarına bakmak üzere yabancıların da mahkeme heyetine katıldığı karma ticaret mahkemeleri kurdurdu ve yine Fransa’yı örnek alarak bir ticaret kanunnamesi hazırlattı. Reşit Paşa’nın azline neden olan gelişmelerden biri olarak da bu ticaret kanunnamesi gösterilir ama çeşitli tepkilere rağmen bu kanunname 1850’de yürütlüğe girmiştir.

Askerlik alanında ise ordunun ismi yeniden değişti, “Asakir-i Nizamiye-i Şahane” oldu.

Eğitim işlerini yürütmek üzere “Meclis-i Maarif-i Umumiye” kuruldu. Rüştiye okulları açıldı. 1848’de darülmuallimin kuruldu. 1858'de ilk kız rüştiyesi açıldı. 1859’da idareci yetiştirmek için “Mekteb-i Mülkiye” kuruldu… 

Çalışma Soruları

1. Metni okuduktan sonra paragraflara isim verin. Tek kelimelik veya kısa bir cümlecikten oluşan bir isim. O paragrafta anlatılan nedir? Paragrafın ana fikri nedir? Buna göre o paragrafa “hangi ismi koymalıyım” diye düşününüz.

2. Fermandaki yenilikler ile Avrupa’da bir süredir devam eden yenilikler arasında benzerlik kurabilir miyiz? Bir tane örnek verin. 

3. Modern usulde vergi toplama işi neden başarılamamış? 


4. Ve VERGİ meselesine dikkat! Şimdiye kadar işlediğimiz bütün konularda karşımıza çıktı… Nasıl ve nerelerde?



Bu seride yer alan Osmanlı tarihiyle İlgili diğer konular ve kaynaklar için bkz.
https://tarihegitimi.blogspot.com/2019/06/osmanl-tarihi-ders-notlar-konular.html

Balta Limanı Ticaret Antlaşması

Balta Limanı Ticaret Antlaşması

Dilara Kahyaoğlu
Mustafa Reşit Paşa
1838 Ticaret Antlaşması olarak da bilinir. Osmanlı Devleti 16. yüzyılda tanınan ve sonraki yıllarda yenilenen kapitülasyonlarla Osmanlı pazarlarına serbestçe giren Batılı ülkelerin mallarına 1802'de kısıtlamalar koymuş, yabancı ülkelerin Osmanlı ülkesinden ihraç ettikleri mallar için ödedikleri vergiyi arttırmış, 1826’dan itibaren de zeytinyağı, tahıl, yün, haşhaş, meyankökü gibi ürünlere yed-i vahit usulünü (Tekel: Osmanlı devletinde zorunlu gereksinim denilen türden ürün ve malların, üretildiği yerden, satılacağı pazara kadar; devletin denetiminde olması uygulamasının genel adı) uygulamaya koymuştu.

1830’larda kara Avrupa'sı gümrük duvarlarını yükseltip çeşitli mallara kısıtlamalar getirince, İngilizler yeni pazarlar bulmak için Ortadoğu ve Uzakdoğu’ya yöneldiler. Osmanlı ülkesinde serbest ticaretin uygulanabilmesi için yed-i vahit usulünün kaldırılmasını teklif ettiler. Başlangıçta bunu reddeden Osmanlılar, Mehmet Ali Paşa’ya karşı İngiltere’nin desteğini sağlamak gündeme geldiğinde  İngilizlerle anlaşmak zorunda kaldılar. Balta Limanı Antlaşması uzun süren gizli görüşmeler sonucunda Hariciye Nazırı Mustafa Reşit Paşa ile İngiliz elçisi Ponsonby tarafından, Mustafa Reşit Paşa’nın Balta Limanı’ndaki konağında imzalandı.
Mevcut kapitülasyonları garanti altına da alan bu antlaşmaya göre; yed-i vahit uygulaması kalkıyordu. 1838’den önce ithalat ve ihracattan yalnızca yüzde 3 gümrük vergisi alınıyordu, ayrıca yerli ve yabancı tüccarlar ülke içindeki ticarette yüzde 8, kara gümrüğü ödüyorlardı. Balta Limanı Antlaşması’yla ihracattan yüzde 12, ithalattan ise yüzde 5, vergi alınması kararlaştırıldı. Yerli tüccarlar yüzde 8, kara gümrüğü ödemeyi sürdürürken, İngiliz tüccarları bundan bağışık tutuldu. Böylece İngiliz tüccarları Osmanlı topraklarında çok ayrıcalıklı bir konuma geldiler.

Bu antlaşmadan başka 3 ağustos 1838’de Belçika, 25 kasım 1838’de Fransa ve en son 30 Ağustos 1846’da Rusya ile imzalanan benzer nitelikli öbür antlaşmalar, Osmanlı Devleti’nin mali ve ekonomik alandaki çöküşünün en önemli nedenlerinden birini oluşturur.

Bu seride yer alan Osmanlı tarihiyle İlgili diğer konular ve kaynaklar için bkz.
https://tarihegitimi.blogspot.com/2019/06/osmanl-tarihi-ders-notlar-konular.html

28 Mayıs 2019 Salı

Mısır'ın Osmanlı'dan Kopuşu ve Dönüm Noktası Sözleşmeler

Mısır'ın Osmanlı'dan Kopuşu ve Dönüm Noktası Sözleşmeler

Dilara Kahyaoğlu
Muhammed Ali, Memluk liderlerini, Arabistan'a askeri bir sefer yapacak olan oğlu Tosun Paşa'nın onuruna
Kahire Kalesi'ndeki bir kutlamaya davet etti . Etkinlik, 1 Mart 1811'de yapıldı. Memlükler, kalede toplanınca etrafları Muhammed Ali'nin birlikleri tarafından sarıldı ve hepsi orada öldürüldü. Daha sonra Mısır içindeki geri kalan Memluk askerleri bulunup yok edildi. Mehmet Ali'nin tek güç haline gelmesi böyle başlamıştır.
Sanatçı: Horace Vernet
Mehmet Ali, Kavala’da doğmuştu ve ayan ailesine (dayısı Hüseyin Ağa Kavala ayanı idi) mensuptu. Mısır’ın Fransızlar tarafından işgali sırasında asker olarak Mısır’a gönderilen gruptaydı ve kısa sürede yükselerek kendisini vali olarak kabul ettirdi. Bu sırada Arabistan’da Vahabi ayaklanması patlak verdi. (Vahabilerin amacı İslamiyeti saf şekline döndürmekti onlara göre türbe inşa etmek, kandil yakmak, evliyaya adak adamak, tütün içmek, musuki dinlemek, çalmak, tesbih çekmek vb. yasaktı) Bu ayaklanmayı Mehmet Ali’nin gönderdiği kuvvetler bastırınca Mehmet Ali, Kızıldeniz’e ve kısmen de Basra körfezi’ne hakim olmuştu.

Mehmet Ali’nin bu gücüne nasıl kavuştuğunu anlamak için biraz daha derinlemesine inceleme yaparsak şunları görürüz.

Mısır’da toprak kağıt üzerinde devletin malıydı ama fiilen öyle değildi. Mehmet Ali müsadere sistemi ve koyduğu ağır vergiler yoluyla on yıl gibi kısa bir sürede Mısır arazisini fiilen devletleştirdi. Yurt dışına öğrenci gönderdi. Nizamı Cedid benzeri ordu kurdu. Kanallar, bentler ve köprüler yaptırarak pamuk üretimini arttırdı. Bu pamukların bir kısmı M. Ali’nin kurdurduğu fabrikalarda işlendi. Avrupa’dan yüzlerce uzman getirtti. Ordusunu yetiştirmek içi Fransız subaylarından yararlandı. Yönetim dili 1854 yılına kadar Türkçe'ydi daha sonra Arapça oldu. Ordunun ve devletin yüksek mevkilerinde Arnavut, Türk ve beyaz köleler vardı.
Yunan isyanının ortasında M. Ali’nin, Osmanlı’ya sormadan İngilizlerle anlaşarak askerlerini çekmesi, kendisine vaad edilen Suriye valiliğini Osmanlıların vermemesi, yine Mehmet Ali’nin Rus savaşında asker göndermeyip sadece para yardımı yapması iki tarafı savaşa sürüklemiş ve Mehmet Ali, Suriyeyi kendi gücüyle elde etmeye kalkmıştır.

Bu savaş sürecinde, Osmanlı ordusu Mehmet Ali’nin kuvvetleri karşısında üç kere ardı ardına yenildi ve Mısır ordusu Konya’ya kadar gelip dayanınca II. Mahmut Rusya’dan yardım istemek zorunda kaldı. Bu arada Mısır kuvvetleri de Kütahya’ya kadar gelmişti. Ruslar 15.000 kişilik bir kuvvetle İstanbul'a geldiler. Fransızlar ve İngilizler telaşlanıp araya girmeye çalıştılar ama onlardan önce Mustafa Reşit Paşa, Kütahya’da Mehmet Ali’nin oğlu ve Mısır ordusunun komutanı İbrahim Paşa ile antlaşma imzaladı (Kütahya Ant, 1833). Buna göre; İbrahim Paşa Cidde valiliğinden başka Şam, Halep valiliklerini ve Adana'yı elde ediyor, Mehmet Ali, resmen Mısır ve Girit valisi oluyordu. Ayrıca İbrahim Paşa, Torosların gerisine çekilecek ve Anadolu'da Mehmet Ali yanlıları için af ilan edilecekti.

II. Mahmut kendini emniyette hissetmediği için Ruslarla Hünkar İskelesi Antlaşmasını (1833) imzaladı. 8 yıllık bir yardımlaşma antlaşması olan bu antlaşmanın gizli maddesine göre Osmanlı saldırıya uğrarsa Rusya yardıma gelecek. Rusya saldırıya uğrarsa Osmanlı boğazları kapatacaktı.

Mısır ve Osmanlı cephesine dönersek; her iki taraf da yaptığı antlaşmadan memnun değildi. II. Mahmut, M. Ali’ye çok yer kaptırdığını düşünüyor, Mehmet Ali ise elde ettiği valiliklerin irsi (kalıtımsal) olmasını istiyordu. Hatta kafasında bağımsız bir Mısır Devleti hayali vardı. 1839 tarihinde iki ordu yeniden karşılaştı. Nizip’de yapılan bu savaşta Osmanlı ordusu büyük bir bozguna uğramıştır. Bu arada veremden yatağa düşmüş bulunan II. Mahmut, Nizip yenilgisinin haberini alamadan öldü. Kaptanı derya, sadrazam değişikliğinin kendi sonunu hazırlayacağından korkarak Osmanlı donanmasını götürüp Mısır’a teslim etti. Böylelikle Osmanlılar sırasıyla ordusunu, padişahını ve donanmasını kaybetti.

Osmanlıların böyle bir anda biraz da olsa toparlanmalarının en önemli nedeni; İngilizler ile yaptığı “Balta Limanı Antlaşması”dır (1838). Buna göre İngiltere çok önemli ayrıcalıklar elde eder. Tekel
sistemi ve iç gümrük uygulaması kaldırılır.  Diğer bir deyişle Osmanlı ülkesi belli ölçüde açık pazar haline gelir.

Çözümsüz yada zor çözülecekmiş gibi gözüken bu meseleyi Avrupa devletleri çözmüştür. Zira Mısır sorunu artık Avrupa dengesini, Avrupa barışını tepetaklak edecek hale gelmişti. İngiltere, Mısır işinde ağırlığını Osmanlı’dan yana koydu. Çünkü ne Ortadoğu'da güçlü bir Mısır, ne Mısır yoluyla etkisini arttırabilecek bir Fransa, ne de Osmanlı’ya müdahale ederek güçlenecek bir Rusya istemiyordu. Bu hesaplarının arka planında Balta Limanı Antlaşması'nın da kendisine önemli ayrıcalıklar tanımasının yattığını da unutmamak gerekir. Bu arada Mustafa Reşit Paşa’nın gayretleriyle de “Tanzimat Fermanı” ilan edildi. Bu durum Avrupa kamuoyunda Osmanlı’nın kayrılmasını da kolaylaştırıyordu. 

İngiltere, Rusya, Avusturya ve Prusya (Fransa hariç) Mısır konusunda bir Londra'da protokol imzaladılar (1840 Londra Antlaşması). Buna göre; Mısır, hukuken Osmanlıların olmakla birlikte Mehmet Ali ve oğullarına bırakıldı. Mehmet Ali, ömrü boyunca da Akka vilayetinin valisi olarak kalacaktı. Ayrıca Mısır, yıllık vergi ödeyecekti. Suriye, Adana ve Girit’i Osmanlılar geri aldı. Protokolde Mehmet Ali Paşa'nın antlaşmayı kabul etmemesi durumunda ne gibi yaptırımlar yapılacağı da karara bağlanmıştı. Bu antlaşmayı 10 gün içinde kabul etmezse yalnızca irsen Mısır valisi olarak kalacak, yine 10 gün içinde kabul etmezse Mısır da elinden alınacaktı. Mehmet Ali, teklifleri Fransa’ya da güvenerek reddetti. Osmanlı ve İngilizler Beyrut’taki Mısır donanmasını yaktılar. Lübnan’da Mehmet Ali’ye karşı ayaklanma çıkarttılar. Mısır ordusu Beyrut’ta yenildi ve Mısır kuvvetleri Şam’a çekilmek zorunda kaldı. En son olarak İngiliz donanması İskenderiye önlerine geldi antlaşmayı kabul etmediği takdirde İskenderiye topa tutulacak ve harekat devam edecekti. Bunun üzerine Mehmet Ali antlaşmayı kabul etmek zorunda kaldı. 

Bunun arkasından Londra Boğazlar sözleşmesi de imzalandı (1841). Bir dönüm noktası olan bu protokol ileride yapılacak Boğazlarla ilgili bütün antlaşmalara temel olacaktır (Lozan Antlaşması, Montrö Boğazlar sözleşmesi)Buna göre; Boğazlar, Osmanlı egemenliğinde kalacak ve barış zamanı Boğazlardan hiçbir yabancı savaş gemisi geçemeyecekti. Böylece Boğazların barış zamanında kapalı olması uluslararası güçlerin yetki ve denetimi altına alınıyor, Boğazlar ilk kez uluslararası bir statü kazanıyordu. Savaş zamanı için söylenecek çok fazla bir şey yoktu. Nitekim Kırım Savaşı'nda Osmanlılar Batı devletlerinin boğazlardan geçmesine izin vermiştir. 

"Doğu Sorunu" (Osmanlı'nın içinde bulunduğu durum itibariyle ne olacağı sorunu... ) şimdilik bu şekilde halledilmişti. Doğu sorunu, terimini ilk kez Çar I. Aleksandr Rumlarla ilgili kullanmış, bu terim daha sonra Avrupa’nın paylaşımına açık halde bulunan Osmanlı ülkesini kapsayarak genişlemiştir. Osmanlı Devleti’nin her an birinin eline geçme ihtimali Avrupa Devletlerini birbirine katıyor, Avrupa’nın dengesi bozuluyor bu yüzden savaş çıkma ihtimalleri her an gündeme gelebiliyordu. Görüldüğü üzere “Şark Meselesi – Doğu Sorunu”  Avrupa emperyalizminin yani Batı'nın ve Rusya'nın meselesiydi. 

Kaynak gösterilmeden kullanılamaz.

Bu seride yer alan Osmanlı tarihiyle İlgili diğer konular ve kaynaklar için bkz.
https://tarihegitimi.blogspot.com/2019/06/osmanl-tarihi-ders-notlar-konular.html

24 Mayıs 2019 Cuma

Vakayı Hayriye ve II. Mahmut'un Islahatları

Vakayı Hayriye ve II. Mahmut'un Islahatları

Dilara Kahyaoğlu
Kıyafet devriminden sonra II. Mahmut
Athanasios Karantz(ou)las'un yağlı boy tablosu
Yunan isyanı sırasındaki yeniçerilerin başarısızlığı ile askeri alanda ıslahat yapma sorunu yeniden gündeme geldi. Daha önceki deneylerin bilincinde olan padişah öncelikle yeniçeri ocağına kendi adamlarını yerleştirmekle işe başlamıştı. Daha önceki isyanlarda ulema sınıfından yeniçerilere destek geldiği için bu sınıfın içine de kendi adamlarını yerleştirdi. Güvenmediklerini azletti veya sürdü. Kendisinin de dine önem veren bir padişah olduğu izlenimini vermek için camiler açtırdı, vakıflar kurdurdu, mahalle mekteplerindeki öğrenim süresini uzattı. III. Selim gibi frenkperest bir padişah olduğuna dair bir izlenim yaratmamaya çalıştı.

Bunlardan sonra II. Mahmut, Mısır ordusunun başarısını ileri sürerek, yeni bir askeri sınıf kurmak üzere harekete geçti (eşkinci ordusu). Devletin ve ocağın ileri gelenleri ile toplantı yaptı bu arada ocağın kilit adamlarını para, hediye vb. yollarla elde etmişti. Eşkinci ordusu talim yapacak, daha fazla para alacak ve yeniçerilerden seçilerek oluşturulacaktı. Ama Batı tipi bir ordu görünümünde olmamasına da dikkat edildi. Örneğin kıyafetleri Nizamı Cedid’in kıyafeti gibi değildi, tüfekleri de yoktu. Talimler başladıktan üç gün sonra yeniçeriler yine kazan kaldırdı (15 haziran 1826). Ayaklanmaya vesile olan olaysa talim yaptıran bir muallimin bir askeri dövmesiydi. Ama bu ayaklanma beklenen, hatta istenen bir ayaklanmaydı ve bu sefer devlet hazırlıklıydı. Ayaklananlar yeniçeri ağası Celaladdin Ağa’yı öldürmek istediler, Mısır valisinin kethüdasının konağını tahrip ettiler.
Bu arada devlet ileri gelenleri boğazdaki yalılarına çekilmişti, Mahmut’un emriyle sarayda toplandılar, topçu, arabacı, kalyoncu, humbaracı, lağımcı ocaklarının askerleri, Anadolu ve Rumeli sahil muhafazasının sekbanları, medrese öğrencileri, ulema, Sultanahmet camisi civarında toplandılar, halk silahlandırıldı. Yeniçeriler ummadıkları bir direnişle karşılaşınca kışlalarında savunmaya çekildiler. Kışlaları topa tutuldu. Bu arada sancak-ı şerif çıkarılmış, yapılan eyleme dini bir hüviyette kazandırılmıştı. 6000 kadar yeniçeri ilk anda öldürüldü. Yamaklar ve acemi oğlanlar dahil her tarafta kökleri kazındı (17 haziran 1826). 20 000 kadar “serseri” İstanbul’dan sürüldü. Bu arada nefret ve tedhiş o kadar üst boyuttaydı ki 20 000 kadar yeniçeri de idam oldu. Hatta mezarlıklardaki yeniçeri başlıkları bile kırıldı. Ocakla yakın ilişkisi olduğu düşünülen Bektaşi tarikatı ilga edildi. Bektaşi ileri gelenlerinden üç kişi idam edildi. Gerisi İstanbul’dan sürüldü. Bektaşilik ancak II. Mahmut’un ölümünden sonra yeniden canlanabilmiştir. 

Bu olay II. Mahmut dönemi ıslahatlarını başlatan da bir olaydır. Bundan önce II. Mahmut ciddi yenilikler yapamamış ancak bundan sonra somut adımlar atabilmiştir. Nitekim ileri gelenlerin desteğini sağlamak için müsadere usulünün kaldırılması da bu amaçla alınmış olan bir tedbirdi. Böylelikle yüzlerce yıldır Osmanlı’nın dayandığı en büyük güç olan kul sistemi tasfiye diliyordu.

II. Mahmud’un diğer ıslahatları
Vakayı Hayriye ile birlikte yeni bir ordunun kurulması kendiliğinden gündeme geldi. Yeni ordunun ismi “Muallem Asakir-i Mansure-i Muhammediye” idi, yani Muhammed’in eğitimli muzaffer askerleri.

1828 yılında tulumbacı sınıfı oluşturuldu. Yine aynı yıl bazı askeri terimler değiştirildi. Alay, tabur, bölük terimleri kullanılmaya başlandı. Mensure mensupları her ay maaş alacaklardı. Mensureye gönüllü giriliyor, soyu sopu belli olmayanlar işsizler, dönmeler askere alınmıyordu. Yaşlarının 15 ile 30 arasında olması kuraldı. Askere yazılan 12 yıl hizmet etmek zorundaydı. Yaşlılık ve sakatlık yüzünden emekliye ayrılabiliyorlardı. Ama aslında bunlar işin kağıt üzerindeki haliydi Moltke’ye göre askere alma adam avcılığı biçiminde sürüyor herkes askerlikten bucak bucak kaçıyordu.

İlginç olan şudur ki tımar sistemi de hiç değilse görünüşte devam ediyordu. Tımar sistemine ancak 1831 yılında son verildi. Hazine, dirliklere el koyup buraların gelirini iltizama verdi. İşe yarar sipahiler alıkonarak bunlardan dört tabur oluştururdu, diğerleri emekliye sevk edildi.

Yeniçerilere de ömür boyu maaş verileceği duyurulduysa da başvuran yeniçerilerin bir çoğu ya hapse atıldı ya da idam edildi. Fakat bazı kaynaklar tımar sisteminin kalıntılarının yüzyıl ortalarına kadar sürdüğünü belirtiyor.

Mühendishane-i Bahri Hümayun genişletildi, programı çağdaşlaştırıldı. Önceden kullanılan Rum denizciler yerine Karadeniz ve Suriye kıyılarından denizcilerin donanmaya katılması için tedbirler alındı.

Bütün bu askeri yenilikleri yürütmek paraya bağlıydı. Bunun için Mukataat ve tersane hazineleri kuruldu. Buralara gelir devletin el koyduğu ve bizzat yönettiği iltizamlardan sağlanacaktı. Büyük iltizamların özel kişilerin elinden alınması II. Mahmut’un baştan beri izlediği ayanları budama siyasetine uygundu. Devletin gelirini arttırmak için vakıflara el attı. Mekke ve Medine vakıfları dışında kalan vakıfların gelirleri kendi masrafları çıktıktan sonra geri kalanı devlete devredilecek ve merkezi bir şekilde yönetilecekti. Merkezileşme tam anlamıyla gerçekleşmediyse de ulemanın mali kaynaklarını kısıtlayıcı bir etki yaptığı anlaşılıyor. Diğer bir gözlem de II. Mahmut’un, Mısır’ı kendine örnek almasıdır. Askeriyede en önemli sorun subay kadrosunun yetişmemiş olmasından kaynaklanıyordu. 1831 yılında subay yetiştirmek üzere sübyan birlikleri kuruldu, bundan sonraki aşamada 1834'te harbiye kurulacak ve Osmanlı’nın subayları buralardan yetişeceklerdir.

O zamana kadar Batı ile ilişkileri daha çok Fenerli Rum tercümanlar aracılığıyla yürütülmüştü, ama Yunan isyanından sonra artık onlara güvenilemeyeceğini düşündükleri için tercümanların başına matematik hocası Yahya efendi atandı.

Tıbhane adlı askeri okul açıldı. Tıbhanede öğretim dili Fransızca'ydı ama en kısa sürede Türkçe eğitime geçilmesi hedefleniyordu, nitekim 1870 yılında Türkçe eğitime geçilmiştir. II Mahmut bir çok eleştiriyi göze alarak yurt dışına dört öğrenci gönderdi. Sonraki yıllarda enderun ağalarından tıbhane ve harbiyeye öğretmen yetiştirmek amacıyla gönderilen öğrencilerin sayısı 150'yi bulmuştur.
 
Kıyafet devriminden önce
II. Mahmut
II. Mahmut, yaşam tarzında da değişiklikler yaptı. 1815'te sarayını Topkapı’dan Dolambahçe’ye taşıdı. Sakalını kısalttı, Mısır tarzında setre pantolon giyerek Avrupa hükümdarları gibi doğum günlerini kutlamaya, resimlerini devlet dairelerine astırmaya, elçiliklerde davetlere gitmeye, tebdili kıyafet giymeden İstanbul’da ve ülke içinde gezilere çıkmaya başladı. Hükümet toplantılarına bizzat katıldı ve hükümet adamlarının huzurunda oturmalarına müsaade etti.

Askerlere; fes, setre pantolon giydirdi. Bu arada kıyafet nizamnamesi çıkararak fes ve pantolon ulema dışındaki siviller için zorunlu hale getirildi.  Fesi Balkanlarda yaşayan Hristiyanlar kullandığı için bu hareketin oldukça cüretkar bir hareket olduğunu da belirtmek gerekir. Halkın önemli bir kısmı II. Mahmut’un gavur padişah olduğunu düşünüyordu herhalde, ama yeniçeriler olmadığı için bunu dile getiremiyorlardı, ama Avrupa tarzı yaşam özellikle padişahın yakın çevresindekiler için salgın haline gelmişti.

İlk resmi gazete de “Takvimi Vekayi” adıyla 1831 tarihinden itibaren yayınlanmaya başladı.

Mısır savaşının ilk raundunun büyük bir hüsranla sona ermesinden sonra II. Mahmut bu olanların M. Alinin yanına kar olarak bırakmak niyetinde değildi. Yapacağı ıslahatların devleti güçlendireceğini düşünmesinin yanısıra Avrupa kamuoyunda da Osmanlıyı sevimli göstereceğini ve böylelikle Avrupa’nın desteğini alabileceğini umuyordu. Bu niyetle Bakanlıklar kuruldu (nezaretler, bakanlara da nazır deniyordu). Ordunun adı “Asakiri Muntazam”a çevrildi. Sadrazamın adı değişti ve “başvekil” adı verildi ve padişahın mutlak vekili olmaktan çıkarıldı. Diğer nazırların her biri de mühür sahibi oldular. Nazırlar, başvekil başkanlığında serasker, şeyhülislam ile birlikte Meclis-i hass-ı Vükela veya Meclis-i Vükela diye anılan bakanlar kurulunu oluşturuyorlardı. Yüksek mahkeme işlevini görecek olan “Meclis-i Vala” kuruldu. Yönetenlerin hepsi maaşa bağlandı ve hepsi için rütbe sırası belirlendi. Nüfus ve emlak sayımı yapıldı. Taşrada, savaş zamanı kullanılmak üzere “redif” adı verilen milis kuvvetleri oluşturuldu. 

Posta teşkilatı oluşturularak bunun için yollar yapılmaya başlandı. Eğitim alanında ise İstanbul'la sınırlı olmak üzere ilk öğretim zorunlu hale getirildi. Ama bu ilk öğrenim camilerdeki mahalle mekteplerinde yapıldığı için istenilen eğitim verilemiyordu. Arapça, Türkçe okuma ve yazmayı öğretecek olan Rüştiye mekteplerinin açılması kararlaştırıldıysa da bu okular anacak 1847 den sonra açılabilmiştir. 1833’de Tercüme Odası kuruldu, dil bilmeyenler burada Batı dillerini öğreneceklerdi. 1834'te Harbiye Okulu açıldı. Harbiyede sınıf usulü yoktu, bir kitabı bitiren öteki kitaba geçerdi.

Kaynak göstermeden kullanılamaz.

Bu seride yer alan Osmanlı tarihiyle İlgili diğer konular ve kaynaklar için bkz.
https://tarihegitimi.blogspot.com/2019/06/osmanl-tarihi-ders-notlar-konular.html
Osmanlı'yı Sarsan Bir Milliyetçilik Hareketi: Yunan Ayaklanması ve Savaş

Osmanlı'yı Sarsan Bir Milliyetçilik Hareketi: Yunan Ayaklanması ve Savaş

Dilara Kahyaoğlu
Yunanistan'ın zaman içinde genişlemesi
Kaynak

Daha önce başlamış diğer Milliyetçi hareket olan Sırp İsyanı'nı etkileyen etmenler Yunan isyanı içinde geçerlidir. Yalınız bazı ek gözlemlerde bulunulabilir. Yunan Burjuvazisi, daha çok uluslararası bir burjuvaziydi. Başta Odesa olmak üzere Marsilya, Triyeste ve Londra gibi yerlerde Rum tüccar kolonileri oluşmuştu. Selanik ticaretinde de Rumların önde gelen bir yeri vardı ve buradan başlayan ticaret ağı Balkanlara, Doğu Avrupa’ya doğru yayılmaktaydı. Rum armatörleri Avrupa çapında iş yapıyordu. Örneğin 1816 senesinde bu armatörlerin 600 kadar ticaret gemisi bulunuyordu. Napolyon savaşları sırasında bu gemiler kaçak ticaretten çok ciddi paralar kazanmıştı. Diğer taraftan gerçekte ticaret gemisi olan bu gemiler silahlıydı da. Bunun en büyük nedeni Akdeniz'de hala devam eden ve kaynağını Kuzey Afrikalıların oluşturduğu korsanlıktı.

Öte yandan Rönesans'la birlikte Yunan uygarlığına karşı Avrupa’da büyük bir hayranlık uyanmıştı. Avrupa, Rumlara, antik Yunan uygarlığının torunları olarak bakıyordu.

Son olarak da Rum Ortodoks kilisesinin etkisinden ve gücünden söz etmek gerekir. Çünkü Osmanlı devleti Ortodoksları milliyetleri ne olursa olsun Rum Ortodoks kilisesine bağlı saymıştı. Bu yüzden kilisenin oldukça geniş bir alana yayılan etkinliğinden söz etmek gerekir. Ortodoks kilisesine mensup olan Fenerli Rum aileler Osmanlı devlet örgütünde tercümanlık, Eflak ve Boğdan voyvadalıkları gibi çok önemli görevlere getiriliyorlardı.
"Yunan İsyanı" Türkiye tarihinde "Mora isyanı" diye bilinir. İsyanı başlatan örgüt Odesa’da kurulmuş olan Filiki Etaria (1814) örgütüdür. Carbonari örgütünü örnek alan bu örgütün merkezi 1818 de İstanbul’a taşınmıştır (bu örgütü 1894 yılında kurulmuş olan Etniki Eterya örgütü ile karıştırmamak gerekir).

Filiki Eteria’nın  güçlenmesinin ardında Rusların olduğu inancı da yatıyordu. Nitekim ilk isyan Aleksandr İpsilanti önderliğinde Eflak’da başlamıştır. İpsilanti Bey’in babası Fenerli voyvodalarındandı ve kendisi Rus çarına hizmet ediyordu. Ruslardan yardım alacaklarını umarak burada isyan başlatmışlardı (6 Mart 1821) ama Çar isyanı reddetti ve Osmanlı kuvvetlerinin Eflak’a girmelerine izin verdi. Ayrıca halkın çoğu da Rum olmadığı ve fenerli Rum voyvodalardan da yıllardır çok çektikleri için isyanı desteklemediler. İpsilanti, Avusturya’ya sığınmak zorunda kaldı.

Fakat Mora isyanı başarılı olmuştur…
25 Mart 1821 de başlayan isyan giderek yayıldı ve Mora’da bir çok yer tek tek Rumların eline geçti. Rum isyanı sırasında II. Mahmut, bazı ileri gelen Rumlara hiddet ve şiddetle davranmıştır. Örneğin bu aşamada Kayseri, Edremit, Edirne, Tarabya piskoposları asılmış ve Patrik Grigrius bile patrikhanenin orta kapısına asılarak göğsünde yafta olmak suretiyle üç gün teşhir edilmiştir. Bu kapı bu yüzden bu güne kadar kapalı kalmıştır.

Osmanlı Ordusu Korent Boğazı’nın güneyine üç yıl boyunca inememiştir. Oysa bu sırada Rumlar kendi içlerinde zaman zaman iç savaş boyutlarına varan bir didişme içindeydiler. Ordunun Rumlar karşısındaki aczi iyice ortaya çıkınca Mahmut kudretli Mısır valisi Mehmet Ali’den yardım istemek zorunda kaldı. Girit ve Mora valiliklerinin kendisine verilmesi koşuluyla yardım eden Mehmet Ali’nin kuvvetleri kısa sürede Mora isyanına son verdi.

Mısır kuvvetlerinin bu başarısı yeniçerilerin defterini düren son olay olmuş, İstanbul kamuoyu, dört yıldır Mora’da sürünen yeniçerilerin iyice aleyhine dönmüştür. Nitekim II. Mahmut bu durumdan yararlanacaktır.

Yunan isyanına Mısır müdahalesi İngilizlerin kabul edemeyeceği bir gelişmeydi. Mehmet Ali’nin, Mısır’da yaptığı ıslahatlar dolayısıyla Fransızlarla ilişkisi vardı. Mısır’ın elindeki Mora ve Girit'le birlikte İngiltere, Akdeniz'de Fransız etkisinin artacağından korkuyordu. Bu arada Ruş çarı Aleksandr ölmüş yerine I. Nikola geçmiş ve Yunan isyanında da aktif bir rol oynamaya başlamıştı. İngilizler, Rusların tek başlarına güç kazanacaklarını düşünerek Ruslarla birlikte hareket etme kararı aldılar. Rusya ve İngiltere'nin müdahale etme teklifini Avusturya kabul etmedi ama işin dışında kalmak istemeyen Fransa kabul etti böylelikle bu üç büyük devlet Osmanlılara arabuluculuk teklifinde bulundular ama Osmanlılar bu teklifi kabul etmeyince, Osmanlı ve Mısır donanmasını Navarin limanında yaktılar. Üç devlet İbrahim Paşa ile Mora’nın boşaltılması için bir sözleşme imzaladı. Bu arada Rusya, Osmanlı Devletine savaş ilan etti. 1828-29 Osmanlı Rus savaşında Ruslar başarılı oldu ve Doğuda Erzurum’a batıda da Edirne’ye kadar gelip buraları aldılar. Osmanlı barış istemek zorunda kaldı. Osmanlılar 24 Nisan 1830 tarihli bir protokol ile de Yunanistan’ın bağımsızlığını kabul etmek zorunda kaldı.

Kaynak gösterilmeden kullanılamaz

Bu seride yer alan Osmanlı tarihiyle İlgili diğer konular ve kaynaklar için bkz.
https://tarihegitimi.blogspot.com/2019/06/osmanl-tarihi-ders-notlar-konular.html

23 Mayıs 2019 Perşembe

II. Mahmut, Ayanlar ve Senedi İttifak

II. Mahmut, Ayanlar ve Senedi İttifak

Dilara Kahyaoğlu
1998
Beylikçi Mehmed İzzet’in istinsah edip onaylamış olduğu Sened-i İttifak’ın tam metni
(BA, HAT, nr. 35242) kaynak

Ayanlar
Klasik Osmanlı yönetim anlayışına göre bir eyaletin yönetimi; eyalet valileri, sancak beyleri, subaşılar, kadı ve naipler tarafından yürütülürdü. Bunlardan başka her şehir ve kasabada halk tarafından “ayan” namıyla tanınan kimseler bulunurdu. Vergilerin, bölgenin masraflarının dağıtılması ve tahsil edilmesi konularında resmi yöneticiler bu ayanlarla ilişkide bulunurlardı. Ayanlar belli bir bölgenin zengin ve nüfuzlu kişileri olmaları dolayısıyla Osmanlı yönetiminin bozulmaya başladığı aşamada yöneticilere büyük iltimaslar sağlayarak bulundukları bölgelerde güçlerini ve yetkilerini arttırdılar. Zamanla Ayanlık da saltanatlık haline geldiler ve zamanla bulundukları yerlerde bağımsız davranmaya başladılar. Hatta zamanla eyalet valileri, güçlü ayanların menfaatleri doğrultusunda davranarak ancak bölgede varlıklarını sürdürebildiler.  Senedi İttifak, ayanların gücünün en somut göstergesi olması bakımından önemlidir. Ayanlarla en ciddi mücadeleyi II.Mahmut yürütmüştür.
Senedi İttifak
III. Selim'i kurtarmak için Rusçuk'tan İstanbul'a kendi güçleriyle gelen Rusçuk Ayanı Alemdar, II. Mahmut'u taht'a çıkardıktan sonra sadrazam olmuştu. Alemdar sıradan bir sadrazam olmadığını en çetin soruna, ayanlık sorununa el atarak göstermiştir. Alemdar, Anadolu ve Rumeli ayanlarını İstanbul’a çağırdı. Senedi ittifak metninde yalnızca dört ayanın imzası vardır. Geldiği kesin olarak bilinen ayanlar şunlardır. Bozok ayanı Çapanoğlu Süleyman Bey, Serez ayanı İsmail Bey, Çirmen mutasarrıfı Mustafa bey, Manisa ayanı Karaosmanoğlu Hacı Ömer Ağa, Bolu voyvodası Hacı Ahmetoğlu Seyyit İbrahim Ağa, Bilecik ayanı Kalyoncu Mustafa Ağa ve Şile ayanı Ahmet Ağa bir de Kadı Abdurrahman Paşa İstanbul’a 5000 talimli askeri ile gelmiştir. II. Mahmut ayanları Kağıthane’de Çağlayan köşkünde kabul etmiştir.

Senedi İttifak'ın tarihçilerimiz tarafından değerlendirilmesi genellikle olumsuzdur.

Senedin hükümleri şöyledir (1808)
A) Ayanlar padişaha sadık olduklarını belirtiyorlar
B) Ayanlar, asker toplanmasına yardımcı olacaklardı ve yeni ordu, görüşmelerde sözü edildiği şekilde örgütlenecekti
C) Vergiler ağır olmayacak, düzenli toplanacak ve devlete ait olan vergilere kimse karışmayacaktı. Ayrıca vergi ile ilgili konular vekiller ile büyük ayanlar arasında görüşülüp karara varılacak ve bundan sonra hep buna göre davranılacaktı.
D) Sadrazam kanun ve senede uyacak ve uymayanlara karşı hep birlikte mücadele edilecekti. Kimse kimsenin işine karışmayacaktı.
E) Suçu açıkça belli olmadıkça ayan, vükela, ulema ve saray mensuplarına karşı kötülük yapılamayacak ve ceza verilmeyecekti.
F) İstanbul’da isyan çıktığında ayanlar sormaya bile gerek görmeden gelip isyanı hep birlikte bastıracaklardı.
G) Yeni atanan sadrazam ve şeyhülislam en kısa zamanda senedi imzalamakla yükümlü olacaktı.

Bir çok açıdan Magna Carta’ya benzetilen bu senedin akıbeti aynı olmamış, senet kısa sürede çöp tenekesine atılmıştır. Aslında bu metin ayanlar sorununa ilginç bir çözüm bulma çabasıdır. Ama II. Mahmut bu senedi dikkate almamış (bir çok ayan da) ve ayanlar sorununu kılıçla çözmeye kalkmış ve bu politikası da Nizip ovasında hüsrana uğramıştır.

II.Mahmud’un ayanlarla mücadelesi
Yeniçeriler, ayanlara karşı olduğu için II. Mahmut, yeniçeri ocağının kaldırılmış olmasını beklemeden ayanlarla mücadeleye girişti. Senedi İttifak'ı kabul ettirecek denli güçlenmiş olan ayanlar, devletin merkezi güçlerini rahatsız eden bir unsurdu. Bu amaçla çeşitli yöntemlere başvurularak ayanlar yok edilmeye çalışılmıştır. Örneğin; resmi bir görevi bulunan ayan ölünce yerine ailesinden bir değil bambaşka birisi atanmış, ölenin çevresindekiler başka yerlerde görevlendirilmiş veya sürülmüş, kimisi de öldürülmüştür. Aslında Mahmut’un yaptığı ayanları ortadan kaldırmaktan çok belini kırma taktiği idi. Böylelikle ayanlar tamamen ortadan kalkmamış sadece etkileri daraltılmıştır. II. Mahmud’un ayanlarla mücadelede başvurduğu yöntemlerden biri de ayanları birbirine karşı kullanma ve kırdırma yöntemidir. 

Kaynak gösterilmeden kullanılamaz


ayrıca şu kaynağa da bkz. https://islamansiklopedisi.org.tr/sened-i-ittifak

Bu seride yer alan Osmanlı tarihiyle İlgili diğer konular ve kaynaklar için bkz.
https://tarihegitimi.blogspot.com/2019/06/osmanl-tarihi-ders-notlar-konular.html

II. Mahmut Dönemi Olaylarının Kronolojisi

II. Mahmut Dönemi Olaylarının Kronolojisi

Dilara Kahyaoğlu
Auguste Couder'in tablosunda 
Mehmet Ali Paşa 1841
Kendisi modern Mısır devletinin kurucusu olarak kabul edilir.
➤1804 Sırp isyanı
Sırpların bağımsızlık hareketlerinde üç etkenden söz edilebilir. Birincisi, Sırp toplumunda burjuvazinin doğmasına yol açan toplumsal ve ekonomik gelişmeler. İkincisi, soysuzlaşmış Osmanlı yönetiminin haksızlık ve keyfilikleri, üçüncüsü ise Avusturya, Rus ve Fransız kışkırtmalarıydı. Avusturyalıların ve Rusların özellikle dinsel yönden, Fransızların ise ulusçuluk ve demokrasi yönünden propaganda yaptıkları söylenebilir. (Sırp İsyanı'ndaki gelişmeler için kronolojiye bkz.)

➤1805 Mısır’da Mehmet Ali zorla vali olur, Osmanlı bu durumu tanımak zorunda kalır.

➤1806 Osmanlı- Rus savaşı başlıyor.

➤1807 İngiliz donanması İstanbul’a geldi, Rusya ile anlaşma yapılmasını istiyorlar. Amaç Rusya ile savaşı önlemek ve Fransa ile Osmanlı ittifakını bozmak. Donanma, dönüşte Mısır’a başarısız bir saldırı girişiminde bulunuyor.

➤1807 III. Selim, Kabakçı Mustafa İsyanı ile tahtan indirilir ve öldürülür.
1807 Napolyon Rusya ile Tilsit Antlaşmasını yapar,

1808 Rusçuk Ayanı Alemdar Mustafa Paşa İstanbul’a gelir ve II.Mahmut’u tahta çıkarır.

1808 Alemdar Mustafa Paşa sadrazam olur ve padişah ile ayanlar arasında Senedi İttifak imzalanır. Sekbanı Cedid isimli yeni bir ordu kurulur. Yeniçeri ayaklanması ile Alemdar da öldürülür.

1809 Fransa, Rusya’nın Eflak ve Boğdan’ı almasını onaylar (Erfurt Antlaşması) Osmanlılar yalnız kalır.

1812 Fransa’ya güveni kalmayan Osmanlı devleti Rusya ile Bükreş Antlaşmasını yapar. Buna göre; Eflak ve Boğdan Osmanlılarda kalır ve Sırbistan imtiyazlı beylik statüsüne yükselir.

1820 Aleksandr İpsilanti Eflak’ta Yunan isyanını başlatır. Başarılı olamaz. 

1821 Mora’da Yunan isyanı başlar. Avrupa isyanı destekler. Osmanlı zor durumda kalır.

1822 Hicaz ve Habeş valiliklerini alan Mehmet Ali bu tarihte Sudan’ı da alarak Mısır devletini kurar. Fransızların da yardımlarıyla Mısır’da büyük bir yenilik hareketi başlatır.

1826 II. Mahmut Yeniçeri Ocağını kaldırır ve Islahatlarına başlar.
1827 Yunanlıların isyanı karşısında zor durumda kalan Osmanlılar, Mısır’dan yardım ister, Mora ve Girit valiliği vaadedilen Mehmet Ali yardım teklifini kabul eder. İsyan Mısır kuvvetlerince bastırılır.

1827 Navarin Olayı; İngiltere, Rusya ve Fransa anlaşarak Osmanlı ve Mısır donanmasını Navarin’de yakarlar. Batılılar için esas mesele Akdeniz’de güçlü bir Mısır’ın ortaya çıkmasını engellemektir.

1828 Ruslar, Osmanlılara savaş ilan eder. Doğudan Erzurum’a, batıdan Edirne’ye kadar ilerlerler.

1829 Edirne Antlaşması imzalanır. Osmanlılar Ruslar ile antlaşma imzalar. Buna Göre; Yunanistan Bağımsız olur. Eflak, Boğdan ve Sırbistan’da özerk bir yapı oluşur. Rus Ticaret gemileri boğazlardan serbestçe geçme hakkını elde ederler. 

1830 Fransızlar Cezayir’i işgal ederler. Cezayir elden çıkar.

1833 Mora ve Girit’i alamayan Mehmet Ali, Suriye’yi ister ama olumlu yanıt alamayınca Osmanlı’ya karşı savaş başlatır.Osmanlılar yenilir. Ruslardan yardım istenir. Rus donanması İstanbul’a gelir.

1833 Kütahya Antlaşması; İngiltere ve Fransa, Rusya’ya müdahale imkanı vermemek için Mısır ile Osmanlı arasına girerler ve antlaşma yapılır. Buna göre; Mısır’a; Girit, Suriye, Mısır ve Cidde valiliği verilir.

1833 II. Mahmud, Ruslardan yardım ister ve Hünkar iskelesi Antlaşması imzalanır. Buna göre; Osmanlı saldırıya uğrarsa Rusya yardıma gelecek. Rusya saldırıya uğrarsa Osmanlı boğazları kapatacaktır. Antlaşma 8 yıllıktır.

1838 Balta Limanı Ticaret Antlaşması ile İngiltere çok önemli ayrıcalıklar alır. Tekel sistemi ve iç gümrük uygulaması kaldırılır.

1839 Mehmet Ali Paşa, bağımsızlığını ilan eder. Nizip’te Mısır ordusu ile savaşan Osmanlılar yenilir. II. Mahmud ölür, yerine Abdülmecit padişah olur.
1839 Tanzimat Fermanı ilan edilir.

Bu seride yer alan Osmanlı tarihiyle İlgili diğer konular ve kaynaklar için bkz.
https://tarihegitimi.blogspot.com/2019/06/osmanl-tarihi-ders-notlar-konular.html