Kadına Dair etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Kadına Dair etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

10 Haziran 2019 Pazartesi

Oidipus Kompleksi (Ödipal Karmaşa)

Oidipus Kompleksi (Ödipal Karmaşa)

Veysel Atayman
Önsöz Bölümü
Oidipus'un Sfenksle karşılaşması 1864
Sanatçı: Gustave Moreau

Tuhaftır, ama Sophokles’in bu ünlü tragedyasından yüzlerce yıl sonra, Avusturyalı bir ruh hekimi, “Oidipus” tragedyasının akraba ilişkilerini kültür ve psikoloji tarihinin vazgeçilmez “öyküsü” olarak belleklere kazıyacaktır. Tuhaftır çünkü Sigmund Freud,[1] Oidipus kompleksi modeline, doğrudan bu tragedyayı seyrettikten sonra değil de, bir başka büyük tragedyayı, W. Shakespeare’in[2] Hamlet’ini seyrettikten sonra şekil vermeye başlar. Babasını öldüren ve annesi ile evlenen amcasından intikam almaya kararlı genç Danimarka prensi Hamlet’in amcasını öldürmeyi en sona bırakmasını, Freud çok ilginç yorumlar: Hamlet de annesi ile kendisi arasındaki bastırılmış, yasak (ensest) ilişkinin dolaylı etkisi altındadır.

Psikanalizin bu kavrayışına göre, çocuğun gelişiminde kızların babalarına, erkeklerin annelerine cinsel ağırlıklı aşırı ilgi duyup onları sahiplenme isteği belirleyicidir. Bu nedenle kızlar anneyi, erkek çocukları babayı kendilerine rakip görürler. Ayrıca Yunan mitolojisinde ve bu mitolojiyi temel alan oyunda Elektra, Orestes ile birlikte kendi öz annesinin öldürülmesine yardımcı olur. Bu mitolojik örnek de, “Elektra kompleksi” diye bilinen psikanalitik olaya adını vermiştir.

Oidipus kompleksi’nin 3 ile 5 yaş arasında gelişip ortaya çıktığını ileri süren Freud, erkek çocuğun babası ile özdeşleşmesi ve giderek cinsel dürtülerini bastırmasıyla, annesini de artık bir cinsel obje olarak görme eğiliminden kurtulduğunu, dolayısıyla “ödipal sürecin” sağlıklı bir biçimde sona erdiğini varsayar. Anne-baba ile çocuk arasındaki ilişkinin aşırı yasaklayıcı, men edici olması durumunda, çocuk bu evreyi pek sağlıklı geçiremezse, gelişen “nevroz” ileride uç vermeye başlayacak, gelişkinlik döneminde psikanalitik sorunlara yol açabilecektir.

Freud, ruhsal aygıtı, üç merciye ayırmış, süperego ya da dilimizde üst-ben dediğimiz merciin, bu ödipal evrede bir yasaklayıcı merci olarak ortaya çıkıp geliştiğini ve bu süreci sona erdirme süreci içinde olgunlaştığını düşünmektedir. Bu aşamada Oidipus kompleksine karşı gelişen (ensesti yasaklayan) tepkiler, insan zihninin en önemli sosyal başarılarının da kaynağını oluşturur. (Bastırılan ödipal ilişkiden açığa çıkan enerji, özellikle kültür ve sanatın kaynağıdır ona göre!)

Lacan’ın[3] kavrayışında ödipal evre, onun “ayna evresi” dediği bir aşamanın sonucunda ortaya çıkar. Doğumuyla birlikte annesine adeta yapışık olan çocuk, kendisi ile annesini bir teklik olarak algılar. Derken bir ara anne çocuğu ile ayna karşısına geçecektir; işte bu görüntüde çocuk annesi ile kendisinin iki ayrı parça olduklarını algılar. Annesi ile kendisinin aynı ve tek şey, bir bütün oldukları yolundaki yanılsamayı algılayınca da, yeniden onunla bütünleşme özlemi duymaya başlar. Bu aşamada tekleşme arzusu artık “cinselleşmiştir” ve annesi üzerinde hak sahibi olan “baba” ile çocuk arasındaki gerginlik ortaya çıkar. Erkek çocuk annesi ile farkını, annesinin penisten yoksun oluşuna bağlar. Annesi kendisi gibi değildir, çünkü anne, erkek genital organı olan penisten yoksundur. Annesi ile özdeşleşme ya da onunla birlik olma, bütünleşme özlemi taşıması, bu isteğini devam ettirmesi demek, aynı yoksunluğu kendisinin de yaşaması demektir. Çocuk kendisini annesi ile özdeşleştirirse (Lacan’a göre) onun gibi olup çıkar; onunla birlik olmaya kalkarsa, bu kez de babasının kendisini cezalandırma ve annesi üzerinde hak sahibi olan bu “öteki” erkeğin, yani babasının kendisini kastare etme (penisten yoksun bırakma) riski ile karşı karşıya gelmesi demektir bu (çocuğun algısında). Bu riskle birlikte çocuk şimdi de babası ile özdeşleşme yoluna gidip, sosyal-cinsel gelişme yolunu bir başka cinsel objeye (annesi dışındaki bir kadına) yönelterek “normalleştirir”, ama anlaşılır nedenlerle bu öteki kadının annesine benzeme olasılığı çoktur. Öyleyse sağlıklı bir ödipal gelişme yolu (Lacan’a göre) baba ile özdeşleşme, anneyi nesnelleştirme (dıştaki başka kadına yönelme) biçiminde oluşacaktır. Bundan böyle babasına benzeyen, onu özdeşleşme modeli alan çocuk sosyal hayata devam edecektir.

Özellikle geçen yüzyılın büyük buluşu olan sinemada erkek kahramanın gelişme yolu, bir gelişme dramı olarak karşımıza çıktığı her yerde, (oidipal trajectory) erkek, bir dizi bunalımın içinden geçerek sonunda sosyal alandaki dengesine kavuşur.

“Psikolojici” edebiyat yorum yöntemi, bir metinde (tragedyada, öyküde, romanda, şiirde vb) kodlanan ve göstergelere bağlanan “psikolojik” sorunların yazarın bilinçdışından, bastırılmışın alanından geldiğini kabul eder. Freud’un “bildiğini bilmeme” dediği şeyler aranır bu metinlerde. Bu anlayıştan bakıldığında İokaste’ye söylettiği şu sözler bambaşka bir anlama bürünür. “Annemle evleneceğim diye korkma, çünkü birçok insan bugüne kadar rüyalarında anneleriyle yattığını görmüştür. Bunlara önem vermeyenler yaşamlarını rahat geçirirler.”

[1] Sigmund Freud (1856-1939): Psikanalizin kurucusu Avusturyalı nörolog.

[2] William Shakespeare (1564-1616): İngiliz şair ve oyun yazarı.

[3] Jacques Lacan (1901-1981): Fransız yapısalcı psikiyatr ve psikanalist.

Kral Oidipus, Sophokles, Önsöz Bölümümünden alıntı, Bordo-Siyah Yayınları

3 Mayıs 2019 Cuma

Büyücü Avcıları ve Büyük Kadın Katliamları

Büyücü Avcıları ve Büyük Kadın Katliamları


 Barbara Ehrenreich

Walpurgis Gecesinde** cadılar ve ilişkili oldukları tüm "kötü" yaratıklar Brocken dağında eğlenirken gösterilmiş. 
16. yüzyılda yapılmış böylesi gravür baskılar (yazılan kitaplar, verilen vaazlar), salt kötü olarak sunulan
cadı ve büyücü imajını; hem yaratmış, hem varolan olumsuz algıyı daha da körüklemiş,
hem de nefret tohumunu bir üst düzeye sıçratarak her seferinde yeniden inşa etmiştir.
Ve bütün bunların sonucunda aşağıda anlatılan, sayıları milyonla ifade edilen kadın katliamları gerçekleşmiştir.

İnsanlık tarihinde dört yüzyıldan fazla bir süre, Almanya'dan başlayıp İngiltere'ye kadar uzanan bir alanda, büyücülerin peşini bırakmadılar. Başlangıcı feodalite ile birlikteydi, sonu reform hareketinin yayılmasına kadar uzandı. Bu zaman içinde, büyücü safsatası, sosyal dokuya ve tarihsel geleneğe göre çeşitli şiddet biçimleriyle sürdü gitti. Ama başat özelliğini hiç yitirmedi: Bu açıkça egemen sınıfların köylerdeki kadın nüfusa karşı sürdürdükleri bir terör kampanyasıydı.  Büyücüler, Protestan ve Katolik kiliseler için olduğu kadar devlet için de siyasal, kutsal ve cinsel içerikli bir anlam taşımaktaydı.
Büyücü safsatası zaman zaman akıl durduracak boyutlara erişti: 15. yüzyılın sonlarıyla 16. yüzyılın başlarında Almanya, İtalya  ve diğer birçok Avrupa ülkesinde binlerce kadın öldürüldü; çoğunda canlı canlı odun yığınları üstünde tutuşturularak. 16. Yüzyılın ortasında bu dehşet dalgası bütün boyutlarıyla Fransa ve İngiltereyi de büsbütün sardı.

Bir tarihçi, bu infazların belli birkaç Alman kentinde yılda 600'ü bulduğu ya da "pazar günleri dışında" gün başına iki infazın gerçekleştirildiğini söylüyor. Werzberg bölgesinde, yalnız bir yılın içinde, 900 büyücü öldürülmüş; Como ve çevresinde bu sayı yalnızca 100'de kalabilmiş. Ama Toulouse'da bir günün içinde 400 infaz yapılmış. 1585 Yılında Bistums Trier'in iki köyünde yalnız bir tanecik kadın hayatta kalabilmiş. Birçok vakanuvisin tahmininden çıkabilecek toplam infaz sayısı milyonları buluyor. O günlerdeki en büyük kentlerin nüfusları 150-200 bini aşmıyordu. Öldürülenlerin de yüzde 85'i kadın; yaşlı kadın, genç kadın, çocuktu...(*)
Büyücü avında erişilen bu boyut bize, tıp tarihinin derinliklerinde gizlenmiş bir karmaşık sosyal fenomeni çağrıştırmaktadır. Bu amansız büyücü takipleri, zamanca ve zemince, büyük sosyal yıkıntıların yaşandığı, feodalizmin temellerinin çatırdadığı, köylü ayaklanmaları ve komploların sürüp gittiği, Kapitalizmin başlangıcının ve Protestanlığın doğuşunun rastladığı çağla çakışmaktadır.

Öte yandan bazı bölük pörçük kanıtlara göre (feministler bu kanıtları iyi incelemeliler) büyücülüğe; bazı yörelerde, kadınlar tarafından yönetilen köylü başkaldırıları olarak da bakılmıştır. Bu noktada biz, büyücü avcılıklarının tarihsel bağlantılarını siyasal nedenlerle birlikte derinliğine inceleyecek konumda değiliz. Ancak büyücü avcılığı üstüne erişebildiğimiz birkaç söylentiye göre, cezalandırılan büyücüler ayaklanan köylülerle aynı mekanı paylaşıyorlarsa ayaklanmanın sorumluluğu da büyücülere yüklenebilmektedir.

Talihsizlik: cezalandırılan büyücüler, eğitimsiz olduklarından, kendi tarihlerini nakledememişler. Bu yüzden, bütün tarihte olduğu gibi, bu işi de okumuş seçkinler yürütünce, bugün dahi onların ardıllarınca da benimsenen bir "bozguncu cadı" tipi ortaya çıkmıştır.

Büyücü avına ilişkin yaygın kuramlardan ikisi, ağırlıklı olarak tıbbi gerekçelere dayandırılmış ve "büyücü safsataları" başlığı altında bile açıklanması zor bir kitlesel çılgınlığın geçerliliği bu sayede kolayca savunulmuştur. Savlardan birine göre köylü halk, aklını kaçırmıştır. Yani büyücü fenomenine; elinde yanan bir meşale ile simgelenen, kana susamış köylü lumpeninin kitlesel öfkesi ve kitlesel paniğinin yarattığı bir salgın hastalık olarak bakılmalıdır. Bir diğer psikiyatrik açıklama ise, büyücülerin kendilerinin ruhsal bunalım içinde olduğunu söylüyor. Ünlü psikiyatri tarihçisi Gregory Zilboorg'un dediğine göre: "...Milyonlarca büyücü, tılsımcı, çılgın ve kaçık, ağır noyrotiker ve psikopatlardan oluşan koca bir kitle, dünyayı yıllar boyunca bir tımarhaneye döndürmüştü..."

Ama gerçekte bu büyücü safsatası içinde ne illegal bir lumpen hareketi ne de histeriye kapılmış kadınların kitlesel intiharı görülmüştür. Çoğu zaman her şey düzenli ve tam legal bir yörüngede seyretmiştir. Büyücülerin kovuşturulması ise, iyi organize edilerek kilise ve devlet tarafından koşullandırılıp finansmanı sağlamış olan avcı birliklerince yürütülmüştür. Hem Katolik hem de Protestan büyücü avcıları için geçerli olan Malleus Maleficarum ya da "Büyücü Balyozu" adlı, 1484 yılında Kramer ve Sprenger adlarındaki seçkinlerce (Papa VIII. İnnosens'in "Sevgili Oğulları") yazılmış olan büyücü avı kılavuzu, bunun belirgin ve tartışılmaz kanıtıdır. Bu sadist kitap, yüzyıllar boyunca her davada hakimlerin ve büyücü   avcılarının   vazgeçilmez   dayanağı   olmuştur. Yasal kovuşturmaların açık yürütülüş biçimleri de,  asıl "histeri"nin   bu   yoldan   nasıl   körüklendiğini   gösteriyor. Tabii böyle  bir  ortamda,  bir  büyücü  davasını  yürütmek amacıyla   bir   ilanda   bulunma   olanağı   elde   eden   prens ya  da  prensliğin  hakimi  için  bu  fırsat,  çok  önemli  bir avantaj  sayılmaktadır.
"Kim ki birinin zındık ya da büyücü olduğunu bilmektedir ya da duymuştur, ya da kim ki böyle birinin insanlara, hayvanlara ya da tarlalardaki ürüne yönelik, devlete zarar veren, herhangi bir uygulamasına tanık olmuştur, oniki günlük bir süre içinde bizleri haberdar etmek zorundadır."

Büyücü ihbarında ihmali görülen herkes, kiliseden kovulmak ya da cismani cezalardan birine çarptırılmayı göze almak zorundaydı. Eğer yukarıdaki gibi bir tehdit ilanı, bir büyücülük olayını ortaya çıkarmaya yararsa, açılan dava bu kez de başka büyücülerin izlenmesine bahane olarak değerlendirilirdi. Kramer ve Sprenger, idrakleri zorlama ve suçlamaların genişletilmesi için işkence kullanımı konusunda ayrıntılı yollar göstermişti. Genellikle sanığın önce giysileri çıkarılmakta ve vücut tüyleri kazınmakta, bundan sonra tırnak sökme, çarmıha germe, kemik kıran İspanyol çizmesi giydirme, aç susuz bırakma, dayak atma gibi işkencelerle suçu itiraf ettirilmekteydi. İşte bu durum açıkça ortada: Büyücü fenomeni kendiliğinden 'köylü halk içinde oluşmamıştır. Doğrusu bunun egemen sınıf tarafından amaçlanmış ve programlanmış bir terör kampanyası olduğudur.

( *) Burada 17. yüzyılın İngiltere'sindeki büyücülük davalarını gözardı ettik Bu davalar, diğerleriyle karşılaştırılınca hem daha dar kapsamlıydı hem de Avrupa'daki büyücü avcılığından ayrı bir sosyal içeriğe sahipti

Metnin kaynağı: Cadılar, Büyücüler ve Hemşireler, Barbara Ehrenreich, Kavram Yayınları,  s. 15-18
 [**] Walpurgis Gecesi... "Cadılar Bayram Gecesi" olarak da bilinir (Ekim'de kutlanan cadılar bayramından farklıdır)  Daha çok kuzey ülkelerinde bilinen bir bayramdı(r). Nisan ayının 30'unda kutlanır(dı). Aslında Baharın gelişini kutlamak amacıyla yapılan eski bir pagan şenliğidir.  Hristiyanlaşmış bir Almanya'da ve Kuzey ülkelerinde, Slavlarda; hala pagan geleneklere bağlı olanlar ve alışkanlığını sürdüren halk bu geceyi ve ertesi günü baharın ilk günü olan 1 Mayıs'ı, BELTAINE gününü kutlamaya devam etmişlerdir.  Nasıl bizde de benzer bir bayram olan Hıdrellez şenlikleri hala kutlanıyor ve insanlar gece yakılan ateşlerin üzerinden atlıyorsa...  Hristiyanlaşma süreci sırasında Walpurgis gecesinin başına iki şey geldi. Biri; bu gece sadece cadılara ait bir geceymiş gibi bir mit yaratılarak, kötülenerek, cadıların olumsuz imajı üzerinden yok edilmeye çalışıldı ama bu da başka gizemlere, heyecanlara ve elbette sorunlara yol açtı. İkincisi bu geleneği sürdürmek isteyenler şenliği Hristiyan bir aziz olan Walpurga ile özdeşleştirip (aslında Hristiyanlık öncesi bereket tanrıçası Waldborg'unkiyle karıştırılarak...) şenlik için yeni bir isim yeni bir kabuk (yumuşatılmış bir içerik de) yarattılar. Böylece şenlik  meşrutiyetini sağlamış olarak günümüze kadar devam etti. DK

Goethe de Faust'unda bu geceden bahsetmiştir. 
Şiirden iki örnek... Uzun uzun anlatılan bu gece için şiirin tamamına bakınız. 

...
FAUST

MEFİSTOFELES
Çelimsiz bir kedi gibiyim ben ise,
Dolaşan, yangın merdivenlerinde sinsice,
Sonra sürtünen duvarlara sessizce;
Buluyorum kendimi çok erdemli,
Biraz taşkınlık, biraz da çalma zevki.
Sardı bile şimdiden her yanımı
Muhteşem Walpurgis gecesinin heyecanı.
Geliyor öbür gün yeniden:
Anlayacağız neden uykusuz sabahladığımızı.
...

FAUST
Sen çelişkinin ruhu! Haydi bakalım! Yol göster bana.
Düşünüyorum da, yaptığın akıllıcaydı aslında:
Tırmanıyoruz Walpurgis Gecesinde Brocken dağına,
Keyfimizce yalnız kalmak için burada!
...
Goethe, Faust, Çeviren İclal Cankorel, Doğu Batı Yayınları


27 Şubat 2019 Çarşamba

Seçme Hakkını Savunan Kadınlara (Suffragette) Karşı Yapılan Propaganda Kartpostalları

Seçme Hakkını Savunan Kadınlara (Suffragette) Karşı Yapılan Propaganda Kartpostalları

Suffrage (safriç): Oy Hakkı
Suffragette (safrıcet): Kadınların oy hakkını savunan kadın (Batı'da)
Dolayısıyla bu tek kelimenin (Suffragette) Türkçe karşılığı yok
O nedenle bir cümle ile açıklıyoruz ve çoğu zaman Suffragette'i aynen kullanıyoruz.
Madonna: Meryem Ana, Bakire Meryem, Kutsal Meryem , Kutsal Ana
Yorumu size bırakıyorum..

"Bir kadının yeri kendi evidir" (mealen)


Eril Kadın

Yavaş yürü memur bey, hayatımın zamanını [en mutlu] yaşıyorum.

Seçim Günü

Annesi  bir Suffragette

Karım Suffrage hareketine katıldı.
(O zamandan beri acı çekiyorum!)

Ses/görsel benzerlikten yararlanarak kelime oyunu yapıyor:
suffered: acı çekmek, katlanmak
suffrage: oy hakkı

Yazısız

Bir suffragette'in kökeni ve gelişmesi 
15 yaşında: Küçük bir evcil hayvan
20 Yaşında: Küçük bir koket (yosma)
40 yaşında: Daha evlenmemiş
50 yaşında: (O) bir Suffragette

















17 Kasım 2018 Cumartesi

Savaşın Felaketleri: Kadınlar Cesurdur.

Savaşın Felaketleri: Kadınlar Cesurdur.

Sanatçı: Goya (1746-1828)

Savaşın Felaketleri (Los desastres de la guerra ) İspanyol ressam tarafından 1810 ile 1815 yılları arasında oluşturulmuştur. Toplamı 82 adettir. Sanat tarihçileri bu baskıların 1808'deki Dos de Mayo Ayaklanması'nın şiddetine karşı görsel bir protesto ve 1808-14 arasındaki Yarımada Savaşı ve Daha sonra ortaya çıkan Resterasyon Dönemi'ne tepki olarak yapıldığını düşünüyorlar. Sanat tarihçileri bu levhaları üç bölüme ayırmıştır: birinci bölüm (1-47 numaralı baskılar) savaşla; ikincisi (48-64 numaralı baskılar) 1811 ve 1812’de Madrid’de hüküm süren açlıkla; üçüncü ve son bölüm ise (65 numaralı baskıyla başlayan) VII. Fernando’nun baskıcı rejimiyle ilgilidir. Savaşın Felaketleri (Los Desastres de la Guerra) 1863’e kadar, neredeyse yarım yüzyıl boyunca yayımlanamamıştır.

Goya grafik baskılarında kadınları da resmetmiş, oldukça çok sayıda kadını değişik durumlarda göstermiştir. Aralarında direnen, ölen ve öldüren kadınlar da vardır.
Levha 5: Kadınlar da dahil olmak üzere siviller, mızrak ve kayalarla askere karşı savaşıyorlar.


Levha 9: Yaşlı bir kadın, bir askerin saldırısına uğrayan genç bir kadını savunmak bıçak kullanıyor. 


Levha 52:  Birinin kollarında bir çocuk olan iki kadın, bir binanın harabeleri arasındalar.
Üçüncü kadın yere uzanmış belki de ölmek üzere, diğer kadın ona doğru eğilmiş...

Levha 41: Birbirlerini taşıyan bazı erkekler ve kadınlar, kaosun ve terörün ortasından kaçmaya çalışıyorlar.

Levha 44. Çocuğu korumaya çalışan bir kadın. Belki de bir anne.
Onlarla ilgili görünen erkek, bir asker tarafından götürülüyor.

Levha 59: Bir kadın ölmekte olan birine bir kap içinde içecek veriyor.
 Bu levhalar açlıkla ilgilidir. Yukarıdaki açıklamaya bkz. 

Resimlerin kaynağı ve daha fazlası için tıklayınız.


Ayrıca bkz.
https://www.youtube.com/watch?v=5eqJBZiIYT8
Fakhouri: FURIA after Goya's "Disasters of War"

https://www.youtube.com/watch?v=ZYjVzPp2tok
Francisco de Goya: A collection of 289 paintings (HD)
https://www.youtube.com/watch?time_continue=34&v=8UT3UEzIG
Francisco de Goya | Savaşın Felaketleri No.34: Bir ustura için

https://www.youtube.com/watch?v=xz11gZEWAhI
Goya Exposed with Jake Chapman - BBC Documentary 2016 Net-Xd

1 Nisan 2016 Cuma

Hıristiyanlık Nasıl Bir Sentezdir?

Hıristiyanlık Nasıl Bir Sentezdir?

Félicien Challaye

4.yüzyıla ait bu yüksek kabartmada Mitra (solda, başında ışınlar olan),  Sasani Kralı II.Ardeşir'in tahta geçişini kutsuyor.
Hıristiyanlığın öteki dinlerden esaslı şekilde ayrı bir din olmadığını tarih göstermektedir.
Bütün öteki kutsal kitaplar gibi, Hıristiyanlığın Kutsal Kitap'ı da insan eseridir. Müslümanlık hariç olmak üzere, öteki dinlerin çoğundan daha yeni olan Hıristiyanlık, daha önceki dinlerle şaşırtıcı benzerlikler göstermektedir. Tanrı'sı, Yahudi peygamberlerin Yehova'sıdır ki, Göksel Baba haline girmiştir. Bütün ilkel tapınışlarda kutsal olan, olmayandan nasıl yüksekse, Kalde'deki tepeler nasıl ovalara hâkimse, onun yaşadığı Gök de yeryüzünden yüksektir. Perseus nasıl Danae'den doğmuşsa, İsa da bir bakireden doğmadır; o da Dionysos ve Horus gibi, düşmanlarından mucizeli bir şekilde kurtulur. Osiris, Dionysos- Zagreus gibi ölüp, sonra Attis ve Temmuz gibi, baharın başlangıcında dirilir. Ölümünün bazı ayrıntılarına Babilonya'da rastlamak mümkündür. Tıpkı Mithra'ya olduğu gibi, ona da bir Kurtarıcı sıfatıyla tapınılır. Teslis düşüncesi zaten birkaç dinde vardır. Bakire Meryem, tıpkı öteki kadın Tanrıların-İsis'in, îştar'ın, Astarte'nin, Kibele'nin- yaptıkları gibi, insanların az çok
sevgi dolu bir dindarlığa olan eğilimini tatmin eder; Meryem tıpkı Demeter gibi ıstıraplı bir anadır, İsa'yı kucağında taşıyan Madonna tasviri ise küçük Horus'u kolları arasında tutan İsis'in tasvirinin tıpkısıdır. Şeytan, İran'ın Angra Mainyu'sudur.


Melekler, iblisler, azizler, animizmdeki ruhlardır. Son yargı gününe Zerdüşt'ün Mazdeizm'inde daha önce rastlanır. Hıristiyanlığın verdiği ölümsüzlük sözüne daha önceki Orfeus ve Dionysos gizli ayinlerinde de rastlanır. Komünyon, kutsal varlığın etine ve kanına ortak olmak demek olup, totemik kökten gelmektir. Bu daha önce Eleusis'te ekmekle, Dionysos'a inananlar tarafından şarapla, Mithra dininde ise ekmek, şarap ve su ile yapılmaktaydı. Mithra dininde daha önce birtakım
takdisler, örneğin vaftiz vardı. Hıristiyan pazarı, Yahudilerin sebt (şabbat: cumartesi) günü, Kaidelilerin de ' tabu'' sayılan günüdür. Katolik rahipleri de İsis rahipleri gibi tıraş olur, kafalarının tepesini kazır, uzun urbalar giyerler, üzerlerine el değdirilip kendileri "mana" ile meşbu hale getirilince kutsal bir vasıf edinirler; çanlar çalınırken müminlerin üzerine su serpip onları tütsüleyerek arıttıkları zaman ise, Hellen tapınış usullerini uygulamış olurlar.

Bu benzerlikler, hem kişisel hem kolektif bir çeşit gururla, kendi dinlerinin tek ve eşsiz olduğuna inanan bazı dar ruhlu Hıristiyanların ağırına gidebilir. Tersine olarak da, daha geniş gönüllü insanlar, İsa'nın kişiliğine hissi bir tercih beslemekten vazgeçmeksizin, inandıkları dinin engin bir insanlık geçmişinin sentezi olduğunu düşünerek, sevinç dahi duyabilir.

Félicien Challaye, Dinler Tarihi, çev. Semih Tiryakioğlu, İstanbul, 1960, s. 208-209

görsel kaynak: https://en.wikipedia.org/wiki/Mitra