Lozan Mübadilleri Vakfı kurucu Genel Sekreteri SeferGüvenç’e göre, 1923 Türk-Yunan Nüfus Mübadelesi sözleşmesiyle buradan Yunanistan’a giden yaklaşık bir milyon kişinin yüzde 50’sinin ana dili Türkçe idi. Yılda 5-6 defa dedelerinin topraklarını ziyaret ettiğini ve her köyde en az iki üç Türkçe konuşanla karşılaştığını söylüyor.
Savunma Bakanı Vecdi Gönül, “Mübadele olmasaydı, böyle bir millî devlet kurabilir miydik acaba?” dediğinde kopan tartışmanın ardındaki gerçekleri iyi okumanın tam zamanı şimdi.
Yunanistan ile Türkiye arasında 30 Ocak 1923 yılında imzalanan Türk-Yunan Nüfus Mübadelesi sözleşmesinin üzerinden 87 yıl geçmesine rağmen olaya ilişkin bazı sorular hâlâ taptaze. Vurgulamak gerekir ki, dünya tarihinde buna benzeyen başka bir göç yaşanmadı. İstanbul ve Batı Trakya’da oturanlar hariç, buradaki Rum Ortodokslar ile oradaki Müslümanlar mecburiyet esasına göre yer değiştirmişti. Kriter dindi. Müslüman’dılar; ama topraklarımıza gönderilenlerin hepsi Türk değildi. Giden Ortodoksların tümünün damarlarında da Rum kanı dolaşmıyordu. Giden Türk Ortodokslardan ve gelen gizli Yahudilerden söz ediliyor.
10 yıl öncesine kadar bu zorunlu göçle Anadolu topraklarına gelenler acı ve özlemlerini hep kalplerine gömdü. 17 Ağustos 1999 Marmara ve birkaç hafta sonrasındaki 7 Eylül Atina depremleri göçen halkları harekete geçirdi. Bu, sıradan bir duyarlılık değildi. 2000 yılında Türkiye’nin bu konudaki ilk etkin sivil toplum kuruluşu Lozan Mübadilleri Vakfı’nın temelleri atıldı. 14 mübadil derneği ve vakıf, 5 Aralık 2009 tarihinde ‘Türkiye Mübadil Kuruluşları İşbirliği, İletişim ve Dayanışma Platformu’ (Türkiye Mübadilleri Platformu) çatısı altında birleşti. “Sivil oluşumlar 10 yıllık sürede neler yaptı? Amaç ve hedeflerine hangi ölçüde ulaşabildi?” soruları önemli elbette. Ancak ‘mübadeleye niçin mecbur kalındığı ve bunun altında nelerin yattığı’ da önem arz ediyor. Vakfın kurucu Genel Sekreteri Sefer Güvenç, bir hakikati şöyle dile getiriyor: “Ulus devlet homojen bir ulus ister. Tek dilli, dinli, tek kültürlü, tek tip insan ister. Oysa bizim yaşadığımız coğrafya hiç buna uygun değil. Biz büyük bir imparatorluğun bakiyesiyiz. Yani Osmanlı’nın devamıyız. Türkiye Cumhuriyeti Osmanlı’nın bir devamıdır.” Sıradan bir göçmen ya da hemşehri örgütü niteliği taşımadıklarını söyleyen Güvenç, kültürel mirasın korunması ve Yunanistan’a geçişte vizenin kaldırılması için her iki ülke hükûmetinden destek beklediklerini belirtiyor.
-Deprem, mübadilleri nasıl tetikledi?
O günkü gazeteleri açıp bakarsanız, birdenbire dost oluverdik. Eskiden düşmandık, depremden sonra dost olduk. Ulusal eğitim politikası, ders kitapları, bize “en büyük düşman Yunan’dır”; Yunan ders kitapları da “en büyük düşman Türk’tür” diye tanıttı. Şartlanmışlık vardı. Veya hâlâ var! Deprem sonrası birdenbire ilkyardım ekiplerinin Yunanistan’dan gelmesi ve bunun basına yansıması…
-İlk ekiplerin bu ülkeden gelmesi coğrafi yakınlıkla açıklanabilir. Dünyanın diğer yerlerine yaptıklarındakinden biraz daha fazla mıydı?
Fazlaydı?
-Bunun sebebi nedir?
Mübadeledir. Marmara Bölgesi mübadelenin yoğun yaşandığı yerdir. Mübadelede Rum Ortodoksların terk ettiği bölgeler genellikle Marmara Denizi çevresidir. Trakya, Ege sahilleri. Gölcük’te deprem olmuş. Oradan Yunanistan’a gidenlerde, kendi memleketlerinde deprem olmuş hissi uyanıyor. Duyarsız kalamazlar o depreme. Öncelikle yerel yönetimlerde de mübadil kökenli belediye başkanları buna öncülük etti. Hatırlar mısınız, o günlerde MHP’li Sağlık Bakanımız vardı (Osman Durmuş), “Biz Yunan kanı istemeyiz” gibi bir ifade kullanmıştı. Bu talihsiz bir ifadeydi.
-Son yıllarda komşularla ilişkilerde sıfır sorun politikası güdülüyor. Dışişleri bakanları İsmail Cem ile Yorgo Papendreu’nun 2001’deki Türk-Yunan ilişkilerini yumuşatma çabalarında mübadillerin yaktığı kıvılcımın etkisi var mı?
O, hükûmetler düzeyinde, pek halka yansımayan bir yumuşama süreciydi. Halka depremle yansıdı. 7 Eylül’deki Atina depreminde de, Türk sivil toplum kuruluşları yardıma koştu. Kökenimiz Selanik, Girit vs... Atalarımızın geldiği yerlere duyarsız kalamazdık. ‘İki halk arasındaki hiç beklenmedik yakınlaşma ve dayanışmaya katkımız ne olabilir?’ diye düşünce geliştirdik. Kendi aramızda bir grup mübadil çocuğu bu amaçla bir araya geldik, örgütlendik. İki halk arasındaki dostluğun, sevginin, barışın ve dayanışmanın gelişmesi temel amacımızdı. Sıradan bir göçmen veya hemşehri örgütü değiliz. Selaniklileri bir araya getirelim diye bir derdimiz yok. Mübadele tarihte yaşanmış acı bir olaydır. Dünya tarihinde ilk defa uluslararası bir sözleşme imzalanmıştır zorunlu göç konusunda. Sormuyorlar sana ‘gidecek misin, kalacak’ mısın diye. Türk-Yunan mübadelesi; ama bunun arkasında İngiltere ve Fransa da var. Birinci Dünya Savaşı’nın galip devletlerinin hepsi
- Mübadeleyi o zamanlar zorunlu kılan sebepler nelerdi, bu mecburi göç hangi düşünce ve yaklaşımların üzerinde kurgulandı?
Bir defa tarihsel bir süreç var. 1789 Fransız İhtilali’nden sonra bütün dünyada ulusçuluk akımı başladı. Ulus devlet homojen bir ulus ister. Tek dilli, dinli, tek kültürlü, tek tip insan ister. Oysa bizim yaşadığımız coğrafya hiç buna uygun değil. Biz büyük bir imparatorluğun bakiyesiyiz. Yani Osmanlı’nın devamıyız. Türkiye Cumhuriyeti Osmanlı’nın bir devamıdır. Ayrıca, Türkiye gibi, Osmanlı İmparatorluğu’ndan ayrılan ulus devletler de; Yunanistan, Bulgaristan, Makedonya, eski Yugoslavya da Osmanlı bakiyesidir. Osmanlı’nın 500 yıllık ortak yaşama deneyimi var burada. Farklı etnik kökende, farklı dilde ve dinde insanlar bir arada beraber yaşamışlardır. Böyle bir deneyim var. Şimdi siz uluslaşma sürecinde istediğiniz kadar tek tipleşmeye gidin, bunu başarmanız mümkün değil. Bunu ne Yunanistan başarabilmiştir, ne de Türkiye. Bu şartlar altında politika üretmek zorundasınız.
-Türkiye bu düşünceyle mi kurulmuştu?
Yunan ulus devletinin inşa sürecinde de bu var, Türk ulus devletinin inşa sürecinde de. Balkanlar’daki ulus devletlerin hepsinde de. Bulgaristan’da 1989’a kadarki olayları hepimiz biliyoruz. İsim değiştirme, din değiştirmeye zorlama ve benzeri. Artık bu yürümüyor. Tıkandı.
-Ulus devlet anlayışının bir isteği ve öngörüsü müydü mübadele?
Kesinlikle. Tarihsel şartlar bunu dayattı. Bunun sebebi nedir, savaşlardır. Tabii yanlıştır. Bunu savunmak mümkün değildir. Lozan Barış Konferansı tutanakları mevcuttur. Zorunlu göç gündeme geldiğinde diplomatik olarak tarafların hiçbiri bunu savunmuyor. İnsani açıdan bunun çok zor ve yanlış olduğunu herkes kabul ediyor ama sözleşmeyi imzalıyorlar.
-İstememelerine rağmen bu zorunlu göçü iki tarafa hangi güçler dayatttı?
Birinci Dünya Savaşı’nın galip devletleri. İngiltere başta olmak üzere, Fransa ve diğer güçler dayattı. Şimdi durup dururken ‘hadi halkları mübadele edelim’ diye bir şey olmadı. Balkan Savaşı diye bir olay var tarihimizde. Tarih derslerinde hep zaferleri anlatırız. Yenilgileri es geçeriz. Balkan Savaşı büyük bir hezimet. Makedonya ve Rumeli toprakları Osmanlı’nın elinden çıktı. Çatışmalarda ölen insanları bırakın, sivil halk perişan oldu, oradan göçler oldu. Balkan Savaşı göçleri. O günkü gazete ve fotoğraflara bakarsanız, Sirkeci’nin göçmen topluğuyla işgal edildiğini görürsünüz. Gelenler ilkin Trakya ve Ege’de iskân edildi. İttihat ve Terakki buna karşılık, Ege Bölgesi’ndeki Rum Ortodokslara baskı yaparak göçe zorladı. Aşağı yukarı 200-250 bin Rum Balkan Savaşı’ndan sonra 1913-14’ten önce Yunanistan’a gönderildi. Fiilî bir göçe zorlama var. Makedonya ve Rumeli’nden gelen göçmenleri de, gönderdikleri Rumların ev ve tarlalarına yerleştirdiler. Ama Birinci Dünya Savaşı’ndan Osmanlı yenik ayrıldı. Bu sefer, 1919’da Yunan ordusu İzmir’e çıkarma yaptı. İttihat ve Terakki döneminde gönderilen Rum Ortodokslar orduyla birlikte topraklarına döndü. Buralara yerleştirilenler terk etmek zorunda kaldı. Kurtuluş Savaşı başladı sonuçta. Bu savaş sonunda aşağı yukarı, Balkan savaşlarında Türk sivil halkın başına gelenlerin aynısı Ortodoksların başına geldi. Bir ay içinde 9 Eylül’den Mudanya Anlaşması’na kadar 650 bin kişi Anadolu’yu panik halinde terk etti. Yunanistan’ın nüfusu 4-5 milyon idi. Nüfusu 1/5 oranında arttı. Türkiye’ye şu anda 10 milyon göç gelse ne yapılır? Birleşmiş Milletler, o zamanki adıyla Cemiyet-i Akvam devreye girdi, mülteciler sorunu adı bunun. Araştırılarak ve taraflarla görüşülerek rapor hazırlandı. Sonuç, mübadele olsun, zorunlu olsun. Sözleşme imzalandı. Yani mübadelenin sebebi savaşlardır. Bu savaşlar da tarihsel süreç içinde ulus devletlerinin inşa sürecinde maalesef her yer yerde yaşanmıştır.
-Yer değiştiren nüfusa dair farklı bilgiler var söylenen. Siz hangi verileri kabul ediyorsunuz?
Karşılıklı iki milyon insanı etkiledi diyoruz kısaca. Sözleşme öncesi aşağı yukarı 650 bin kişi bir ayda gitti. Sözleşme sonrası 193 bin kişi gitti. Bunlar Kapadokya Rumları, Anadolu’nun iç bölgelerinde yaşıyorlardı. Yunanistan’ın resmî rakamlarıdır bu. Bilimsel verilere göre gelenler de şöyle: Bir defa Osmanlı döneminde bugünkü Yunanistan topraklarındaki Müslüman nüfusun sayısı 900 bin. Bunun bir kısmı mübadeleden önce terk ediyor toprakları. 1821 ayaklanmasından itibaren göç var. Arkasından Tesalya göçleri. Değişik kaynaklara göre sözleşmeyle gelen insan sayısı 400 ila 500 bin arasında. Sözleşmeden önce de Balkan Savaşı sırasında gelenlerin sayısı bazı akademisyenlere göre 200 bin civarında. Giden 900, gelen 650 bin civarında.
-Sözleşme bir müddet öncesindeki göçleri de içine alıyor bildiğim kadarıyla…
Sözleşme 18 Ekim 1912 sonrası yurtlarını terk edenleri de kapsıyor. Kapsamasa 1922 Rumlarını kapsamaz. Çoğunluğu 1922’de gitti. Diğer ülkelere göç var, Yunanistan’a değil de Avrupa’ya, Amerika’ya giden Rumlardan söz ediliyor. Artık ‘şu kadar gitti geldi’ demiyoruz. Önceden hata yaptık. ‘Yaklaşık olarak her iki taraftan iki milyon insanı doğrudan etkiledi’, diyoruz.
-Türk Ortodokslarla ilgili net bilgi var mı? Buraya gelen, Türk olmayan Müslümanlarla ilgili araştırma var mı?
Araştırma yok, etnik kökene bakarsan işin içinden çıkamazsın. Balkanlar’da karşılıklı evlenmeler var. Makedon Yörük’le evlenmiş örneğin. Ana dil bazında bakıyoruz. Farklı ana diller var tabii ki. Buradan giden bir milyon insanın içinde ana dili Türkçe olanların sayısı bana göre yüzde 50’nin üzerinde. Neden öyle? Bir defa Kapadokya bölgesi birkaç yerleşim bölgesi hariç hepsi Türkçe konuşuyor. Ege Bölgesi’nin iç kesimleri olduğu gibi Türkçe konuşuyor.
-Bu, Türk asıllı olduklarını mı gösteriyor?
Hayır, ana dilleri Türkçe. Samsun, Havza, Tokat, Sivas, Çorum o bölgelerden gidenlerin hepsinin ana dili Türkçe. İkinci kuşaklar Türkçe konuşuyor.
-İstanbul’daki azınlıklar gibi mi?
Evet. Anadolu’nun etnik kökeni karmakarışık. Ona girmek istemiyorum. Buradan gidenler arasında Gagavuzlar var. Trakya’dan gittiler. Ana dilleri Türkçe. Hatta kimlikleri bile tartışılmıyor. Gidenler arasında Ortodoks Arnavutlar var. Arnavutça konuşuyorlardı. Slavca konuşanlar var. Kıyı bölgelerinde, İzmir ve Ayvalık gibi yerlerde insanlar Yunanca konuşuyor. İç bölgelerin büyük çoğunluğu Türkçe konuşuyor.
-Yunanistan’da Türkçe bilenler var mı hâlâ? Tabii tabii... Senede 5-6 defa gidiyoruz. Mesela ben Yunanca bilmiyorum. Orada her köyde Türkçe bilen birkaç kişiyle karşılaşabiliyorum.
-Gelenlerin ne kadarı Yunanca konuşuyordu?
Giritliler, Yunancanın bir aksanını konuşuyor, buna Giritçe diyorlar. İçinde Antik ve modern Yunanca kelimeler var. Yanya’dan gelenlerin ana dilleri yine Rumca. Grevena (Grebene) bölgesinden gelenlerin ana dilleri Rumca. Rumcanın dışında mesela Dama’dan gelenler, Pomakça konuşuyorlar. Biraz daha ileri, Makedonya sınırına doğru gittiğinde oradan gelen bir grup Slav kökenli, bugünkü Makedonya’daki dile çok benzeyen bir dili konuşuyorlar. Arnavutça, Çingenece konuşanlar var. Bir projemiz oldu bu konuda. Belleklerdeki güzel mübadele türküleri diye. Türküler derledik. Kendi ana dillerinde. Romence konuşanlar var, Ulahlar var. Müslüman Ulahlar gelmişler. Romencenin bir lehçesi gibi. Sayı vermek zor, bilimsel veri yok. O grupların hangi bölgelerden geldiklerini, hangi bölgelere iskân edildiklerini biliyoruz şu anda. Ama gelenlerin büyük çoğunluğunun ana dili Türkçe. Kavala, Drama, Serez, Selanik o bölgelerden gelenlerin hepsi Türkçe konuşuyor. Türkçe dışında dil bilmiyor. Büyük çoğunluğu da Yörük bunların.
-Evlad-ı Fatihan deniyor…
Evet, Evlad-ı Fatihan deniyor. Yörük yani Yörük. Hatta Mustafa Kemal’in soyu da Yörük’tür. Anne tarafını çok net biliyorum da. Baba tarafının köyü Yunanistan’da olmadığı için bilmiyorum. Yunanistan uzmanıyım. Anne tarafı yüzde yüz Yörük. Köyleri var. Selanik 15 kilometre mesafede Langaza diye bir yer var. Langazalı annesi, Zübeyde Hanım.
-Vakıf tam ne zaman kurulmuştu?
2000 yılında bir girişimdi, ‘Büyük Mübadele çocukları girişimi’ diye. O günden bugüne faaliyetimiz sürüyor.
-Bu 10 yılda bir şeyler yapıldı, etkinlikler, plan ve projeler. Sizin girişimlerinizle neler ortaya konuldu? Yunanistan’da mübadele kültürü daha ilk günlerde başlamıştı…
Bir defa 10 yılda mübadele diye tarihsel bir olayı kamuoyunun ve akademik dünyanın gündemine getirdik. Tarih kitaplarında mübadele olayından söz edilmez. Türkiye’de edebiyatta, sinemada, tiyatroda sanat dallarında söz edilmezdi. Vakfın çalışmalarıyla birlikte bu tarihsel olay, gerek akademik çevre tarafından, gerek kamuoyu tarafından bilinir oldu.
-Neden böyleydi?
Mübadele olayına Türkler ve Yunanlar farklı bakıyor. Onlar mübadele kavramını kullanmıyorlar. Onlar için bu olay, ‘Küçük Asya Felaketi’dir. Yani 1922 Yunan ordusunun mağlubiyetidir. O mağlubiyetle birlikte sivil halkın doğdukları toprakları terk etme meselesidir. Yani Helenizm’in küçük Asya’da son bulmasıdır. Tarih kitaplarında böyle okutuluyor. Romanlarda, hikâyelerinde, sanat dallarında böyle işlenmiş. Türkler mübadeleye nasıl bakmış? ‘Azınlıklardan kurtulduk’ diye bakmış. Çünkü azınlıklar baş belası olmuş. Osmanlı’da da baş belası olmuş. Avrupa müdahale etmiş azınlık hakları vs. diye. Ermeni tehciri, arkasından mübadele rahatlamış Türkiye. Böyle bir olayı da hiçbir zaman gündeme getirmek istememiş Türk tarafı. Kişisel düşüncem bu. Bu yüzden ne edebiyatta ne de diğer sanat dallarında yer verilmemiş.
-’Ulus devleti olayın üzerini örtmüş’ diyorsunuz…
Evet. Çünkü işine de gelmemiş. Mübadeleyi anlatırsan adamın aklına kurt düşürürsün. Mübadele olmuş. Bu topraklarda eskiden Türk olmayanlar da yaşıyormuş… Sordurtmamak lazım, tehlikeli sorular bunlar. O nedenle mübadele her iki tarafta da es geçilmiş. Lozan Mübadilleri Vakfı’nın yaptığı en önemli işlerden biri mübadelenin çift taraflı bir trajedi olduğunu, hem burada Müslümanların, hem de orada Ortodoksların acı çektiğini, buna da savaşların yol açtığını ısrarla her iki tarafa da anlatmaya çalışması.
-Olayın en hakiki ve çıplak boyutunu yani…
Hem Türk, hem de Yunan kamuoyuna; her iki toplumun akademik dünyalarına aktarmaya çalışıyoruz. Neden? Biz çok kültürlü bir yaşamı savunuyoruz. İnsanların dini, dili, siyasi inancı ne olursa olsun, çok kültürlü bir yaşam deneyimine sahibiz biz. Bu deneyimi mutlaka sürdürebiliriz. Türkiye Cumhuriyeti Avrupa Birliği’ne (AB) üye olmak için çok ciddi çaba sarf ediyor. Aday üye, inşallah da olur. AB’nin temel prensiplerinden biri de çok kültürlü yaşamdır. Bunu her iki tarafa da anlatmaya çalışıyoruz.
-Anlatabildiniz mi? Ne kadar etkili oldunuz ya da oluyorsunuz?
Her iki tarafta da başarılı olduğumuza inanıyoruz. Yunanistan’da çok yakın tarihlere kadar mübadele kavramı yoktu. Bu kavramı, çift taraflı trajediyi gündeme getirdik. Orada artık bu konuda makaleler yazılıyor, bilimsel toplantılar düzenleniyor, doktora tezleri yazılıyor. Onlar da geçmişleriyle yüzleşme durumuyla karşı karşıya, bizimkiler de. Millî Savunma Bakanı Vecdi Gönül bir söz söyledi. Çok tartışıldı. Aslında çok tarihî bir gerçeği dile getirdi. “Mübadele olmasaydı, ulus devlet olmazdı. (“Mübadele olmasaydı, böyle bir millî devlet kurabilir miydik acaba?”) Bu ‘neden böyleydi’ sorunuzun cevabıdır. Demek ki, ulus devlet olmak için azılıklardan arınmak şart. O zamanki düşünce oydu, hem Yunanistan’da, hem de Türkiye’de.
-Niçin bu denli ses getirdi Bakan Gönül’ün mübadele açıklaması, niçin eleştirildi böylesine?
Mübadeleyi bugün savunmak ne mümkün. Bakan, düşünmeden söyledi o sözü. Geçmişe yönelik söyledi ama bugünü de var bu işin. Kaldı ki mübadele bugün şartlar izin verse, uluslararası çatışmalarda bir çözüm yolu olarak gündeme gelebilir. ‘Nerede bir çatışma var, mübadele yapalım azınlıklardan kurtulalım’, İsrail’de, Kıbrıs’ta, Pakistan’da.
-Neden gelmiyor?
Zorunlu olarak “al Müslüman’ını ver Hıristiyan’ımı” diyemezsin şimdi. O zaman nasıl yaşayacağız, farklı din ve dildeki insanlar nasıl yaşayacak bir arada? Bu zorunlu göçün bir daha yapılmaması gerekiyor. Aradan 87 yıl geçti; ama günümüze yansımaları, çektiğimiz sıkıntılar var.
-En temel sıkıntılar nedir bugün de süren?
Bir defa en büyük sıkıntımız, ‘terk ettikleri topraklara bir daha yerleşemeyecekleri’ne dair bir hüküm var. Yerleşmenin dışında Türk-Yunan ilişkileri hep problemli olmuştur. Turist olarak dahi ülkelerini ziyaret edememişlerdir. Birinci kuşakların, orada doğup buraya gelenlerin büyük çoğunluğu, büyüdükleri toprakları göremeden göçüp gittiler. Ama hep sayıklamışlar, anmışlar: ‘Bizim orası şu kadar güzeldi, meyveleri şöyleydi, suları böyleydi.’ Çocukları ve torunları, haliyle anne-babaları ve dedelerinin doğup büyüdüğü toprakları merak ediyor. Ziyaret etmek istiyorlar. Ama vize engeli. Yunanistan Schengen vizesi uygulaması kapsamında. Vize zorunlu. Bir sürü bürokratik işlem. Ayrıca maddi yanı da var. Pasaport harcı hariç, ‘niyet ettim Yunanistan’a gitmeye’ 100 Avro gitti. Biz diyoruz ki, ‘dedelerimizin topraklarını görmek en insani hakkımız’. Onlara vize yok. Bize de kaldırılmasını talep ediyoruz. Dışişleri bakanlığımız biraz da Balkanlar’a bakmalı. Aksi takdirde ne olacak; Rumeli kökenli halkımızın geldiği ülkelerin hepsi AB üyesi olunca vize uygulayacak. Yarın bugün Makedonya girecek AB’ye. Vizesiz gidilebilenler de AB üyeliği sonrası vize isteyecek. Balkanlar’dan göçen insanlarımız atalarının topraklarını özgürce ziyaret edebilmeli.
-Gelenlerin, 87 yılın 10’unu düşersek, 77 yıl mübadele konusunu açmamalarının bir sebebi de vatana gelmenin rahatlığı mı acaba?
O da var. İnsanlar kapalı devre yaşamışlar, düzenlerini kurmuşlar. Resmî tarih bunu es geçmiş bir defa. Gelen insanlar da, geldikleri yeni vatanlarında sorun çıkarmaktan çekinmiş. Açılım tartışılırken, Kürtçe haricinde farklı dillere de ana dille yayın hakkı veriliyorken, göçmen dernekleri hemen tepki gösterdi. Boşnaklar, Bosna dilinde yayına ihtiyacı olmadıklarını söyledi. Bunun sebebi şudur; burada ‘sorun oluşturan bir topluluk’ gibi görülmek ve ‘ayrılıkçı damgası’ yemek istemedikleri için hep içlerine atmışlardır kültürel taleplerini. 87 yıl sonra da olsa bu insanlar neler çektiklerini yavaş yavaş dillendirmeye başladı. Bir defa konuşmamış bu insanlar, çocuklarına anlatmamış. ‘Çocuklarımız yeni vatanda dışlanmasın, sıkıntı çekmesinler’ diye. Belki yaşlanınca torunlarıyla paylaşmışlar sıkıntılarını.
-Yer değiştirenlerin gittikleri yerlerde, bıraktıkları şehirlerin adını yaşattıklarını biliyoruz, örnekler verebilir misiniz?
Dini farklıdır ama buradan gidenler bizim insanlarımız. Yunanistan hiçbir zaman anavatanları olmamıştır. Gelenlerde olay biraz farklı. Osmanlı sancağının dalgalandığı yer vatan. Anavatana geldim demişler. Oysa 1830’da kurulmuş bir devlet Yunanistan. Ortodoks Hıristiyan inancının merkezidir Anadolu. Buradan hiç bilmedikleri yere gitmişler. Gittikleri yerlerde terk ettikleri yerlerin adlarını koymuşlar. Nea Efesos (Yeni Efes), Nea Mudanya (Yeni Mudanya), Nea Malkara, Nea Fokea (Foça), Nea Kalvari, (Gelveri, şimdiki adı Güzelyurt) Nea Sinasos (Ürgüp’e bağlı Mustafapaşa beldesi). Buraya gelenlerin, başına ‘yeni’ getirerek kurdukları bir yer yok. Yeni Kavala, Yeni Selanik gibi… Sonradan gelenler kurmuşlar mesela, Yeni Bosna... Mübadiller arasında böyle bir yer yok.
Kültürel mirasın
korunmasında karşılıklılık ilkesi olmaz...
-Kültürel Mirasın Korunması projesi vardı AB’nin desteklediği… O proje nasıl etki oluşturdu her iki tarafta?
İlk defa 18-24 Eylül 2004 tarihlerinde Uluslararası Anıtlar ve Sit Alanları Konseyi (ICOMOS) ile Mustafapaşa Beldesi’nde gerçekleştirdiğimiz ‘Ortak Kültür Mirasımız- 1923 Nüfus Mübadelesinden Kalan Mimari Mirasın Korunması ile İlgili Yerel Bilincin Geliştirilmesi’ projesi kapsamındaki sempozyum, gezi ve atölye çalışmalarıyla, (21-27 Ekim 2004 tarihlerinde benzeri Girit’teki Rethymno’da düzenlendi) mübadillerin geride bıraktığı kültürel mirasın korunması gündeme geldi. Hem Türkiye’de, hem de Yunanistan’da. İşte o tek tip insan ve ulus oluşturma sürecinde ötekine ait olduğu düşünülen her türlü simge yıkılmış. Cami İslam’ı simgeliyorsa cami ve minare yıkılmış. Mezarlar, hepsi tahrip olmuş. Sadece Yunanistan’da değil, İstanbul ve Mersin gibi bir iki yer haricinde Türkiye’de de tahribata uğramış. Rum Ortodoks mezarlığı yok, mübadillerin terk ettiği. Yunanistan’da da Müslüman mezarlığı kalmamış. Batı Trakya hariç. Mezar taşlarına dahi tahammülsüzlük var. Kilise ve manastırların çok azı ayakta kalmış. Amacımız bunların korunması adına bilinç oluşturmak. Bu konuda ses getirdik. İki ülke dışişleri bakanları tarafından kültürel mirasın korunmasına dair ayrı bir birim kuruldu. Böyle bir çabaya girildi sempozyumdan sonra. Bakanlığımız vakıftan görüş istedi birim kurulurken. Bildirdik. Çok yavaş da olsa bazı koruma çalışmaları yapılıyor. Yeterli değil. Projemiz AB, kültür mirası ödülü de aldı. Türkiye ve Yunanistan devletlerinde şöyle bir anlayış var. Uluslararası ilişkilerde karşılıklılık ilkesi var ya. Bunu kültürel mirasa da teşmil ediyorlar. İddia ve niyetimiz şu, Yunanistan’da bir cami varsa, oranın kültürel mirasıdır. Sahip çıkması gereken Yunan halkı ve devletidir. O toprakta kültür yaşamış ve onun ürünüdür. Buradaki kilise de bu coğrafyanın kültürel mirasıdır. Sahip çıkması gereken Türk hükûmetidir. Ama hükûmetler öyle bakmıyorlar. Türk hükûmeti oradaki cami benimdir diye, Yunan hükûmeti de kilise benimdir diye bakıyor. Sen bir tane cami onar, ben de kilise. Karşılıklılık mantığı. Biz diyoruz ki bu kültürel miras konusunda karşılıklılık ilkesi olamaz. Olmamalıdır.
-Sivil toplumlara bıraksalar…
Çok iyi olur bırakılsa. Vakıf olarak böyle bir organizasyona talibiz. Her iki hükûmete de çağrıda bulunuyorum. İnşaat ruhsatlarında çok cüz’i bir fon ayrılabilir kültürel mirasın korunması adına. Yönetimi de mübadil ve uzman kuruluşlara bırakılsın.
-Ya da her iki ülkede etkin ortak bir sivil oluşuma devredilebilir bu iş…
UNESCO’ya bağlı ICOMOS var zaten, Türkiye ve Yunanistan’da.
-Kültürel mirasa dair oluşturmak istediğiniz bilinçlenme hamlesinde ne gibi geri dönüşler oldu? Doktora tezi için başvuranlar vs.
İlginç bir örnek. Kültürel mirasın korunması konusunda. Osmanlı’dan kalan mirası ziyaret ediyoruz. Cami, hamam, tekke vs. ‘Niye bakmıyorsunuz?’ diye söylüyoruz. Oradaki insanları duyarlı kılıyor. Ortodokslar’da doğal olarak kiliselerini ziyaret ediyor. Bu tür çalışmalara yerel yönetimler çok istekli. Turistik boyutu da olduğu için. Turizm gelir kapısı. Son gelişmeler; Yenice-i Vardar, Gazi Evrenos Bey’in kurduğu bir şehirdir. Evi belediye tarafından restore edildi geçen yıl. Orada bir saat kulesi var. Selanik’in 50 kilometre kuzeyinde. İskeçe’de bir Yenice daha var. Yunanlılar Yaniça diyor. Çok yavaş yürüyor bu işler tabii. Kapadokya’da birkaç kilise restore edildi. Merkezî yönetimlerin de destek vermesi lazım. AB’nin sağa sola yolladığı fonların bir kısmını buraya ayırması lazım.
Türkiye’deki mübadele
kuruluşlarından denize
karanfil…
Türkiye’deki 15 mübadele kuruluşu tarihî olayın 87’nci yıldönümünde ortak bildiri yayınladı. İstanbul-Tuzla Tahaffuz Hane İskelesi, İstanbul-Büyükçekmece Mimar Sinan İskelesi, Kuşadası sahili Heykel önü, Samsun Tütün İskelesi ve Mudanya İskelesi’nde savaşlarda ve göç yolunda hayatını kaybedenlerin anısına denize karanfil bırakıldı. Lozan Mübadilleri Vakfı ile Amasya Mübadele ve Balkan Türk Kültürü Araştırmaları, Ankara Lozan Mübadilleri, Büyük Mübadele (Büyükçekmece, Çatalca, Silivri), Edirne Lozan Mübadilleri, Gelibolu Lozan Mübadilleri, Isparta Lozan Mübadilleri, Kuşadası Selanik Mübadilleri ve Rumeli Göçmenleri Kültür ve Dayanışma, Lozan Mübadilleri Derneği (İstanbul), Mudanya Lozan Mübadilleri, Mübadele Göçmenleri Kültür ve Dayanışma (Bursa-Görükle), Samsun Mübadele ve Balkan Türk Kültürü Araştırmaları, Sarıyer Lozan Mübadilleri, Selanikliler Yaşatma (Fethiye) ve Tuzla Sosyal Yardım ve Dayanışma derneklerinin bildirisinde, şu ifadeler yer aldı: “Aradan 87 yıl geçmiş olmasına karşın mübadele acısı hâlâ yüreklerimizi sızlatıyor. Mübadil kuruluşları olarak tüm mübadiller adına Türkiye ve Yunanistan hükûmetleri ile Avrupa Birliği’nden insancıl olan güncel ve somut sorunlarımıza acil çözümler bekliyoruz. Son aylarda bazı komşularımızla kaldırılmış ve kaldırılma sürecinde olan vizenin, Ege Denizi’nde de bir engel olmaktan çıkmasını bekliyoruz. Günümüzde çok azı ayakta kalabilmiş olan ortak kültürel-tarihî mirasa ait olan yapıların korunması için bir an önce harekete geçilmesini talep ediyoruz.”
EMİN AKDAĞ
Aksiyon
17 Eylül 2010 Cuma
Mübadillerin 87 yıllık mücadelesi
Related Posts
Rohat Fatih
Lorem ipsum is simply dummy text of the printing and typesetting industry.
Comments