Şunu bilin ki, Washington’da yalnız değilsiniz. Sultan Abdülmecid Han, hattatların şahlarından Tosyalı Kazasker Mustafa İzzet Efendi, ünlü şairimiz Şeyh Galib’in süt oğlu olup
binalara ve olaylara tarih düşürmesiyle meşhur Ziver Paşa, mermere işlediği tuğralarıyla efsaneleşen Haşim Efendi hep orada, sizi beklemektedirler.
Konunun ilginizi çektiğini biliyorum ama burada kesmeliyim, zira biraz daha devam edersem, Dan Brown’ın yayıncılarının, bu bilgileri yazarın yeni çıkacak kitabından hırsızladığımı düşüneceklerinden ve dava açmalarından çekiniyorum!
Latife bir yana, hem şehrin hem de Capitol ve çevresinin tasarımında masonların ön planda olduğu açık. Merak edenler, Hür ve Kabul Edilmiş Masonlar’ın dergisi Tesviye’de çıkan ilginç yazıya () veya Michael Johnstone’ın The Freemasons adlı kitabına (Gramercy Books, New York, 2006, s. 90) bakabilirler.
Ne var ki benim derdim, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün Washington’a yaptığı ziyaret vesilesiyle Amerika’dan değil, yine kendimizden bahsetmek. Öbürünü Dan Brown halleder nasıl olsa!
Sözünü ettiğim meydanda bir dikilitaş yükselir. Bizim Sultanahmet Meydanı’nda ufak bir örneğini gördüğümüz bu taşın 169 metre, yani yaklaşık 60 katlı bir gökdelen yüksekliğinde olduğunu söylemek, cesametini gözünüzde canlandırmanız için yeterlidir. Yapıldığı tarihte Washington’da ondan daha yüksek bir bina yokmuş.
Washington Anıtı’nın temeline ilk taş 1848’de konulmuş. Ancak iç savaş yüzünden açılışı 1885’e kadar gerçekleşememiş. Şimdilerde her yıl milyonlarca insanın ziyaret ettiği bu Mısır esintisi taşıyan sivri külahlı dikilitaşın dışı dümdüzdür ama içinde, tabii eğer asansörle değil de 898 basamaklı merdivenlerinden çıkmak isterseniz, sizi sürprizlerle karşılayacak objeler bulunur.
İşte kan ter içinde 342 basamak çıktınız ve 17. kata geldiniz. Burada sürprizlerin şahı sizi beklemektedir. İstanbul’da örneklerini çok fazla gördüğümüz mermer üzerine nefis bir talikle işlenmiş Osmanlıca kitabe ve üzerindeki tuğra, gelen geçenlere, 155 yıl önce Marmara Adası’ndan nasıl kesildiğinden başlayıp Washington nam şehre Arctic adını taşıyan yelkenli gemiyle 1854’ün bir nisan günü nasıl ulaştığına varıncaya kadar olan hikâyesini “32 kısım tekmili birden” anlatmak için etmedik işmar bırakmamaktadır.
Şunu bilin ki, Washington’da yalnız değilsiniz. Sultan Abdülmecid Han, hattatların şahlarından Tosyalı Kazasker Mustafa İzzet Efendi, ünlü şairimiz Şeyh Galib’in süt oğlu olup binalara ve olaylara tarih düşürmesiyle meşhur Ziver Paşa, mermere işlediği tuğralarıyla efsaneleşen Haşim Efendi hep orada, sizi beklemektedirler.
Washington Anıtı’na hem kendi eyaletlerinden hem de başka devletlerden birer taş veya kitabe koymak isteyen ABD yetkilileri, 1853 yılında J.P. Brown adlı sefiri vasıtasıyla Osmanlı hükümetine isteklerini iletirler. Kitabeye kazınacak beyti yazma görevi, Ziver Paşa’ya verilir. Yazdığı 3 beyitten birisi padişah tarafından beğenilir. Sıra beytin mermere kazınma işlemine gelmiştir. Bu iş de Kazasker Mustafa İzzet Efendi’ye yaptırılmış, biraz acele edilmesi gerektiği için o sırada rahmetli olan Haşim Efendi’nin hazır bir tuğrasının kalıbı alınarak mermere Abdülmecid’in tuğrası kazınmış ve sonuçta kitabe, toplam 3.750 kuruşa (bugünkü rayiçle yaklaşık 10 bin YTL’ye) mal olmuştur.
Kitabenin maliyeti ve nasıl yapılıp gittiğinden çok ne olduğu ve anlamı önemli değil mi?
Bir kere anıta çeşitli devletler ve eyaletlerden gönderilen kitabeler içinde som zümrütten yapılanlar bile vardır ama metninden mermer işçiliğine kadar tam bir ‘sanat eseri’ olan başka bir taş bulunmamaktadır. Osmanlı kitabesi, bu yönüyle apayrı bir değere sahiptir.
İkinci olarak diğer kitabelerde Başkan Washington övülürken, Osmanlı kitabesi, o mağrur edasıyla Sultan Abdülmecid’in temiz adının ABD ile dostluğun devamını temin için Washington’daki yüksek taşa yazıldığını haber vermektedir. Metin şudur:
Devâm-ı hulleti te’yid içün Abdülmecid Han’ın
Yazıldı nâm-ı pâki seng-i bâlâya Vaşinkton’da.
‘Peki o zamanlar henüz İstanbul’da büyükelçisi bile bulunmayan ABD’nin aklına bizden bir kitabe istemek nereden gelmiş olabilir?’ diye düşünenler çıkacaktır. Bunun cevabını, Avrupa’da pek çok ülkede birden patlak veren 1848 ayaklanmalarında Avusturya ve Rusya’ya karşı mağdur durumdaki Macar ve Leh (Polonyalı) mültecilere kucak açan tek Avrupa devletinin Osmanlı oluşunda aramak gerekir.
Kanatlarımızın altına sığınanı geri vermek, bize yakışmazdı. Hatta bu yüzden neredeyse savaş bile açılacaktı. “Savaşsa savaş” dedik, sözümüzün arkasında durduk. İşte bu sırada ABD devreye girdi ve mültecileri kabul edebileceğini bildirdi. Rusya ve Avusturya da buna razı olunca Koşut başta olmak üzere Macar mülteciler ABD’ye gittiler. Orada her gittikleri yerde Osmanlı Devleti’nin bu kararlı duruşuna ve yardımlarına teşekkürlerini bildirmeyi ihmal etmediler. Bu olaydan sonra ABD kamuoyunda Türklere karşı olumlu bir bakış geliştiğini görürüz. Hatta o günlerde bir Bahriyeli olan Emin Bey, davet üzerine gittiğinde ABD Cumhurbaşkanı tarafından, Uğur Derman Bey’in deyişiyle, “adeta devlet başkanı teşrifatıyla” kabul edilmiş ve tam 6 ay izzet ü ikram ile ağırlanmış.
Niye? Mültecileri, savaşı göze alarak teslim etmediği için. Halbuki bilseler, Osmanlı, Osmanlı kaldığı sürece başka türlü yapamazdı ki!
MUSTAFA ARMAĞAN
pazar.zaman.com.tr