Harezmşahların atası Anuştegin, bir Türk kölesiydi. Büyük Selçuklu emirlerinden Bilge Tegin, onu satın alarak, saraya getirmiş ve özel olarak yetiştirmiştir. Selçuklu sarayında taştdârlık vazifesinde bulunan Anuştegin, gösterdiği başarılar netîcesinde Harezm vâliliğine getirildi. Ölümünden sonra oğlu Kutbeddîn Muhammed, Harezmşah ünvânı ile Sultan Sencer tarafından aynı vazifeye tâyin edildi. Büyük Selçuklu Devletinin vâlisi sıfatıyla 30 yıl Harezm’i idâre eden Kutbeddîn aynı zamanda Harezmşahlar Devleti’nin kurucusudur.
Kutbeddîn saltanatı müddetince mükemmel bir idâreci olarak âdilâne hareketleri ile halkı kendisinden hoşnûd etti. Her ne kadar müstakil bir hükümdar olarak hüküm sürmedi ise de, oğullarının gelecekteki faaliyetleri için sağlam bir zemin hazırladı. Onun idâresi zamânında Harezm ülkesinin Selçuklulara tâbi ülkelerle ticârî faaliyetleri yoğunlaştı. Harezm maddî ve mânevî yönden gelişmeler gösterdi.1127 yılında Kutbeddîn Muhammed’in ölümü üzerine yerine büyük oğlu Alâeddîn Atsız tâyin olundu. Küçüklüğünden îtibâren iyi bir tahsil ve terbiye görmüş olan Atsız, aynı zamanda Sultan Sencer’in şahsî teveccühüne mazhar olmuştu. Nitekim ilk devirlerde Sultan Sencer’in seferlerine bizzat ordusuyla katıldı ve onun başarılarında büyük yardımı oldu. Aynı zamanda kendi siyâsî nüfûzunu genişletmeye de çalışıyordu. Bu sebeple Cend ve Mangışlak gibi askerî bakımdan mühim merkezleri zaptetti. Ancak Atsız’ın bu faaliyetleri Sultan Sencer’i kızdırdı ve tekdir edilmesine yol açtı. Atsız, Sultan’ın bu tutumu üzerine kesin olarak bağımsızlığını îlân etti.
Sultan Sencer bu duruma nihâî bir çözüm getirmek amacıyla 1138 yılında büyük bir ordunun başında Harezm üzerine yürüdü. Yapılan savaşta Sencer, Atsız’ın ordusunu hezîmete uğrattı. Atsız’ın kardeşi Atlığ da ölenler arasındaydı. Harezm’in idâresini Süleymân bin Muhammed’e veren Sencer, onun başkanlığında vezir, atabey ve hâcib adı verilen memurlardan müteşekkil bir dîvân kurdu ve 1139 yılında Merv’e döndü.
Harezm’de işbaşına geçen yeni idâre Atsız ve taraftârlarının da karşı faaliyetleri üzerine halkı memnun etmekten uzak kaldı. Harezm halkı huzur dolu eski idâreyi aramaya başladı. Bu sebeple Atsız’ın Harezm’de hâkimiyeti ele geçirmesi uzun sürmedi. 1140 yılında tekrar devletin başına geçen Atsız, Sencer’in yeni bir seferinden çekinerek onu metbu tanımayı ve ona uymayı ihmâl etmedi. Fakat bu durum uzun sürmedi. Sencer’in 1141 yılında Karahitaylarla yaptığı savaşı kaybetmesi üzerine Atsız, büyük bir orduyla Horasan’a gelerek Merv’i zaptetti. 1142 yılında ise Nişâbûr’u alarak adına hutbe okuttu. Bu arada, Sencer Horasan’da yeniden hâkimiyetini kurmaya muvaffak olunca, Atsız geri çekilmeye mecbur kaldı ve yeniden Sultan’a bağlılığını arz etti (1144).
Atsız’ın Sencer’e karşı giriştiği isyânlar Sultan’ı üçüncü defâ Harezm ülkesine girmeye mecbûr etti. Hazarasp Kalesini fetheden Sultan Sencer, Harezmşahların merkezi Gürgâne önüne geldi ise de, Müslümanlar arasında kan dökülmesini istemeyen bir dervişin ricâsını kırmayarak Atsız’ın kendisini metbu tanıdığını bildirmesi ve affını ricâ etmesi üzerine geri döndü.
Selçuklular'dan Ayrılarak Müstakil Bir Devlet Oldular
1156 yılında Atsız’ın vefâtı üzerine yerine velîaht Ebü’l-Feth İl Arslan geçti. İl Arslan daha hükümdarlığının başında saltanatta hak sâhibi olabilecek durumda bulunan amca ve kardeşlerini ortadan kaldırdı. İl Arslan’ın hükümdarlığını Sultan Sencer de kabul etti. Ancak Sencer’in çok geçmeden vefât etmesi ile Doğu İran sâhasında Selçukluların etkisi kalmadı. Böylece bölgede Harezmşahlar kuvvetli duruma geldiler ve Selçuklularla bağlarını kopararak müstakil bir devlet oldular.
Nişâbûr’u kendisine merkez yapan İl Arslan, 1170 yılında Tus, Bistam ve Damgan taraflarını fethetti. Bu arada Harezmşahların Karahitaylara ödedikleri vergiyi kesmeleri iki devleti karşı karşıya getirdi. Karahitayların üzerlerine gelmesi üzerine onlar her zaman olduğu gibi yine istilâ sâhalarını su altında bırakmak sûretiyle kendilerini korudular. İl Arslan, 1172 yılında vefât etti.
İl Arslan’ın vefâtı ülkeye yeniden kardeş kavgalarını getirdi. İl Arslan’ın küçük oğlu ve velîaht olan Sultan Şah, annesi Terken Hâtun’la berâber Harezm’de bulunuyordu. Babasının ölümüyle tahta oturan Sultan Şah’a kardeşi Tekiş itâat etmedi.Tekiş, kardeşinin kendi üzerine kuvvet sevk etmesi üzerine Karahitaylara mürâcaat ederek kendisini desteklemelerini istedi. Her fırsatta Harezmşahların iç işlerine karışan Karahitaylar bu talebi severek kabul etti.
Tekiş’in çok kuvvetli bir Karahitay ordusunun başında olarak Nişapur’a geldiğini duyan Sultan Şah, taraftârlarıyla birlikte Irak Selçukluları’nın nâibi olan Melik Ayaba’nın da kuvvetlerini yanına alarak, sultanlığını îlân eden Tekiş üzerine birçok kereler sefere çıktı ise de, hemen hepsinde başarısızlığa uğradı. Hattâ bu seferlerden birinde yakalanan Ayaba öldürüldü (1174). Terken Hâtun ve Sultan Şah Dihistan’a kaçtılar.
İmparatorluk Oldular
Bundan sonra tahta geçen Alâeddîn Tekiş, Harezmşahlar sülâlesinin en kudretli şahsiyetlerindendir. Harezmşahlar Devleti onun sâyesinde imparatorluk hâlini aldı. Tekiş ilk olarak Karahitaylar ile mücâdeleye girişti. Harezmşahlardan vergi istemeye gelen Karahitaylı sefirin gururlu oluşu ve edepsizliği Tekiş’in onu öldürtmesine yol açtı. Bu şekilde başlayan çarpışmalar, Harezmşahların başarısıyla sonuçlandı. 1187 yılında kardeşi Sultan Şah’ın ölümü Tekiş’i daha rahatlattı.
Doğu İran ve Horasan’ı tamâmen emri altına alabilmek için faaliyetlere girişti. Selçuklu Sultanı İkinci Tuğrul Şah’ı giriştiği muhârebede öldürttü. Tekiş artık kendisini Selçukluların vârisi sayıyordu. Bağdat halîfesinden Irak, Horasan ve Türkistan sahalarının hâkimiyetini tasdik eden saltanat menşûrunu (fermanını) aldı. İsmâilîler elinde bulunan bâzı kaleleri geri aldı. Bu geniş fütûhâtları gerçekleştiren Tekiş, Harezm’e döndüğü 1200 yılında vefât etti. Yerine bu sırada Turziz muhâsarasında bulunan oğlu Muhammed, Alâeddîn ünvânı ile tahta çıktı.
Alâeddîn Muhammed’in ilk devirleri daha babasının sağlığında istiklal emelleri besleyen Melikler ve Gûr sultanları ile mücâdele hâlinde geçti. Bilhassa tehlikeli bir vaziyet hâlini almış bulunan Gûr istilâsını güçlükle önlemeye muvaffak oldu. Gur sultanı Şehâbeddîn’in ölümü üzerine Alâeddîn Herat’a hâkim oldu (1207).
Gûrluların tehlikesiz bir hâle getirilmesinden sonra Harezmşahlar için en büyük tehlike Karahitaylar idi. Mâverâünnehr’i hâkimiyetleri altında bulunduran bu dinsiz devletin nüfuzunu kırmayı ve İslâm dünyâsını böyle bir dertten kurtarmayı amaçlayan Alâeddîn, bu işi kendisi için pek mühim bir vazife biliyordu. Nitekim 1207 yılında Mâverâünnehr’e karşı giriştiği sefer ile bu büyük hareketi başlattı. 1208 yılında Karahitay ordusunu büyük bir hezîmete uğratan Alâeddîn, Buhâra’yı zaptetti. Yine bu sırada Cengiz’in önünden kaçan Naymanların Karahitay ülkesine girişi ile Karahitaylar bir daha kendilerini toparlayamadılar ve tamâmen Harezmşahlar’a tâbi hâle geldiler (1212).
Harezmşahların nüfuz ve kudreti İran ve Afganistan sâhalarında mütemâdiyen artmaktaydı. 1225 yılında Gazne’yi alan Alâeddîn bu bölgenin idâresini oğlu Celâleddîn’e verdi. 1217 yılında İran’a bir sefer yaptı. Ancak bu sefer diğerleri gibi başarılı geçmedi ve ordu büyük zâyiata uğradı.
Doğuda Büyük Moğol Tehlikesi Başgösterdi
Harezmşahların bu haşmetli devresinde doğuda büyük bir tehlike başgösterdi. Bu tehlike yalnız Harezmşahları ortadan kaldırmakla kalmayacak, bütün dünyânın târihî mukadderâtı üzerinde derin izler bırakacaktı. Çünkü tam bir çapulcu sürüsü olan Moğol ordusu, önüne gelen her yeri yakıp yıkmakta, girdikleri memleketlerde kültür ve medeniyetten eser bırakmamaktaydı.
Başlangıçta Harezmşahlarla Moğollar arasında dostluk ve ticârî ilişkilerin geliştirilmesi gâyesiyle elçiler gelip gittiyse de, bir Moğol kervanının, Otrar Vâlisi İnalcık tarafından câsusluk iddiâsı ile tevkif edilip tâcir ve kervancıların öldürülmesi araya soğukluk getirdi. Cengiz, Harezmşah’a bir elçi göndererek İnalcık’ın teslimini ve malların tazmînâtını istedi. Sultan Alâeddîn’in bu teklifi reddetmesi, iki devlet arasında harbi kaçınılmaz kıldı. Her ne kadar Alâeddîn’in bu teklifi reddetmesi ile yüzbinlerce Müslümanın kanını akıtacak bir olaya sebebiyet verdiği iddiâ edilmekteyse de, bu teklifin kabûlü netîcesinde gurur ve kibir timsâli Cengiz’in daha da şımaracağı, yeni istekler peşinde koşarak harbe sebebiyet vereceği belliydi. Nitekim 1216 yılından îtibâren uzun askerî hazırlıklar içinde olan Cengiz’in hedefi İslâm âlemi idi.
Cengiz 1219 yılı sonlarına doğru 200 bin kişilik ordusuyla ilk olarak Harezmşahlara karşı harekete geçti. Harezmşahların kuvvetlerini büyük şehir ve kalelere dağıtmasından da istifâde ederek önemli merkezleri tek tek ele geçirmeye başladı. Mukâvemet gösteren mevkîler korkunç bir katliama uğratılıyordu. Kısa bir süre içinde Buhârâ, Semerkant-Otrar, Sığnak, Berakend ve Hocend gibi şehirler Moğolların eline geçti. Harezm müdâfaa kuvvetlerinin büyük kahramanlıklar göstermesine rağmen sonuç değişmiyordu. Sultan Alâeddîn son olarak Devletâbâd yakınlarında Moğolların karşısına çıktı ve tekrar yenildi. Abiskun’da bir adaya sığınan Alâeddîn çok geçmeden burada hastalanarak 1220 yılında vefât etti ve yerine oğlu Celâleddîn tahta çıktı.
Harezmşahların bu son hükümdarının hayâtı mâcerâlar ve kahramanlıklar ile dolu geçmiştir. Celâleddîn Harezmşah, saltanatının daha ilk yıllarında kendisini tanımak istemeyen Türk kumandanlarının suikast tertipleri netîcesinde Horasan’a çekildi. Burada toparlayabildiği kuvvetlerle berâber gece-gündüz demeden var gücüyle Moğollara karşı çarpıştı. Netîcede batıya doğru yayılan bu istilâ selini bir müddet geciktirmeye muvaffak oldu. Celâleddîn ile birlikte Harezmşahlar Devleti de son buldu (1230).
Kültür ve Teşkilât
Harezmşahların askerî ve idârî teşkilâtı ana hatları ile Büyük Selçuklulardan alınmıştır. Ordu Tekiş zamânında doğunun en büyük askerî kuvveti hâlini almıştı. Harezmşahlarda mâlî işler Dîvân-ı İstifâ’da, askerî işler ise Dîvân-ı Arz’da görülürdü. Dîvâna sultanın vekîli sıfatı ile vezîr-i âzam başkanlık ederdi.
Harezmşahlarda ordu, hassa ordusu ve eyâlet askerlerinden meydana geliyordu. Memleketin her tarafına dağılmış hâldeki ıktâ sâhiplerinden teşekkül eden muazzam bir süvâri kuvveti bulunuyordu. Ayrıca muhtelif eyâletlerde askerî vâlilerin emri altında özel kuvvetler vardı. Bunlar sultana tam bağlı olup, istenildiği yere kuvvet sevk ederlerdi.
Harezmşahlar Devleti’nin adlî teşkilâtı bütün Müslüman-Türk devletlerinde olduğu gibi şer’î ve örfî kânunlar idi. Memlekette en çok Hanefî ve kısmen de Şâfiî mezhebinin hükümleri uygulanırdı. Şer’i mahkemelere kâdılar bakmaktaydı. Orduya mensub olanların şer’î meselelerini halletmek için kazaskerler yâni ordu kâdıları vardı.
Harezmşahlar devrinde başkent Cürcan başta olmak üzere Herat, Belh, Merv, Nişâbûr, Buhârâ ve Semerkand bir bilim ve sanat merkezi hâline gelmişti. Cürcan’da on büyük vakıf kütüphâne vardı. Nişâbûr ilim ve sanat adamlarının toplandıkları parlak bir medeniyet merkezi olmuştu. Eski binâlar tâmir edilmiş, yeni yeni medreseler, hangahlar ve saraylar ile süslenmişti. Hükümdar ve şehzâdeler umûmiyetle iyi tahsil görmüş kültür sâhibi insanlardı. Âlimleri ve şâirleri saraylarında topluyor, onlara değer veriyor ve himâye ediyorlardı.
Horasan seferinden dönüşte Zemahşerî, Fahreddîn Râzî, Şemseddîn Muhammed gibi âlim ve bilginleri Harezm’e getirmişti. Avfî Harezm’deki ilim ve sanat adamlarına gökteki yıldızlara benzetmektedir. Bu durum Moğol istilâsından evvel Harezm’in medenî inkişâfını çok iyi belirtmektedir. Memleketin her tarafında kütüphâneler, hastâneler, eczâneler ve hanlar yapılmıştı.
H