30 Mart 2017 Perşembe

Rekabet Dönemi: Osmanlı - Avrupa İlişkileri

Anadolu’nun Batı ucunda Doğu Roma (Bizans) İmparatorluğu sınırında kurulan Osmanlı Devleti, coğrafi, siyasi, stratejik ve dini nedenlerle Batı’ya doğru genişledi. İstanbul’u alarak Doğu Roma İmparatorluğu’nu yıkan Fatih Sultan Mehmet, kullandığı “Kayser-i Rum” unvanıyla kendisini Anadolu’daki Müslüman ahali kadar Avrupa’nın da hâkimi ilan etti. Hatta o dönemde hem Ruslar hem de Osmanlılar yıkılan Roma İmparatorluğu’nun kim tarafından devam ettirileceği konusunda rekabet halindeydi. Nitekim Osmanlı İmparatorluğu, İstanbul’un fethinden sonra Roma ve Viyana gibi sembolik kentleri de alma hedefini uzun süre benimsedi. Genel olarak Avrupa (Roma ya da Hristiyan dünyası), Osmanlılar için hem de doğuşundan itibaren alt edilmesi gereken başlıca rakipti. Dolayısıyla, dönemin ruhu gereği büyük ölçekte dini temellere dayanan “Osmanlı asabiyesi”nin oluşumunda “Hristiyan Avrupa/Batı” başlıca “öteki” oldu.


Genel olarak “Batı Roma”ysa, siyasi ve toplumsal dağınıklığına ilk kez Kutsal Roma İmparatorluğu’nun kurulmasıyla son vermişti. İmparatorluğun Papa III. Leo’nun 25 Aralık 800’de Şarlman’a taç giydirmesiyle kurulmasını hızlandıransa İslam’ın doğuşu ve yükselişiydi. Kısa vakitte İber Yarımadası’na (Endülüs) kadar dayanan Emeviler’in temsil ettiği “İslam”, Avrupa’daki dağınık siyasi ve dinsel yapıların bir araya gelmesini tetiklemişti. Bu nedenle, günümüzdekine yakın anlamda “Avrupa fikri”nin oluşumunda genel olarak “İslam” önemli bir katalizördü, “öteki”ydi. Bunu hem 3 büyük din için kutsal kabul edilen Kudüs bölgesinin Müslümanlardan alınması için 11-15. yüzyıllarda düzenlenen Haçlı Seferleri’nde hem de Osmanlılara ancak birlikte karşı durulabileceği anlayışında da görmek mümkün. Dolayısıyla, yine o dönem ruhunun gereği büyük ölçüde dini temellere yaslanan “Avrupa asabiyesi”nin oluşumunda “Müslüman Osmanlı/Doğu” başlıca “öteki” idi.

Kısacası, başlıca siyasi ve ekonomik rakipler olan bu iki coğrafyanın İmparatorluklar dönemindeki kimliklerinin oluşumunda birbirlerini “öteki” olarak gördüklerini, kodladıklarını söylemek mümkün. Hatta sık sık yapılan büyük savaşlar sebebiyle toplumsal, ekonomik, siyasal, dinsel ve kültürel alandaki yoğun rekabetin düşmanlık boyutuna ulaştığını da görüyoruz. Öyle ki, 19. hatta 20. yüzyılda yaşanan gelişmeler sonrasında imparatorluklar yerini modern ulusal devletlere ve yeni anlayışlara bıraksa da, bu geçmiş bu kez karşılıklı tarihsel önyargılar olarak karşımıza çıkabilmekte.

Öte yandan bakacak olursak, her genelleme gibi bu genelleme de iki nedenle kısmen açıklayıcı kısmen de yanıltıcı olur. Birincisi, Avrupa’yla Osmanlılar arasında en yoğun rekabet ve düşmanlık döneminde bile yoğun bir ilişki ve etkileşim vardı. Bunun en önemli sebebiyse, dünyanın tarihi boyunca sürekli olduğu gibi, kimlik/asabiye oluşturmada “öteki”nin sadece olumsuz değil olumlu anlamda da bir etken olması. Zira ekonomik, toplumsal ve siyasal önemi olan coğrafyalar, birçok alanda çağlarının en gelişmiş örneğini teşkil eder. Bunu da hem kendi zenginliklerine hem de özellikle en sık ilişkiye girdikleri, dolayısıyla en çok tanıdıkları ötekisinden bir şeyler öğrenmelerine borçludurlar. Uç bir örnek vermek gerekirse, savaşlar sadece iki ordunun değil iki farklı toplumsal yapının da karşılaşmasıdır. Yemek kültürleri, mimari yapıları, din ve inanış biçimleri, başta müzik olmak üzere diğer çeşitli sanatlar, devlet idaresi ve hukuk gibi pek çok alanda etkileşim yaşanır. Taraflar kendi kimliklerini sadece “öteki”nin karşısında inşa etmez; iyi olduğunu düşündükleri uygulamalarını da kendilerine adapte ederek benimser. Hatta bu vaziyet zaman zaman gizli bir hayranlığa da neden olur. Nitekim genel olarak Avrupa ve Osmanlı da farklı dönemlerde farklı şekillerde de olsa böyle davranmıştır. İslam ve Osmanlı’nın ön planlarda olduğu dönemlerde en fazla etkilenen Avrupa olurken, zamanla Osmanlı ve Türkiye Cumhuriyeti de Avrupa’dan etkilenmiş. Kısacası, ilişkilerin en gergin olduğu dönemlerde bile tarafların ekonomik, toplumsal, siyasal, hukuksal ve kültürel alışverişi devam etmiştir.

İkinci olarak Avrupa’nın gevşek bir İmparatorluk düzeni olması sebebiyle Ortaçağ boyunca yekpare bir bütün değildi. Farklı krallıklar kendi aralarında ekonomik, siyasi ya da mezhepsel (Katolik-Protestan) savaşlara tutuşmuş, bu güç mücadeleleri de sık değişen ittifak ilişkilerine neden olmuştu. Öyle ki, her ne kadar “ortak tehdit” olarak görülen Osmanlılara karşı birlikte hareket etme çağrısı hep olsa da, farklı krallıklar Avrupa’daki rakiplerine karşı Osmanlılarla yakın ilişkiler içine de girebilmişti. Osmanlılar da hem bu durumu kendi lehine kullanmak hem de çeşitli ekonomik avantajlar elde etmek için farklı Avrupa coğrafyalarıyla farklı ilişkiler geliştirmişti. Venedik Cumhuriyeti ve Fransa Krallığı gibi öteki devletlerle ticari, ekonomik ve kültürel alanlarda yaşanan yakınlaşmalarda olduğu gibi. Nispeten uzun süreli bu yakın ilişkiler dışında kimi Avrupalı devletlerle Osmanlılar arasında dönemsel ittifaklara da rastlamak mümkün.



Lorem ipsum is simply dummy text of the printing and typesetting industry.

Comments


EmoticonEmoticon