Bulgarca Çevirinin Önsözü
Dr. Bojkof
1909 ve 1910 yıllarında iki kez Finlandiya’yı ziyaret etme fırsatı buldum. Diğer ülkelerden çok farklı bir görünüme sahip olan Finlandiya’nın konumu çok dikkat çekicidir. İnsanlarının düşünceleri, ruhsal yapıları, dünya görüşleri bizimkinden çok farklıdır. Bu insanları inceleyecek olan biri, onların sanki dünyamıza değil de başka bir gezegene ait olduklarını zanneder. Finliler, insana İncil’de sözü edilen Beyaz Zambaklar’ı hatırlatıyor.
Beyaz Zambaklar Ülkesine dair anılarımı ve izlenimlerimi 1914 yılında Souremenna Misal (Çağdaş Düşünce) dergisinde yayınlamış ve o konuda şunları yazmıştım:
“... Avrupa’nın hiçbir ülkesinde Finlandiya’da olduğu gibi büyük bir kültürel ilerleme yaşanmamıştır. Finlandiya’nın Avrupa’nın en genç ülkelerinden biri olması da ayrıca kayda değerdir. Fin halkı, bir zamanlar Ural boylarından kalkmış, Volga sahillerinden geçmiş, bir süre Bulgarlara komşu olarak yaşamışlardır.
Barışçı bir yapıya sahip olan Finler, kimsenin kendilerine saldırmayacağı, kendilerinin de kimseyi tedirgin etmeyecekleri sakin bir yurt aramışlar ve bugünkü yaşadıkları yeri kendilerine yurt edinmişlerdir. O zamanlar uzak sayılan bu bölgede hiçbir ulus bulunmuyordu. Bugünkü Fin toprakları yüzlerce yıl Rusya ile İsveç arasında doğal bir kale hizmeti görmüştür. Bölgede geniş bataklıklar ve girilmesi zor ormanlar olduğundan ne Ruslar, ne de İsveçliler bu topraklardan ordularını ve ihtiyaç maddelerini geçirememişlerdir.
1808 yılından itibaren Finlandiya bir Rus eyaleti oldu. Bu durum I. Dünya Savaşı’na kadar sürdü. Bu süreçte Finlandiya, Çar I. Alexandr tarafından verilen imtiyazlar nedeniyle kendi içinde bağımsız oldu, yasalarını ve yönetimini kendisi belirleme hakkına kavuştu.
Petrograd ile Vyborg arasındaki uzaklık trenle iki saattir. Petrograd’ta bizzat Fin memurlarının görev yaptığı özel bir tren istasyonu vardır. Bu ilk Fin istasyonundaki özellik bile hemen dikkat çeker. Rusların tren istasyonları genellikle pislik içindedir. Bilet gişelerinde sürekli kargaşa yaşanır. Petrograd’daki Fin istasyonu ise pırıl pırıldır. Orada tam bir sessizlik ve düzen hâkimdir. Her iki ülkeye ait vagonlar arasında bile çok farklılıklar göze çarpmaktadır. Rus vagonları tıpkı bizim vagonlara benziyor. Her yeri tükürük içinde, duvarlar karalanmış ve kir içindedir. Yolcuların kendi aralarında veya kondüktörlerle tartışmaları ve gürültüleri hiç eksilmez. Fin vagonlarında ise Alman trenlerinde olduğu gibi yerler numaralıdır; her yolcu kendi yerinde oturur ve asla yer kavgası yaşanmaz. Kompartımanlarda hiç kimse yüksek sesle konuşmaz sigara ve pipo içmez ve kesinlikle yerlere tükürülmez. Tüm vagonlar örnek alınmaya layık bir temizlik içindedir. Gece seyahat etmek durumunda olan üçüncü mevki yolcuları için bile temiz çarşaf ve yorganların serili olduğu yataklar hazırlanmıştır. Bunlar için cüzi bir ücret ödenir. Kısacası tüm seyahatleriniz boyunca asla rahatsız olmazsınız. Eğer uyumuşsanız, kompartımanda bulunanlar asla yüksek sesle konuşmazlar. Zaten Finler yüksek sesle konuşmayı bilmezler.
Finler’in Helsinki dedikleri Helsingfors’ta, Vipuri dedikleri Vyborg’da ve diğer şehirlerde, cadde ve sokaklar insanlarla doludur. Gruplar halinde veya bir başına gezinen insanlar, tanıdıklarıyla selamlaşır, konuşur ama çevrelerine rahatsızlık vermezler. Caddelerde yüksek sese rastlamak zordur.
İşte yalnız bu durum bile Finlandiya’da Rus medeniyetinin(!) bulunmadığının ilk işaretidir. Polisler bağırmaz, faytoncular asla gürültü çıkarmaz, yolda rastlaşanlar boğazlarını yırtarcasına yüksek sesle düşünce ve duygu alışverişine kalkışmaz. Hiç kimse aklına estiği zaman, dilediği yerde çalgı çalmak ve şarkı söylemek hakkına sahip olduğunu aklından bile geçirmez. Hâlbuki Avrupa’nın birçok ülkesinde örneğin Fransa’da bile gece yaşanan sokak gürültülerinden uyumak zordur.
Beyaz Zambaklar Ülkesi’nin insanları, her şeyden önce başka insanların hak ve özgürlüklerini düşünürler. Orada özgürlüğün değeri büyüktür. Ama bu ülkede özgürlük demek, başkalarını rahatsız etmek demek değildir.
Finlandiya’da seyahat ederken bir yolcu olarak istasyonda iner ve büfeden gönül rahatlığıyla alışveriş yapabilirsiniz. Avrupa trenlerinin yolcuları büfenin ne demek olduğunu iyi bilirler. Oralarda herşey asıl fiyatının birkaç misli fazlasına satılır. Finlandiyada ise en azından benim gördüğüm tren istasyonlarında ve şehir lokantalarında satış yoktur. Büfenin veya lokantanın orta yerine mükemmel bir sofra kurulmuş ve etrafına yemekler dizilmiştir. Raflarda tabaklar, çatal, kaşık ve bıçaklar sıralanmıştır. Her şey masanın üzerinde açıktadır. Yemek servisi yapan, hesap gören garsonlar ve diğer hizmetliler yoktur. Acıkmış bir yolcu sofranın başına geçer, raftan aldığı tabağa beğendiği yemekten dilediği kadar alıp, içeceğini kendi doldurur. Afiyetle doyduktan sonra kasaya giderek yemeğin bedelini öder. Fiyatlar da oldukça ucuzdur. Yerine göre 1 veya 1,5 Mark’tır.
Vyborg’ta, Fince ravintol denilen bir otelde iki hafta kadar kaldım. Ayrılırken hesabı istedim. Otelci kaç gün kaldığımı ve kaç öğün yemek yediğimi hesap pusulasına benim yazmamı isteyince hayretler içinde kalarak istenileni yaptım ve sadece pusulada belirtilen miktarı ödedim.
Finlandiya’da bindiğiniz tramvaylarda biletçi veya kontrolör göremezsiniz. Yolcular ulaşım ücretini bir kutuya atar ve dilediği yere kadar seyahat eder. Bir Fin öğretmeni bana bunun nedenini şöyle izah etti: Eğer halka güvenmeyip de Rusya’da olduğu gibi biletçi veya kontrolcü kullanmak isterseniz, kontrolcuları da kontrol etmek gerekir. Biz kontrolcüye değil, halkımıza inanırız, insana inanırız.
Bir keresinde Grigory Petrov’la birlikte Helsinki’deki Millî Fin Tiyatrosu’na gitmiştik. Tiyatro binası granitten yapılmış görkemli bir binadır. O gece Kitab-ı Mukaddes’in Hâbil ve Kâbil hikâyesini konu edinen bir oyun sahneleniyordu. Ancak Kâbil ile Hâbil’in kişilikleri Kitab-ı Mukaddes’in bize öğrettiğinden çok farklı yorumlanmıştı.
Hâbil, zayıf ruhlu, âciz, miskin, uysal, ürkek, kısacası iradesiz bir kişilik olarak sunuluyordu. O her şeyden korkuyor, herkese boyun eğiyor ve bütün iyilikleri yukarıdan bekliyordu. Hâbil çok sağlam bir ahlâka sahip olmasına rağmen sevimsiz ve sıkıcı bir kişilik örneği sergiliyordu.
Kâbil ise sert yaradılışlı, düşünce ve davranışlarıyla tam bir zalim olarak çıkıyordu karşımıza. O, Hâbil gibi zayıf ve güçsüz bir kardeşin varlığına dayanamıyor, yüreğinin ve iradesinin zayıflığından dolayı kardeşini aşağılıyor. Sonunda dayanamayıp onu öldürüyor. Kâbil, Hâbil’lerle dolu bir cennette yaşamayı reddediyor. Oradan kaçıyor ve yeryüzüne iniyor. Ateşi keşfediyor. Yeni bir yaşam kültürünü oluşturuyor. O uzaklarda olan değil, yanıbaşında bir cennet yaratmak istiyor. Ama bu öyle bir cennet olsun ki, asla kendisine bahşedilmiş bir cennet olmasın. Kendi alınteriyle, kendi emeğiyle kazanılmış bir cennet olsun!..
Bu oyunla Fin ulusunun yeni özelliği ortaya konulmak istenmişti. Kitab-ı Mukaddes’in kendilerine cennet diye sunduğu Asya’dan göç ettikten sonra, bataklıklarla ve ormanlarla dolu bir yeri kendilerine yurt kabul etmişler ve orayı cennete dönüştürmüşler. Gerçekten de önceki dönemlerde bataklık ve ormanlıktan ibaret yaşamdışı bir yer olan “Suomi”[1] Finlerin üstün çabaları sonucunda adeta bir cennet olmuştur.
Bugün Suomlar, bataklık, kayalık ve ormanlıklardan ibaret bir bölgeyi imar edip cennet bahçesine dönüştürmeyi başarmışlardır. Onlar bu cennet bahçelerinde İncil’de sözü edilen Beyaz Zambaklar gibi lekesiz, saf ve masum bir hayat yaşamaktadırlar. Finler’in temiz ahlâklı oluşları yalnızca özel hayatlarında değil, toplumsal yaşantılarında da görülmektedir.
....
Finler, asırlar boyu kimi zaman İsveçlilerin, kimi zaman da Rusların egemenliğinde kalmışlardır. Bu süre zarfında savunma ve diplomasi alanında çaba içinde olmayıp, bütün güçleriyle milli bir Fin kültürü meydana getirmeye çalışmışlardır.
Özellikle okulların ve toplumun eğitiminin gelişme ve ilerlemesi yolunda gayret sarf etmişlerdir. Finlandiya’da ilk öğrenim zorunlu ve parasızdır. Kız ve erkek tüm Fin çocukları ana dillerinde okuma ve yazmayı bilirler.
Her evde mutlaka kütüphane veya kitaplar vardır. Ülke yasaları ve ilköğrenim ders kitapları başucu kitaplarıdır. Ev idaresi, ormancılık ve başlıca geçim kaynaklarıyla ilgili konulardaki kitaplarla birlikte başka yararlı kitapları da okur ve bulundururlar. Önemli yerleşim merkezlerinde inşa edilmiş kütüphaneler halka açıktır. Dileyen herkes hiçbir ücret ve teminat vermek zorunda kalmadan arzu ettiği kitabı kütüphaneden alma ve evinde okuma hakkına sahiptir.
Bunun yanısıra Finlandiya’da kitabevleri de en iyi iş yapan müesseselerdir. 15.000 nüfuslu bir kasaba olan Vyborg’da bile 12 büyük kitapçı vardır. Kitabevlerinin vitrinlerinde sergilenen çeşitli dillerdeki kitapların çokluğu, toplumun oldukça zengin bir kültürel altyapıya sahip oluşunun göstergesidir.
Finlandiya’da hiç kimse içki içmez. 1907 yılında çıkarılan bir yasayla insana sarhoşluk veren her türlü içkinin satılması yasaklanmıştır. Rus hükümeti kendi egemenliği döneminde Finlandiya’da votkanın tüketilmesi amacıyla meyhaneler açtırdı ama yapılmak isteneni anlayan Finler, kesinlikle o meyhanelere adım atmadılar ve bir süre sonra da bu meyhaneler kapanmak zorunda kaldı.
Yine Avrupa uygarlığının kaçınılmaz bir sonucu olarak ortaya çıkan insanlık dışı sokak kadınlarına da bu ülkede rastlamak zordur. Finlandiya’da gerek aile, gerekse okul ve toplum hayatında çok temiz bir ahlâk yer etmiş bulunmaktadır.” [2]
Öyle sanıyorum ki, Beyaz Zambaklar Ülkesine dair bir zamanlar yayınladığım hatıraların bir kısmı Grigory Petrov’un kitabının çevirisine iyi bir sunuş yazısı olabilir. Kültürel alanda bir ulusun ne denli yüksek bir dereceye erişebildiğini hatıralarımda belirtmiştim.
Grigory Petrov ise Finlandiya’da uzun yıllar yaşadığından, Finler’in önceki hâlleriyle sonradan kurdukları yüksek uygarlığa nasıl eriştiklerini görmüş ve bu değişim ve ilerlemeyi kendine özgü sanatlı üslubuyla anlatmıştır.
Bir milletin; kamu kuruluşlarının, okullarının ve askeri kurumlarının birbiriyle işbirliği yaparak ülkeyi kalkındırmak ve yükseltmek için neler yaptıklarını açıkça göstermiştir.
Bu kitapta, özellikle Finlandiya’nın yükselmesi için bazı kişilerin gösterdikleri fedakârlık ve başarılardan söz edilmektedir. Bazı kahraman ruhluların, Fin milletini nasıl kahraman millet hâline getirdikleri çok güzel anlatılmıştır.
Grigory Petrov, bu eserini yazarken Bulgaristan’ın siyasi, toplumsal ve ekonomik yapısını da dikkate alarak kitabını Bulgar gençlerine ithaf etmiştir.
Bu eser, Grigory Petrov’un Rusça yazdığı müsveddelerin doğrudan doğruya tercüme edilmesi suretiyle meydana gelmiştir.
Kaynak: Grigory Petrov, Beyaz Zambaklar Ülkesinde, çev. Prof. Dr. Ali Haydar Bey, Hayat Yayıncılık, 1998
Notlar
[1] Suomi, Finlandiya’nın Fince adıdır. “Suom” Fin demektir. Finlanda ismi Almanca’dır.
[2] Benim Notum: DK
Bu önsöz yazısında betimlenen dönemin 20. yüzyıl başı olduğunu hatırlatayım. Ayrıca yazar (Dr. Bojkof) salt kendi gözlemlerinden (subjektif) yola çıkarak genelleme yapmıştır. Yazılanları eleştirel süzgeçten geçirerek okumakta fayda var.
Kitabın kendisini (Beyaz Zambaklar Ülkesinde) okumanın yararlı olacağını düşünüyorum. Kültürel devrim gerçekleştiren bir halkın deneyimini öğrenmek, bakış açımızı geliştirebilir, başka halklardan öğrenmeyi kışkırtabilir ve öğretir de... Yine de söz konusu kitabın 20. yüzyıl başında yazıldığını bu deneyimin günümüzden çok önce gerçekleştiğini şu anda görece başka bir dünyada yaşadığımızı unutmadan bu kitabı okumalıyız kanımca.
Dr. Bojkof
1909 ve 1910 yıllarında iki kez Finlandiya’yı ziyaret etme fırsatı buldum. Diğer ülkelerden çok farklı bir görünüme sahip olan Finlandiya’nın konumu çok dikkat çekicidir. İnsanlarının düşünceleri, ruhsal yapıları, dünya görüşleri bizimkinden çok farklıdır. Bu insanları inceleyecek olan biri, onların sanki dünyamıza değil de başka bir gezegene ait olduklarını zanneder. Finliler, insana İncil’de sözü edilen Beyaz Zambaklar’ı hatırlatıyor.
Beyaz Zambaklar Ülkesine dair anılarımı ve izlenimlerimi 1914 yılında Souremenna Misal (Çağdaş Düşünce) dergisinde yayınlamış ve o konuda şunları yazmıştım:
“... Avrupa’nın hiçbir ülkesinde Finlandiya’da olduğu gibi büyük bir kültürel ilerleme yaşanmamıştır. Finlandiya’nın Avrupa’nın en genç ülkelerinden biri olması da ayrıca kayda değerdir. Fin halkı, bir zamanlar Ural boylarından kalkmış, Volga sahillerinden geçmiş, bir süre Bulgarlara komşu olarak yaşamışlardır.
Barışçı bir yapıya sahip olan Finler, kimsenin kendilerine saldırmayacağı, kendilerinin de kimseyi tedirgin etmeyecekleri sakin bir yurt aramışlar ve bugünkü yaşadıkları yeri kendilerine yurt edinmişlerdir. O zamanlar uzak sayılan bu bölgede hiçbir ulus bulunmuyordu. Bugünkü Fin toprakları yüzlerce yıl Rusya ile İsveç arasında doğal bir kale hizmeti görmüştür. Bölgede geniş bataklıklar ve girilmesi zor ormanlar olduğundan ne Ruslar, ne de İsveçliler bu topraklardan ordularını ve ihtiyaç maddelerini geçirememişlerdir.
1808 yılından itibaren Finlandiya bir Rus eyaleti oldu. Bu durum I. Dünya Savaşı’na kadar sürdü. Bu süreçte Finlandiya, Çar I. Alexandr tarafından verilen imtiyazlar nedeniyle kendi içinde bağımsız oldu, yasalarını ve yönetimini kendisi belirleme hakkına kavuştu.
Petrograd ile Vyborg arasındaki uzaklık trenle iki saattir. Petrograd’ta bizzat Fin memurlarının görev yaptığı özel bir tren istasyonu vardır. Bu ilk Fin istasyonundaki özellik bile hemen dikkat çeker. Rusların tren istasyonları genellikle pislik içindedir. Bilet gişelerinde sürekli kargaşa yaşanır. Petrograd’daki Fin istasyonu ise pırıl pırıldır. Orada tam bir sessizlik ve düzen hâkimdir. Her iki ülkeye ait vagonlar arasında bile çok farklılıklar göze çarpmaktadır. Rus vagonları tıpkı bizim vagonlara benziyor. Her yeri tükürük içinde, duvarlar karalanmış ve kir içindedir. Yolcuların kendi aralarında veya kondüktörlerle tartışmaları ve gürültüleri hiç eksilmez. Fin vagonlarında ise Alman trenlerinde olduğu gibi yerler numaralıdır; her yolcu kendi yerinde oturur ve asla yer kavgası yaşanmaz. Kompartımanlarda hiç kimse yüksek sesle konuşmaz sigara ve pipo içmez ve kesinlikle yerlere tükürülmez. Tüm vagonlar örnek alınmaya layık bir temizlik içindedir. Gece seyahat etmek durumunda olan üçüncü mevki yolcuları için bile temiz çarşaf ve yorganların serili olduğu yataklar hazırlanmıştır. Bunlar için cüzi bir ücret ödenir. Kısacası tüm seyahatleriniz boyunca asla rahatsız olmazsınız. Eğer uyumuşsanız, kompartımanda bulunanlar asla yüksek sesle konuşmazlar. Zaten Finler yüksek sesle konuşmayı bilmezler.
Finler’in Helsinki dedikleri Helsingfors’ta, Vipuri dedikleri Vyborg’da ve diğer şehirlerde, cadde ve sokaklar insanlarla doludur. Gruplar halinde veya bir başına gezinen insanlar, tanıdıklarıyla selamlaşır, konuşur ama çevrelerine rahatsızlık vermezler. Caddelerde yüksek sese rastlamak zordur.
İşte yalnız bu durum bile Finlandiya’da Rus medeniyetinin(!) bulunmadığının ilk işaretidir. Polisler bağırmaz, faytoncular asla gürültü çıkarmaz, yolda rastlaşanlar boğazlarını yırtarcasına yüksek sesle düşünce ve duygu alışverişine kalkışmaz. Hiç kimse aklına estiği zaman, dilediği yerde çalgı çalmak ve şarkı söylemek hakkına sahip olduğunu aklından bile geçirmez. Hâlbuki Avrupa’nın birçok ülkesinde örneğin Fransa’da bile gece yaşanan sokak gürültülerinden uyumak zordur.
Beyaz Zambaklar Ülkesi’nin insanları, her şeyden önce başka insanların hak ve özgürlüklerini düşünürler. Orada özgürlüğün değeri büyüktür. Ama bu ülkede özgürlük demek, başkalarını rahatsız etmek demek değildir.
Finlandiya’da seyahat ederken bir yolcu olarak istasyonda iner ve büfeden gönül rahatlığıyla alışveriş yapabilirsiniz. Avrupa trenlerinin yolcuları büfenin ne demek olduğunu iyi bilirler. Oralarda herşey asıl fiyatının birkaç misli fazlasına satılır. Finlandiyada ise en azından benim gördüğüm tren istasyonlarında ve şehir lokantalarında satış yoktur. Büfenin veya lokantanın orta yerine mükemmel bir sofra kurulmuş ve etrafına yemekler dizilmiştir. Raflarda tabaklar, çatal, kaşık ve bıçaklar sıralanmıştır. Her şey masanın üzerinde açıktadır. Yemek servisi yapan, hesap gören garsonlar ve diğer hizmetliler yoktur. Acıkmış bir yolcu sofranın başına geçer, raftan aldığı tabağa beğendiği yemekten dilediği kadar alıp, içeceğini kendi doldurur. Afiyetle doyduktan sonra kasaya giderek yemeğin bedelini öder. Fiyatlar da oldukça ucuzdur. Yerine göre 1 veya 1,5 Mark’tır.
Vyborg’ta, Fince ravintol denilen bir otelde iki hafta kadar kaldım. Ayrılırken hesabı istedim. Otelci kaç gün kaldığımı ve kaç öğün yemek yediğimi hesap pusulasına benim yazmamı isteyince hayretler içinde kalarak istenileni yaptım ve sadece pusulada belirtilen miktarı ödedim.
Finlandiya’da bindiğiniz tramvaylarda biletçi veya kontrolör göremezsiniz. Yolcular ulaşım ücretini bir kutuya atar ve dilediği yere kadar seyahat eder. Bir Fin öğretmeni bana bunun nedenini şöyle izah etti: Eğer halka güvenmeyip de Rusya’da olduğu gibi biletçi veya kontrolcü kullanmak isterseniz, kontrolcuları da kontrol etmek gerekir. Biz kontrolcüye değil, halkımıza inanırız, insana inanırız.
Bir keresinde Grigory Petrov’la birlikte Helsinki’deki Millî Fin Tiyatrosu’na gitmiştik. Tiyatro binası granitten yapılmış görkemli bir binadır. O gece Kitab-ı Mukaddes’in Hâbil ve Kâbil hikâyesini konu edinen bir oyun sahneleniyordu. Ancak Kâbil ile Hâbil’in kişilikleri Kitab-ı Mukaddes’in bize öğrettiğinden çok farklı yorumlanmıştı.
Hâbil, zayıf ruhlu, âciz, miskin, uysal, ürkek, kısacası iradesiz bir kişilik olarak sunuluyordu. O her şeyden korkuyor, herkese boyun eğiyor ve bütün iyilikleri yukarıdan bekliyordu. Hâbil çok sağlam bir ahlâka sahip olmasına rağmen sevimsiz ve sıkıcı bir kişilik örneği sergiliyordu.
Kâbil ise sert yaradılışlı, düşünce ve davranışlarıyla tam bir zalim olarak çıkıyordu karşımıza. O, Hâbil gibi zayıf ve güçsüz bir kardeşin varlığına dayanamıyor, yüreğinin ve iradesinin zayıflığından dolayı kardeşini aşağılıyor. Sonunda dayanamayıp onu öldürüyor. Kâbil, Hâbil’lerle dolu bir cennette yaşamayı reddediyor. Oradan kaçıyor ve yeryüzüne iniyor. Ateşi keşfediyor. Yeni bir yaşam kültürünü oluşturuyor. O uzaklarda olan değil, yanıbaşında bir cennet yaratmak istiyor. Ama bu öyle bir cennet olsun ki, asla kendisine bahşedilmiş bir cennet olmasın. Kendi alınteriyle, kendi emeğiyle kazanılmış bir cennet olsun!..
Bu oyunla Fin ulusunun yeni özelliği ortaya konulmak istenmişti. Kitab-ı Mukaddes’in kendilerine cennet diye sunduğu Asya’dan göç ettikten sonra, bataklıklarla ve ormanlarla dolu bir yeri kendilerine yurt kabul etmişler ve orayı cennete dönüştürmüşler. Gerçekten de önceki dönemlerde bataklık ve ormanlıktan ibaret yaşamdışı bir yer olan “Suomi”[1] Finlerin üstün çabaları sonucunda adeta bir cennet olmuştur.
Bugün Suomlar, bataklık, kayalık ve ormanlıklardan ibaret bir bölgeyi imar edip cennet bahçesine dönüştürmeyi başarmışlardır. Onlar bu cennet bahçelerinde İncil’de sözü edilen Beyaz Zambaklar gibi lekesiz, saf ve masum bir hayat yaşamaktadırlar. Finler’in temiz ahlâklı oluşları yalnızca özel hayatlarında değil, toplumsal yaşantılarında da görülmektedir.
....
Finler, asırlar boyu kimi zaman İsveçlilerin, kimi zaman da Rusların egemenliğinde kalmışlardır. Bu süre zarfında savunma ve diplomasi alanında çaba içinde olmayıp, bütün güçleriyle milli bir Fin kültürü meydana getirmeye çalışmışlardır.
Özellikle okulların ve toplumun eğitiminin gelişme ve ilerlemesi yolunda gayret sarf etmişlerdir. Finlandiya’da ilk öğrenim zorunlu ve parasızdır. Kız ve erkek tüm Fin çocukları ana dillerinde okuma ve yazmayı bilirler.
Her evde mutlaka kütüphane veya kitaplar vardır. Ülke yasaları ve ilköğrenim ders kitapları başucu kitaplarıdır. Ev idaresi, ormancılık ve başlıca geçim kaynaklarıyla ilgili konulardaki kitaplarla birlikte başka yararlı kitapları da okur ve bulundururlar. Önemli yerleşim merkezlerinde inşa edilmiş kütüphaneler halka açıktır. Dileyen herkes hiçbir ücret ve teminat vermek zorunda kalmadan arzu ettiği kitabı kütüphaneden alma ve evinde okuma hakkına sahiptir.
Bunun yanısıra Finlandiya’da kitabevleri de en iyi iş yapan müesseselerdir. 15.000 nüfuslu bir kasaba olan Vyborg’da bile 12 büyük kitapçı vardır. Kitabevlerinin vitrinlerinde sergilenen çeşitli dillerdeki kitapların çokluğu, toplumun oldukça zengin bir kültürel altyapıya sahip oluşunun göstergesidir.
Finlandiya’da hiç kimse içki içmez. 1907 yılında çıkarılan bir yasayla insana sarhoşluk veren her türlü içkinin satılması yasaklanmıştır. Rus hükümeti kendi egemenliği döneminde Finlandiya’da votkanın tüketilmesi amacıyla meyhaneler açtırdı ama yapılmak isteneni anlayan Finler, kesinlikle o meyhanelere adım atmadılar ve bir süre sonra da bu meyhaneler kapanmak zorunda kaldı.
Yine Avrupa uygarlığının kaçınılmaz bir sonucu olarak ortaya çıkan insanlık dışı sokak kadınlarına da bu ülkede rastlamak zordur. Finlandiya’da gerek aile, gerekse okul ve toplum hayatında çok temiz bir ahlâk yer etmiş bulunmaktadır.” [2]
Öyle sanıyorum ki, Beyaz Zambaklar Ülkesine dair bir zamanlar yayınladığım hatıraların bir kısmı Grigory Petrov’un kitabının çevirisine iyi bir sunuş yazısı olabilir. Kültürel alanda bir ulusun ne denli yüksek bir dereceye erişebildiğini hatıralarımda belirtmiştim.
Grigory Petrov ise Finlandiya’da uzun yıllar yaşadığından, Finler’in önceki hâlleriyle sonradan kurdukları yüksek uygarlığa nasıl eriştiklerini görmüş ve bu değişim ve ilerlemeyi kendine özgü sanatlı üslubuyla anlatmıştır.
Bir milletin; kamu kuruluşlarının, okullarının ve askeri kurumlarının birbiriyle işbirliği yaparak ülkeyi kalkındırmak ve yükseltmek için neler yaptıklarını açıkça göstermiştir.
Bu kitapta, özellikle Finlandiya’nın yükselmesi için bazı kişilerin gösterdikleri fedakârlık ve başarılardan söz edilmektedir. Bazı kahraman ruhluların, Fin milletini nasıl kahraman millet hâline getirdikleri çok güzel anlatılmıştır.
Grigory Petrov, bu eserini yazarken Bulgaristan’ın siyasi, toplumsal ve ekonomik yapısını da dikkate alarak kitabını Bulgar gençlerine ithaf etmiştir.
Bu eser, Grigory Petrov’un Rusça yazdığı müsveddelerin doğrudan doğruya tercüme edilmesi suretiyle meydana gelmiştir.
Kaynak: Grigory Petrov, Beyaz Zambaklar Ülkesinde, çev. Prof. Dr. Ali Haydar Bey, Hayat Yayıncılık, 1998
Notlar
[1] Suomi, Finlandiya’nın Fince adıdır. “Suom” Fin demektir. Finlanda ismi Almanca’dır.
[2] Benim Notum: DK
Bu önsöz yazısında betimlenen dönemin 20. yüzyıl başı olduğunu hatırlatayım. Ayrıca yazar (Dr. Bojkof) salt kendi gözlemlerinden (subjektif) yola çıkarak genelleme yapmıştır. Yazılanları eleştirel süzgeçten geçirerek okumakta fayda var.
Kitabın kendisini (Beyaz Zambaklar Ülkesinde) okumanın yararlı olacağını düşünüyorum. Kültürel devrim gerçekleştiren bir halkın deneyimini öğrenmek, bakış açımızı geliştirebilir, başka halklardan öğrenmeyi kışkırtabilir ve öğretir de... Yine de söz konusu kitabın 20. yüzyıl başında yazıldığını bu deneyimin günümüzden çok önce gerçekleştiğini şu anda görece başka bir dünyada yaşadığımızı unutmadan bu kitabı okumalıyız kanımca.