Teröristlerin Piri Hasan Sabbah
Elbruz sıradağları arasında sarplığı ile dikkat çeken bir tepe...
Önünde yılan gibi uzanan gümrah vadi, üstünde kartal yuvasını andıran bir kale...
Alamut'un kırmızı urbalı uğruları liderlerini dikkatle dinler, eylem ve propaganda üzerine derinleşirler. Dailerden ikisi belirgin bir şekilde öne çıkar ki bunlardan biri müthiş bir hatiptir, öbürü gözükara cengaver. Lider talebelerinin birazdan krize gireceğini bildiği için dersi kısa keser. Haşhaşiler köşelerine çekilir, çılgınlar gibi afyon tütsülerler. Tam o sırada nar çiçeği renkli elbiselere bürünmüş muhafız komutanı görünür, iki genci yanına çağırıp "ne mutlu size" der, "pirimiz Hasan Sabbah sizleri görmek ister!"
Çocuklar heyecanlanır, üstlerine başlarına çekidüzen verirler. Alel acele Sabbah'ın şatosuna götürülür, yüksek tavanlı koridorlardan geçer, altın şamdanlar ve kızıl kadifelerle döşenmiş muhteşem bir salona girerler.
Sahte cennet
Ya üç, ya beş dakika geçmiştir ki davullar vurulur, perdeler ard arda aralanır. Batınilerin önderi Hasan Sabbah dört zencinin taşıdığı tahtırevanla ortaya çıkar. Sırtında paha biçilmez bir pelerin vardır, sorgucundaki elmaslar göz alır. Bu sivri çeneli, gök gözlü adam ürkütücüdür ama gülümser. Hatta ellerini gençlerin omuzlarına koyar, "siz ikiniz arkadaşlarınıza fark attınız" der, "fedai olmaya hak kazandınız. Bunun karşılığını fazlasıyla alacaksınız!"
Hasan Sabbah gençlerin sırtına birer kızıl kaftan koyar, kuşaklarına tatlı tatlı şıngırdayan keseler sokar. Fidan boylu sakiler gelir gider, soğuk şerbetler sunarlar. Ancak ilk yudumda göz kapakları ağırlaşır ve hiç yaşamadıkları bir rahavet benliklerini sarar.
Gençler uyandıklarında gün kararmalı olmuştur. Kendilerini hayal bile edemeyecekleri bir bahçede bulurlar. Ağaçlar, çiçekler, kameriyeler... Eşi görülmemiş evler, hamamlar, kurnalar, yumuşak kadifeler, somaki mermerler... Duvarlarda hayalgücü yüksek ustaların yaptığı resimler... Bal, süt, şarap akan derecikler ve birbirinden alımlı güzeller. Kimi saz çalar kimi def döver kimi rakseder. Yelpaze sallayanlar, göz kırpanlar, gerdan kıranlar... Gençlerin önüne en güzel kebabları koyar, dallardan en olgun meyveleri koparırlar. Hele dolunay çıkıp ay ışığı havuzlarda yıkanmaya başlayınca gençler mest olur, kadehleri ard arda yuvarlarlar. Prenses edalı kızlar döner dolaşır bu nimetin Hasan Sabbah tarafından bahşedildiğini fısıldarlar. Gençler o kadar içerler sarhoş olup sızar, sabah kendilerini koğuşlarında bulurlar.
Akılları başlarına geldiğinde tekrar Hasan Sabbah'ın huzuruna çıkarılırlar. Batıni lideri onlara "Cenneti mi nasıl buldunuz" diye sorar. Gençler büyük bir şevkle "güzel bulduk" diye mırıldanırlar.
-Peki orada ebedi olarak kalmak istemez misiniz?
-Elbette isteriz.
-Öyleyse üstadınıza gidin, size vazifenizi öğretsin.
İki genç emredildiği gibi Musul'a gelir ama bir arada bulunmamaya özen gösterirler. Biri sefil bir dilenci kılığına girmiş, öbürü derviş hırkası giymiştir. Vazifeleri kolay değildir, Cuma günü Ulucami de, üstelik halkın gözü önünde ünlü Türk komutanı Emir Porsuk'u öldüreceklerdir. Eylem gününe kadar kenarda köşede pinekler, birbirlerini tanımazdan gelirler. Camiye farklı kapılardan girer efendi efendi boyun bükerler. Hutbeyi öylesine huşu içinde dinlerler ki aksakallı kocamışlar bile imrenir, üstüne basa basa "maşaallah" derler.
Camide cinayet
Porsuk Bey'in yanında muhafızları vardır, başındaki tolgaya, sırtındaki zırha bakılırsa böyle bir saldırıya hazırlıklıdır. Müezzin her zamanki gibi kamet getirir, cemaat her zaman ki gibi ayaklanır. Derviş kisveli dai muhafızların önüne geçer, dilenci kılıklı olanı bir hamlede emirin gırtlağını keser. Sanki suikast değil şov yaparlar. Katil gözlerini iri iri açıp sırıtarak paralanmayı beklerken, öbürü ulu perdeden nutuk atmaya başlar.
Bu ince bir planın ürünüdür, Porsuk Beyi safdışı etmekle kalmaz, halkı dehşet içinde bırakmayı başarırlar. Artık kimse hayatından emin değildir, beklenmedik yerde ve umulmadık zamanda saldırıya uğrayabilirler. İnsanlar korku ve şüpheyle yaşar, huzura hasret kalırlar. Hasan Sabbah efsane olur, koca koca beyleri haraca bağlar. Fedailer kervanları göstere göstere soyar, hac kafilelerini aşikare basarlar. Kadın çocuk demez müminleri dilim dilim doğrarlar.
Alamut Kalesi
Dehşet salarlar
Sabbah'ın fedaileri Selçukluların bilge veziri Nizamülmülk'ü halka açık bir iftar sofrasında katleder, Melikşah'ı zehirleyerek öldürürler. Bir gece Sultan Sencer'in yatak odasına kadar girer, onu başucuna bıraktıkları hançerle tehdit ederler. Öyle ya o hançeri (ki felaket zehirlidir) oraya kadar getiren adam, pekala sultana da saplayabilir.
O yıllarda Asya'yı dolanan Marco Polo, Alamut kalesini ve Sabbah'ın sahte cennetini hatıratına yazar. Batıni dailerin ünü bir anda ülkeler ötesine yayılır. Hoş batı dillerindeki "assassin" (katil) ve "assassination" (suikast) sözcükleri "haşhaşi"den gelmektedir. Başta Melikşah olmak üzere Sultan Berkyaruk ve Muhammed Tapar, Alamut'u düşürmek için çok uğraşırlar ancak kale çok sarptır ve Sabbah ambarlarını nevalesiz, sarnıçları susuz koymaz.
Peki kimdir bu Sabbah, hem bu eylemler kime yarar?
Hasan bin Ali, bizim bildiğimiz adıyla Hasan Sabbah Kum kentinde doğan bir İranlıdır, ancak o, Selçuklu ülkesinde yaşamanın nimetlerinden yararlanır, ciddi bir eğitim alır. Hatta efsane vezir Nizam-ül-mülk ve ünlü şair Ömer Hayyam'ın medrese arkadaşıdır. Alpaslan onu yakınında tutar, görünüşe bakılırsa iyi bir devlet memuru, belki de vali yapacaktır. Ancak o valilikle, vezirlikle doymayacak kadar hırslıdır. Yeni yeni arayışlar içine girer ve gider Batınilerin dâî-i a'zamı İbn-i Attâş'a kapılanır. Ardından Mısır'a kaçıp Fâtımî hükümdârı Mustansır-billah'a çalışır. Batınilerin en belirgin özelliği Eshâb-ı kirâm düşmanı olmalarıdır. Bunlar klasik Şia gruplarına benzemez, İmam olarak Câfer-i Sâdık Hazretlerinin oğlu İsmâil'i kabul etseler de ona da uymazlar. Biz Kur'ân-ı kerîm'in zâhirîyle değil bâtınıyla (özüyle) uğraşıyoruz der, kural kaide tanımazlar. Diğer dinlerden özellikle Hıristiyanlık ve Mecûsîlikten çok şey alır, Yunan felsefecileri ile bir Sasani devri komünisti olan Mejdek'in tesiri altında kalırlar. Şahsî tasarrufu yasaklar, "herşey herkesindir" der, aile hayatı yaşamazlar. Tenâsühe inanır, İmâmlara uluhiyet yakıştırırlar. Cebrâil Aleyhisselama "vahyi Hazret-i Ali'ye getirmek için emrolunmuştu. Muhammed'i kayırdı" diye iftira atarlar.
Batıniler, yedinci imama bağlılıklarından dolayı Seb'iyye; haramları mubah saydıklarından ötürü Hurûmiyye; kırmızı giyindikleri için Muhammira; kurucularından Hamdan Karmat'ın ismine nisbetle Karâmita; Bâbek Hurremî'ye tâbi oldukları için, Bâbekiyye ve uyuşturucu müptelası oldukları için Haşhaşiyye adını alırlar.
Dailer fedai olunca...
Batıniler dindarlarla uğraşmaz, cahillerin meyline ve keyfine göre konuşurlar. Başlangıçta herkesin inandığı şeyleri müdâfaa eder, yavaş yavaş "Allah'ın ibâdetimize ihtiyacı mı var? Mühim olan kalp temizliği" demeye başlarlar. Eskileri "gerici" diye yaftalar, gençleri kenarından köşesinden harama alıştırırlar. "Dâî" denen seyyar propagandacılar her taşın altından çıkar, Kûfe, Basra, İran, Yemen, Bahreyn ve Afrika'ya uzanırlar. Gittikleri yerlerde dervişliğe oynar, etliye sütlüye karışmaz, saygı uyandırırlar. Gizli gizli ihtilâf kaşır, ustalıkla fitne kaynatırlar. Bir ara Bahreyn bölgesinde Karmatî Devletini kurar, Müslümanlara görülmemiş eziyetler yaparlar. Mekke-i mükerremeyi yağma eder (H.317), Hacer-ül-Esvedi kaçırırlar. Batıniler kan dökücü ve ihtilalcidirler. Nitekim Mısır'da da iktidârı ele geçirerek Fâtımî Devletini kurarlar. El ezher'i merkez edinir, bilahare Nizârîler ve Müsta'lîler olmak üzere ikiye ayrılırlar.
İşte Hasan Sabbah Nizârîlerin başına geçer, sabırla çalışıp İran'a sızar. Şeytanın bile aklına gelmeyecek hilelerle Alamut Kalesini ele geçirir ve İsmaili Devletini kurar. Lâkin bu devlet çok cılızdır, düşmanlarının karşısına çıkıp meydan muharebesi yapamazlar. Gelgelelim terör estirmekte fevkalade ustadırlar.
Dilerseniz biraz daha gerilere gidelim. Batınilik ilk kez Mecûsî asıllı "Kaddah" tarafından kurulur, haçlılar bunları Selçuklulara karşı kullanırlar. O yıllarda Kudüs'e gelen manastır dernekleri (Gilde üyeleri) Batıni meslek kuruluşu "Fütüvve" mensuplarıyla karşılaşır ve kaynaşırlar. Haçlılar Kudüs'ü ele geçirmek için Fatımiler'le birlikte çalışırlar. Bu ittifak inanç birliğini de getirir ve Hıristiyanlıktan çok şey alırlar. Bugün Lübnan'da görülen Fatımi kalıntıları "Derezi" (Dürzü) adıyla anılırlar.
Haçlı-Batıni ittifakı
Selahattin Eyyubi Fatımi devletine son verince, "Batıni-Haçlı dayanışması" su yüzüne çıkar. Kudüs'te Kral Baudouin tarafından, Süleyman Mabedini korumakla görevlendirilen "İsa'nın Fakir Askerleri" yeni görevleri nedeniyle isimlerini değiştirip "Knights Templar" (Mabet Şövalyeleri) adını alırlar. Bunların lideri Şövalye De Payens piskopos Chiaravalle'nin yeğenidir ve Kabbalacılar adına mabedin temellerinde gömülü sırlara ulaşmaya çabalar.
Hasan Sabbah, Hugs De Payens ve arkadaşlarını Alamut Kalesi'nde ağırlar. Şövalyeler Sabbah'ın sistemine hayran olur, "örgüt, teori, propaganda" adına çok şey kapar, Batıni doktrinini esas alırlar. Aynen dailer ve fedailer gibi ketumiyet yemini eder, birbirlerini "kardeş" diye çağırırlar. Ancak bazı kardeşler "Serving Brothers" (hizmetçiler) üvey kalır, bazıları (Chaplaini ve Knight'lar) havvasa dahil olurlar. Bunlar da Batıniler gibi gizli işaretlerle anlaşır, parola ve semboller kullanırlar. Sadece Tapınak Şövalyeleri değil, Loyola tarafından kurulan Cizvit'ler de hiyerarşik yapılarıyla Haşhaşileri andırırlar. (Edward Burman, The Assassins-Holy Killers of Islam)
Sanırım kafanız karıştı, iki cümleyle özetlersek: Biiir: Batıniler haçlılarla kankadırlar. İkiii: Müslümanlarla uğraşır, inananları bunaltırlar.
Selçuklu Sultanları Alamut Kalesi'ni defalarca kuşatır ama almayı başaramazlar. Ama bakın şu işe ki Allahü teala onların başına da bir başka zalimi (Hülâgu'yu) sarar, Moğollar Alamut'a girer, daileri dağıtırlar.
Yörede barınamayan Batıniler 1'inci Ağa Hanın liderliğinde Hindistan'a sığınırlar. Günümüzde Batınilerin liderliğini Jet sosyetede çapkınlığı ile tanınan Kerim Ağa Han yapar. Fukara Hintliler onu altınla, elmasla tartar, çıtır çıtır yesin diye yüzmilyonlarca sterlini önüne koyarlar. Ağa Han da üç yılda bir verdiği "Mîmarlık Ödülü" ile dünya çapında şov yapar...
Ahmet Sırrı Arvas