ADNAN Hoca ve sapık tarikatı hakkında ilk soruşturmayı İçişleri Bakanı Sadettin Tantan 1999 yılında gerçekleştirmişti, “PKK kadar tehlikeli” diyordu.
Tantan’ın arkadaşımız İpek Özbey’e anlattıklarını bugün Hürriyet’te okuyabilirsiniz.
10 Ocak 2000’de yani bundan on sekiz buçuk yıl önce Devlet Güvenlik Mahkemesi’nde (DGM) dava açıldı. Avukatları reddi hâkim talebinde bulundular ve koskoca DGM hâkimleri davadan çekildiler!
Davaya bakan öbür DGM “görevsizlik”kararı verdi, dosya Ağır Ceza Mahkemesi’ne gitti, yine “reddi hâkim”talebinde bulundular...
Dosya “reddi hâkim” ve “görevsizlik”kararlarıyla, mahkemelerde dolaştı; hâkimler bu davaya bakmaktan çekiniyordu!
ÇALINMIŞ GENÇLER
Beş buçuk yıl sonra, “Hukuk savaşını Adnan Hoca kazandı!” diye yazmıştım çünkü mahkeme mahkeme dolaşan dosya zamanaşımına uğratılmıştı!
Dünyada ağır bir suç dosyasının mahkeme mahkeme dolaştırılarak zamanaşımına uğratılmasının hukuk tarihinde örneği yoktur.
Şöyle diyordum o yazımda:
“Adnan Hoca’nın Rasputin benzeri ‘karizması’na kapılmış çocuklar... Çalınmış, ailesinden, arkadaşlarından, sosyal çevrelerinden ve kendi istikballerinden koparılmış, çalınmış gençler...
Okullarını bırakanlar, ailelerinden servet aktaranlar, okuyup da iş tutmayıp hayatını mahvedenler, kararmış gelecekler!
Nice ailenin, nice ana-babanın, nice gencin yaşadığı facialar!” (Milliyet, 5 Aralık 2005)
ANNELERİN EVLAT ACISI
Bunlardan bir örnek, Cevat ve Selin Babuna’nın çocuklarının Adnan Hoca tarafından “çalınmış” olmasıdır. Büyük hekimlerimizden Cevat Babuna 15 Eylül 2017’de vefat ettiğinde çocuklarını hâlâ kurtaramamıştı.
Acılı eşi Selin Hanım’ın çırpışlarını bilirim.
Vefat ilanında çocuklarının adını yazmamış olması, nasıl acılar çektiğinin ifadesidir.
Çocuklar, Adnan Hoca uğruna anne ve babalarını terk etmekle kalmayıp başka acılar da vermişlerdi; bu yüzden ölüm ilanında “.....ların babası” diyememişti...
Merhum Dr. Cevat Babuna bütün hayatında kazandığı taşınmazları çocuklarına devretmişti; onları kazanmak, onları aileye bağlamak için...
Fakat onlar bu taşınmazları malum paravan şirketlere devretmişlerdi!
Adnan Oktar, kendisinin “mehdi, mesih”olduğuna inandırmıştı müritlerini.
O dönemde “çalınmış çocuklar”ını kurtarmak için hayatlarını ortaya koyan, öz çocuklarının iftiralarına bile maruz kaldıkları halde “anne yüreği”yle evlatları için çırpınan anneleri unutamam.
Kim bilir kaç gencin hayatı karardı, kaç annenin yüreği hâlâ cayır cayır yanıyor.
Dönemin Adalet Bakanı Cemil Çiçek, acılı ailelerle çok ilgilendi; hukuk yollarını gösterdi; fakat mahkemelere müdahale edemezdi ki...
NİYE BÖYLE?
Gerçi Yargıtay zamanaşımı kararını bozacaktı ama demir tavında dövülememiş, iş işten geçmişti.
2013 yılında; yani soruşturmadan tam 13 yıl sonra Adnan Hoca 3 yıl hapis cezasıyla ‘yırttı’ ve faaliyetlerini arttırarak devam etti.
Görüyor musunuz, hukuk nasıl aciz kalmış?
Çünkü AİHM içtihatlarında vurgulanan “etkin soruşturma” yapılmamıştı; şimdi yapılıyor.
Asıl mesele gençlerimiz niye böyle odaklara, örgütlere, tarikatlara kapılıyorlar?
Üstelik eğitimli, varlıklı, aile şefkatine sahip gençler niye bunları reddedip bir tür gönüllü köleliği seçiyorlar?
Yarın devam edeceğim