SURUÇ ilçemizde maalesef kan aktı.
AKP milletvekili İbrahim Halil Yıldız ile DBP’li yönetici Esvet Şenyaşar arasında esnaf ziyareti sırasında başlayan ve ailelerin de katılmasıyla büyüyen olayda, milletvekilinin ağabeyi Mehmet Yıldız ve Ecved Şenyaşar dâhil dört kişi hayatını kaybetti 9 yaralı var.
Ölenlere rahmet, yaralılara şifa diliyorum, ailelerin acısını paylaşıyorum.
Şanlıurfa Başsavcılığı Suruç’taki olayın “büyüklüğü ve terör boyutunun olup olmadığını araştırmak üzere 3 Cumhuriyet savcısının daha görevlendirildiğini”açıkladı.
Dilerim gergin seçim sürecinde böyle başka olaylar olmaz.
Dilerim savaş değil seçim yapmakta olduğumuz unutulmaz.
Hiçbir siyaset kan dökmeye değmez.
HÂLÂ MI PARTİCİLİK?
1918 yılının 30 Eylül günündeyiz, Mondros Mütarekesi’ne sadece bir ay var... Ordular yenilmiş, devlet çöküyor... Sadrazam Talat Paşa İttihat ve Terakki Partisi’nin grup toplantısında, durumu anlatıyor; derin bir yeis içinde...
Siyasi tarihimizin ahlak ve sağduyu örneklerinden Fethi (Okyar) Bey kürsüye gelir, konuşmasından bir cümle:
“Sorumlu ve sorumsuz şahısların bilerek ve bilmeyerek kapıldıkları hatalar vatanı, milleti bugünkü elim hale sürükledi...”
Fethi Bey artık İttihat ve Terakki’nin dağılmasını istiyordu; büyük husumetler çekmiş olan İttihatçı hükümetin yapacağı mütareke çok daha korkunç olurdu. Gerçekten bütün mağlup ülkelerde hükumetler değişecekti, her neyse...
Partizan İttihatçıların partiye ihanet suçlamalarına karşı Fethi Bey’in şu sözü son derece önemlidir:
“Daha hâlâ mı particilik!” (Ziya Şakir, İttihat ve Terakki, III, s. 653)
27 MAYIS’A GİDERKEN
Talat Paşa da İttihatçı hükümetin istifası ve husumet çekmemiş başka bir kabinenin mütareke istemesi fikrindeydi, öyle olacaktı.
Milli Mücadele’de Mustafa Kemal ve arkadaşlarının en önemli iç stratejilerinden biri Müdafaa-i Hukuk Hareketi’nin üzerine “İttihatçı” gölgesinin düşmesine imkân vermemekti. Hem içeride birlik sağlanamaz, hem Avrupa’da barış yanlılarıyla bile diplomasi yapılamazdı çünkü.
Tek Parti döneminde ise “inkılapçı dil”öfkelidir.
1948-1952 arasında yumuşak ve ihtiyatlı bir dil vardır fakat çok sürmedi. İktidar da muhalefet de birbirini en ağır şekilde kışkırtan çok öfkeli söyleme kapıldılar, feci gelişmeler yaşandı.
Rahmetli Adnan Menderes'in oğlu Aydın Menderes de Celal Bayar’ı tansiyonu düşürmesi gerekirken aksini yaptığı için eleştirmişti, haklıydı.
27 Mayıs hakem olmadı, barıştırıcı olmadı, aksine yaraları idam sehpalarıyla kaşıdı, derinleştirdi.
Orduda cuntalara yol açtı. 27 Mayısçı gençler Adalet Partisi’nin Ankara Kızılay’daki genel merkezini taşladılar, bastılar, tahrip ettiler.
1970’lerde sağcı, solcu diye birbirimizi öldürmedik mi, yüce bir amaca hizmet ettiğimizi sanarak!
KUTUPLAŞMA İLLETİ
Kutuplaşma ve karşılıklı öfke çok tehlikelidir. Allah korusun, bir tartışmadan üç ölü çıkabilir böyle.
Kürt milliyetçiliği yapanlar, PKK’nın korkunç zararlarını görmelidir.
Hepimiz görmeliyiz ki HDP binalarına saldırılmış, tahrip edilmiş, konvoyları taşlanmıştır; bölgede de AK Parti binalarına, seçim bürolarına saldırılmış, tahrip edilmiştir.
Evvela, şiddet ve teröre karşı olmada hepimiz mutabık olmalıyız.
Hepimizin öfke dilini bırakıp itidal diline dönmesi gerekiyor.
İttihatçılardan günümüze siyasi hayatımıza eşlik eden bu öfke ve kutuplaşma illetini hiç unutmayalım. Artık 21. yüzyıldayız öfke dilini bırakmak, kutuplaşmayı aşmak, siyasi olgunluğa ulaşmak zorundayız