Eskiden evlerimizi kendimiz planlardık. Yan yana odalar çizer, araya bir hela sıkıştırırdık. Dolayısı ile oda boyunca uzarlardı. Aydınlık, ferah ve havadarlardı. Ufak tefek pencereleri vardı. Kanadı yana değil şakuli aralanırdı. Güya Fransız imparatoriçesi Almanya’da bunu görmüş de çok şaşırmış, “ne bu ya” manasına gelen cümleyi ağzından kaçırmış “vat is das?” Biz vasistas derdik o başka..
Helalarımız değerliydi o zamanlar. Sizi girişte bir yolluk karşılar. Kenarda şeker pembe, acı sarı, toz mavi ibrikler, boy boy takunyalar… Çapraza bir kınnap gerer, taharet bezlerini asarlar. Lavabosu içindedir, kenarına bir kalıp kokulu sabun koyarlar. Peşkirler, misafir havluları ip gibi sıralanır, Gülnihal vapurunun flamalarını andırırlar..
Heladan çıkmadan evvel eller mutlaka yıkanmalıdır, ebeveyn buna pek ehemmiyet verir, elin yanında “elini yuğdun mu” diye sorarlar. Bahsi geçen nesil “çıkarın mendillerinizi tırnaklarınıza bakacam” üslubu ile yetiştiği için alışkındır, darılmaz, kırılmaz. Köy evlerinde hela “aman uzak dursun” mantığı ile yapılır, bahçenin taaa öbür ucuna. Gidip mobilyacıya ısmarlayacak halleri yok tabii, uyduruk tahtalardan çakarlar. Ahşap kurudukça budaklar düşer, mekânın mahremiyeti hakkında içinize vesvese sokar. Yazın esinti keyif verebilir ama kışın ciğeriniz donar..
Sonra?
Sonra nossun? Arsalar kıymetlenir, evler daralır, tuvaletler banyonun içine alınırlar. Bir köşeye alafranga lâzımlık koyar, defi hacet işini baştan savarlar. Hamamlar laf olsun kabilinden bir baca irisine (adı aydınlık) bağlanır. Bu delik havalandırmayı sağlamaktan ziyade alt kattakilerin ne yediğini tespite yarar..
Cık cık cık! Olmamıştır ama!
Umumi tuvaletler felakettir, yanına yaklaşılmaz. Karavanacılar hem kuburu tutturamaz hem de öölece bırakıp çıkarlar. Okul kenefleri defakasyondan ziyade ventilasyonda (!) kullanılır, haşarılar paketin dibine dibine vurur, Bafraları yakarlar. İzmaritler idrarla nasıl bir reaksiyona girer bilmiyorum ama burnunuzun direğini kırar..
İdare baskı yaptıkça tiryakilerin sayısı artar, müdür barış çubuğu tüttüremeyeceğine göre… Haytalar arızaya bağlar. Teneffüslerde tuvalet camını gören telefona koşar. İtfaiye erleri ihbarı ciddiye almaz, “veledler duman çekiyor beyim” der, heyecanınızı yatıştırırlar.
Hepsi bir yana umumi helaların muslukları akmaz hatta ıslık bile çalmaz. Duvarlar “leke” içindedir, gaita kültürü alınabilir icabında. Ayakta bevl edenler ise maşrabalara sıçratırlar.v
Hasılı yurdum insanı istinca, istinka ve istibradan bihaber yaşar. Taharetine dikkat edenler ise paslı yosunlu konserve kutularından birini seçer varildeki bulanık suya daldırırlar. Tenekenin dışı kesin pistir, bir nevi necaset nakli….
Ne yapabilirsin ki başka? WC nam mekânların pencereleri sıkı sıkıya kapatılır, hatta sekizlik çiviyle pervaza çakılırlar. Niye?
Ufunet ve suhunet zayi olmaya. Hidrojen sülfür dahilde zapt edile, harice sızmaya! Şehirler arası yolculuklarda otobüs durdu mu, kalabalık acele ile helalara akar. Temizliği es geçen bekçiler iş para almaya geldi mi şahin kesilir, mangırla cama vurup “ücreeet” diye bağırırlar. Küçük yimbeş, büyük elli. Peki büyük yapıp 25 uzatsan? Yemezler koçum, gözünüzden anlarlar..
Ekmeğin 60 kuruş olduğu devirde bu meblağ küçük sayılmaz. Hal böyle olunca uyanıklar sivil polis ayağına yatar. Aman bi havalar bi havalar… Memleketimin şairleri bunca pisliğin kasvetin arasında fırsat bulur, kapıya birkaç mısra karalar. “Tosun” imzası ile neşredilen beyitler veciz değildir, kulak da okşamaz ayrıca..
Ve sloganlar tabii… Yaşasınlar, kahrolsunlar. Ardından tashihler… Birileri milliyetçi kelimesinin “M”sini silecek, birileri de DEV-GENÇ’e “E” ilave edecek “DEVE” yapacaktırlar. Hiç unutmam kompozisyon imtihanında “bir cemiyetin medeniyet seviyesi helâlarından anlaşılır” mevzuu çıkmıştı. Benzer şeyleri yazmış, nakıs puan almıştım..
Kırık not verebilirsiniz. Alışkınım nasıl olsa.
Ethem Mahmut Ziya