La Figueras... Kuzey İspanya’da Pirene eteklerinde bir kasaba
Noter Sinyor Cusi menenjitten ölen oğlu Salvador’u bir türlü unutamaz. Hanımın tekrar hamile kaldığını duyunca neredeyse zil takıp oynayacağı tutar. Eğer şu doğan çocuk da erkek olursa...
Olur da. Defin gününden sadece 9 ay on gün sonra eve yeni bir Salvador gelir (1904) ki veled bire bir ağabeyinin kopyasıdır. Sinyor ve Sinyora Dali bu afacanı bir sırtlarında taşımadıkları kalır, “yapmayın etmeyin” ikazlarını ciddiye almaz, alabildiğine şımartırlar. Geleceğin megalomanını yetiştirebilmek için ne gerekiyorsa onu yaparlar.Biliyor musunuz? Katalanlar İspanyollardan çok farklıdırlar daha zengin, daha aykırı ve sanata daha meraklıdırlar. Barcelona’da yaşarlar ama kalpleri Paris’te atar. Dalilerin yazları takıldıkları Cadaques antik bağ taraçaları ve yıldız yelinin kemirdiği kayalarıyla farklı bir coğrafyadır. İşte bu jeolojik taşkınlıklar çocuğun hayal dünyasını cilalar.
Küçük despot
Gün gelir minik Salvador çift tarafı kesen ustura olur, ev halkı “aman heyheylenmesin” diye sevimli kardeşi Anna Maria’yı kucağa almaktan korkar, garibi beşiğinde bırakırlar.Salvador Felipe Jacinto Dali 7 yaşındayken imparator olmaya niyetlenir. Napolyonvari tavırlar takınır ve emirleri yerine getirilmezse tafra yapar. Keratanın kabahatleri bile “hikmet” sayıldığı için hepten şarlar, kapıları duvarları karalamaya başlar. “Aaa bak teyzesi ne güzel di mi” dendikçe gemi azıya alır, bıkıp usanacak yerde üç vardiya mesai yapar.
Babası bu küçük despota irili ufaklı fırçalar, renk renk boyalar alır ve ressam Juan Nunez’in peşine takar. Juan Usta küçük canavarın hiç de boş olmadığını fark eder ve derse kara kalem çalışmalarından başlarlar. Salvador resme oturunca kendini unutur, adeta başka âlemlere yelken açar. Hem çizgileri sağlamdır hem de hayal gücü sınır tanımaz.
Daldan dala
Salvador, gençlik yıllarında hem Madrid San Fernando Akademisine devam eder hem de sanat dergisi “Studium” da çalışır. Ancak anarşist tavırları yüzünden okuldan atılır, hatta bir süre Girona’da tutuklu kalır (1923). O da çarığını çorabını toplar, Paris’e kaçar. Burada Picasso’yla tanışır ve “kübizm” takılmaya başlar.
Bu kübizm denen akım o yıllarda pek modadır, bunlar zamana ve mekana bağlı kalmaz, nesnelerin tabiî düzenini bozarlar. Mevzuya başka açılardan bakar, hayalleri, arzuları karalamaktan kaçınmazlar.Kübistlerin anlaşılmak gibi bir dertleri yoktur, katar, karıştırır, marifeti meçhulde ararlar. O günlerde Avrupa’da Freudçular çok konuşulur, nitekim Salvador’u da tesirleri altına alırlar. Bir tarafta ahlaki kuralları “pranga gibi” gören sanat camiası, öbür yanda “psikanalizasyon” takılan doktorlar. Bunlar çarpık ilişki adına akla gelecek her haltı onaylar, gırtlaklarına kadar pisliğe batarlar. Göz ne görürse, gönül ona konar derler ya Dali de “abuk saçık” resimler yapar. Kaldı ki yakın arkadaşları da sağlam papuç sayılmazlar, nitekim o da çizgi dışı bir adam olur çıkar. Saçlarını uzatır, dudaklarını boyar, Don Kişot gibi bıyık burar, gözlerini börtlete börtlete bakar ve aklını poşetlik resimlerle bozar.
Bay skandal
Dali, deli midir değil midir bilmiyoruz ama kendine “paranoyak” dedirtebilmek için takla atar, öyle ki konuşma yapmak için çağrıldığı kürsüye dalgıç elbiseleriyle çıkacak kadar. Üstelik tasmalarından tuttuğu iki azgın tazıyı zaptetmeye çabalar. Ona göre reklam reklamdır, iyisi kötüsü olmaz, uyanık olan şöhreti skandallarla yakalar. Salvador her ne kadar kapitalistlere sövse de onlar gibi yaşar, adıyla çıkan kozmetiklerden isim hakkı alır, su gibi dolar harcar. Dali şıpsevdidir, tez bıkar. Soyut resim, gerçek üstücülük, izlenimcilik, noktacılık ve kübizmde sebat etmez, her akıma girer çıkar. Kâh Troçki resimleri çizer, kah Nazi damarı tutar. Ama etkilendiği insanlara hakkını verir, kimsenin tarzını, fikrini çalmaz, atıf yapmaktan kaçınmaz.
Bir ara sinemaya merak salar, ancak bir sürrealist klasiği olan “Un Chien Andalou” (Bir Endülüs Köpeği) ile çok tepki toplar. Filmcilikten çabuk soğur ama tiyatro, opera, bale, mimari, peyzaj ve edebiyat sahalarında at oynatmaktan hoşlanır, hem boyar, hem yazar. Dali bir ara şair Paul Eduard’ın Rus asıllı eşi Helena Diakonova (Gala) ile tanışır. Kadını ayartmak için boynuna inci kolyeler, kulağına sardunyalar takar. Vücudunu tıraş kesiği gibi kanla boyar. Bunu balık kılçığı, keçi gübresi ve yağla karıştırıp şekil yapar. Hasılı kırk kılığa girer ve Gala’yı arkadaşının elinden kapar.
Anarşist monarşist
“Hem monarşistim hem anarşist” sözüyle ünlenen Dali İspanya İç Savaşı’nda yurdundan kaçar. Irkçı olmadığı gibi Marksizmle de işi olmaz, esasen politikayı kansere benzetir ve burjuva gibi yaşar. Sürrealist’lerin (gerçeküstücülerin) önde gelen isimlerinden biri olan Dali’nin bazı tabloları mizah kokar. Mesela şahane bir sahil yapar, dağlar, kumsallar, dalgalar filan... Köpeğini arayan bir çocuk denizi halı gibi kaldırıp altına bakar. Sonra o akan saatler, kokmuş eşekler, kuyruklu pionalar... Dali bir şeyden korkmaz ölümden korktuğu kadar. Unutulmaktansa ıstırap çekmeye razıdır, mezara koymasınlar da isterse etlerini doğrasınlar. Ama vadesi dolan gider, ecel ünlü münlü tanımaz. (23 Şubat 1989)...
Ahmet Sırrı Arvas