26 Kasım 2020 Perşembe

Pierre Loti bir İstanbul Aşığı mı Ülkesine Bilgi Sızdıran Bir Ajan mı?


Pierre Loti bir İstanbul Aşığı mı Ülkesine Bilgi Sızdıran Bir Ajan mı?

Louis Marie Julien Viaud, Atlas Okyanusu yakınlarında Rochefort adlı bir kasabada doğar (1850). Ailesi bir zamanlar iyi zengindir, şatafatlı bir hayat sürer, kalburüstü yaşarlar. Ancak işleri yolunda gitmez ve karaya vururlar. Yeni nesile bol sıfırlı borçlardan başka bir şey kalmaz. Louis henüz çok küçüktür, çalkantının farkına varamaz. Hususi muallimlerden Latince, Yunanca dersleri alır, piyano çalar, resim yapar, sonra bir fotoğraf makinesi aldırır, habire film yakar. Neden sonra denizin bittiğini anlar ve ağabeyi gibi denize çıkar. Düşünün, el bebek gül bebek bakılan, ardında dadılar koşturan çocuk kendini askerî mektepte buluverir. Hazırol!.. Rahat!.. Disiplin, intizam... Kırk kişilik koğuşlar, çalakaşık yumulan karavanalar...

Onca bahriyeli arasında yapayalnız kalır ve içini defterine açar. Bu itiyat subay olunca da devam eder, indiği limanları yazar. Fransa'nın sömürgecilik yaptığı yıllardır, bulunduğu gemi de ülkesinin menfaatleri doğrultusunda rota tutar. Bir ara okyanusa çıkar Tahiti kıyılarını ablukaya alırlar Louis henüz 17'sinde, pembe yanaklı bir bahriyelidir. Kraliçe Pamore ona "Loti" (tropikal bir bitki) adını takar. Silah, dipçik ve çiçek (!) Pek yakışmıyor ama öyledir diyelim, aksini iddia edecek halimiz yok ya. Sanal sevgili İstanbul'a ilk kez Gladiateur gemisiyle gelir, 7-8 ay kalır. Önce Beyoğlu'nda bir otele takılır, sonra şehri panorama gibi seyreden bir ev kiralar. Derken bu geliş gidişler artar, şehrimize demir atar. Kâh Hasköy'ü, kâh Divanyolu'nu mekân tutar. Zaman zaman konsoloslukta geceler, monşerle irtibatı koparmaz. Çat pat Türkçe bilir, eline tesbihini alır, sırtına kaftanını atar, başına fesini koyar, postu adıyla anılan kahveye yayar. Gelsin çay, gitsin kahve, ateşlensin tömbeki, macun, çerez, koz helvalar... Önünde kıvrım kıvrım Haliç, selviler, tahtası kararmış ahşaplar, takalar, mavnalar... Eh o mekân beni bile şair yapar. Louis o günlerde "resmen" subaydır. "Loti" kod adıyla halkın arasına sızar, zikrolunan kahveden Haliç'i göz hapsinde tutar.

Osmanlı tersaneleri ayağının altındadır ve donanmamız Haliç'te yatmaktadır. Gemilerin ateş güçlerini ve kabiliyetlerini iyi bilir, en ufak hareketlenmeyi kaçırmaz. Bir taşla iki kuş, hem istihbarat toplar, kitap da aradan çıkar. Devletlüler bu kelimeyi kullanmaktan imtina ediyor ama bahsolunan işi yapanlara "casus" diyorlar. "Avrupa'da evin içi saklanmaz, sokaktan geçenler perde aralıklarında güzel ya da çirkin başlarla karşılaşırlar. Fakat yabancı bir göz Türk evine asla sızamaz. Eğer bir konuk çıkacaksa, kapı tam açılmaz, aralanır. Hemen ardından da onu kapayacak birisi vardır. O anda size bakılıp bakılmadığını anlamanız imkansızdır" diyen Pierre tabiri caizse kendini yalanlar ve "masal anlatmaya" başlar. Efendim parmaklıklar arasından parlayan bir çift yeşil göz! Bir bakışma ile başlayan yasak aşk! Yahudi sandalcının ayarladığı buluşmalar... Her halde bizim melankolik, kafesli cumbalı evler arasında dolanırken düş gücünü kullanmış olmalıdır. Nitekim Aziyade'nin hayal mahsulü olduğunda devrin yazarları mutabık kalırlar. Değil bir Fransız, yerliler bile tanımadığı konağa yanaşamaz, nerde kaldı nikahlı kadını ayarta!.. Kaldı ki Çerkezler iffetleri ve sadakatleriyle tanınırlar. Zikrolunan şahıslar nâmevcud olduğu için bol keseden atar, eser yayınlandıktan sonra da (artık tanınmaktadır) İstanbul'u rahat turlar.

Piyer Loti'den Güzel bir İstanbul manzarası izleyebilirsiniz

Gerçi kentleri kadınlarla anlatmak sık kullanılan bir yoldur ve her zaman prim yapar. Eh, İstanbul'un o efsunlu, mistik, otantik, egzotik havası, mahçup edalı bir Çerkez kızına uyar. Mösyö evvelemirde kendini anlatır, mekânı ve insanları hadiseye katar. Hayallerini de paylaşır, size içini açar. Yzb. Louis, Pera bölgesindeki Levantenlerle tatlı su Frenkleriyle ne maceralar yaşar bilmiyoruz, adam neticede Fransız'dır bizim ölçülerimiz onu bağlamaz. Ama Fransızların ölçüleri de bağlamaz. Vatandaşları suratı pudralı seyyah hakkında yakışıksız şeyler yazarlar. Yeri gelmişken hatırlatalım ailesi Protestandır, lâkin kendisi Protestanlığı da protesto eder, kitapsızlıkta karar kılar. Hasılı keyfçi, boşvermiş, çizgi dışı bir adamdır, her yol Roma derler ya o hesap... Pierre Loti'yi en iyi tanıyanlardan biri Nazım Hikmet'tir ve onun hakkında "ihtikarcı, şarlatan, burjuva, domuz" demekten sakınmaz. Ama efendim Türk dostu, büyük insan, ünlü yazar... Aşağılık kompleksi işte... Sanırım biraz da adam kıtlığı var. Halbuki o, yanıbaşındaki ülkelerde bile (İtalya'da, Almanya'da) tanınmaz. Neticede bu adam bir Goethe, Shakespeare, Tolstoy değildir. Olamaz da. Kod adı: Loti! Peki Türkleri sever mi? Valla kalbini yarıp bakacak değiliz ama İstanbul'a hayran olduğunu saklamaz. Sadece İstanbul'a mı? İzmir'e, Bursa'ya, Kudüs'e ve Isfahan'a da toz kondurmaz. Zira onun gibi bir tasvirci böylesi kentleri arasa bulamaz. İstanbul her filmde başrol oynar, kendisi hakkında yazanları da şöhret yapar. Kubbeler, minareler, nargile kahveleri, karagöz oyunları, sokak satıcıları, esnaflar, renk renk kıyafetler ve rengârenk insanlar...

Erbabı kelimelerle resim yapar. Nitekim o dahi İstanbul tasvirleriyle Academie Française seçilir (1891) bilahare "Legion d'Honneur" nişanını göğsüne takar. Bakın "Legion d'Honneur" ciddi bir payedir, bunu yazarlık kariyeriyle mi yoksa ajanlık marifetiyle mi alır bilmiyoruz. Yalnız bildiğimiz bir şey varsa Fransa Cumhurbaşkanı Poincare ve Dışişleri Bakanı Delcasse ile senli benli görüşür, çat kapı elçiliklere girer çıkar. Pierre Loti bu kirli işe bulaşmak zorundadır, zira paraya şiddetle ihtiyaç duyar. Hem ailesinden kalan borçları temizler, hem de kenara bayağı dünyalık koyar. Nereden mi biliyoruz? Zira bugün müze haline çevrilen devasa malikane ne zabit maaşıyla yaptırılabilir, ne de kitap satmakla!.. Başarılı yazarlar işlenmedik konular bulur ve hadiseye herkesten farklı bakarlar. Pierre bu hakikati abartır, "aykırılıkta" karar kılar. Bütün Fransızların Ermenici olduğu bir dönemde Türklerin yanında durup soydaşlarının nasırına basar. Fransız gizli servisinden ona verilen vazife de budur aslında. Paris hükümeti bir yandan Anadolu'yu işgal, Suriyeyi ilhak planları yaparken öbür taraftan nabzımıza göre şerbet sunar. Zira o yıllarda Türk mekteplerinde yabancı dil olarak Fransızca okutulmakta, kendi kolejlerinde diledikleri programı uygulamaktadırlar.

Sadece İstanbul'da 100 bin kişi Paris ağzı ile konuşur, Fransızca neşriyat karıştırırlar. Sanat ve edebiyatımızda Frenk etkisi aşikârdır, kalburüstü takım "Alafranga" yaşar. Hepsi bir yana "Kapitülasyonlar"dan yararlanan mösyöler, madenlere, limanlara, demir yollarına, bankalara yatırım yapmışlardır ve bu imtiyazı kaybetmekten korkarlar. Ortalık kızışınca Alb. Loti, Asitane tasvirlerini kenara koyup siyasete soyunur, Balkan ve Trablus meselesinde bize destek veren yazılar yazar. Fransız askeri Mersin'e çıkarken, Antep'i sıkıştırırken, Maraş'ı yakarken, Çanakkale'ye abanırken, bir nevi "perdeleme" vazifesi yapar. İşin içinde mutlaka direktif olmalıdır, yoksa üniformasını giydiği orduya nasıl karşı çıkar? Oyun işte, laf... Tazıya tut, tavşana kaç! Lobici loti Nitekim kendi ağzıyla "Cenevre'de, Fransız ve Türk hükümetlerinin arasını yapmak için ne dolaplar çevirdim bilseniz" diye yazar. "İstanbul'un çatışmasız teslimi için" ikna turları yapar. "Opera Comique'de piyesi izledikten sonra Münih'ten gelen Türk habercisini kabul ettim. Cavit Bey'den aldığım haberleri koşa koşa, Cumhurbaşkanı Poincare ve Dışişleri Bakanı Delcasse'ye ilettim. Umarım barış görüşmeleri başlayabilecek. (14 Haziran 1915)" I. Cihan Harbi çelik üreten ülkeler (İngiltere Almanya, Fransa ve Rusya) arasında kopar.

Loti, Osmanlı imparatorluğunun savaşa katılmasını istemez. Talat ve Enver Paşalara müracaatta bulunursa da netice alamaz. Yine enteresandır Meşrutiyete karşı çıkar, tavrını "Osmanlının kendisi gibi kalmasından yana" koyar. Loti sömürünün maskelisinden yanadır. Türkleri iyi bilir, beklenmedik direnişlerden çekinir. Nitekim hiç hesapta yokken karşılarına Sütçü İmamlar, Şahin Beyler dikilir ve tezinde haklı çıkar. "Her şeyden önce Hıristiyan değiller, zavallı Türkler; işte bu Avrupa'nın gözünde en büyük kusur!" Avrupa'da kan, kin, intikam çığlıklarının yükseldiği günlerde sahte de olsa bu cümlelere ihtiyacımız vardır. Pierre bir anda kahraman yapılır, semtlere, sokaklara adı asılır. Loti, şadırvan başlarını, dem çeken kumruları, mezar taşlarını, başıboş gezinen kedileri, köpekleri, leylekleri, minarelere nazire yaparcasına yükselen servileri, kıraathaneleri, mütebessim müminleri, hasılı Asitane'nin sulhunu sükûnetini sever. Oğlu Samuel Viaud'u da getirdiği İstanbul ziyaretlerinden birinde fevkaladelik hisseder, vapur rıhtıma yanaşınca muhafızlar halı serer, çiçek koştururlar. Bir telaş bir heyecan. "Bu merasim kimin için hazırlandı" derken hizmetçisi fısıldar: "Sanırım sizin için, kumandan!" Nitekim paşalar, murahhaslar "hoş geldiniz" deyip Hazine-i Hassâ'ya ait bir arabanın kapısını açarlar. Alkış, şaşaa...

Onu Rumeli Hisarı'ndan padişahın çatanası ile alır, Bâbıâli Müşâviri Kont Ostrorog'un yalısında ziyafete oturturlar. Bir sonraki gün, sadrazam üç çifte kayığını gönderip evine çağırır, şerefine mehtab âlemi tertip eder. Hamlacılar küreklere asıladursun, kandillerle bezenen sandalın atlas yastıklarına gömülür, nargile tüttürürler. Loti artık tanınmaktadır, yol boylarında halk el sallar. Tarabya'daki Fransız Sefarethânesi'nde bir gece kalabilir, İstanbullular onu Fatih'te sâkin, asûde bir konakta ağırlarlar. Seher vakti müezzin sesine uyanır, sabah satıcıların nameli sesleri oda içinde çınlar. Anadolu işi sofralar, siniler, kalaylı sahanlar... Rüya gibi... Haliç ayakları altındadır ve bir zamanlar ikamet ettiği Hasköy karşısında uzanır.

Ramazan-ı şerif olduğu için gündüz yatar, geceleri (oğluyla birlikte) feslerini giyip, çınar altına takılırlar. Kadir Gecesi bir tekkeden iftara çağrılırlar. Loti, şeyhin engin malûmatına hayran kalır. Sonra Edirne'ye "hatırımdan silinmeyecek" dediği bir gezi yapar. Pierre Loti, Türklerin azınlıklara karşı nasıl müsamaha ile yaklaştıklarını bilir, halk arasında rahat dolaşır, kimsenin kendisine zarar vermeyeceğinden emindir. Halbuki Avrupa mecmualarında eli palalı, dişi kanlı Türk karikatürleri çizilmektedir. Mevsim bahardır, pesbembe çiçeklerle donanan dallar (ihtimal erguvan), gümüş renkli duvarların üzerinden taşar, asırlık mermerler arasından körpe filizler fışkırırlar. Ama onu en fazla Kandilli'deki küçük mescitte huşu ile ibadet eden müminler etkiler, o geceyi unutamaz. Ayrılırken "Doğu medeniyetini seviyorum" der:

"Şu güzelliğin biteceğini hissediyorum ve bu beni hasta ediyor..." Doğrusu kendi medeniyetinin ruhu yorduğunu, ömrü yıpratığını söylemekten sakınmaz. Bütün bunlara rağmen münakaşası yapılan tepeye Karyağdıbaba, Kaşgari ve İdris-i Bitlisi ismi yakışırdı. Zira Piyerloti adında yeteri kadar sokak ve mektep var. > Üniformalı kaçakçı! Pierre de diğer Avrupalılar gibi tarihî eserleri araklamanın hakkı olduğunu sanır. Birçok antik değeri ait olduğu kültürden aparıp koparır. Evi müze gibidir, şömineler, şamdanlar, yemek masaları, zırhlar, bayraklar... Düşünün Suriye'deki bir mescidi minberiyle mihrabı ile (âdeta yekpare) kaldırır, evine katar. Ancak işi bilir, kıblesini şuurlu olarak bozar. Türbe kısmında kimbilir kime ait sandukalar, kitabeler, çeşmeler, halılar, mezar taşları ve çini tablolar. Orta Doğudaki kiliseleri ve Uzak Doğudaki Budist tapınaklarına da ilgisiz kalmaz. Donanma gemilerini ve bahriyelileri böylesi işlerde kullandığına göre yukarıdakilerle münasebeti iyi olmalıdır, zira bu işler sıradan bir subayın boyunu aşar...

Lorem ipsum is simply dummy text of the printing and typesetting industry.

Comments


EmoticonEmoticon