C.W Ceram
Pompei'nin Son Günleri
Ressam Karl Briullov
İsa'nın doğumunun 79. yılı Ağustos ayında, daha önceleri de sık sık olduğu gibi Vezüv'ün patlayacağını anlatan ilk belirtiler görüldü. Fakat ayın 24'ünde, o zamana dek hiç görülmedik bir felaketin başladığı açıkça anlaşıldı.
Korkunç bir gök gürlemesi ile dağın tepesi yarıldı. Fıstık ağacı biçiminde bir duman gök kubbesine yayıldı. Gümbürtüler ve çakan şimşekler arasında bir taş ve kül yağmurudur boşandı, güneşi kararttı. Kuşlar havadan ölü düştüler, insanlar bağrışa çağrışa kaçıştılar, hayvanlar öteye beriye sokuldular, bu arada, gökten mi, yerden mi geldiği bilinmeyen seller yolları bastı.
Her iki kent güneşli bir günün sabah çalışmalarına dalmıştı. Onların sonu iki türlü oldu. Küller, sel gibi bir yağmur ve lavdan oluşan bir çamur yığını Herculaneum'un üzerine yuvarlandı, caddelere ve sokaklara doldu, yükseldi, büyüdü, damları örttü, pencere ve kapılardan içeriye taştı, kenti, bir süngeri suyun doldurduğu gibi doldurdu ve onu, çarçabuk kaçarak kurtulanların dışında ne varsa hepsi ile birlikte örttü.
Pompei'nin sonu başka türlü oldu. Buraya önünden kaçmaktan başka görünür çıkar yolu olmayan bir çamur seli gelmedi, önce hafif bir kül yağmuru başladı. İnsanın üzerinden silkeleyebileceği gibi bir kül yağmuru ardından lapilli[1]yağdı, sonunda her biri birkaç kiloluk süngertaşı parçaları da araya karıştı.
Ancak yavaş yavaş tehlikenin büyüklüğü ortaya çıktı ama o zaman da artık iş işten geçti. Kükürt buharları yere çöktü, bütün aralıklar ve deliklerden sızdı, gittikçe güç, daha güç soluk alabilen insanların yüzlerine sardıkları bezlerin altına doldu. Kurtulmak ve hava alabilmek için dışarı fırlarlarsa başlarına lapilliler öyle sıkı yağıyordu ki, dehşet içinde geri çekilmek zorunda kalıyorlardı. Ama daha evlerine girer girmez tavan çöküyor ve onları altına gömüyordu. Bazıları kısacık bir süre için kurtuldular. Merdiven direklerinin ve revakların[2]altında korku içinde yarım saatçik büzülüp kaldılar. Sonra kükürt buharları usul usul, sürüne sürüne geldi, bunları da boğdu.
Atlama Taşları Su akan caddeden ıslanmadan karşıya geçmenin yolu olarak düşünmüşler. Arabalar iki taşın arasından geçiyormuş. Bunun için de arabaların enini standart yapmışlar. |
Kırk sekiz saat sonra güneş yeniden göründü. O zaman Herculaneum ile Pompei artık yoktu. On sekiz kilometre çapında bir alanda her yer harap olmuş, tarlalar örtülmüş. Afrika, Suriye ve Mısır'a dek kül tanecikleri uçuşmuştu. Şimdi Vezüv'den yalnız ince bir duman sütunu yükseliyordu. Gök gene eskisi gibi maviydi.
Bunun, geçmişle uğraşan bütün bilimler için ne denli heyecan verici bir şey olduğunu göz önünde tutmak gerekir.
Aradan yaklaşık bin yedi yüz yıl geçti.
Başka bilgilere, başka törelere sahip olan, fakat bütün insanlığı birleştiren kan bağı ile o gömülmüş insanlara bağlı başka insanlar, küreklerini toprağa daldırdılar ve onca zamandır uyuyanları ışığa çıkardılar. Bu gerçekten, sihirle ölüleri diriltmeye benzer bir şeydi: Bilimine delice tutkun, üstelik dedelerine saygı duymayan bir bilgin böyle felaketleri büyük bir talih eseri sayabilir. Goethe, Pompei için pek saygısızca: "Bundan daha ilgincini kolay kolay düşünemiyorum . . . " demişti.
Gerçekten de bir kenti gündelik yaşamın bütün işleyiş yönleriyle gelecekteki bilginlere saklamak için böyle bir kül yağmurundan daha üstün bir olanak düşünmek zordur; hayır, saklamak değil, konserve etmek sözü buna daha uygun düşer.
Burada eski bir kent doğal bir ölümle yavaş yavaş çökerek ölmemişti. Burada canlı kentlere ansızın bir büyücü değneği dokunmuş, zamanın, oluşun ve yok oluşun yasası yürüdüğünü yitirmişti.
İLK kazı yılına dek yalnızca şu olay biliniyordu: İki kent gömülmüştü. Ama şimdi yavaş yavaş bu dramatik olay anlaşılmaya başlandı ve ilkçağ yazarlarının haberleri canlandı. Felaketin bütün korkunçluğu, günün akışını ansızın kesiveren, süt domuzunu ocaktan almaya, pişmiş ekmeği fırından çıkarmaya bile vakit bırakmayan o ansızınlığı gözlerde belirginleşti.
Hala esirlik bukağılarını[3] taşıyan, çevrelerinde kıyamet kaparken zincire vurulu kalmış iki iskeletin parçaları arkasında acaba hangi öykü gizlidir? Yine böyle zincire vurulmuş olarak bir odanın tavanı altında bulunan köpeğin ölümü ardında ne acılar yatıyor? Pencereler ve kapılardan akıp dolan lapilli yığınına tırmana tırmana giderek daha yukarı çıkmıştı köpek. Sonunda tavan yolunu kesinceye, bir kez daha havlayıp sonra boğuluncaya dek . . .Pompei Harabelerinin görece ilk durumu
Şimdi çok düzenli bir şehir görünümünde
Kazdıkça aile öyküleri, çaresizlik ve ölüm arasında geçen dramlar ortaya çıkıyordu. Edward Bulwer-Lytton'un ünlü romanı Pompei'nin Son Günleri'nin son bölümü hiç de gerçeğe aykırı değildir: Çocukları kolları arasında, analar bulundu. Peçelerinin son parçacığı ile onlarıkorumuşlardı, ama sonunda ikisi de boğulmuştu. Hazinelerini toparlamış, kapıya dek varabilmiş, sonra da lapilli yağmuru altında yığılıp kalmış erkekler ve kadınlar çıkarıldı. Bunlar hala son güçleriyle mücevherlerini, altınlarını kavrıyormuş gibi duruyorlardı. Bulwer'in Glaukus'unu[4]oturttuğu evin kapısının önünde mozaikte "Cave Canem" ( Köpekten kendini koru [Dikkat köpek var!]) yazılıdır. İki genç kız kaçarken bu eşiğin önünde duraksamışlar, değerli mallarını toplamak istemişlerdi ve artık çok gecikmişlerdi.
Herkül Kapısı'nın önünde üst üste ölüler bulundu. Bunlar hala, kendilerini ağırlıklarıyla ezen ev eşyalarıyla yüklüydüler. Kül altında kalmış bir odada bir köpekle bir kadının iskeleti bulundu. Dikkatle incelenince korkunç bir dram ortaya çıktı. Köpeğin iskeleti hala biçimini korurken, kadının kemikleri odanın köşe bucağına dağılmış duruyordu. Ama bunlar ne yüzden böyle dağılmışlardı? Yoksa dağıtılmışlar mı demek daha doğruydu? Açlık yüzünden kurt doğası üstün geldi ve köpek hanımına saldırdı, onu yedi ve ölümden bir gün mü çaldıydı? Bundan çok uzak olmayan bir yerde bir cenaze töreni yarıda kalmıştı. Cenaze şölenine katılanlar yataklara uzanmıştı. Bu kendi cenaze törenlerine katılanlar, bin yedi yüz yıl sonra da yine öyle bulundular.Pompeii Harabelerinin arkasında facianın
sorumlusu Vezüv Dağı görünüyor.
Şurada, bir odada, hiçbir şeyden habersiz oynarlarken ölümün ansızın üzerlerine çullandığı yedi çocuk vardı. Burada otuz dört kişi; yanlarında da herhalde boynundaki çıngırağın korkunç çıngırtıları arasında, insanların barınaklarında kurtuluşunu arayan bir de keçi vardı. Kim kaçmak için uzun uzun duraksarsa artık ne cesaret, ne de kuvvet ona yardım edebilirdi. Gerçekten Herkül yapılı bir adam buldular. Önünden koşan anasıyla on dört yaşındaki kızını bile koruyamamıştı artık. Hep birden yere çöküvermişlerdi. Adam son gücüyle bir kez daha doğrulmaya uğraşmıştı. Ama o zaman buharlar onu uyuşturmuştu. Ağır ağır yere serilmiş, sırtüstü dönmüş ve uzanmıştı. Küller onu örtmüş ve kalıbını almıştı. Bilginler bu kalıba alçı döktüler ve bir insanın biçimini elde ettiler, ölü bir Pompei’linin heykelini.
Bırakılmış, geride kalmış bir kapının ve yolun kendisine kapalı olduğunu anlayınca, küllerin örttüğü evde, kapılar ve duvarlara vuruşları kim bilir nasıl ses vermişti? Ya baltayı eline geçirip duvarı yıkmaya başladığında? Duvarın ardında da çıkar yol olmadığını görüp ikinci duvarı da yıkınca, sonunda bu son odadan üzerine yanardağ külleri yığılarak düşüp kaldığında?
Evler, İsis Tapınağı, tiyatro, hepsi içinde oturulduğu ve yaşandığı zamanki gibiydiler. Yazıcı dükkânında balmumu tabletler, kitaplıkta papirüs tomarları, esnafın işliklerinde avadanlıklar, hamamlarda kaşağı duruyordu. Meyhanelerin masaları üzerinde hala kaplar, son müşterilerin acele ile fırlatıverdikleri paralar vardı.
Meyhane duvarlarında yanıp yıkılan, ya da umutsuz aşıkların yazdıkları beyitler okunuyordu. Villaların duvarlarında freskler vardı ki, Marcello Venuti'nin[5]dedigi gibi "Raffael'in[6] yapıtlarından daha güzeldirler". 18. yüzyılın aydın insanı işte böyle bir buluş bolluğunun karşısındaydı. Rönesans'tan sonra doğmuş oldugu için bütün güzelliklere karşı açık, pozitif bilimlerin yeni başlamakta olan gücünü sezen o çağın çocuğu, gerçeklere kendini vermek ve yalnızca hayranlıkla yetinen estetikçiliğe saplanıp kalmamak istiyordu.
Tanrılar, Mezarlar ve Bilginler, C.W Ceram (Kurt Wilhelm Marek) , Çev. Hayrullah Örs, Remzi Kitapevi, 2015/11, s.17-19
Ayrıca bkz.
https://www.muzebiletleri.com/bilet/italya/napoli/pompei-antik-kenti-giris-ucreti-ve-turlar/
https://www.youtube.com/watch?v=aYtsHqneCNc
https://arkeofili.com/yanardag-patladiginda-pompeiiden-kacanlar-nereye-gitti/
https://www.youtube.com/watch?v=gaJPcKLyXLQ
[1] Volkan bacasından atılan lav parçalarının havada dönerek soğuması ile oluşur. Volkandan atılan lav hariç tüm malzemeye tefra denir. Bu malzeme değişik boyutlara sahiptir. 2.0 mm den ufak boyuttakilere kül, 2–63 mm arasındakilere lapilli ve daha büyük tane boyuna sahip olanlara da volkan bombası adı verilir., https://tr.wikipedia.org/wiki/Volkan_bombas%C4%B1
Burada da çizgi romanı var: https://mega.nz/file/dwBwSLpJ#CNw9X37WF1oTsZEi9LZAslAn4s5EgdavWmpGYLLHSHQ
[Buna katılmak mümkün değil DK]