"Gazi Osman Bey iyi idaresi, keskin görüşü, itidalli hareketi, yüksek kabiliyeti, rakiplerine kendini sevdirmesi, mücadelesinde planlı hareketi ve sabırlı, müsamahalı olması ile etrafındaki aşiret leri nüfuzu altına almayı bilmiştir. Selçuklulara ve İlhanlılara karşı saygısını bozmadığı gibi çevresindeki Türk
devlet anlayışı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
devlet anlayışı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
9 Şubat 2022 Çarşamba
Osman Bey'in devlet ve siyaset anlayisi
Ahmet Şimşirgil
Bayram Cigerli
bayramcigerli.blogspot.com
devlet anlayışı
Kayılar
Osman Bey
Osmanlılar
Siyaset Anlayışı
Tarih
Tarih Konu Anlatım
Tarih Notları
Rohat Fatih
Comment
"Gazi Osman Bey iyi idaresi, keskin görüşü, itidalli hareketi, yüksek kabiliyeti, rakiplerine kendini sevdirmesi, mücadelesinde planlı hareketi ve sabırlı, müsamahalı olması ile etrafındaki aşiret leri nüfuzu altına almayı bilmiştir. Selçuklulara ve İlhanlılara karşı saygısını bozmadığı gibi çevresindeki Türk
24 Nisan 2017 Pazartesi
Osmanlı'da Devlet Anlayışı
Osmanlı devlet anlayışında en başından itibaren Türk töresi olarak bilinen gelenek ve görenekler önemli yer tutmuştur. Buna göre hükümdar ailesi kutsal sayılmış ve hükümdarlık hakkının Âl-i Osman adıyla anılan Osmanoğullarıailesine ait olduğuna inanılmıştır. Bu nedenledir ki Roma ve Bizans imparatorluklarında çeşitli hanedanlar işbaşına geçtiği hâlde Osmanlı Devleti kuruluşundan yıkılışına kadar tek hanedantarafından yönetilmiştir.
Osmanlı Devleti’nde egemenliğin kaynağı konusunda da İslam hukukuyla birlikte Orta Asya Türk geleneklerine bağlı kalındı. Hâkimiyetin Allah’a ait olduğu esasına dayanan bu anlayışa göre padişahlar, devleti Allah’ın yeryüzündeki vekili sıfatıyla yönetir ve memleketin sahibi sayılırdı. Aynı şekilde Osmanlı hanedan üyelerinin de Allah tarafından verildiğine inanılan ve kut denilen yönetme yetkisine sahip oldukları kabul edilirdi. Bu nedenle devlet, hanedan üyelerinin ortak malı olarak sayılmış ve ailenin tüm erkek üyelerinin tahta geçme hakkına sahip olduklarına inanılmıştı.
Kendisinden önceki Türk devletleri gibi Osmanlı Devleti’nde de yerleşmiş bir saltanat veraseti usulü yoktu. Bu nedenle hanedan üyeleri arasında sık sık taht kavgaları yaşandı. I. Murat Dönemi’nden itibaren ise merkezî otoriteyi güçlendirmek ve taht kavgalarını azaltmak için “Ülke hanedanın ortak malıdır.” Anlayışı yerine “Ülke padişah ve oğullarınındır.”anlayışına geçildi. Böylece hükümdarlığa yalnızca padişahın oğulları getirilmeye başlandı.
Osmanlı Devleti’nde bütün yetkiler padişahta toplanırdı. Ancak o, bu yetkilerini keyfî biçimde kullanamazdı. Padişah her şeyden evvel devlet işlerinin İslamhukukuna uygun bir biçimde yürütülmesinden sorumluydu. Ayrıca adalet ilkelerine ve Türk örfüne de uymak zorundaydı. Padişahın ülke topraklarını genişletmek, halkın refahını arttırmak, adaleti sağlamak, devleti iç ve dış tehlikelere karşı korumak gibi görevleri vardı. Osmanlı padişahı, bu sorumluluklarını yerine getirmek için İslam dinine ve Türk töresine uygun olmak şartıyla her türlü kararı alıp uygulayabilirdi.
Osmanlı Devleti’nde, eski Türk devletlerindeki Kurultay geleneği ile İslam devletlerindeki Divan teşkilatı da devam ettirildi. Buna göre devlet işleri Divanda görüşülür ve genellikle Divanda ortaya çıkan görüş doğrultusunda son kararı padişah verirdi. Padişahın kararı kanun sayılırdı. Osmanlı sultanları devlet başkanlığının yanı sıra başkomutanlık vazifesini de üstlenmişlerdi. Bu nedenle padişahlar orduların başındaseferlere çıkarlardı.
16. yüzyılın sonlarına kadar Osmanlı padişahları şehzadelik yıllarında sancak beyi adıyla sancaklarda görevlendirilirdi. Sancağa çıkma denilen bu uygulamaya göre şehzadeler, şehzade sancağı adı verilen Manisa, Konya, Amasya gibi önemli şehirlerden birine vali olarak gönderilirdi. Sancak beyi olan şehzadeye bu görevi sırasında lala adı verilen deneyimli bir devlet adamı rehberlik ederdi.
Osmanlı Devleti’nde egemenliğin kaynağı konusunda da İslam hukukuyla birlikte Orta Asya Türk geleneklerine bağlı kalındı. Hâkimiyetin Allah’a ait olduğu esasına dayanan bu anlayışa göre padişahlar, devleti Allah’ın yeryüzündeki vekili sıfatıyla yönetir ve memleketin sahibi sayılırdı. Aynı şekilde Osmanlı hanedan üyelerinin de Allah tarafından verildiğine inanılan ve kut denilen yönetme yetkisine sahip oldukları kabul edilirdi. Bu nedenle devlet, hanedan üyelerinin ortak malı olarak sayılmış ve ailenin tüm erkek üyelerinin tahta geçme hakkına sahip olduklarına inanılmıştı.
Kendisinden önceki Türk devletleri gibi Osmanlı Devleti’nde de yerleşmiş bir saltanat veraseti usulü yoktu. Bu nedenle hanedan üyeleri arasında sık sık taht kavgaları yaşandı. I. Murat Dönemi’nden itibaren ise merkezî otoriteyi güçlendirmek ve taht kavgalarını azaltmak için “Ülke hanedanın ortak malıdır.” Anlayışı yerine “Ülke padişah ve oğullarınındır.”anlayışına geçildi. Böylece hükümdarlığa yalnızca padişahın oğulları getirilmeye başlandı.
Osmanlı Devleti’nde bütün yetkiler padişahta toplanırdı. Ancak o, bu yetkilerini keyfî biçimde kullanamazdı. Padişah her şeyden evvel devlet işlerinin İslamhukukuna uygun bir biçimde yürütülmesinden sorumluydu. Ayrıca adalet ilkelerine ve Türk örfüne de uymak zorundaydı. Padişahın ülke topraklarını genişletmek, halkın refahını arttırmak, adaleti sağlamak, devleti iç ve dış tehlikelere karşı korumak gibi görevleri vardı. Osmanlı padişahı, bu sorumluluklarını yerine getirmek için İslam dinine ve Türk töresine uygun olmak şartıyla her türlü kararı alıp uygulayabilirdi.
Osmanlı Devleti’nde, eski Türk devletlerindeki Kurultay geleneği ile İslam devletlerindeki Divan teşkilatı da devam ettirildi. Buna göre devlet işleri Divanda görüşülür ve genellikle Divanda ortaya çıkan görüş doğrultusunda son kararı padişah verirdi. Padişahın kararı kanun sayılırdı. Osmanlı sultanları devlet başkanlığının yanı sıra başkomutanlık vazifesini de üstlenmişlerdi. Bu nedenle padişahlar orduların başındaseferlere çıkarlardı.
16. yüzyılın sonlarına kadar Osmanlı padişahları şehzadelik yıllarında sancak beyi adıyla sancaklarda görevlendirilirdi. Sancağa çıkma denilen bu uygulamaya göre şehzadeler, şehzade sancağı adı verilen Manisa, Konya, Amasya gibi önemli şehirlerden birine vali olarak gönderilirdi. Sancak beyi olan şehzadeye bu görevi sırasında lala adı verilen deneyimli bir devlet adamı rehberlik ederdi.