20 Temmuz 2010 Salı

OSMANLI'YA ARZ-I HÂL

Osmanlı Devletinin 14 milyon kilometre kareye yayılan dört kıtadaki coğrafyasında çeşitli inanç ve soydan çok sayıda insanı bir araya getirebilmesi ve bu milletleri 623 yıl bir arada tutarak varlığını devam ettirebilmesi elbette ki kainat çapında ve dünya tarihînde emsalî görülmemiş bir hadisedir.

Onun haricindeki hemen bütün devletler yeryüzünde yıkım, yağma ve talanla zengin olurken; Osmanlının gelişimi, adaleti, ilmi, kültürü sanatı ve asaleti bu gün bile hala anlaşılamamış bulunmaktadır.

Mimarlık sanatı eserlerinin baş yapıtları olan salâtin camilerînden taş köprülere, kale ve Kervansaraylardan kuş evlerine kadar nice müstesna eserin vücuda getirildiği yüzlerce yıllık bu dönem; insanlığın geldiği ince zevkin ve asaletin zirveye ulaştığı bîr zaman dilimidir.

Osmanlı insanını dört kıtada 623 yıl hükümran eden ve ayakta tutan sırlar nelerdir?

Osmanlıyı tanımak,onun eserlerini incelemek, bu zengin kültür ve sanat mirasını anlamak demektir.

Bugün düşen bir taşını dahi yerine koyamadığımız, bakım ve onarımını dahi doğru dürüst yapamadığımız, hatta taklit etmeyi bile beceremediğimiz bu eserler; ancak ilahî yardımlarla ve semavî ilhamlarla ortaya konabilmişlerdir.

Onların bizim hala anlayamadığımız bu Değerlerine ancak müzayedeler paha biçmekte ve onları gerçek sahiplerinden alıp vatanlarından çok uzaklara götürmekteler.

Oysa bizler bugün bütün bunları anlamaktan ve o semavi yardımlara iltifatlara vb. hikmetlere mahzar olmaktan çok ama çok uzağız.

Eski elyazmalarını kitap kurtları yememişlerdir. Osmanlı kumaşlarındaki turkuazlar ve yakut kırmızıları hala canlıdır, demir şebekeler, çelik kılıçlar, tüpler, zırhlar paslanmamakta, çinilerin rengi solmamaktadır mimarlık sanatı eserleri depremlere tabii afetlere, yangınlara yüzlerce yıldır dayanmakta pırlanta kubbelerin uzayda kesişen eğrilerinin hesabını kimse bilmemektedir.

Mermerin, ahşabın, camın, vitrayın, taşın, tuğlanın, deryalara kurulan camilerindir gecede inşa, edilen köprülerin sırrını hala kimse çözememiştir. Kirpik inceliğindeki fırçalarla yapılan minyatürleri bugün dahî kimse taklit edememiş; mezar taşlarındaki hatt istifleri okuyamamış,el yazmalarını çözememiş dev topların nasıl döküldüğünü ve gemilerin karadan nasıl yürütüldüğünü hala keşfedememiş bulunmaktayız.

Mimarlık sanatı eserlerin yazılara, fermanlardan minyatürlere, tezhip ve ciltlerden, balyemez toplarına kadar, şiîr musiki edebiyat kıraat ve her türlü zenaat ve sanat ince bir zevkin ve yüksek bîr îslami ahlakın ifadesidir.

Zira o medeniyetin;
Servet sahipleri merhametli ve himmetli,
Fakirleri haysiyetli ve kanaatli;
Beyleri , paşaları dirayetli ve kudretli, alimleri belagatli ve faziletli, erkekleri izzetli ve gayretli hanımları iffetli ve letafetli küçükleri hürmetli, büyükleri şefkatli, pehlivanları kuvvetli, yiğitler!
Secaatli, zabitleri celadetli yeniçerileri dehşetli esnaf ve tüccar kanaatli
sanatkarı maharetli ve. Hepsinden önemlisi İnsanlar arasındaki ilişkilerde alabildiğine muhabbetliydi.

Bu medeniyet böylece bir mana, ruh ve orijinallik kazanmış, Osmanlı toplum yapısı dünyevi ve uhrevî hayatla fertler arasında ideal ve tam bir denge kurmayı başarmıştır.

Zira yeryüzünde insanlık adına yapılmış her iyi ve güzel şeyin altında onların himmetleri ve gayretleri bulunmaktadır.

Bugün Avrupa’ya veya Hıristiyan alemine çok şiddetli bir bağlılık kesbedenler kendi milletinin tarihine derin bir nefret duygusuyla hareket ederek yine kendi haysiyetlerîni yerle bîr eden hayırsız evlatlardır,


Allah'ın emir ve yasaklarına uyarak yaşamayı şiar edinen bu garip medeniyetin insanları; elbette ki bugün torunları tarafından unutulmayı ve horlanmayı asla hak etmemişlerdir.

Osmanlı'ya, bilhassa padişahlara yapılan iftiralara milli vicdandaki üzüntü ve tepkisine her zaman tercüman olmaya çalışmalıyız. çünkü onlar hayır ve hasenat medeniyetinin aziz insanlarıdır.

Allah cc onlara İslam’ın bayraktarlığı unvanını ve nice zahirleri nasibe imiştir.

Yüksek ahlakın ve faziletin temsilcileri olan İslam terbiyesi ve görgüsüyle yetişmiş atalarımızın bugün bizler maalesef bir devamı olamadık.

Gerçekten Osmanlılar yaşadı mı? Devlet-i Ali-i Osman’ının ülkesi var mıydı? Onların temsilcileri olan insanlar, ahfadı torunları mirasçıları, neredeler...

Kontantiniye feth olundu, İstanbul payitaht oldu mu ?

Çektirilen kalyonlar hangi seferde, balyemez topları neden sustu?

Bosna ve Kosova’da Sırp kafiri zulm mü eder, evladı fatihan kabirlerinden

Osmanlı'yı imdada mı çağırır?

Güzelce Bağdat düşman eline mi geçti?

…………….

Nemçe kralı…

Bir itirazın mı var ?

……….

Elyazmalarını kim okuyacak

Muazzam kubbelerin altında tekbir getiren saflar nerede ?

Ya doru atların nal izlerinin çizdiği sınırlar…

Bugün oradalar da otuz beş ayrı devlet var. Hepsi de baykuşlara yem olmak için sırasını mı bekler..

………….

Ey şanlı ecdadım Osmanlı...

Ben senin 21. Yüzyıldaki torunlarından ve Sanayi nefise Şakirdanından;

Çorumlu,

Hasan Nafizade Attila Bin Hayrettin…

Hulasa bir garip adem;

Senden kainata nizam verdiği asırların 707. seneyi devrisinde utanarak huzuruna çıkıyor ve sana layık olamadığım için senden af diliyorum..

Helallik diliyorum…

Özür Diliyorum..

Attila ALPAY
Yeşilay Çorum Şube Başkan


Lorem ipsum is simply dummy text of the printing and typesetting industry.

Comments


EmoticonEmoticon