Tarihte kurulmuş olan nice Türk devleti vardır ki bunlar, kuruldukları coğrafyaya hem kültür ve medeniyet getirmişler hem de o topraklarda adaleti, barış ve esenliği hâkim kılmışlardır. Bu hâkimiyet, Türklerin İslâm’ı kabulü ile daha bir anlam kazanmış, tüm insanlık, Türk-İslâm kültüründen, himayesinden ve şefkatinden faydalanma imkânını bulabilmiştir.
Türklerin tarih sahnesinde yer alan en büyük ve en görkemli devleti hiç şüphe yoktur ki, Osmanlı Devleti’dir. Osmanlılar, Anadolu’da çok kısa bir süre içinde Türk birliğini sağladıktan sonra, Yavuz Sultan Selim’le birlikte İslâm birliği hedefine yönelmiş ve bunu da büyük ölçüde gerçekleştirebilmişlerdir.
624 yıl yaşayan Osmanlı Devleti, 27.000.000 km².lik yüzölçümüyle bugün bağımsız 40’tan fazla devletin egemen olduğu coğrafyaya hâkim durumdaydı. Vergi aldığı, himâye ettiği devletler birlikte bu sayı 80’i bulur. Bu şu anlama geliyor; Osmanlı Devleti, 17. yüzyıl itibariyle dünya nüfusunun %40’ını kontrol eden bir güç durumundadır!
Osmanlı’nın 19. yüzyılda etkisizleştirilmesi ve 20. yüzyıl başlarında tarih sahnesinden silinmesinden sonra Anadolu’da yepyeni bir Türk devleti kuruldu: Bu devlet, bizim de mensubu olmaktan kıvanç duyduğumuz Türkiye Cumhuriyeti’dir..
Ne denirse densin, ne yapılırsa yapılsın Türkiye, Osmanlı Devleti’nin mirasçısı bir devlettir. Türkiye, Osman Devleti’nin elbette devamı değildir, olamaz da… Ancak, Türkiye’miz günümüz dünyasında nasıl bir güce sahip olduğunu bilmek ve bu gücün avantajlarını kullanmak zorundadır.
Türk Millî Futbol Takımı’mızın 2008 Avrupa Şampiyonası’nda verdiği eşsiz mücadeleye hangi gözle baktığımızı hepimiz biliyoruz. O mücadeleyi bir spor karşılaşması olmaktan çıkardık. Tarihteki Viyana hezimetimizin, Birinci Dünya Savaşı’ndaki yenilgimizin ve dağılışımızın sanki bir rövanşı, hesaplaşmasıydı bu! Gazetelere atılan manşetler arşivimde; “Çılgın Türkler Viyana’da, Bir Türk Destanı, Hilal Parlıyor, İşte Türkün Gücü…” Bu şampiyonada şunu gördük ki, “millî takımın coğrafyası” Türkiye ile sınırlı değil… Avrupa, Balkanlar, Orta Asya’daki Türk Cumhuriyetleri ve Kuzey Afrika’dan Arabistan’a bütün İslâm Dünyası kapsama alanımızda!
Attığımız her gol sonrası Makedonya’daki, Bosna’daki sevinci keşke duymak değil, görmek de mümkün olsaydı. Kerkük’te ve Filistin’de attığımız her gol için kendi acısını, derdini bırakıp Türkiye için sevinen, kalpleri bizimle atan kardeşlerimizin var olduğunu bilmek ne de güzel! Gazze’de maçı anlatan Arap spikerin Türkiye-Çek Cumhuriyeti maçının 2-0 yenik düştüğümüz dakikalarında; “Tarih boyunca bu aslanların ne mağlubiyetleri aşıp, başları dimdik çıktıklarını gördük, bu çocuklar döndürecek maçı. Allah Türklerin ayağına kuvvet versin diye dua edelim (Süleyman Gündüz 22. Dönem Milletvekili)” demesini neyle açıklayabiliriz?
Lise yıllarında umreye gitmek nasip olmuştu. Mekke’de Kâbe’nin revakları altında otururken yaşlı bir Arapla sohbet etmeye çalışmıştım. Türkiyeli olduğumu söylediğimde, “İstanbul… Osmanlı” dedi, başka bir şey diyemedi, dediyse de belki ben anlamadım. Ama gözlerinden dökülen yaşlar bana çok şeyi anlatmıştı. Bugün Arap dünyası, Osmanlı’ya özlem duymakta, Türkiye’mizden çok şeyler beklemektedir. Ama kopuk ilişkiler ve farklı yönelişler bu beklentiyi bir adım öteye taşıyamamaktadır. Birinci Dünya Savaşı sırasında aramıza atılan nifak tohumları, aslı astarı olmayan rivayetler ve milliyetçilik söylemleri de Müslüman devletlerin işbirliğine karşı hazırlanan sinsi oyunun bir parçasıdır.
2005 yılında Cezayir Cumhurbaşkanı Abdülaziz Buteflika, zamanın Dış İşleri Bakanı şimdilerde cumhurbaşkanımız Abdullah Gül’e şu sözleri söylemişti: “Osmanlı Devleti’nin bıraktığı boşluk doldurulamadı. Güçlü ve hoşgörülü Osmanlı düzenine her zamankinden çok ihtiyacımız var. İngiltere eski sömürgeleriyle Commonwealth’i kurdu; sömürge düzenini devam ettiriyor. Osmanlı bizi asla sömürmedi; niye biz Osmanlı düzenini devam ettirmeyelim? Biz, Osmanlının parçasıyız. Biz Cezayirliler, Osmanlıyı Cezayir’e davet ettik, ama gitmesini istemedik. Osmanlı Milletler Topluluğu’nu kuralım…” Tarihini doğru okumuş bir devlet adamı Buteflika!
Osmanlı Devletler Topluluğu fikri, kimi gazeteciler, siyasetçiler ve devlet adamları tarafından zaman zaman tartışılan bir meseledir. Kurulması düşünülen bu birlik, ilk aşamada siyasî bir hedef taşımasa da, pek çok ülkenin Müslüman toplumlara karşı tavrını etkilemesi bakımından önemli bir etken olacaktır. Türkiye Cumhuriyeti, Osmanlıdan aldığı miras ile bir zamanlar Osmanlı yönetimi altında yaşamış olan milletleri kültürel ve sosyo-ekonomik olarak ilgisi ve etkisi altına almak zorundadır, bunu da başaracak güçtedir.
Geçtiğimiz hafta içinde Başbakanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın Irak’a yapmış olduğu geziden de çok faydalı sonuçlar çıkacaktır. Irak, tarihinde ilk kez başbakan ve bakanlarıyla birlikte havaalanında tam kadro olarak bir lideri; Türkiye Başbakanı’nı karşılamışlar. Atılan imzalar, Türkiye’nin Irak doğalgazı ve petrolleri için devreye girmesi, kardeş bir ülkenin elinden tutmak olarak değerlendirilmeli ve bu iş birliği her alanda artarak devam ettirilmelidir.
Balkanlardaki huzursuzluk, Kafkaslardaki belirsizlik, Ortadoğu’da sürüp gelen savaş, ancak ve ancak bir zamanlar buraya egemen olmuş Osmanlı modeliyle ve Osmanlı torunlarıyla giderilebilir.