Hannah Arendt
Tehcir operasyonları, hemen hemen diğer bütün ülkelerde olduğu gibi HOLLANDA'da da devletsiz Yahudilerle başladı. Bu ülkedeki Yahudilerin neredeyse hepsi Almanya’dan iltica etmişti ve savaştan önceki Hollanda hükümeti tarafından resmen "istenmedikleri" ilan edilmişti. Toplam yüz kırk binlik Yahudi nüfusun yaklaşık 35 bini yabancı Yahudilerden oluşuyordu. Belçika'dan farklı olarak, Hollanda sivil bir hükümetin yönetimine verilmişti; Fransa'dan farklı olarak da, ülkenin kendisine ait bir hükümeti yoktu, zira kraliyet ailesiyle birlikte kabinenin tamamı Londra’ya kaçmıştı. Bu küçük millet tümüyle Almanların ve SS’in insafına kalmıştı.
Eichmann’ın Hollanda’daki "danışmanı" Willi Zöpf diye biriydi (geçenlerde Almanya’da tutuklandı, buna karşılık Zöpf ten daha etkili olan Fransa'daki danışman Dannecker hâlâ serbest), ama anlaşılan Zöpf ün anlatacak fazla şeyi yoktu ve sürekli Berlin bürosunu bilgilendirmekten başka bir iş yapmamıştı. Tehcir operasyonlarıyla ve bunlarla ilgili işlerle, eskiden Viyana ve Prag'da Eichmann'ın hukuk danışmanlığını yapan ve SS'e Eichmann'ın tavsiyesi üzerine kabul edilen, avukat Erich Rajakowitsch ilgileniyordu. Rajakowitsch Hollanda’ya Nisan 1941’ de Heydrich tarafından gönderilmişti; Berlin’deki RHSA'ya karşı değil, doğrudan Lahey’deki Güvenlik Servisi’nin başı Dr. Wilhelm Harsten’e karşı sorumluydu, Harsten ise Üst Düzey SS ve Polis Lideri Korgeneral Hans Rauter'in ve Rauter'in Yahudi meseleleri konusundaki yardımcısı Ferdinand aus der Fünten'in komutası altındaydı. (Rauter ve Fünten bir Hollanda mahkemesi tarafından Ölüme mahkûm edildi; Rauter’in cezası infaz edildi, Fünten’in cezası ise -söylenenlere göre bizzat Adenauer’in araya girmesiyle- ömür boyu hapse çevrildi. Harsten de Hollanda’da mahkemeye çıkarıldı, yirmi yıl hapse mahkûm edildi, 1957'de serbest bırakıldı ve daha sonra da Bavyera hükümetinde hizmet vermeye başladı. Hollandalı yetkililer İsviçre veya İtalya'da yaşadığı sanılan Rajakowitsch hakkında takibat başlatmayı düşünüyorlar. Bütün bu ayrıntılar, bir İsviçre gazetesi olan Basler Nationalzeitung için çalışan HollandalI muhabir E. Jacob'ın Hollanda dokümanlarını ve bunlarla ilgili bir raporu yayımlamasıyla geçen yıl ortaya çıktı.)
Kudüs'te iddia makamı, kısmen Eichmann'ı olduğundan daha etkili biri gibi göstermek istediğinden, kısmen de Alman bürokrasisinin karışıklığı içinde geçekten kaybolduğundan, yukarıda adı geçen bütün yetkililerin Eichmann' ın emirlerini yerine getirdiğini iddia etti. Ama Üst Düzey SS ve Polis Liderleri sadece doğrudan Himmler’den emir alıyordu ve Raja-kowitsch'in -Özellikle de daha sonra Hollanda’da neler olduğu düşünüldüğünde- bu dönemde hâlâ Eichmann’dan emir alıyor olması pek muhtemel görünmüyordu. Polemiklere pek karışmayan hâkimler, iddia makamının yaptığı hataların -muhtemelen tamamım olmasa da- çoğunu usulca düzelttiler ve RSHA, Üst Düzey SS ve Polis Liderleri ye diğer bürolar arasında gidip gelen konum belirleme işini bir sonuca ulaştırmak için uğraşıp durdular - Eichmann’ın tabiriyle, "sürekli, bitmek tükenmek bilmeyen, sonsuz müzakerelerdi" bunlar.
Hollanda'da yapılan düzenlemeler Eichmann’ı iyice çileden çıkarmıştı: Çünkü Himmler, Eichmann'ı önemsiz biri gibi göstermeye çalışıyormuş; dahası, rahat koltuklarına kurulmuş bu beyler, Eichann’ın gayretini takdir etmek şöyle dursun, nakil zamanlarıyla ilgili ayarlamalarında Eichmann’a zorluk çıkarıyor, Berlin'deki "koordinasyon merkezini" hafife alıp alay konusu yapıyorlarmış. Nitekim, işin daha en başında, on beş bin yerine yirmi bin Yahudi tehcir edildi ve 1943'te, Eichmann'ın -hem rütbesi hem de konumu oradaki diğer herkesten daha düşük olan- danışmanı Zöpf neredeyse tehcir işlemlerini hızlandırmaya zorlanmış. Bu işlerden kimin sorumlu olduğu konusundaki anlaşmazlıklar her zaman Eichmann’ın başına bela olacaktı ve söyleyeceklerini dinleyecek herhangi birine "bu aşamada, Yahudi meselesini tekrar diğer yetkililerin ele almasının, hem Reichsführer SS’in [yani Himmler’in] emirlerine ters düşeceğini hem de mantıksız olduğunu" açıklamaya çalışması boşunaydı.
Hollanda'da son olarak 1944'te bir anlaşmazlık çıkmış ve işlerin rayına oturması için bu kez Kaltenbrunner bile araya girmeye çalışmış. Hollanda'da, İspanyol kökenli Sefaradlar tehcir işleminden muaf tutulmuş, buna rağmen İspanyol kökenli Yahudiler Selanik üstünden Auschwitz'e gönderilmişti. Hâkimler RSHA’nın "bu anlaşmazlıkta daha belirleyici olduğunu" söylerken büyük bir hata yapıyorlardı - nedeni ne olursa olsun, yaklaşık üç yüz yetmiş Sefarad Yahudisi Amsterdam'da rahat bir nefes aldı.
Himmler’in Hollanda’daki işlerini kendi Üst Düzey SS ve Polis Liderleri aracılığıyla görmek istemesinin nedeni gayet basitti. Bu adamlar Hollanda'da işlerin nasıl yürüdüğünü biliyorlardı ve Hollanda halkının yol açtığı sorun kesinlikle kolayca üstesinden gelinecek bir sorun değildi. Yahudi profesörler görevden alınınca öğrencilerin greve gittiği ve Yahudilerin Alman toplama kamplarına gönderilmesinin başlangıcından itibaren -ki bu da, Yahudilerin imha kamplarına gönderilmesinden farklı olarak, sadece ceza niteliği taşıyan bir önlemdi ve Nihai Çözüm Hollanda'ya gelmeden çok daha uzun zaman önce alınmıştı- grevlerin dalga dalga yayıldığı tek Avrupa ülkesi Hollanda'ydı. (De Jong’un dikkat çektiği gibi, bu Almanlara iyi bir ders oldu. O andan itibaren "Nazi fırtına birliklerinin sopalarıyla değil... Verordeningenblad'da... veya Joodsche Week-blad'da yayımlanacak emirlerle zulmedilecekti".
Polis sokaklarda bir kere bile Yahudilere saldırmadı ve Hollanda halkı da bu yüzden grev yapmadı. Gelgelelim, Yahudi karşıtı tedbirlerin Hollanda genelinde yarattığı muhalefeti ve nispeten antisemitizmin etkisi altında olmayan Hollanda halkını denetim altına almak için, nihayetinde Yahudiler için ölümcül sonuçlar doğuracak, iki yol izlendi. Birincisi, Hollanda'da çok güçlü bir Nazi hareketi vardı ve Yahudileri yakalamak, saklandıktan yerden bulup çıkarmak gibi daha önce polisin yaptığı işler gönül rahatlığıyla bu harekette yer alan kişilere emanet edilebilirdi; İkincisi -muhtemelen Hollanda hükümeti Almanya'dan iltica eden Yahudilere karşı düşmanca bir tavır takındığı için ve muhtemelen de tıpkı "Fransa'daki gibi Hollanda'da da antisemitizmin odağında yabancı Yahudiler yer aldığı için- yerli Yahudiler, kendileriyle yeni gelen Yahudiler arasında bir ayrım yapma yönünde aşırı güçlü bir eğilim gösteriyorlardı. Bu durum Nazilerin kendi Yahudi Konseylerini, Joodsche Raad'ı kurmalarını bir ölçüde kolaylaştırdı.
Çok uzun süre, tehcir operasyonlarının cefasını sadece Alman Yahudilerinin ve diğer Yahudilerin çekeceği yanılgısından kurtulamayan Joodsche Raad, SS’in Hollanda polisinin yanı sıra bir Yahudi güvenlik kuvvetinden de yardım almasını olanaklı hale getirdi. Sonuç, başka hiçbir Batı ülkesinde eşi benzeri görülmeyen bir felaketti; sadece, durumu çok daha farklı ve en baştan itibaren ümitsiz olsa da, Polonya Yahudilerinin yok edilmesiyle kıyaslanabilirdi. Polonya'daki durumun tam aksine, her ne kadar Yahudilerin büyük bir bölümü (yirmi ila yirmi beş bini, bu kadar küçük bir ülke için gayet yüksek bir rakam) Hollanda halkının tavrı sayesinde saklanmayı başarmış olsa da, kuşkusuz profesyonel veya sıradan muhbirlerin çabalarıyla, gizli saklı yaşayan Yahudilerin bir o kadar büyük bir kesimi, en azından yarısı, sonunda yakalandı. Temmuz 1944'te yüz on üç bin Yahudi tehcir edildi; bu insanların çoğu Polonya’nın Bug nehri yakınındaki Lublin kentinde bulunan Sobibor kampına, aralarından sağlıklı veya çalışmaya uygun olanların bile seçilmediği bir yere gönderildi. Hollanda'da yaşayan Yahudilerin dörtte üçü öldürüldü, bu insanların üçte ikisi Hollanda'da doğup büyümüştü.
Son sevkiyatlar 1944 sonbaharında, Müttefiklerin devriye birlikleri Hollanda sınırına vardığında yapıldı. Saklanarak hayatta kalmayı başaran on bin Yahudinin yaklaşık yüzde yetmişini yabancılar oluşturuyordu - Hollanda Yahudilerinin gerçekle yüzleşme konusundaki isteksizliklerini gösteren bir oran bu.
Kötülüğün Sıradanlığı içinde
*Almanlarla ilişkileri (daha çok cinsel) olan kadınlar için kullanılan aşağılayıcı bir ifade.
Hollanda'nın kurtuluşundan sonra; işbirlikçiler ve moffenmeiden * Hollandalı direnişçiler tarafından teşhir ediliyor. |
Direnişçilerin çıkardığı yeraltı gazetesi |
Kudüs'te iddia makamı, kısmen Eichmann'ı olduğundan daha etkili biri gibi göstermek istediğinden, kısmen de Alman bürokrasisinin karışıklığı içinde geçekten kaybolduğundan, yukarıda adı geçen bütün yetkililerin Eichmann' ın emirlerini yerine getirdiğini iddia etti. Ama Üst Düzey SS ve Polis Liderleri sadece doğrudan Himmler’den emir alıyordu ve Raja-kowitsch'in -Özellikle de daha sonra Hollanda’da neler olduğu düşünüldüğünde- bu dönemde hâlâ Eichmann’dan emir alıyor olması pek muhtemel görünmüyordu. Polemiklere pek karışmayan hâkimler, iddia makamının yaptığı hataların -muhtemelen tamamım olmasa da- çoğunu usulca düzelttiler ve RSHA, Üst Düzey SS ve Polis Liderleri ye diğer bürolar arasında gidip gelen konum belirleme işini bir sonuca ulaştırmak için uğraşıp durdular - Eichmann’ın tabiriyle, "sürekli, bitmek tükenmek bilmeyen, sonsuz müzakerelerdi" bunlar.
Hollanda'da yapılan düzenlemeler Eichmann’ı iyice çileden çıkarmıştı: Çünkü Himmler, Eichmann'ı önemsiz biri gibi göstermeye çalışıyormuş; dahası, rahat koltuklarına kurulmuş bu beyler, Eichann’ın gayretini takdir etmek şöyle dursun, nakil zamanlarıyla ilgili ayarlamalarında Eichmann’a zorluk çıkarıyor, Berlin'deki "koordinasyon merkezini" hafife alıp alay konusu yapıyorlarmış. Nitekim, işin daha en başında, on beş bin yerine yirmi bin Yahudi tehcir edildi ve 1943'te, Eichmann'ın -hem rütbesi hem de konumu oradaki diğer herkesten daha düşük olan- danışmanı Zöpf neredeyse tehcir işlemlerini hızlandırmaya zorlanmış. Bu işlerden kimin sorumlu olduğu konusundaki anlaşmazlıklar her zaman Eichmann’ın başına bela olacaktı ve söyleyeceklerini dinleyecek herhangi birine "bu aşamada, Yahudi meselesini tekrar diğer yetkililerin ele almasının, hem Reichsführer SS’in [yani Himmler’in] emirlerine ters düşeceğini hem de mantıksız olduğunu" açıklamaya çalışması boşunaydı.
Hollanda'da son olarak 1944'te bir anlaşmazlık çıkmış ve işlerin rayına oturması için bu kez Kaltenbrunner bile araya girmeye çalışmış. Hollanda'da, İspanyol kökenli Sefaradlar tehcir işleminden muaf tutulmuş, buna rağmen İspanyol kökenli Yahudiler Selanik üstünden Auschwitz'e gönderilmişti. Hâkimler RSHA’nın "bu anlaşmazlıkta daha belirleyici olduğunu" söylerken büyük bir hata yapıyorlardı - nedeni ne olursa olsun, yaklaşık üç yüz yetmiş Sefarad Yahudisi Amsterdam'da rahat bir nefes aldı.
Himmler’in Hollanda’daki işlerini kendi Üst Düzey SS ve Polis Liderleri aracılığıyla görmek istemesinin nedeni gayet basitti. Bu adamlar Hollanda'da işlerin nasıl yürüdüğünü biliyorlardı ve Hollanda halkının yol açtığı sorun kesinlikle kolayca üstesinden gelinecek bir sorun değildi. Yahudi profesörler görevden alınınca öğrencilerin greve gittiği ve Yahudilerin Alman toplama kamplarına gönderilmesinin başlangıcından itibaren -ki bu da, Yahudilerin imha kamplarına gönderilmesinden farklı olarak, sadece ceza niteliği taşıyan bir önlemdi ve Nihai Çözüm Hollanda'ya gelmeden çok daha uzun zaman önce alınmıştı- grevlerin dalga dalga yayıldığı tek Avrupa ülkesi Hollanda'ydı. (De Jong’un dikkat çektiği gibi, bu Almanlara iyi bir ders oldu. O andan itibaren "Nazi fırtına birliklerinin sopalarıyla değil... Verordeningenblad'da... veya Joodsche Week-blad'da yayımlanacak emirlerle zulmedilecekti".
Anne Frank ayrıca bkz. |
Çok uzun süre, tehcir operasyonlarının cefasını sadece Alman Yahudilerinin ve diğer Yahudilerin çekeceği yanılgısından kurtulamayan Joodsche Raad, SS’in Hollanda polisinin yanı sıra bir Yahudi güvenlik kuvvetinden de yardım almasını olanaklı hale getirdi. Sonuç, başka hiçbir Batı ülkesinde eşi benzeri görülmeyen bir felaketti; sadece, durumu çok daha farklı ve en baştan itibaren ümitsiz olsa da, Polonya Yahudilerinin yok edilmesiyle kıyaslanabilirdi. Polonya'daki durumun tam aksine, her ne kadar Yahudilerin büyük bir bölümü (yirmi ila yirmi beş bini, bu kadar küçük bir ülke için gayet yüksek bir rakam) Hollanda halkının tavrı sayesinde saklanmayı başarmış olsa da, kuşkusuz profesyonel veya sıradan muhbirlerin çabalarıyla, gizli saklı yaşayan Yahudilerin bir o kadar büyük bir kesimi, en azından yarısı, sonunda yakalandı. Temmuz 1944'te yüz on üç bin Yahudi tehcir edildi; bu insanların çoğu Polonya’nın Bug nehri yakınındaki Lublin kentinde bulunan Sobibor kampına, aralarından sağlıklı veya çalışmaya uygun olanların bile seçilmediği bir yere gönderildi. Hollanda'da yaşayan Yahudilerin dörtte üçü öldürüldü, bu insanların üçte ikisi Hollanda'da doğup büyümüştü.
Son sevkiyatlar 1944 sonbaharında, Müttefiklerin devriye birlikleri Hollanda sınırına vardığında yapıldı. Saklanarak hayatta kalmayı başaran on bin Yahudinin yaklaşık yüzde yetmişini yabancılar oluşturuyordu - Hollanda Yahudilerinin gerçekle yüzleşme konusundaki isteksizliklerini gösteren bir oran bu.
Hollanda'yı yöneten Nazi liderleri. NSB lideri Anton Mussert, Lahey'de bir mitingde konuşuyor. 1941 |
Kötülüğün Sıradanlığı içinde
*Almanlarla ilişkileri (daha çok cinsel) olan kadınlar için kullanılan aşağılayıcı bir ifade.