Dilara Kahyaoğlu
2014
Kütüphanenin, ilk Ptolemy (I.SOTER) tarafından kurulduğu kabul edilir. Kaynaklara göre, Atinalı bilgin, hatip Demetrius, sürgüne gittiği İskenderiye’de I. Soter’i bir kütüphane kurması konusunda ikna eder (y. MÖ 295). İşi üzerine alan Demetrius, dünyadaki her kitabın birer kopyasının bulunduğu evrensel bir kütüphane tasarlar ve Muses / Musaeaum Tapınağı (müze sözcüğünün kökeni) denilen binanın yapımına başlar (Muses: İlham perileri). Burası kraliyet sarayının bir bölümünde inşa edilir. Daha sonra iktidara gelen II. Ptolemy ise, yapıyı genişletir ve babasının yapısının yanına Kraliyet Kütüphanesi’ni inşa ettirir. Kütüphane zaman içinde çoğu Yunanca olan el yazmaları ile dolar taşar ve Serapis Tapınağı’nda yeni bir bölüm açılır.
III. Ptolemy’nin, kütüphanedeki eserleri çoğaltmak için; limana gelen gemidekilerin, yanlarındaki bütün el yazmalarını, yetkililere teslim etmelerini emrettiği de söylenenler arasındadır. Böylece gelen ele geçen yazma eserler; kâtipler tarafından kopyalanıyor, kopyaları sahiplerine verildikten sonra orijinalleri kütüphaneye yerleştiriliyormuş. Çevirmek, çoğaltmak, saklamak, kataloglamak, araştırma yapmak ve ders vermekle görevli bilginlerin/çalışanların sayısının II.Ptolemy zamanında 100 kişi olduğu da iddia ediliyor. Çalışanların maaşları hükümdar tarafından ödeniyordu.
İskenderiye Kütüphanesi’nin ve içindeki paha biçilmez bütün eserlerin bir yangında tamamen yanıp yok olduğu yüzlerce yıldır aktarılan bir hikâyedir.[2] Birinci şüpheli Julius Sezar’dır. Sezar, iç savaştaki rakibi General Pompeius’u (Büyük Pompey) Mısır’a kadar takip eder, İskenderiye’yi işgal eder ama donanmasını Mısır filosu tarafından sarılmış halde bulunca güvenliği için Mısır gemilerinin ateşe verilmesini emreder. Mısır filosu yanar ama bu arada yangın kontrolden çıkar limana çok yakın bulunan binalar ve depolar da ateş alarak yanarlar (MÖ 48). Filozof Seneca, tarihçi Livius’tan (Roma Tarihi adlı eserini MÖ 63-14 yıllarında yazmıştır) bir alıntı yaparak Sezar’ın çıkardığı yangında 40 000 kadar belgenin yok olduğunu yazıyor. Aynı şekilde Yunanlı tarihçi Plutarch ile Romalı Tarihçi Dio Casius da benzer şeyler söyleyerek Sezar’ı işaret ediyorlar. (Ek 4'e bkz.)
Fakat Tarihçi ve coğrafyacı Strabon, MÖ 20 yıllarında İskenderiye’de çalışıyordu ve eserlerinde büyük bir kütüphanenin varlığından hiç söz etmemiştir. Sözünü ettiği sadece kraliyet sarayına bağlı bir müzenin varlığıydı. Bu kadar önemli bir varlıktan Strabon’un hiç bahsetmemesi o zamana kadar artık görkemli kütüphanenin varlığını sürdüremediğinin bir işareti olarak yorumlanabilir. Sezar’la ilgili bir başka iddia da şudur. Sezar, kitapları Roma’ya götürmek üzere gemilere yükletir o sırada gemilerde başlayan bir yangın kitapların yanıp gitmesine neden olur. Hatta bu durumu telafi etmek isteyen Kleopatra’nın sonraki sevgilisi Romalı Antonius, Bergama kütüphanesinden 200 000 kitap getirmiş, Kleopatra’ya hediye etmiştir.
Roma İmparatoru Marcus Aurelius zamanında çıkan bir iç savaşta müze ve kütüphanenin yerle bir olduğu da ileri sürülür (3. yüzyıl sonu).
Diğer şüpheli Sezar’dan sonra yaşamış biridir: I. Theodosius… Hıristiyan olan Roma imparatoru Theodosius, kendini paganizmi yok etmeye adamıştı ve bu amaçla, Mısır’daki Serapis Tapınağı’nın yıkılmasını emretti. Aynı yere bir Hristiyan kilisesi yapıldı. İşte bu Serapis’in yıkıldığı sırada içindeki kütüphane de yıkılmıştır (391).
Diğer şüpheli Halife Ömer’dir. İkinci Halife Ömer’in Mısır’ı fethi sırasında İskenderiye’ye giren Amr İbnül As, Halifeye “kütüphanedeki kitapları ne yapalım” diye sormuş o da bunların Müslümanlığa aykırı olduğunu söyleyerek belgelerin yakılmasını emretmiş. Bunlar hamamlarda yakılır. Söylentiye göre İskenderiye’deki hamamları 6 ay boyunca ısıtmaya yetecek kadar çok belge yakılmış. Bu suçlama, olaydan 300 yıl sonra bunları iddia eden, yazar ve Hristiyan bilgin Gregory Bar Hebraeaus’a (1226-1286) aittir. Buradaki iddia temelsizdir. Böyle büyük bir felaketten devrin hiç bir bilgin ve yazarı bahsetmemektedir. Belki de İskenderiye Kütüphanesinden o güne kadar her ne kaldıysa onlar da işte bu dönemde yok olmuş olabilir. Net bilmiyoruz… [4]
Hep aynı şeye dönüp geliyoruz: Belge yok… Belge yoksa bilgi de yok, kanıt da yok… Ama ya bir gün yepyeni belgeler bulunursa, orijinal belgeler, doğruluğu kanıtlanmış belgeler? İşte o zaman tarih değişir… İşte tarih aynı zamanda budur.
Ama yine de şu anki bilgilerimiz kapsamında en makul yaklaşım, Mısır’ın çöküş süreci içinde kütüphanenin yavaş yavaş eriyip yok olduğudur. Elimizdeki veriler kütüphanenin parça parça yok olduğunu göstermektedir.
Belki de küçük bir parçası ayakta kalmış olan kütüphanenin bilinen son yöneticisi Theondur ki O, MS 415 yılında İskenderiye’de bir grup Hristiyan tarafından linç edilen kadın filozof ve bilgin Hypatia’nın babasıydı.
Bir inanç da şudur; kütüphanede ki birçok belge çöle veya başka yerlere gömüldü, saklandı. Fantastik bir fikir olarak bugün çölden veya bir yerlerden bazı eserlerin çıkacağını hayal ederek kendimizi umutlandırabiliriz. Peki böyle bir mucize hiç oldu mu? Evet: “Ölü Deniz Yazmaları”…
2004 yılında bazı arkeologlar kütüphanenin kalıntılarını bulduklarını iddia ettiler ama bunların Roma döneminden kalma yapılar olduğu sonradan anlaşıldı. 16 Ekim 2002’de gerçek kütüphanenin olduğu varsayılan yerin yakınlarında Biblioteca Alexandrina (İskenderiye Kütüphanesi) isminde modern bir kütüphane eski kütüphanenin anısına açılmıştır. İnternetin hakim olduğu dünyamızda, kütüphanelerin hala bir önemi var mıdır? Ne dersiniz?
EK 1
[2] Bir kere daha Umberto Eco'ya kulak verelim olayın başka yönüne dikkat çekiyor.
[3] Aksi görüşün Antik Çağ’da savunulmasına rağmen… Örneğin; Pisagor (MÖ 5yy), Filolaos (MÖ 4yy) ve Sisamlı Aristarkus (MÖ 3yy) … Üçü de evrenin merkezine Güneş’i koyuyordu.
Canlandırma resimde İskenderiye Kütüphanesi… 19. yy, O. Von Corven |
Antik yazarlar, dünyanın ilk büyük kütüphanesinin İskenderiye Kütüphanesi olduğunu yazarlar. Bugün bu kütüphane yoktur ve nasıl yok olduğu tam olarak bilinmemekle birlikte; kütüphaneyi yok eden devlet ve kişi adlarının yer aldığı bir şüpheliler listesi vardır. Bu efsanevi kütüphanenin yok olmuş olması; özellikle ilk çağ ile ilgili araştırma yapan kimseleri derinden etkileyen bir konudur çünkü eskiçağa ait birçok yazma eser yok olup gitmiştir. Eğer onlar elimizde olsaydı ilkçağ tarihi ile ilgili çok daha fazla şeyler bileceğimiz kesindir. Bugün elimizde o çağlardan kalma çok az eser vardır çoğu da orijinal kaynaktan yapılan özetler veya göndermelerdir. Tarih disiplini, yazılı kaynakların incelenmesi ile başlamıştır (“tarih yazıyla başlar”). Bu tür belgelerin eksikliği veya yokluğu ilkçağ tarihini inceleyenleri zorlayan koşullar yaratır.
Belge fetişizmi “modern tarihçilik” açısından doğru bir yaklaşım olmasa da, [1] tarih yapmak için elbette belge şarttır. Hiçbir belgenin olmadığı tarihsel dönemler için başvurulacak ana kaynak arkeolojik bulgular olmakta; onlar da olayların/olguların; tarihlerini, yerlerini, kişi isimlerini, nedenlerini ve sonuçlarını bildirme konusunda yetersiz kalmaktadır. Kısacası İskenderiye kütüphanesindeki eserlerin yok olmuş olması; araştırmacılar için paha biçilemeyecek değerde bir hazinenin kaybı anlamına gelir.
Peki, gerçekte böyle bir kütüphane var olmuş mudur? Bazı antikçağ yazarlarına bakarsak evet… Ama bugüne kadar kütüphanenin bir zamanlar var olduğunu gösteren arkeolojik kalıntılar henüz bulunamamıştır.
Antik Çağ’da Dünyanın 7 Harika’sından biri olarak kabul edilen İskenderiye Fenerinin de bulunduğu İskenderiye şehri, adından anlaşılacağı gibi Büyük İskender tarafından kurulmuştu. İskender’in ölümünden sonra generallerinden Ptolemy, Mısır’ı egemenlik alanı içine alarak İskenderiye’yi kendisine merkez yapmış, Mısır yıkılana kadar da buraları bu aileden gelen hükümdarlar yönetmişti (Ptolemy Hanedanlığı).
Belge fetişizmi “modern tarihçilik” açısından doğru bir yaklaşım olmasa da, [1] tarih yapmak için elbette belge şarttır. Hiçbir belgenin olmadığı tarihsel dönemler için başvurulacak ana kaynak arkeolojik bulgular olmakta; onlar da olayların/olguların; tarihlerini, yerlerini, kişi isimlerini, nedenlerini ve sonuçlarını bildirme konusunda yetersiz kalmaktadır. Kısacası İskenderiye kütüphanesindeki eserlerin yok olmuş olması; araştırmacılar için paha biçilemeyecek değerde bir hazinenin kaybı anlamına gelir.
Peki, gerçekte böyle bir kütüphane var olmuş mudur? Bazı antikçağ yazarlarına bakarsak evet… Ama bugüne kadar kütüphanenin bir zamanlar var olduğunu gösteren arkeolojik kalıntılar henüz bulunamamıştır.
Antik Çağ’da Dünyanın 7 Harika’sından biri olarak kabul edilen İskenderiye Fenerinin de bulunduğu İskenderiye şehri, adından anlaşılacağı gibi Büyük İskender tarafından kurulmuştu. İskender’in ölümünden sonra generallerinden Ptolemy, Mısır’ı egemenlik alanı içine alarak İskenderiye’yi kendisine merkez yapmış, Mısır yıkılana kadar da buraları bu aileden gelen hükümdarlar yönetmişti (Ptolemy Hanedanlığı).
Kütüphanenin, ilk Ptolemy (I.SOTER) tarafından kurulduğu kabul edilir. Kaynaklara göre, Atinalı bilgin, hatip Demetrius, sürgüne gittiği İskenderiye’de I. Soter’i bir kütüphane kurması konusunda ikna eder (y. MÖ 295). İşi üzerine alan Demetrius, dünyadaki her kitabın birer kopyasının bulunduğu evrensel bir kütüphane tasarlar ve Muses / Musaeaum Tapınağı (müze sözcüğünün kökeni) denilen binanın yapımına başlar (Muses: İlham perileri). Burası kraliyet sarayının bir bölümünde inşa edilir. Daha sonra iktidara gelen II. Ptolemy ise, yapıyı genişletir ve babasının yapısının yanına Kraliyet Kütüphanesi’ni inşa ettirir. Kütüphane zaman içinde çoğu Yunanca olan el yazmaları ile dolar taşar ve Serapis Tapınağı’nda yeni bir bölüm açılır.
III. Ptolemy’nin, kütüphanedeki eserleri çoğaltmak için; limana gelen gemidekilerin, yanlarındaki bütün el yazmalarını, yetkililere teslim etmelerini emrettiği de söylenenler arasındadır. Böylece gelen ele geçen yazma eserler; kâtipler tarafından kopyalanıyor, kopyaları sahiplerine verildikten sonra orijinalleri kütüphaneye yerleştiriliyormuş. Çevirmek, çoğaltmak, saklamak, kataloglamak, araştırma yapmak ve ders vermekle görevli bilginlerin/çalışanların sayısının II.Ptolemy zamanında 100 kişi olduğu da iddia ediliyor. Çalışanların maaşları hükümdar tarafından ödeniyordu.
Sezar'ın Ölümü Jean-Leon Gerome (1824-1904) Walters Sanat Galerisi, Baltimore |
Fakat Tarihçi ve coğrafyacı Strabon, MÖ 20 yıllarında İskenderiye’de çalışıyordu ve eserlerinde büyük bir kütüphanenin varlığından hiç söz etmemiştir. Sözünü ettiği sadece kraliyet sarayına bağlı bir müzenin varlığıydı. Bu kadar önemli bir varlıktan Strabon’un hiç bahsetmemesi o zamana kadar artık görkemli kütüphanenin varlığını sürdüremediğinin bir işareti olarak yorumlanabilir. Sezar’la ilgili bir başka iddia da şudur. Sezar, kitapları Roma’ya götürmek üzere gemilere yükletir o sırada gemilerde başlayan bir yangın kitapların yanıp gitmesine neden olur. Hatta bu durumu telafi etmek isteyen Kleopatra’nın sonraki sevgilisi Romalı Antonius, Bergama kütüphanesinden 200 000 kitap getirmiş, Kleopatra’ya hediye etmiştir.
Roma İmparatoru Marcus Aurelius zamanında çıkan bir iç savaşta müze ve kütüphanenin yerle bir olduğu da ileri sürülür (3. yüzyıl sonu).
Diğer şüpheli Sezar’dan sonra yaşamış biridir: I. Theodosius… Hıristiyan olan Roma imparatoru Theodosius, kendini paganizmi yok etmeye adamıştı ve bu amaçla, Mısır’daki Serapis Tapınağı’nın yıkılmasını emretti. Aynı yere bir Hristiyan kilisesi yapıldı. İşte bu Serapis’in yıkıldığı sırada içindeki kütüphane de yıkılmıştır (391).
Diğer şüpheli Halife Ömer’dir. İkinci Halife Ömer’in Mısır’ı fethi sırasında İskenderiye’ye giren Amr İbnül As, Halifeye “kütüphanedeki kitapları ne yapalım” diye sormuş o da bunların Müslümanlığa aykırı olduğunu söyleyerek belgelerin yakılmasını emretmiş. Bunlar hamamlarda yakılır. Söylentiye göre İskenderiye’deki hamamları 6 ay boyunca ısıtmaya yetecek kadar çok belge yakılmış. Bu suçlama, olaydan 300 yıl sonra bunları iddia eden, yazar ve Hristiyan bilgin Gregory Bar Hebraeaus’a (1226-1286) aittir. Buradaki iddia temelsizdir. Böyle büyük bir felaketten devrin hiç bir bilgin ve yazarı bahsetmemektedir. Belki de İskenderiye Kütüphanesinden o güne kadar her ne kaldıysa onlar da işte bu dönemde yok olmuş olabilir. Net bilmiyoruz… [4]
Hep aynı şeye dönüp geliyoruz: Belge yok… Belge yoksa bilgi de yok, kanıt da yok… Ama ya bir gün yepyeni belgeler bulunursa, orijinal belgeler, doğruluğu kanıtlanmış belgeler? İşte o zaman tarih değişir… İşte tarih aynı zamanda budur.
Ama yine de şu anki bilgilerimiz kapsamında en makul yaklaşım, Mısır’ın çöküş süreci içinde kütüphanenin yavaş yavaş eriyip yok olduğudur. Elimizdeki veriler kütüphanenin parça parça yok olduğunu göstermektedir.
Belki de küçük bir parçası ayakta kalmış olan kütüphanenin bilinen son yöneticisi Theondur ki O, MS 415 yılında İskenderiye’de bir grup Hristiyan tarafından linç edilen kadın filozof ve bilgin Hypatia’nın babasıydı.
Bir inanç da şudur; kütüphanede ki birçok belge çöle veya başka yerlere gömüldü, saklandı. Fantastik bir fikir olarak bugün çölden veya bir yerlerden bazı eserlerin çıkacağını hayal ederek kendimizi umutlandırabiliriz. Peki böyle bir mucize hiç oldu mu? Evet: “Ölü Deniz Yazmaları”…
2004 yılında bazı arkeologlar kütüphanenin kalıntılarını bulduklarını iddia ettiler ama bunların Roma döneminden kalma yapılar olduğu sonradan anlaşıldı. 16 Ekim 2002’de gerçek kütüphanenin olduğu varsayılan yerin yakınlarında Biblioteca Alexandrina (İskenderiye Kütüphanesi) isminde modern bir kütüphane eski kütüphanenin anısına açılmıştır. İnternetin hakim olduğu dünyamızda, kütüphanelerin hala bir önemi var mıdır? Ne dersiniz?
EK 1
Batlamyus (Klaudyos Ptolemaios) İskenderiye, üretim dönemi: 127-145
Yaşamı hakkında hiçbir şey bilmediğimiz ünlü Yunanlı astronomi, matematikçi ve coğrafya bilgini… İskenderiyeli oluşu ve soyadı; Ptolemy ailesiyle bir bağı olabileceğini akla getirse de bu konuda bir şey bilinmemektedir. Batlamyus’un bazı eserleri günümüze kadar ulaşmıştır. En önemli eseri olan “Almagest” 9.yüzyılda Arapça’ya (Yunanca’dan), 12. Yüzyılda da Latince’ye çevrilmiştir.
Yerin, evrenin merkezi olduğunu ve hareket etmediğini, sabit olduğunu iddia ederek “yer merkezli evren” modelini ileri sürmüş ve bu yaklaşım 15. yüzyıla kadar bir dogma olarak kabul edilmiş, aksi tezlerin tartışılması bile tabu olarak görülmüştür.[3]
15. yüzyılın sonlarında yapılan ayrıntılı gözlemler bu sistemin doğruluğu konusunda ciddi kuşkular uyanmasına yol açtı ve nihayet Mikolaj Kopernik (Nicolaus Copernicus )merkezinde güneş olan “güneş merkezli evren” modelini ileri sürerek yüzlerce yıl süren bu dogmanın yıkılmasına öncülük etti. Galileo ve Kepler de aynı yoldan giderek Kopernik’in tezini güçlendirecek argümanlar sağladılar.
Kopernik, ciddi hasta oluşunun da verdiği cesaretle yazdığı kitabı, ömrünün sonuna doğru bir mektupla birlikte Papa’ya göndermiş ve orada şunları yazmıştı: "Aziz peder, kitapta yazılanları okuyanların hemen reddedeceklerini biliyorum. Ben ömrüm boyunca; çevremin düşüncelerine aldırmayan, fikirlerini savunan biri olamamışımdır. Etrafın tepkisinden dolayı, başladığım konulardan vazgeçmeye niyetlendiğim oldu. Fakat çekingenliği üzerimden atarak çalışmalara devam ettim. Yazdıklarımı eleştirenler olursa onlara aldırmayacağım ve saçma kabul edeceğim..."
EK 2
Yaşamı hakkında hiçbir şey bilmediğimiz ünlü Yunanlı astronomi, matematikçi ve coğrafya bilgini… İskenderiyeli oluşu ve soyadı; Ptolemy ailesiyle bir bağı olabileceğini akla getirse de bu konuda bir şey bilinmemektedir. Batlamyus’un bazı eserleri günümüze kadar ulaşmıştır. En önemli eseri olan “Almagest” 9.yüzyılda Arapça’ya (Yunanca’dan), 12. Yüzyılda da Latince’ye çevrilmiştir.
Yerin, evrenin merkezi olduğunu ve hareket etmediğini, sabit olduğunu iddia ederek “yer merkezli evren” modelini ileri sürmüş ve bu yaklaşım 15. yüzyıla kadar bir dogma olarak kabul edilmiş, aksi tezlerin tartışılması bile tabu olarak görülmüştür.[3]
15. yüzyılın sonlarında yapılan ayrıntılı gözlemler bu sistemin doğruluğu konusunda ciddi kuşkular uyanmasına yol açtı ve nihayet Mikolaj Kopernik (Nicolaus Copernicus )merkezinde güneş olan “güneş merkezli evren” modelini ileri sürerek yüzlerce yıl süren bu dogmanın yıkılmasına öncülük etti. Galileo ve Kepler de aynı yoldan giderek Kopernik’in tezini güçlendirecek argümanlar sağladılar.
Kopernik, ciddi hasta oluşunun da verdiği cesaretle yazdığı kitabı, ömrünün sonuna doğru bir mektupla birlikte Papa’ya göndermiş ve orada şunları yazmıştı: "Aziz peder, kitapta yazılanları okuyanların hemen reddedeceklerini biliyorum. Ben ömrüm boyunca; çevremin düşüncelerine aldırmayan, fikirlerini savunan biri olamamışımdır. Etrafın tepkisinden dolayı, başladığım konulardan vazgeçmeye niyetlendiğim oldu. Fakat çekingenliği üzerimden atarak çalışmalara devam ettim. Yazdıklarımı eleştirenler olursa onlara aldırmayacağım ve saçma kabul edeceğim..."
EK 2
Ptolemy Hanedanlığına İlişkin Notlar
Hanedanlığı ilk kuran kişi İskender’in generali I. Ptolemy’dir ve Soter adı ile onurlandırılmıştır.
Hanedanlığı ilk kuran kişi İskender’in generali I. Ptolemy’dir ve Soter adı ile onurlandırılmıştır.
Kardeşlerle evlenme geleneğini başlatan bu hanedanlık değildir. Bu adet eski bir “Mısır” geleneğidir. Firavunlar da kız kardeşleriyle evlenirlerdi ama yasal eşleri yanında bir hareme de sahiptiler. Ptolemy hanedanlığında bu eski Mısır geleneğini başlatan kişi IV. Ptolemy olarak görülmektedir. Kızkardeşi Arsinoe ile evlenmiş ondan bir çocuk sahibi olmuştur. VI. Ptolemy de yine kızkardeşi II. Kleopatra ile evlenmişti.
II. Ptolemy babasını, kardeşini ve karısını “kardeş tanrı” ilan ettirerek bir hükümdarlık kültü (tapınım) başlatmıştır. Hükümdar ve ailesini tanrılaştırma geleneği de eski bir Doğu geleneğidir. İmparatorluk döneminden itibaren Romalılar da aynı âdeti almışlar ve hükümdar ve karısını tapılan kutsallar haline dönüştürmüşlerdir. Örneğin, Augustus'un cenaze töreninde, ölen imparatorun Roma Panteonu'na mensup tanrıların arasına katıldığı açıklanmıştı. (ayrıca bkz. Augusutus Tapınakları)
V. Ptolemy’nin MÖ 196’da yayımladığı kararlar ünlü Rosetta Taşı’na (Reşid Taşı) yazılmış bir şekilde 1799 yılında Fransızlar tarafından bulundu ve eski Mısır hiyeroglif yazısının çözülmesinde anahtar oldu. Yazının çözülmesi Kleoptara sözcüğünün çözülmesi ile başlamış, ancak ondan sonra gerisi gelmiştir. Yalnız burada adı geçen Kleopatra, I. Kleopatra’dır. Kendisi Suriye hükümdarı Antiokhos’un kızıydı, V. Ptolemy ile evlenmişti. Taşta üç dilde şunlar yazılıydı: Borçlar, vergiler, teslim olan asiler; af edilecek, mahkûmlar serbest bırakılacak ve tapınaklara daha çok yardım edilecek… Kararlar mealen böyleydi.
Romalıların Mısır’ın iç işlerine diplomatik olarak müdahale etmeleri V. Ptolemy’den beri başlamıştır. XII. Ptolemy’den beri Mısır hükümdarlarını Romalılar belirlemiş olduğu için bunların meşruluğu tartışmalıdır.
Mısırlılar bu yabancı hanedana karşı özellikle IV. Ptolemy zamanından itibaren sık sık ayaklanma çıkardılar. Bu ayaklanmalar çoğu zaman çok kanlı şekilde bastırıldı. Kimi zamanda yukarıdaki kararlarda görüldüğü gibi bazı haklar elde etmeyi başardılar. Ayaklanmalar kimi zaman hükmeden kişi veya kişileri etkileyecek derecede güçlü oluyordu. Örneğin X. Ptolemy’i, ayaklanan İskenderiye halkı ülkeden kovdu. O da Filistin’e giderek paralı asker topladı ve onlarla geri gelerek şehre yeniden egemen oldu ama askerlere verecek parası yoktu. Bunun üzerine Büyük İskender’in tapınak mezarını soyarak elde ettikleri ile borçlarını ödemeye kalktı ama bu durum halkı daha da sinirlendirdi. İkinci bir ayaklanma çıkararak bu kişiyi tekrar ülkeden kovdular o da gidip Likya kıyılarını talan etmeye başladı ve orada öldürüldü. Benzer bir olay, XI. Ptolemy’nin de başına gelmiştir. Romalı General Sulla tarafından amcasının dul eşi III. Berenike ile evlendirilerek tahta ortak edilmişti ama o tek başına tahta hâkim olmak istiyordu. Evlendikten 19 gün sonra karısını öldürttü. Kraliçeyi çok seven İskenderiye halkı ayaklandı ve XI. Ptolemy’i öldürdü.
EK 3
II. Ptolemy babasını, kardeşini ve karısını “kardeş tanrı” ilan ettirerek bir hükümdarlık kültü (tapınım) başlatmıştır. Hükümdar ve ailesini tanrılaştırma geleneği de eski bir Doğu geleneğidir. İmparatorluk döneminden itibaren Romalılar da aynı âdeti almışlar ve hükümdar ve karısını tapılan kutsallar haline dönüştürmüşlerdir. Örneğin, Augustus'un cenaze töreninde, ölen imparatorun Roma Panteonu'na mensup tanrıların arasına katıldığı açıklanmıştı. (ayrıca bkz. Augusutus Tapınakları)
V. Ptolemy’nin MÖ 196’da yayımladığı kararlar ünlü Rosetta Taşı’na (Reşid Taşı) yazılmış bir şekilde 1799 yılında Fransızlar tarafından bulundu ve eski Mısır hiyeroglif yazısının çözülmesinde anahtar oldu. Yazının çözülmesi Kleoptara sözcüğünün çözülmesi ile başlamış, ancak ondan sonra gerisi gelmiştir. Yalnız burada adı geçen Kleopatra, I. Kleopatra’dır. Kendisi Suriye hükümdarı Antiokhos’un kızıydı, V. Ptolemy ile evlenmişti. Taşta üç dilde şunlar yazılıydı: Borçlar, vergiler, teslim olan asiler; af edilecek, mahkûmlar serbest bırakılacak ve tapınaklara daha çok yardım edilecek… Kararlar mealen böyleydi.
Romalıların Mısır’ın iç işlerine diplomatik olarak müdahale etmeleri V. Ptolemy’den beri başlamıştır. XII. Ptolemy’den beri Mısır hükümdarlarını Romalılar belirlemiş olduğu için bunların meşruluğu tartışmalıdır.
Mısırlılar bu yabancı hanedana karşı özellikle IV. Ptolemy zamanından itibaren sık sık ayaklanma çıkardılar. Bu ayaklanmalar çoğu zaman çok kanlı şekilde bastırıldı. Kimi zamanda yukarıdaki kararlarda görüldüğü gibi bazı haklar elde etmeyi başardılar. Ayaklanmalar kimi zaman hükmeden kişi veya kişileri etkileyecek derecede güçlü oluyordu. Örneğin X. Ptolemy’i, ayaklanan İskenderiye halkı ülkeden kovdu. O da Filistin’e giderek paralı asker topladı ve onlarla geri gelerek şehre yeniden egemen oldu ama askerlere verecek parası yoktu. Bunun üzerine Büyük İskender’in tapınak mezarını soyarak elde ettikleri ile borçlarını ödemeye kalktı ama bu durum halkı daha da sinirlendirdi. İkinci bir ayaklanma çıkararak bu kişiyi tekrar ülkeden kovdular o da gidip Likya kıyılarını talan etmeye başladı ve orada öldürüldü. Benzer bir olay, XI. Ptolemy’nin de başına gelmiştir. Romalı General Sulla tarafından amcasının dul eşi III. Berenike ile evlendirilerek tahta ortak edilmişti ama o tek başına tahta hâkim olmak istiyordu. Evlendikten 19 gün sonra karısını öldürttü. Kraliçeyi çok seven İskenderiye halkı ayaklandı ve XI. Ptolemy’i öldürdü.
EK 3
Kurguda İskenderiye Kütüphanesi [Romanın tanıtım bölümünden alınmıştır]
İslamın Halifesi Hz. Ömer'in komutanı Amr Bin As 642 yılında İskenderiye'yi işgal eder. Halife, İslam'a aykırı olan her şeyin yok edilmesini emretmiştir. Yok edilmesi gerekenler arasında bin yaşında olan ve bir milyondan fazla kitabı barındıran İskenderiye Kütüphanesi de vardır. Yaşlı bir Hıristiyan filozof, Yahudi bir Hekim, matematiğe ve astronomiye ilgi duyan güzel Hypatie,[5] General Amr'ı bu bilgi ve sanatın tapınağını yok etmekten vazgeçirmeyi deneyecekler. Ona bu duvarlar arasında yaşayıp ölen bilginlerin, filozofların, şairlerin hayatlarını anlatacaklar. Öklit, Arşimet, dünyanın Güneş etrafında döndüğünü bulan Aristarcos, Batlamyus ve gerçek uğruna hayatlarını veren daha niceleri. General, Hz. Ömer'in emrine uyacak mı? İskenderiye Kütüphanesi'ni gerçekten Araplar mı yaktı? Öklid'in asasındaki giz ne?.. Jean Pierre Luminet antik çağın bu istisnai zekalarını anlatırken, destanı, efsaneyi ve gerçeği bir potada eritiyor. Mizah ve şiirle esinlenmiş anlatımının gerisinde derin bir bilgelik gizleniyor. Astrofizikçi, yazar ve şair Jean Pierre Luminet denemelerinde olduğu gibi romanlarında da bilimin güzelliklerini edebi zevkle süslüyor.
Dipnotlar
Kaynak: Oklid'in Asası, Jean-Pierre Luminet, Güncel Yayıncılık
EK 4
Jean-Claude Carriere, Umberto Eco, İskenderiye Kütüphanesi Hakkında Konuşuyor
J. -P. de T. : Kitabı gözümüzde çok yüksek bir yere koyuyor, onu bile isteye kutsallaştırıyoruz. Fakat gerçekte, yakından bakacak olursak, kütüphanelerimizin insanı hayrette bırakan bir bölümü hiçbir yeteneği olmayan insanlar, veyahut alıklar ya da takıntılı insanlar tarafından yazılmış kitaplardan oluşuyor. İskenderiye Kütüphanesi’nde bulunup da duman olup uçan iki yüz veya üç yüz bin tomar arasında, büyük ölçüde kara cehalet örnekleri vardı kesinkes.
U. E. : İskenderiye Kütüphanesi’nde o kadar çok kitap olduğunu zannetmiyorum. Eskiçağ kütüphanelerinden bahsettiğimizde hep abartıyoruz, daha önce de konuştuk. Ortaçağ’ın en ünlü kütüphanelerinde en çok dört yüz kitap bulunduğu ispatlandı! İskenderiye’de daha fazla olmalı, orası muhakkak, çünkü Caesar zamanındaki, yalnızca bir kanadı etkileyen ilk yangında, kırk bin tomar yanmış diye anlatılır. Her halükârda, kütüphanelerimizi Eskiçağ’ınkilerle kıyaslamaktan sakınmalıyız. Papirüs üretimi basılı kitap üretimiyle kıyaslanamaz. Elle yazılmış tek bir kodeksi veya bir tomarı meydana çıkarmak, aynı kitabın çok sayıda nüshasını basmaktan çok daha fazla vakit alır.
J. -C. C. : Ama İskenderiye Kütüphanesi çok iddialı bir proje; bir kralın -büyük bir kral bile olsa- özel kütüphanesiyle yahut da bir manastırın kütüphanesiyle hiçbir bakımdan kıyaslanamayacak bir devlet kütüphanesi. İskenderiye daha ziyade Bergama’yla kıyaslanabilir, oranın da kütüphanesi yanmıştı. Her kütüphanenin kaderi günün birinde yanmaktır belki de.
J. -P. de T. : Ama yangında yalnızca şaheserlerin yanmadığını biliyoruz artık.
J. -C. C: Artık kesin gözüyle baktığımız bir teselli. Yavan kitapların çoğunluğu yok oluyor, bununla birlikte bunların bazıları gayet oyalayıcı ve bir şekilde eğitici olabilir. Böyle kitapları okumak bizi daima çok eğlendirmiştir. Bazılarıysa, yazarlarının akıl sağlığını düşünecek olursak, bizi endişelendirmiştir. Kötü, saldırgan, nefret, hakaret dolu, suça, savaşa çağrı yapan kitaplar da görmüşüzdür. Evet, hakikaten dehşet uyandırıcı kitaplar. Ölüm nesneleri. Yayıncı olsaydık, Kavgamı basar mıydık?
[1] Yani o konuyla ilgili belgeler varsa her şeyi çözebilirim, sadece belgeleri yayımlarsam iş bitmiştir, böylece gerçeği açıklamış olurum, yaklaşımı 19. Yüzyıla ait bir yaklaşımdır (Ranke). Bugün bunun olamayacağı; belgeleri seçmenin, yorumlamanın, onları kullanarak çıkarımlarda bulunmanın vb. tarihçilik olduğu kabul edilmektedir, dolayısıyla birden çok yorum olabilmekte aynı konuda farklı yaklaşımlar sergilenebilmektedir (Carr). Dikkat! Yine de tarihçilik bu kadar kaygan zeminde yapılan bir şey değildir. Yazılan her şeyin kanıtları sunulmak zorundadır. Yoksa yapılan iş sadece bir masal olur.
[2] Bir kere daha Umberto Eco'ya kulak verelim olayın başka yönüne dikkat çekiyor.
"... Yazılı sayfa kültü, daha sonra da kitap kültü, yazı kadar eskidir. Romalılar daha o zamandan tomarlara sahip olmak ve koleksiyonunu yapmak isterlermiş. Kitapları kaybettiysek, başka sebeplerden kaybettik. Dinî sansür sebebiyle yok edildiler yahut da kütüphaneler ilk fırsatta yanmaya meyilli oldukları için yok oldular, tıpkı katedraller gibi, çünkü her ikisi de büyük ölçüde ahşaptan inşa edilmişti. Ortaçağ’da yanan bir katedral ya da bir kütüphane, Büyük Okyanus’a düşen bir uçağın gösterildiği bir savaş filmi gibidir az çok. Normal bir şeydi. Gülün Adı’ndaki kütüphanenin sonunda yanması o devir için sıradışı bir olay değildi kesinlikle.
Fakat kitapların yanma sebepleri, aynı zamanda sizi kitapları emin bir yere koymaya, yani onların koleksiyonunu yapmaya iten sebeplerdi. Keşişlik kurumunun temelini attığı şey budur. Muhtemelen, barbarların defalarca Roma’ya gelişi ve çekip gitmeden önce şehri ateşe verme alışkanlıkları yüzünden, kitapları yerleştirecek emin bir yer bulmak akıl edildi. Bir manastırdan daha emin neresi olabilir? Bunun üzerine bazı kitaplar hafızanın üzerine çöken tehditlerin ulaşamayacağı bir yere konmaya başlandı. Fakat aynı zamanda, tabiatıyla, bazı kitapları kurtarmayı, bazılarınıysa kurtarmamayı seçmekle bir eleme yapılmaya başlandı."
Kaynak: Kitaplardan Kurtulabileceğinizi Sanmayın
[4] Bernard Lewis' "The Arab Destruction of the Library of Alexandria: Anatomy of a Myth" (İskenderiye Kütüphanesi'nin Araplar Tarafından Yıkımı: Bir Efsanenin Anatomisi) adlı makalesinde bu iddiayı eleştirmiştir.
[5] Bu bizim bildiğimiz tarihi kişilerden Hypatia değil. Onun ölümü 415 yılıdır.
Kaynaklar
*Roy Macleod, İskenderiye Kütüphanesi, Dost Kitapevi, 2006
*AnaBritannica'nın ilgili maddeleri
*Jean-Claude Carriere, Umberto Eco, Kitaplardan Kurtulabileceğinizi Sanmayın, Can Yayınları
*Andre Bonnard, Antik Yunan Uygarlığı Euripides'ten İskenderiye'ye 3, Evrensel Basım Yayın, 2004, s. 211-224
*İzlenmesini öneririm. Ders içinde de kullanmaya, tartışmaya uygundur.
İskenderiye Kütüphanesi ve Hypatia - Carl Sagan anlatıyor (1980)Kaynak göstermeden kullanılamaz