17 Nisan 2019 Çarşamba

Klasik Dönemde Osmanlı Toplum Yapısı ve Daire-i adliye

Dilara Kahyaoğlu
Çeşitli meslek grupları geçit töreninde
Surname-i Hümayun


GİRİŞ

Osmanlı’da yönetim, devlet felsefesi (adalet çemberi veya daire-i adliye veya hakkaniyet çemberi)
*(Bu konuda yazdığım notu okumak için metnin sonuna bkz.)

Doğu devletlerine has bir yönetim felsefesi olan kısaca hakkaniyet çemberi diye isimlendirilen bu yönetim anlayışına göre; Tanrı insanları farklı farklı yaratmıştır ve bu yüzden toplumda herkes farklı görevler üstlenmiştir. Herkesin görevini yerine getirmesi toplumun düzeni için şarttır. Bunu sağlamak ancak adaletli bir sistemle olabilir bu da ancak bir otorite yani devlet varsa yapılabilir.

Dolayısıyla; devletin egemenliğini, otoritesini sürdürebilmesi için güçlü bir orduya ihtiyacı vardır. Ordunun varolabilmesi de ancak servetle sağlanabilir, bu serveti sağlayacak olan kesim de halk yani reayadır. Reayanın bu geliri devlete aktarması için bolluk ve refah içinde olması gerekir o da ancak adaletle sağlanabilir. Adaleti sağlayacak olan güç ise devlet veya adil ve güçlü bir hükümdardır. [Ayrıca ek 1'e bkz.]
Farkedileceği gibi devlet ile başlayan sistemin açıklanması yine devlet ile sona ermekte böylelikle daire tamamlanmaktadır.

Yani Osmanlı devlet felsefesine göre; adalet, devlet, şeriat, hükümranlık, ordu, servet ve halk Osmanlı toplumunun temel dayanaklarını oluşturur. Bunlardan biri yok olursa devlet de, toplum da çözülmeye uğrar.

a) Devletin resmi sınıflandırmasına göre Osmanlı toplumunda sınıflar


Yönetenler (vergi vermeyenler)
Yönetilenler veya Reaya (vergi verenler)


a) Askeri sınıf (Seyfiye)
Arapça seyf kılıç demektir. Kelimenin kökeni buradan gelmektedir. Kılıç ehli (ehli seyf), kılıç kuşananlar anlamında kullanılmıştır. Bu gruba yöneticiler anlamında ümera yani emirler de denilmiştir. Bellibaşlıları; sadrazam, vezirler, beylerbeyleri, sancakbayleri, tımarlı sipahiler, kapıkulu zapit ve askerleri, deniz askerleri vb. Bu sınıfın bir kısmı devletten doğrudan maaş alır diğer kısmı ise tımar sistemi içinde kendilerine bırakılan vergi geliri ile geçinirlerdi. Yüksek rütbeli yöneticilerin çoğu enderundan yetişmeydi.

b) İlmiye sınıfı/ ulemalar
Ehli şer olarak da adlandırılırlar. İlimle meşgul olanları ifade eden genel bir addır. Bu zümre mensupları; medresede eğitim görmüş, İslam dininin esaslarını bilen ve onun uygulanmasını üstlenmiş olan kişilerdi.
Bunlar; yargıçlık, noterlik, kadılık, öğretim elemanı vb. olarak çalışırlardı. Bunlardan müderrisler maaş alır, kadılar ise yaptıkları işlere karşılık işi görülen kişilerden harç alırlardı.
Müderrisler zamanla yükselerek kadı, defterdar veya nişancı olabiliyorlardı. Hukuk literatürünü iyi bilen müftünün, karar yetkisi yoktu sadece görüş bildirirdi. Ulema hiyerarşisinin en yüksek kademesinde şeyhülislam bulunur, kararların veya eylemlerin şeriata uygun olup olmadığı yolunda görüş bildirirlerdi ki buna da “fetva” denirdi.  Divan toplantılarına katılırdı ama oy hakkı yoktu.

c) Kalemiye sınıfı;
Osmanlı’da büro veya daire anlamında devlet işlerini yürütüldüğü yerlere kalem denilirdi. Bu yüzden burada çalışan ve bürokratik işleri yürüten sınıf da kalemiye denilmiştir. Bunlar küçükte itibaren kalemlerde usta- çırak ilişkisi içerisinde eğitilir kalemin dışındaki zamanlarda ya özel hocalardan dersler alır ya da medreselerde derslere devam ederlerdi. Burada çok gizli işlerde yürütüldüğünden özellikle güvenilir kişilerin çocukları işe alınırdı. Kalemiye mensuplarının terfi edeceği en yüksek makamlar defterdarlık ve reisülküttaplıktı.


Yönetime katılmayan ve vergi veren bu sınıfa
Raiyyet sınıfı da denirdi. Reaya, çeşitli din, mezhep etnik gruba ait topluluklardan oluşuyordu. Burada Türklerden başka, Rumlar, Ermeniler, Romenler, Slavlar, Yahudiler, Araplar,Kürtler, Kafkas Halkları vb. vardı. Din ve mezhep açısından da aynı çeşitliği görmek mümkündü. Müslümanlar, Alevi/ Şii Müslümanlar, Ortodoks Hıristiyanlar, Katolik Hırıstiyanlar ve Musevilerdi. Bunlar da kendi içlerinde alt mezheplere ayrılabiliyordu.

Osmanlı’da topluluklar din ve mezhep esasına göre örgütlenmişti ki buna da “Millet sistemi” denilirdi. Bu sistem içinde Müslümanlara hakim millet “millet-i hakime”, diğer dinlere mensup olanlara ise “millet-i mahkume” yani hükmedilenler denilirdi. Ermeni ve Ortodoks Hıristiyanların başında patrikleri, Musevilerin başında ise Hahambaşı bulunur, devlet bu topluluklar ile olan ilişkisini bu ruhani liderler aracılığıyla yürütürlerdi.

Bunlardan başka sayıları az olmakla birlikte Süryaniler, Nesturiler, Yakubiler, Maruniler gibi farklı Hristiyan mezhepleri de vardı, bunların da kendilerine ait kiliseleri bulunurdu.

O zamanlar, bugünkü anlamda nüfus sayımı yapılmadığı için bu toplulukların toplam sayıları hiç bir zaman tam olarak bilinmemekle beraber tahrir defterlerine kayıtlı olan vergi vermeye yükümlü erkek nüfusundan yola çıkarak belli tahminler yürütülebilmektedir. Örneğin Fransız tarihçisi Braudel’e göre 16. yüzyılın sonlarında Osmanlı nüfusu altmış milyondu.




b) Yerleşim durumuna göre Osmanlı toplumu

Şehirliler
Osmanlılarda şehirlerin büyük çoğunluğu kasaba niteliğindeydi. Osmanlı şehirlerinin çoğunda nüfus 8-10 bin altındaydı. Büyük şehirlerde ise nüfus 60 ile 70 bini aşmıyordu. Yalnız 16. yüzyılın sonunda 700 bin nüfusu ile İstanbul, Avrupa’nın en büyük şehriydi. Şehirlerde yaşayan halk; askeriler, tacirler, esnaf ve diğerleri olarak başlıca dört gruba ayrılırlardı.

Devlet, tüccarlara, tarımla uğraşanlardan veya zanaatkarlardan daha fazla serbestlik sağlamıştı. Özellikle İstanbul’da tüccarların sayısı çok fazlaydı. Askeri sınıftan olanlar da tüccarlık yapıyordu. Esnaflar çeşitli işkollarına ayrılmıştı. 1640 tarihli bir narh defterine göre 225 adet değişik meslek grubu vardı. Askeri sınıfın dışındakiler loncalara bağlıydılar. Loncalara katılanlar genellikle aynı dinden olmakla beraber çeşitli dinleri, bir arada barındıran loncalar da vardı. Bunun dışında şehirlerde, göç etmiş olan işsizlere, yabancı tüccar ve gezginlere seyyar satıcılara vb. rastlanılırdı.

Köylüler
Osmanlı ekonomisinin temeli tarıma dayanıyordu. Nüfusun büyük bir bölümü köylerde yaşıyordu. Köyde yaşayanlar Tımar beyleri, çiftçi aileleri, mukataa topraklarını işleyenler, mülk sahipleri, müsellemler, muaflar idi. Tımar sahipleri arasında sipahilerden başka, kale görevlilerine, din görevlilerine, mahalli idarecilere de rastlanırdı. Köylünün işlediği toprak kendi özel mülkü değilse burayı satamaz, vakıf yapamaz, başkasına devredemezdi. Köylüler vergilerini işledikleri ürüne göre genellikle ayni (mal) olarak öderlerdi.

Köylerde yer alan “muaflar” vergi ödemeyen kesimdi. Bunlar devlet için çeşitli hizmette bulundukları için yaptıkları işe karşılık ücret almazlar ama vergiden muaf tutulurlardı. Bunlardan bazıları; kale görevlileri, madenciler, geçitleri bekleyenler derbendciler, emekli sipahiler, camide görev yapan imam, müezzin vb. görevliler, şeyhler, şeyhoğulları, sipahizade denilen sipahilerin oğulları vb. idi.
Konargöçerler
Bunlar merkezi hükumetin kontrolünden mümkün olduğu kadar uzak olmakla birlikte yine de onlar için düzenlemiş olan yasalar içinde hareket etmek zorundaydılar.

Konargöçerler aşiret, oymak, boy vb. örgütlenmesi içinde bir arada bulunuyor, beraber hareket ediyorlardı. Bazen bu aşiretler birleşiyor daha büyük topluluklar oluşturuyorlardı. Mesela 40 bin kişilik bir topluluk oluşturan Boz ulusu yazın Erzurum ve Diyarbakır bölgelerinde yazlıyor, kışın ise Mardin’in güneyinde kışlıyorlardı. Bunları esas işi hayvancılıktı. Kanunlar çerçevesinde bunlardan ağıl vergisi, yaylak ve kışlak vergileri alınırdı. Çok az olmakla birlikte tarımla da uğraşıyorlardı. Kimi zaman ise geçici olarak askeri hizmetle görevlendiriliyorlardı. 

Devlet için ok ve yay imal etmek, geçitleri, yolları korumak, yol yapımı ve onarımında görev almak, donama için malzeme sağlamak veya gemi yapımında yardım etmek vb. Bu işleri yapanlar vergilerini bu şekilde ödemiş olurlar ve vergiden muaf duruma düşerlerdi.

c) Osmanlı toplumunda sosyal hareketlilik

1- Yatay hareketlilik
Bir toplumun ülke coğrafyası üzerinde köyden şehre vaya belli bir bölgeye gidip gelmesi veya oraya göç ederek yerleşmesine toplumun yatay hareketliği denir. Selçuklular zamanında olduğu gibi Osmanlılar zamanında da tarihçilerin “kolonizatör Türk dervişleri” dedikleri zümreler kendiliğinden bir şekilde sürekli batıya göç edip yerleşmişlerdi. Bunlar gittikleri yerlerde zaviyeler kurmuşlar bu zaviyelerin etrafında yerleşenler de zamanla köyleri oluşturmuştu. Bazen de belli bölgeleri canlandırmak amacıyla buralara kurulan vakıflar buralara yerleşmeyi teşvik etmiş bazen de devlet bizzat kendisi belli bölgelere, belli yörelerden insanları tehcir ederek iskan siyaseti uygulamıştır. Özellikle “tehcir ve İskan siyaseti” konar göçerleri yerleştirmek amacıyla çok başvurulan bir yöntemdi. Ama bir kere yerleşmiş olan köylünün toprağını bırakıp gitmesi hoş karşılanmıyordu. Hele bu aileler Tımar sistemine dahil olan alanlarda yerleşmişlerse ki bu durumda tımarlı sipahinin köylüleri geri getirme hakkı vardı.

2- Dikey Hareketlilik
Bu terimde sınıflar arası geçişi ifade eden bir terimdir. Osmanlı Devleti kast sistemindeki gibi katı bir sınıfsal geçişkensizliğe sahip olmamakla beraber, sınıflar arası geçiş arzu edilen, teşvik edilen bir hareketlilik değildi. Örneğin, Osmanlı belgelerinde şu cümleye sıs sık rastlanır “raiyyet oğlu raiyettir”.
Yine de sınıf değiştirmenin yolları olarak şu olanaklar bulunuyordu;
*Devşirme olmak yani kul statüsüne girmek ve bu yolla gayri müslüm bir çiftçi oğlu iken askeriye sınıfına geçmek.
*Medrese eğitimi görmek.
*Seferlerde, savaşlarda başarı göstererek tımar sahibi olmak.
*Kalemiye sınıfının çalıştığı bir büroya çırak olarak girmek ve oradan yükselmek.

EK 1 Düzenin Felsefesi: DAİRE-İ ADALET

El-Gazali ve Nizamülmülk’ün yazılarında ifadesini bulan Önasya devlet felsefesi Osmanlılarca da benimsenmiştir. Bu anlayışı Osmanlı tarihçisi Naima’nın eserlerinde görmek mümkündür.

Buna göre; 
1) Asker olmadan devlet ya da mülk (hakimiyet) olamaz,
2) Askere sahip olmak için servet gerekir, 
3) Servet uyruklardan toplanır, 
4) Uyruklar ancak adaletle refaha kavuşabilir (refah içinde olmayan uyruklardan yeterince servet toplanamaz tabii ki), 
5) Şu halde mülk ve devlet olmadan adalet olamaz.

Böylece, servetin hükümdar ve devleti desteklemek ve uyruklar için de adalet sağlamak için üretilmesi ve kullanılması düzenin temeli olarak ifade edilmiştir.

Sınıflar
Toplum buna uygun olarak ikiye bölünmüştür: 
1) Yaşamda asıl amaçları sanayi, ticaret ve tarımla uğraşarak ve hükümdara vergi vererek servet üretmek olan büyük halk kitleleri  
2) Kendileri servet üretmeyen, vergi vermeyen, ama hükümdarın gelirini toplamak ve bu gelirle kendilerini olduğu kadar hükümdarı ve ailesini de geçindirmek için hükümdarın aracısı olarak görev yapan yönetici grubu.

Yönetici sınıf (askeri sınıf):
 Devlet yönetme işine karışanların tümünü kapsayan bu sınıfa Osmanlı devletinin ilk yüzyılında askeri yönü ağır bastığı için “askeri sınıf” denmiştir. Sonraki dönemlerde içinde asker olmayan yöneticilerin oranı ve ağırlığı artsa da bu ad kullanılmaya devam etmiştir.

Bu sınıf üyeleri, 
1) ilk yüzyıllarda daha çok devleti kuran Türkmen ailelerinden, 
2) 15. Yüzyıldan itibaren ise (özellikle Fatih’ten sonra) ağırlıkla devşirme kökenlilerden oluşmuştur.

Klasik Osmanlı düzeninde, kökeni ne olursa olsun bir kişinin yönetici sınıf üyesi olabilmesi için öncelikle şu şartlar gereklidir:
1) İslam dinini ve bunun düşünce ve eylem sistemini kabul edip uygulaması, 
2) Padişaha ve devlete sadık olması, 
3) Osmanlı yaşam biçimini, göreneklerini ve dilini bilip uygulaması (Anadolu veya Türk yaşam tarzı ya da dili ile karıştırılmamalıdır. Kastedilen, saray kaynaklı elit bir kültürdür).


Yönetici Sınıfın Alt Grupları:

a. Saray Kurumu 
Harem, Enderun, Birun görevlileri (Darüssaade ağası, silahtar ağası, çahadar ağası, müneccimbaşı, cerrahbaşı, kapıcı başı, bostancı başı v.b.). Bunlar saray içi düzenden sorumluydular. Ancak padişaha en yakın grup olduklarından yönetim işlerinde zaman zaman en etkili grubu oluşturabiliyorlardı. Ayrıca, başarılı olanlar

b. Katipler/Kalemiye 
Divan-ı Humayun’un altında görev yapanlar. Vezir, defterdar, nişancı v.b. en yüksek görevlilerden aşağıdaki katiplere kadar bugünün sivil bürokrasisinin işlevini görenler.

c. Askeri Yöneticiler/Seyfiye

Kapıkulu ordusu:  Yeniçeriler, topçu birlikleri, kapıkulu süvarileri, 
Eyalet kuvvetleri: tımarlı sipahiler, kale ve derbent muhafızları, akıncılar
Deniz kuvvetleri.

d. Kültürel-dinsel Yöneticiler/İlmiye 
Şeyhülislam, müftüler, kadılar, medrese hocaları, imamlar v.b.
Yönetilenler (reaya):
Yukarıdaki niteliklere sahip olmayanların tümü yönetilen sınıf içine girmekteydi. Ancak yönetilenler de bu nitelikleri geliştirip uygulayarak yönetici sınıfa yükselebilirlerdi. Aynı şekilde, yönetici sınıf üyeleri de bu nitelikleri kaybettiklerinde reaya durumuna düşebilirlerdi. Ayrıca, bir yöneticinin oğlunun da yönetici olması gibi bir kural yoktu. O da ancak yukarıdaki nitelikleri kazanırsa ve uygularsa yönetici olabilirdi (Osmanlıda bir soylu sınıfın ya da aristokrasinin olmayışının nedenlerinden biri).

Dolayısıyla Osmanlı da sınıflar arası geçişler, çağdaş terimlerle ifade edecek olursak bir sosyal hareketlilik olduğu söylenebilir. Ancak bunun çağdaş toplumlardaki sosyal hareketlilikle karıştırılmaması gerekir.
1) Yönetici sınıfa girmeye en yakın kimseler yine de yöneticilerin çocuklarıdır, 
2) reaya içinde yönetici sınıfa geçişte Hıristiyanlar avantajlıdır. Çünkü devşirme yalnızca onlara yöneliktir. Ancak onlar da yönetici olmak için dinlerinden, kültürlerinden ve soylarından kopmak zorundadırlar, 
3) Müslüman reaya içinse daha çok din eğitimi alanında kendini gösterip ilmiye sınıfına, yani yöneticiler katına yükselme olanağı vardı. Ancak bu alanda ilmiye mensuplarının çocuklarının avantajı  büyük olduğundan bu olanağın büyük oranda kullanılabildiğini söyleyemeyiz.

Yönetilenlerin (Reaya) Alt Grupları:
Osmanlıda yönetilenler üç ölçüte göre bölünmeye tabi tutulurlardı:

1) Yerleşim bölgesine göre bölünme: kentlerde yaşayanlar, çiftçiler, göçebeler.

2) Dinlere göre bölünme(Millet Sistemi): Müslümanlar, Ortodokslar, Gregoryenler, Katolikler, Museviler v.b.)

3) Mesleklere göre bölünme: Çiftçiler, zanaatkarlar, tüccarlar.



*Önemli bir NOT: Adalet Çemberi Konusu... Bu türden idealist fikir veya felsefeler okuyucu yanıltmasın. Osmanlı Devleti toplumu adalet çemberinde belirtilen felsefeye uygun yönetmiyordu. Adalet Çemberi bir ideali gösterir. Bazı bilge yöneticiler, hükümdarlara öğüt niteliğinde bu türden fikirler veriyorlar, bunun felsefesini yapıyorlar. Bunların var olması o toplumun buna uygun yönetildiği anlamına gelmez.


 Kaynak gösterilmeden kullanılamaz

Bu seride yer alan Osmanlı tarihiyle İlgili diğer konular ve kaynaklar için bkz.

https://tarihegitimi.blogspot.com/2019/06/osmanl-tarihi-ders-notlar-konular.html

Lorem ipsum is simply dummy text of the printing and typesetting industry.

Comments


EmoticonEmoticon