Fetihten önce İstanbul ancak ölü bir şehirdi. Fatih Mehmed onu, tekrar siyasi ve iktisadi bir imparatorluk merkezi yapmak için büyük bir enerjiyle çalıştı; bunun neticesinde, şehrin yeniden inşaasında olduğu kadar hızla iskan edilmesinde de hayli mesafe katetti.
Çok sayıda kaynaktan elde ettiği güçlü delillere dayanan A. M. Schneider(1), istanbul'un, 1204'te Latinler tarafından işgalinden sonra nasıl uzun bir gerileme dönemine girdiğini, işgal süresince nasıl bir köy durumuna geldiğini, bağların ve tarlaların şehir surları içindeki geniş bir sahaya nasıl yayıldığını gösterir. Osmanlılar tarafından zaptından önce şehrin nüfusu, azami 50.000 olarak tahmin edilmekteydi. 1454'te Patrik yapılan
Scholarios, lstanbul'u o zaman «büyük bir kısmı boş, yoksullukla perişan olmuş harabe bir şehir” olarak tasvir eder.
1453'te Fatih Mehmed, müstakbel başkentinin, ellerine harabe bir şehir olarak düşmesini istemediğinden, nihai umumi taarruzu yapmaya karar verdiğinde İmparatora, şehri yağmadan korumak için teslim etmesi gerektiğini teklif ve buna karşılık kendisine Mora despotluğunu vaat eden bir elçi göndermişti. Fethin ardından, İmparatordan sonra en nüfuzlu adam olan
Lukas Notaras'ı huzuruna çağırmış ve öfkeli bir şekilde, şehri teslim etmesi için niçin imparatoru ikna etmediğini sormuş; bu yapılmış olsaydı şehir, pek çok zarardan, tahripten ve bir o kadar can telef olmaktan kurtulmuş olacaktı demişti.(2) Notaras ise şehri teslim etmeye niyetlenmiş olduklarını, ancak müdafaaya iştirak eden Latinlerin böyle bir teşebbüse şiddetle karşı çıktıklarını belirterek, ne imparatorun ne de kendisinin bunu yapacak güce sahip oldukları karşılığını vermişti(3). Nihayet Fatih, umumi taarruz ve yağma husunda verdiği, kararı orduya ilan etmişti. İslam hukukuna göre, bu kaçınılmazdı. Bu hukuk, teslim tekliflerini reddeden ve mukavemete kalkışan düşmanın esir alınması gerektiğini ve mallarının, Müslüman muhariplerin helal kazancı sayılmasını amirdi. Fatih, yağmaya müsaade ederken hiç bir yapının tahrip edilmemesini kat'i şart koşmuştu. Üç günlük yağmanın sona erişinden hemen sonra büyük bir enerjiyle şehrin muhafaza ve restorasyon meselesine başladı. Fatih'in sarayında yaşamış olan çağdaş tarihçi
Kritovoulos, onun fetihten sonra "ilk iş olarak, şehri sadece eski haline getirmek için değil, fakat mümkün olduğunca daha mükemmel bir şekilde imar ve iskan etmek için plan yaptığını" bize bildirmektedir.
Fetih öncesi, nüfusun bir kısmı şehri terk etmiş ve kaçmış, geri kalanlar da ordu tarafından esir alınmıştı; kalenin, kuvvet kullanılarak zaptedilmiş olması, «şehri boş ve tenha bir hale getirmişti." Fatih, çok sayıda Rum'un, sahiplerine fidyelerini ödemeleri şartıyla serbest bırakıldıklarını irade etti.(4) Fidye parasını kazanmalarına imkan sağlamak için, tanzim etmiş olduğu geniş inşaatlarda çalışmalarına müsaade etti. Fakirlere para dağıtmayı, halkın gönlünün kazanılmasının bir yolu olarak gördüğü için sık sık şehri gezmeye çıktı.(5) Keza, şehirden kaçmış olanların verilen mühlet içinde geri dönmeleri halinde, evlerinin barklarının kendileri için tamir edileceğini bildirdi; hatta nüfusu İstanbul'a celbetmek arzusu ile, italyanlara muhalif olarak tanınan Megadux Lukas Notaras'a bir vazife vermek düşüncesiyle teşebbüse geçti. Bununla beraber «bazı kişiler" böyle bir teşebbüsün yaratacağı tehlikeler üzerinde ısrar ederek, Sultan'ı, bu düşüncesinden vazgeçirmeye muvaffak oldular.(6) 16 Ağustos 1453 tarihli bir mektuba göre, Fatih; Silivri ve Galata halkını İstanbul'a naklederek burada yerleştirmişti.(7)
Bütün hükümdarlığı süresince Fatih'in yegane zihni meşguliyeti, lstanbul'u, imparatorluğunun hakiki bir devlet merkezi yapmak olmuştu.
Haziran 1453'te İstanbul'dan ayrılmadan önce Fatih, Süleyman Bey'i İstanbul'un ilk subaşısı ve Hızır Bey'i(8) ilk kadısı olarak tayin etti; şehrin yeniden düzenlenmesini ve baş vazifeleri olarak surların restorasyonunu bunlara tevdi etti. Keza, Yedikule sitesi üzerine müstahkem kale yapılmasını emretti.(9) Aynı zamanda şehrin merkezinde (şimdiki Üniversite arsasında) kendisi için bir saray inşaa edilmesini buyurdu. Müteakıben, vezirlere, beylere ve kapıkulu erkanına bundan sonra pay-i tahtım istanbul'dur diye bildırdi.(10)
Onu, şehrin yeniden imar ve iskanı için derhal Anadolu'dan ve Rumeli'den insan nakli usulleriyle meşgul görüyoruz.
Dukas'a göre,(11) ilk defa 5.000 aile gönderilmesini istemişti. lorga tarafından yayımlanan bir mektup,(12) bize onun, Anadolu'dan 4.000 ve Rumeli'nden yine 4.000 ailenin sürülmesini emrettiğini göstermektedir. Bunlar Hristiyan, Müslüman ve Yahudiler olmalıdır. Fatih, boş evlerin yeni yerleşenlere bedava dağıtılacağını da ilan etmişti. O, bu tedbirleri aldıktan sonra, Edirne'deki sarayına dönmek üzere İstanbul'dan ayrılmıştı {21 Haziran 1453).
Fatih, aynı yılın sonbaharında İstanbul'a, geri döndü. İlk ve en başta. gelen düşüncesi, İstanbul'un yeniden tanzim ve inşaası idi. Fakat, Fatih'in bilhassa İstanbul'a çekmek istediği varlıklı kişilerin, aile ocaklarını terk etmek istememelerinden meydana gelen gecikmeleri, yeniden imar ve iskan işine zarar veriyordu(13 ).
6 Ocak 1454'de Fatih, Latinlere muhalefeti ile tanınan Scholarios'u İstanbul Patriği tayin etti. Bundaki maksatlarından biri, şehirden kaçmış olan Rumları İstanbul'a geri çekmekti. Daha sonra Bursa'ya geçti; burada bazı sert tedbirler alarak ve subaşı'ların çoğunu değiştirerek 35 gün kaldı.(14) Zengin ve fakir çok sayıda kişinin seçilmesini ve zorla lstanbul'a gönderilmesini emretti (bu muamele,
sürgün olarak tarif edilmekteydi). Bu şehirden sürülenlere dair Bursa Şer'iyye sicillerin deki k,ayıtlar hala durmaktadır. Bu yolla 1454 ve 1455 yıllarında mühim miktarda insanın İstanbul'a getirildiği ve burada iskan edildi [kaynakta böyle yazılmış] görülüyor.
Daha sonra Fatih, seferleri müddetince, fethettiği şehirlerin zenginlerinden, sanat erbabından ve tüccarlarından bazılarını sürgün olarak İstanbul'a göndermiştir; savaş esirleri arasındaki çiftçileri
haskul (sultan kulları) olarak, İstanbul'a gıda maddeleri temin etmek için şehir etrafında kurulan kasaba ve köylere yerleştirtmiştir.
İstanbul civarında, ilk imar ve iskan faaliyeti 1454'te Sırbistan seferinden sonra yapıldı. 1454 yazı sonunda, Sırbistan esirleri arasından seçilen dört biri aile, İstanbul etrafındaki köylere yerleştirildi.(15) Müteakip Sırbistan seferlerinde (1455, 1456, 1458, 1459) Fatih, mühim, bir miktar Sırbistan esirini İstanbul'a sürdü. Aynı şekilde 1458 ve 1460 Mora seferleri sırasında esir alınan nüfusun bir kısmı, Zenta, Kefalonya ve Santa Mavra (Aya Mavra) adalarından getirilen esirler, İstanbul civarındaki kır bölgede yerleştirilmişti. Bu haskullar, yetiştirdikleri ürünün yarısını saraya teslim etmekteydiler. Fatih tarafından bu şekilde İstanbul'un etrafında
has köyleri ismiyle kurulan köylerin sayısı, bin dolayında tahmin edilmektedir(16a) (Barkan, Kanun'lar, LXII). "Fatih bu işi, şehrin ihtiyaçlarını temin etmek istediği ... için yapmıştı." 6b).
İstanbul içindeki Hristiyanlar, aşağıdaki yerlerden getirilerek iskan edilmişti: Eski ve Yeni Foça (1460); Argos (1463); Amasra (1459); Trabzon (1460); Mora (1458'de 4.000 kişi); Taşoz ve Samotraki adaları, (1459-60); Midilli (1462); eğriboz (1473); Kefe ve Mengüp 1475). Keza, Anadolu seferleri esnasında Müslüman ve Hristiyan nüfuslar arasından da "sürgünler" seçilmişti. Bilhassa 1468 ve 1471 yılları arasında Konya, Larende, Aksaray ve Ereğli'den çok sayıda Müslüman ve Hristiyan nakledilmişti (Aşık Paşa ve Neşri, Aksaray'dan İstanbul'a sürülen halkın, Aksaray mahallesini oluşturduklarını kaydederler). Her grup, İstanbul'a gelişlerinde başka bir mahalleye yerleştirilir ve çoğu zaman bu mahalleye eski memleketleri olan şehrin ismi verilirdi.(17) Fatih, şehrin gelişmesini teşvik etmek için zenginleri, usta sanat erbabını veya aristokrasiye mensup olanları İstanbul'a yerleştirmeyi daha uygun bulmuştu.(18) Kefe'li bütün İtalyan aileleri, kölele riyle birlikte, İstanbul'a nakledilmiş ve Kefeli adlı mahalleye yerleştirilmişti.(19)
1455 Sırbistan seferinden sonra İstanbul'a dönen Fatih, o yılın sonbaharında sarayın ve Yedikule kalesinin tamamlandığını ve şehir surlarının tamir edildiğini memnuniyetle görmüştü. Daha fazla inşaat için talimatlar verdi. Büyük ve Küçük Çekmece arasındaki köprülere ilaveten, şehre ulaşan diğer başlıca yolların tamir edilmesini emretti. Bu yolların en zayıf bölümleri boyunca kaldırımlar yapıldı.
O kış, şehrin yeniden inşaası hakkında mühim kararlar alındı. Fatih, şehrin merkezine bina edilen yeni Saray'ın yanına küçük bir çarşı yapılmasını buyurdu. Bu çarşı, Fatih zamanında
Büyük Bedestan veya Bezzazistan olarak adlandırılan İstanbul'un ünlü Kapalı Çarşısı olacaktı. Kritovou los, Kapalı Çarşıyı, tamamen yüksek duvarlarla çevrilmiş ve çinilerle kap lanmış olarak tasvir eder.(19a) Bu yapının 1464'ten önce tamamlanmış olduğuna şüphe yoktur. Bedestan, daha ziyade, bilhassa kumaşlar, kürkler ve mücevherat gibi şeylerin depolanmasına ve müzayedesine tahsis edilmiş bir yapıdır. Burası, büyük tüccarların toplanma yeridir. Fatih Vakfiyesine göre, muhteşem Bedestanı, ambarları da müştemil olmak üzere 128 dükkan ihtiva etmekteydi; buranın etrafında muhtelif tüccarlar ve sanatkarlar tarafından tutulmuş 894 dükkan vardı ve bunların tamamı kapalı çarşıyı oluşturmaktaydı. Büyük Bedestan, bir çok ilavelerle genişletildi; bu yapı, İstanbul'un en mühim ticaret merkezlerinden biri olarak günümüze kadar ayakta kalmıştır. Fatih, Ayasofya Camiinin hizmetlerine ve onarımına sarf edilmek üzere, bu Bedestan'dan elde edilen gelirin toplanıp muhafaza edileceği bir sandık oluşturmuştu.
Fatih, ayrıca Bedestan için aynı sene içinde bir kaç umumi hamam yapılmasını; şehre bol miktarda su temin etmek gayesiyle zarar görmüş eski kanalların ve su kemerlerinin tamir edilmesini emretmişti.
Fatih Vakfiyesi, şu satırları ihtiva eder: "Bir şehir kurmak, ulvi bir harekettir; insanların kalbinin kazanılmasını ve yüzünün güldürülmesini mucip olur".
Kritovoulos bize, Fatlh'in, 1471 yılını, bütün şehir üzerinde hamamlar, kervansaraylar ve çarşılar yapımı ile geçirdiğini bildirir. Bu yılda kanallar ve su kemerleri uygun bir şekilde tamir edilerek şehir hamamlarının ve mahallelerinin yeterli suya kavuşturulması sağlanmıştı. Şimdiki Fatih mahallesi yakınında su kemerlerinin bir noktasın kırk musluk ile bir pınar yapılmıştı.(20)
1460 yılı, nüfus meselesi ye bütün ticari muamelelerde alınacak fevkalade tedbirlerle damgalanmıştı. Hem Rumeli'ne hem de Anadolu'ya, fetihten önce şehri terk eden İstanbul'un eski sakinlerinin geri dönüp tekrar burada yerleşmelerini bildiren fermanlar gönderilmiştir. Kritovoulos'a göre (21) Edirne; Filibe, Gelibolu, Bursa ve diğer Osmanlı şehirlerinde, İstanbul'u terk eden zengin ve müreffeh pek çok Rum bilgin ve sanatkar vardı. Bunlara evler veya arsalar temin edildi ve hepsinin İstanbul'a dönmeleri buyuruldu. Aynı tarihte Fatih, aktif bir ticaret merkezi olarak gelişmiş bulunan Eski ve Yeni Foça'nın halkını İstanbul'a gelmeye ve burada yerleşmeye mecbur tutmuştu.
1454 yılı civarında
İsaac Safrati, Almanya ve Macaristan'da (Alman ve Macarların kendi) dinlerine girmeye zorladıkları Yahudilere hitaben yayınlanan bir mektupta onlara, Osmanlı imparatorluğuna gelmek için buradaki şartların çok müsait olduğunu söylemekteydi. Bu mesaj Almanya ve İtalya'dan çok sayıda Yahudinin göç etmesini sağladı. 1478 nüfüs sayımı, lstanbul'da 1647 Yahudi ailesi bulunduğunu gösteriyor.
Fatih'in sarayında bulunmuş olan Kritovoulos, bize, cami'lerin ve sarayların yapımı sırasında, onları bizzat teftiş etmek ve gerekli emirleri çıkarmak hususunda Sultan'ın nasıl samimiyetle ilgilendiğini anlatır.(22) Nihayet, Yeni Saray 1464'te tamamlanmıştır. Haliç (Altın Boynuz) ve daha sonra Saray Burnu olarak adlandırılan Marmara Denizi bitişiğindeki geniş bir saha, evvelce dikilen zeytin ağaçlarıyla örtülmüştü. Kritovoulos(23) ve Tursun Beğ(24) bize, bir saray tasviri yapmaktadırlar. Her iki müellif, sarayın civarından başlayıp denize kadar uzanan bayırları içine alan bir bölgedeki güzel bahçeleri, fıskiyeleri ve dinlenme yerlerini hayranlıkla anlatırlar.
Daha sonra Topkapı Sarayı ismiyle anılan Yeni Saray, dört asır müddetle Osmanlı hükümdarlarına ikamet yeri olarak hizmet vermiştir. Topkapı Sarayı, dünyanın en zengin ve en kıymetli müzelerinden biri olarak hala ayakta durmaktadır. Fatih'in hayat müddeti içinde, 1473'te eşsiz bir sanat abidesi olan bahçeli Çinili Köşk yapıldı; 1478'de bütün saray sahası yüksek duvarlarla çevrildi. 1459'da Fatih, İstanbul yakınında Peygamber (Hz.) Muhammed'in sahabesi olan Eba Eyyub Ensari'nln şehit düştüğü farz edilen yerde bir cami ile bir türbe, bir medrese ve bir imaret yaptırdı ve Bursa'dan getirilen göçmenler buraya yerleştirildi.
Osmanlı Devletinin, kamu hizmeti düşüncesine sahip olmadığı iddiası(25) doğru değildir. İleride, teb'ayı müreffeh bir hayata ulaştırma hizmetinin, Devletin başlıca vazifelerinden biri sayıldığını göreceğiz. Günümüzde, Devletin veya belediye idarelerinin yapmakla sorumlu olduğu yollar, okullar ve hastahaneler gibi kamu hizmetlerinin çoğu, vakıf müesseseleri aracılığıyla yapılırdı. Osmanlı Devleti, Müslüman devletler arasında bu müesseseyi kamu hizmetleri cihetinde en geniş çapta geliştiren bir devlettir. Osmanlı Devleti, sadece böyle çok sayıda vakıf kurmakla kalmadı; onları sıkı bir kontrole tabi tutarak, halkın ihtiyaçlarını en iyi şekilde karşılamalarına ve devletin gayelerine daha iyi hizmet etmelerine de çalıştı. 1528'lerde Vakıflar, Osmanlı İmparatorluğunun umumi kamu gelirlerinin % 12'sini harcamıştı. Anadolu örnek alınacak olursa, 13,5 milyon akça gelire sahip olan Vakıflar 45 imaret, 342 büyük cami, 1055 küçük cami (mescid), 110 yatılı okul, 626 büyük ve küçük zaviye, 154 ilkokul, 75 han ve kervansaray, 238 umumi hamam, vs. ye ödeme hizmeti yapmaktaydı(26).
imparatorlukta en başta gelen vazifelerden biri olarak İstanbul'un yeniden inşaa ve tezyinini gözönüne alan Fatih, 1459'da belli başlı şahsiyetileri bir toplantıya çağırmış ve onlardan, şehrin muhtelif noktalarında külliyeler vücuda getirmelerini istemişti. Kritovoulos'a göre,(27) o tarihte Fatih, kendisi için Yeni Saray'ın ve büyük bir camiin yapılmasını emretmişti (Camiin yapımına 1463'te başlandığını biliyoruz). Şehrin bir çok bölgesi de camiler, yatılı okullar, imaretler ve halk hamamları yapımında Mahmud Paşa önde gelmektedir; onu diğer vezirler ve seçkin şahıslar takip etmiştir; yapılan yapıların etrafında, bunların masraflarının vakıflar tarafından karşılanması için ticaret merkezleri kurulmuştu. Bu külliyeler, yeni İstanbul'un gittikçe gelişen nüvesi oldu. Bu nüvelerin etrafına nüfus toplanarak böylece yeniden inşaa hızla ilerledi. Modern İstanbul'un belli başlı mahalleleri, bugün hala Fatih devrinin önde gelen şahsiyetlerinin isimlerini taşımaktadır: Mahmud Paşa, Gedik Ahmed Paşa, Murad Paşa, Davud Paşa, vs.
Bu sistem, İstanbul'da denenmeden önce, Bursa ve Edirne'nin gelişmesi için uygulanmıştı; her iki şehir, amme hizmeti ve dini gayelerle hareket eden devlet adamları, nüfuzlu ve zengin şahıslar eliyle kurulan vakıf müesseselerinin meydana getirdiği külliyelerle büyüyüp gelişmiştir. ikinci Osmanlı hükümdarı Orhan Gazi, Bursa kalesinin eteğinde bir cami, bir imaret ve bir bedestan yaptırmıştı. Daha sonra, -bu nüve etrafında yeni ve büyük bedestanlar vücut buldu; o kadar ki, hala şehrin bu bölgesi Bursa'nın en faal ticaret merkezi olarak devam etmektedir. Aynı metod İstanbul için de zikredilebilir (Bu hususta, geniş dini komplekslerin küçük mikyaslı bir modeli sayılabilen taşradaki zaviyeler ve tekkeler tarafından köylerin teşekkülünde oynanan rol de belirtilmelidir).
Fatih Camii külliyesini örnek olarak alalım. Bu külliye, Cami çevresin deki başlıca şu yapıları ihtiva eder: Semaniye medreseleri, daru'ta'lim (ilkokul), daru'ş-şifa (hastahane), imaret (han). Camiin başlangıcı, 1463 yılı ilkbaharına kadar geri gider; ancak 1470 yılı sonunda tamamlanmıştır (Fatih, bu Cami'den önce Şeyh Vefazade ve Rumeli-hisarı camiini yaptırmıştı).
Fatih, İstanbul'un dokuz camiine (bu sayıya Ayasofya da dahildir) sürekli bakım ve destek sağlamak ve onlara hayır müesseseleri ilave etmek için, şehir dışındaki 35 köyün gelirini, bu gayeye vakfetmişti. Ayrıca bu kuruluşlar, lstanbul'un muhtelif pazarları ile (Büyük Bedestan, Sultan Pazarı, Beylik Pazarı, Mahmud Paşa Pazarı, Saraçlar Çarşısı, Dikilitaş Pazarı ve daha bir çok büyük-küçük pazarlar) dört hana, 14 umumi hamama, 54 değirmen ve şehrin her tarafına yayılmış yüzlerce dükkan ve binaya sahipti.
Fatih külliyesinin bir parçası olarak kurulan hastahane (daru'ş-şifa) de iki bilgili ve tecrübeli doktor, bir mütehassıs göz hekimi (kehhal), bir cerrah ve bir ilaç yapan eczacı hizmet vermekteydi. ilaç deposu, bir doktor ve bir ambar memuru hazır bulunmadan açılamıyor, ilaçlar sadece hastahanedeki hastalar için kullanılıyordu. iki hastahane aşçısı, doktor nezaretinde ve onun talimatına göre yemek hazırlamaktaydı. Hastahane kapıcısına, hastaları görmeye gelecek kimseleri içeri almaması konusunda talimat verilmişti. Hastaların, şefkatli bir tedavi görmeleri vakıf beratında kat'i bir surette beyan edilmişti. Doktorların ve bütün memurların aylıkları, ilaç ve yiyecek masrafları vakıf gelirinden ödenmekteydi.
İstanbul'da Müslüman hastalar, şayet doktor çağıracak ve ilaç alacak kadar zengin değillerse hastahaneye girişleri uygun görülürdü.
Fatih, fetihten sonra sekiz muhtelif camide sekiz medrese açılmasını emretmişti. Bu medreseler içinde en mühimi Ayasofya'daki idi. Fatih, Eyyub Sultan Camiini inşaa ettirdiği zaman, burada da bir medrese tesis ettirmişti (1458). Fakat, büyük talim ve terbiye müesseseleri, kendi camii etrafında yaptırdığı ve Semaniye Medreseleri olarak isimlendirilen medreselerdi. Semaniye Medreseleri, bir ilkokulµ (daru't-ta'lim), bir liseyi (Tetimme medresesi) ve kelimenin tam manasıyla dini ilimleri öğretmek için kurulan sekiz medreseyi ihtiva etmekteydi. Medrese dışında da bir kütüphane binası vardı.
Medreselerde sadece ilahiyat ve dini ilimler tedris edilmemekte, aynı zamanda astronomi ve matematik gibi tabii ilimler de öğretilmekteydl. Kabiliyetli her hangi bir Müslüman, öğrenci statüsü ile medreseye girmek üzere seçilebilirdi. Öğrencilerin bütün masrafları vakıf gelirinden ödenmekteydi.
Müessese, vakıflardan hasıl olan gelirin toplanmasına; bu meblağın, memurların aylıklarının ödenmesinde yapıların onarımında ve bunların muntazaman işlemelerini temin etmek için yürütülen bütün faaliyetlerin idaresinde usulüne uygun kullanımına bakan müstakil özel bir teşkilat tarafından işletilmekteydi. Bu teşkilatta çalışan kişiler de maaşlarını müesseseden almaktaydılar. Ayrıca hocalar ve diğer ileri gelen memurlar, faaliyetlerin yapılıp yapılmadığını veya vakfiyede ifade edilen gayelerin uygulanıp uygulanmadığını tetkik etmek, bütün faaliyetleri birlikte muayene ve müzakere etmek ve suçlu olduğu tesbit edilen hizmetlilere uygulanacak müeyyideleri görüşmek için yılda bir kere toplanmaktaydılar. Bu müeyyideler, suçun ehemmiyetine göre ihtar, ta'zir veya işten el çektirmekten ibaretti. Böylece bu müesseler külliyesi, idari ve mali açıdan müstakil bir kuruluş şeklini almış ve her türlü dış müdahalelerden kurtulmuştu. Padişahın kendisinden başka, vakfın hakiki fonksiyonunu yerine getirmesine engel olacak her hangi bir kimse kalmamış oluyordu.
Şehrin hayatında bu müesseler tarafından oynanan rolle ekonominin oynadığı rol, birbiriyle aynı derecede ehemmiyetlidir: Vakfa bir gelir sağlama gayesiyle bu -müesseseler etrafında inşaa edilen kervansaraylar ve dükkanlar, mühim ticaret merkezlerinin kurulmasına müncer olmuştur. Bunlar, Fatih Camii etrafına kurulan ve daha sonra Sultan Pazarı adını alan 286 dükkanı müştemil geniş bir pazarın ortaya çıkmasına vesile olmuşlardır.
Çağdaş tarihçiler (mesela Clavijo), lstanbul'un Osmanlı Türkleri tarafından fethinden önceki Ayasofya'nın harabe haline işaret ederler. Fatih'in en başta gelen işi, ünlü mabedi restore ettirmek olmuştu. Fatih, Ayasofya'nın bakımı ve burada çalışanların aylıkları için geniş vakıflar tesis etmiştir. Asıl lstanbul'da, Galata'da ve Üsküdar'da 2350 dükkan, 4 kervansaray, 51 hamam, 987 ticari müessese, 32 buzhane ve 22 aşhane (bir tür lokanta) nin 718.421 akçaya varan toplam yıllık gelirinin tamamı Ayasofya'ya tahsis edilmişti (Bu bilgi, lstanbul Başbakanlık Arşivindeki 1490 tarihli Ayasofya Vakıf Defterinden çıkarıldı).
Fatİh'in izinden giden diğer vezirler ve ileri gelen şahıslar, şehrin her bölgesinde vakıflar yoluyla çeşitli müesseseler meydana getirmişlerdir; sonuç olarak bu müesseseler, şehrin hızla büyümesine ve yeniden nüfuslanmasına yardımcı olan yeni mahalleleri geliştirmişlerdir. Mahmud Paşa Vakfında olduğu gibi, bu müesseseler genel olarak bir cami, bir medrese ve bir imareti, ihtiva ediyor, bunlara kervansaraylar ve dükkanlar ilave olunuyordu. Mahmud Paşa Çarşısı, 260 dükkanı müştemil olarak bütün şehrin en canlı ticaret merkezlerinden birine dönüşmüştü. Mahmud Paşa Külliyesi 1462'de tamamlandı.
Böylece İstanbul, Fatih'in hayatında saraylar, hanlar, kervansaraylar, çarşılar, pazarlar, hamamlar ve medresellerle kaplanarak mamur görünüşlü faal bir Türk şehri haline geldi.
1478'de Kadı Muhyiddin tarafından yapılan nüfus sayımına göre (Topkapı Sarayı Arşivi, No: 9524) şehrin nüfusu o tarihte aşağıdaki unsurlardan oluşmaktaydı.
Aynı nüfus sayımı bize, 1478'de İstanbul'da 3667 ve Galata'da 260 dükkan bulunduğunu gösteriyor.
Bu dokümanı kısmen kullanan A.M. Schneider, nüfusu 60 veya 70.000 olarak tahmin etmektedir. Bununla beraber dikkat edilmesi gereken bir husus vardır : Vergiden muaf olmaktan hoşnut bulunan askeri sınıf, genellikle böyle mütalaaların dışında kalmaktaydı. Maamafih şu da var ki, nüfus sayımı zamanındaki şehir nüfusu, fetihten 25 yıl sonra fetih öncesinin iki katına çıkmış olmalıdır ve bu nüfusun büyük bir çoğunluğu müslümandı. Ö. L. Barkan, 1530'a doğru şehrin nüfusunu 4 veya 500.000; F. Braudel, 16. asrın sonunda 700.000 civarında tahmin etmektedir.
Yarım asır içinde şehrin nüfusunun dört veya beş kat artmış olacağına inanmak güçtür. Diğer taraftan, bilhassa I. Süleyman'ın hükümdarlığı döneminde (1520-1566) nüfusun hızla arttığını gösteren bir çok delil vardır. Her ne olursa olsun Osmanlılar, fetihten sonra bir asır içinde İstanbul'u, kurmuş oldukları cihanşümul imparatorluğa her hususta layık bir başkent yapmayı başarmışlardır.
Bu yazı yazarın, "The Re-building of Istanbul by Sultan Mehmed The Conqueror" (Cultura Turcica, Vol. IV, 1967, No. 1-2) adlı çalışmasının çevirisidir.
https://dergipark.org.tr/download/article-file/188135DİPNOTLAR (1) Die Bevölkerung Konstantinopels, Nachrichten der Akademie der Wissenschaften in Göttlngen, Phil. - Hlst. Klasse, 1949.
(2) Pharantzes, s. 291. --
(3) H. İnalcık, Fatih Devri, I, Ankara 1954, s. 131.
N. Jorga (Geschichte des Osmanischen Reiches, II, s. 22), Türklere karşı İstanbul'un müdafaasında İtalyanların daha büyük bir rol oynadıklarını belirterek: basit bir gerçeği vurgular. Toplam mıktan dokuz bin kadar olan müdafaa kuvvetlerinin en iyi teçhiz edilmiş bölümü İtalyanlardı ve bu kuvvetlere Cenovalı bir komutan olan Giustiniani-Longo başkomutan tayin edilmişti. İmparator, bütün nüfuzunu ve otoritesini kaybetmişti. Muhasara esnasında Rumların çoğu, "para ödenmediği sürece" surlarda çalışmayı reddetmişlerdi (Z. Doflin, Ch. XX, XXV). Şehri savunmada İtalyanların, niçin bu kadar şiddetli savaştıklarını tahmin etmek kolaydır : Türklerin İstanbul'u almaları durumunda İtalyanlar, Ege ve Karadeniz'deki kolonilerini kaybetme tehlikesi ile karşı karşıya kalacaklardı. Muharebenln son gününde Venedik'ten hareket eden donanma Eğriboz'a ulaşmıştı (Mehmed II, İsl. Ans. fask. 75, s. 511).
(4) Ch. Riggs Terc. Princeton 1954, s. 83, karş. Neşri, ed. F. Taeschner, Leipzig 1951, s. 181.
(5) Kritovoulos, s. 93-94.
(6) Kritovoulos, 83, Fatih önce Notaras'a itibar ve iltimas gösterdi. Fakat Notaras ve onu çepeçevre kuşatmış olan Bizanslı asilzadelerin, hiç bir değişiklik olmamış gibi davranmaya başlamalarını görünce şüphelenmişti. Fatih, ordusuyla Edirne'ye döndüğü zaman, onlara hiç bir şekilde İtalyanlarla işbirliğine teşebbüs etmemelerini söylemişti (Karş. Kritovoulos, s. 83; Chalcocondyles, Hlst. de la decadence de l'empire grec. tere. the Vigenere, Rouen 1670, s. 175).
Phrantzes gibi fanatik çağdaş bir tarihçi, Fatih ve Notaras arasındaki ilişkileri çirkin bir biçimde göstermeye çalışır. Bak. A. E. Bakalopoulos, Die Frage der Glaubwürdigkeit der «Leichenrede aut L. Notaras», Byzantinische Zeitschrift, Band 52 (1959), s. 13-21.
(7) N. Iorga, Notes et Extraits pour servir a l'hlstoire des Crolsades, vol. IV (Bucharest, 1915), s. 67 : "vier Tawsent wirt nömmen sya auch darein und haben sy darein geseczt (Dört bin kişiyi getirdiler ve buraya yerleştirdiler)" (Çağdaş bir Alman kaynağı).
(8) Fatih devrinin önde gelen ilim adamlarından biri olan Hızır Bey, Sivrihisar'da doğdu. Molla Yegan'dan ders tahsil etti; Sivrihisar'da ve Bursa'da Sultan Mereseslnde ders verdi. Fatih devrinin en meşhur alimlerinden çoğu, onun talebeleri idi (Kestelli, Ali Arabi, Hocazade ve Hayali'yl zikretmek gerekir). Geniş ansiklopedik bir bilgiye sahip olan Hızır Bey, Fatih'in dikkatini çekmiş ve İlim Dağarcığı lakabı takılmıştı (Şakayık-ı Nu'maniyye, Mecdi terc., İstanbul 1269 H., ss. 111-114). Hızır Bey, 1459'da kadı iken vefat etti.
(9) Kritovoulos, ss. 85, 93.
(10) Tursun Beg, Tarih-i Ebu'I-Feth, TOEM neşri, s. 59 (Tursun Beg, Fatih'in çağdaşıdır) ..
(11) Dukas, Aynı eser, s. 313.
(12) Notes et Extralts, IV, s. 69. Karş. Kritovoulos, 93.
(13) Neşri, 181; Tursun Beg, s. 60; Aşık Paşa-zade, s. 142.
(14) Kritovoulos, s. 95.
(15) Dukas, V. Mirmiroğlu tarafından yapılan tercüme, İstanbul 1956, s. 169.
(16a) Kritovoulos, s. 119.
(16b) Ö.L. Barkan, Kanunlar, LXII.
(17) Bakz. A.M. Schneider, Aynı eser, s. 41-43.
(18) Neşri, s. 20a.
(19) A.M. Angiolello, (Hist. Turchesca) bunların "blraz sonra göz alıcı evler ve kiliseler inşaa ettiklerini", böylece çok güzel mahalleler meydana getirdiklerini kaydeder.
(19a) s. 104.
(20) Tursun Beg, s. 62-3. (21) s. 148.
(22) s. 149.
(23) s. 207.
(24) s. 65.
(25) Lybyer, The government of the Ottoman empire in the time of Suleiman the Magnificent, N.Y. 1913, s. 147.
(26) Ö.L. Barkan, İktisat Fakültesi Mecmuası, vol. XV, s. 268-77. (27) 8. 140.