Dilara Kahyaoğlu
Osmanlı Devleti’nin yüzyıllar boyunca genişlemesi, sürekli toprak kazancı ile uğraşması olağan sayılır. Ama öncelikle; modern çağ öncesi dönemlerde "bir devlet neden sürekli bir biçimde topraklarını genişletmeye çalışırdı" sorusunu cevaplamalıyız.
Yakın zamanlara kadar, yani sanayi ve teknolojinin geliştiği 1800’lere kadar, bir devletin gücü, topraklarının genişliği ile doğru orantılıydı. Devletin topladığı vergi gelirlerinde ticaretin payı önemli olmakla birlikte, toprağa, tarıma dayalı vergiler devletin temel gelirini oluşturuyordu. Bu yüzden Venedik gibi temel uğraşı ve kazanç kaynağı ticaret olan bir devlet bile, yiyecek maddelerinin ve diğer bazı ham ürünlerin kesintisiz sağlanması amacıyla, toprak fethine girişmekten geri kalmıyordu.
Bu yüzden, Osmanlı gibi ekonomisi toprağa bağımlı bir devletin tarihinde; savaşların, fetihlerin kapsadığı alan, diğer devletlere kıyasla daha fazla sayılabilir. Osmanlı Devleti’nin bir uç boyu toplumundan başlayarak büyümesi, akıncılığı gaziliğe dönüştürmesi, kendilerine özgü bir yayılma siyaseti ve yönetimi oluşturmalarına da yol açmıştır.
Akıncılık, ancak uç boyluğu durumlarında yapılabilir, ama her uç boyu neden Osmanlılar gibi gelişememiştir? sorusu da önemli bir sorudur. Örneğin Osman Bey döneminde Anadolu’da on, oniki uç boyu vardı. Onların arasından neden sadece Osmanlılar sivrilmeyi başarmışlardır?
Bu sorunu cevabı, Anadolu’nun coğrafyasında bulunabilir. Daha 14. Yüzyılın başlarında diğer uç beyliklerinin gelişme alanı neredeyse tamamen ortadan kalkmıştı. Canlı dinamik akıncı beyleri için genişleme alanı sadece Trakya idi ve Trakya’ya açılabilecek konumda iki beylik vardı, Karesioğulları ve Osmanlılar. Fakat Karesi Beyliği iç bütünlüğünü koruyamadığı için Osmanlılar tarafından ilhak edilince, Trakya’ya akın yapabilecek ve oraya doğru genişleyebilecek tek güç Osmanlılar kalmıştır.
Bu yüzden akıncılığa hevesli savaşçılar için Rumeli yolu Osmanlılaşmaktan geçiyordu. Yani önce Osmanlı Beyliği’ne katılacaklar ondan sonra akın sahasına ulaşabileceklerdi. Germiyan, Saruhan veya Karaman toprağından kalkıp Osmanlı iline geçen kişi; dilini, töresini değiştirmek zorunda kalmadan Orhan Gazi’yi tanımakla Osmanlılaşmış oluyordu. Bu yüzden Osmanlı toplumu, sadece fetihler yoluyla değil, diğer beyliklerin halklarının katılımı yoluyla da sürekli büyümekteydi.
Osmanlı Devleti’nin genişlemesinde yüzyıllarca sürdürülen tutum esas olarak şuydu; Osmanlı egemenliğini kabul edene dokunmamak, ele geçirilen yerlerin yönetici ve komutanları ise direnmediği takdirde Osmanlı düzeninde yönetime ve komutanlığa getiriliyordu. Hatta bu kişilerin Müslüman olması şart değildi, örneğin Bizanslı bir çok tekfur kendi kasabalarının başında bırakılmıştı. Bu yüzden Osmanlı genişlemesi çok fazla tepkiyle karşılaşmadan yüzyıllarca sürdü.
Rumeli’ye yayılma sürecinde Osmanlılar, Bizans ile ilişkilerini daha yoğun olarak sürdürdüler. Bu durum da Osmanlıların, Rumeli’ye yayılma ve yerleşmelerini kolaylaştırmıştır. Özellikle Bizans içinde süren taht kavgaları Osmanlıların işini çok kolaylaştırmıştır. Bizanslarda tahta aday bir çok gönüllü aile çıkabilirdi. Orhan Bey döneminde Paleologoslarla, Kantakuzinosların taht mücadeleleri yaşanıyordu.
Orhan Bey gençliğinde bir tekfurun kızı olan Nilüfer Hatun ile evlenmişti. Daha sonra Bizans İmparatoru Andronikos Paleologos’un kızı Asporça Hatun ile de evlendi. İmparator Andronikos ölünce, saray nazırı Yuannis Kantakuzinos İmparatorluğa aday oldu ve desteğini almak için O’da, kızı Teodora’yı Orhan Bey ile evlendirdi ve Orhan Beyin yardımı ile İstanbul’a girerek tahta ortak oldu. Bundan sonra on yıl süresince Yuannis Paleologos ile Kantakuzinos beraberce imparatorluğu yönettiler. Aynı yönteme Sırp kralı Duşan da başvurmuş kızını Orhan Beye vererek Bizanslara karşı Orhan Beyin desteğini sağlamaya çalışmıştır ama Bizans- Sırp çekişmesinde, Orhan Bey ağırlığını Bizans’tan yana koymuştur.
Ama bu karışıklıkların hepsi Osmanlıların işine gelen karışıklıklardı. Bunlardan yararlanan Orhan Beyin 1355’de Gelibolu’yu ele geçirdiğini görüyoruz.
Rumeli’ye doğru genişlerken, akınlara önderlik eden komutanlar genellikle Osmanlı beylik ailesindendi, böylelikle akıncı beylerin ele geçirdikleri yerlerde bağımsızlıklarını ilan edip, kopmalarını önlemiş oldular. Bunun dışında beylik ailesinden olmayan akıncı beyleri de vardı ama Rumeli’deki fetihler, Anadolu’daki fetihler gibi değildi, Rumeli’ye geçenlerin hem malzeme, hem de insan desteğine ihtiyaçları olduğunu unutmamak gerekir. Ancak Rumeli’ye geçiş sadece Osmanlı’nın izniyle olabiliyordu, izin vermediği takdirde desteksiz kalabilirlerdi. Bu yüzden uçlarda ilerleyen beyler kendi başlarına büyüyemediler ve bağımsız davranamadılar. Bu sayede Osmanlı Birliği, Anadolu’daki diğer beylikler gibi bozulmadı. Örneğin Germiyan Beyliği başlangıçta büyük bir beylik iken uçlarda fetihler yapan Germiyan akıncı beyleri, beylikten kopmuş, bağımsız davranmış ve kendi beyliklerini kurmuşlardı. Karesi, Aydın ve Saruhan Beylikleri böylelikle oluşmuş beyliklerdi.
Osmanlıların iç bütünlüklerini sağlamalarının diğer bir yolu da Orhan Bey’den itibaren beylerin giderek artan otoriteleri ve güçleridir. Özellikle I. Murat döneminden itibaren bunu sağlamaya dönük politika uygulamıştır Osmanlı beyleri, uçlarda ganimet toplayan akıncı beylerin topladıkları ganimetin beşte birini, bey konağına vermesini kural haline getirmişti. Böylelikle toplanan esirlerin beşte biri bey konağına teslim edildiğinden, Murat Bey’in kapı halkı giderek büyüdü. Bu esirler “kul” statüsünde idi. Zamanla sayıları artınca da yeniçeri diye bilinen düzene dönüştürüldüler. Bütün bu gelişmeler akıncı beylerin merkeze bağlı kalmasını sağlayan gelişmelerdi.
Peki ele geçirilen yerler nasıl Osmanlılaştırıldı? Bir kısmına yukarıda değindiğimiz askeri ve idari önlemleri bir kenara bırakacak olursak iki tane önemli toplumsal önlem çıkıyor karşımıza. Sürgün ve Vakıf.
Fethedilen yerlere, kitleler ya özendirilerek ya da buyruk ile yeniden yerleştiriliyorlardı. Gönüllü olarak Rumeli’ye geçen savaşçıların dışında bir çok köylü ve göçebe aile Rumeli’ye göç ettirilerek yerleştirildi. Böylece hem göçebeler yerleştiriliyor hem de bölge Osmanlılaştırılıyordu.
Vakıflar ise; toplumsal bir hizmet düşünülerek kurulan bir kurumun devamlılığını sağlamak amacıyla, kişiler tarafından kurulmuş sosyal kurumlardır. Ama Osmanlılarda en önemli vakıfları daima padişah, vezirler, beyler ve paşalar kurmuştur. Bu vakıflar sayesinde günümüzde devletlerin yaptığı sosyal hizmetleri Osmanlılar vakıflarla sağlıyorlardı. Ele geçirilen yerlerde kurulan vakıflar sayesinde bölgede camiler, hanlar, hamamlar, medreseler yani dini, eğitim ve sağlık kurumları ortaya çıkıyor, bütün bunlar Osmanlı toplumsal düzeninin o bölgelere yerleşmesine yardımcı oluyordu. Bu tip vakıfların yanında vakıf statüsünde açılan tekkeler de bölgeye Türkçe’yi ve İslamiyet’i götürüyordu.
I. Murat döneminde fetihler artık tek yöne doğru yapılmamaktaydı. İlk kez bu zamanda Anadolu’da, diplomasi yolları kullanılarak bir çok yer ele geçirildi. Osmanlıların Anadolu’dan bir çok yeri para veya çeyiz olarak alabilmesinin ardında Balkanlardaki başarısının olduğu da muhakkaktır.
Aşağıdaki soruları yanıtlayarak metni çözümleyiniz.
1- 1800’lere kadar devletlerin var olabilmelerinin temel koşullarından biri nedir? Bunlar genellikle ne tip devletlerdir?
2- Osmanlı’nın içinde bulunduğu coğrafi konumİ ona ne gibi avantajlar sağlamıştır?
3- Rumeli’nin siyasi koşullarını, Osmanlı fetihleri açısından değerlendiriniz.
4- Osmanlı Beyliği birliği sağlamak için ne gibi yöntemlere başvurmuştur?
5- Osmanlılar ele geçirdikleri yerlerde kalıcılığı sağlamak için ne gibi yöntemlere başvurmuştur?
6- I. Murat Dönemindeki Anadolu politikası için neler söyleyebiliriz?
Bu seride yer alan Osmanlı tarihiyle İlgili diğer konular ve kaynaklar için bkz.
https://tarihegitimi.blogspot.com/2019/06/osmanl-tarihi-ders-notlar-konular.html
Yeniçeriler daimi ve profesyonel bir ordu olarak I. Murat zamanında kurulmuştur. Minyatürde, yeniçerileri Rodos kuşatması sırasında görüyoruz. |
Yakın zamanlara kadar, yani sanayi ve teknolojinin geliştiği 1800’lere kadar, bir devletin gücü, topraklarının genişliği ile doğru orantılıydı. Devletin topladığı vergi gelirlerinde ticaretin payı önemli olmakla birlikte, toprağa, tarıma dayalı vergiler devletin temel gelirini oluşturuyordu. Bu yüzden Venedik gibi temel uğraşı ve kazanç kaynağı ticaret olan bir devlet bile, yiyecek maddelerinin ve diğer bazı ham ürünlerin kesintisiz sağlanması amacıyla, toprak fethine girişmekten geri kalmıyordu.
Bu yüzden, Osmanlı gibi ekonomisi toprağa bağımlı bir devletin tarihinde; savaşların, fetihlerin kapsadığı alan, diğer devletlere kıyasla daha fazla sayılabilir. Osmanlı Devleti’nin bir uç boyu toplumundan başlayarak büyümesi, akıncılığı gaziliğe dönüştürmesi, kendilerine özgü bir yayılma siyaseti ve yönetimi oluşturmalarına da yol açmıştır.
Akıncılık, ancak uç boyluğu durumlarında yapılabilir, ama her uç boyu neden Osmanlılar gibi gelişememiştir? sorusu da önemli bir sorudur. Örneğin Osman Bey döneminde Anadolu’da on, oniki uç boyu vardı. Onların arasından neden sadece Osmanlılar sivrilmeyi başarmışlardır?
Bu sorunu cevabı, Anadolu’nun coğrafyasında bulunabilir. Daha 14. Yüzyılın başlarında diğer uç beyliklerinin gelişme alanı neredeyse tamamen ortadan kalkmıştı. Canlı dinamik akıncı beyleri için genişleme alanı sadece Trakya idi ve Trakya’ya açılabilecek konumda iki beylik vardı, Karesioğulları ve Osmanlılar. Fakat Karesi Beyliği iç bütünlüğünü koruyamadığı için Osmanlılar tarafından ilhak edilince, Trakya’ya akın yapabilecek ve oraya doğru genişleyebilecek tek güç Osmanlılar kalmıştır.
Bu yüzden akıncılığa hevesli savaşçılar için Rumeli yolu Osmanlılaşmaktan geçiyordu. Yani önce Osmanlı Beyliği’ne katılacaklar ondan sonra akın sahasına ulaşabileceklerdi. Germiyan, Saruhan veya Karaman toprağından kalkıp Osmanlı iline geçen kişi; dilini, töresini değiştirmek zorunda kalmadan Orhan Gazi’yi tanımakla Osmanlılaşmış oluyordu. Bu yüzden Osmanlı toplumu, sadece fetihler yoluyla değil, diğer beyliklerin halklarının katılımı yoluyla da sürekli büyümekteydi.
Osmanlı Devleti’nin genişlemesinde yüzyıllarca sürdürülen tutum esas olarak şuydu; Osmanlı egemenliğini kabul edene dokunmamak, ele geçirilen yerlerin yönetici ve komutanları ise direnmediği takdirde Osmanlı düzeninde yönetime ve komutanlığa getiriliyordu. Hatta bu kişilerin Müslüman olması şart değildi, örneğin Bizanslı bir çok tekfur kendi kasabalarının başında bırakılmıştı. Bu yüzden Osmanlı genişlemesi çok fazla tepkiyle karşılaşmadan yüzyıllarca sürdü.
Rumeli’ye yayılma sürecinde Osmanlılar, Bizans ile ilişkilerini daha yoğun olarak sürdürdüler. Bu durum da Osmanlıların, Rumeli’ye yayılma ve yerleşmelerini kolaylaştırmıştır. Özellikle Bizans içinde süren taht kavgaları Osmanlıların işini çok kolaylaştırmıştır. Bizanslarda tahta aday bir çok gönüllü aile çıkabilirdi. Orhan Bey döneminde Paleologoslarla, Kantakuzinosların taht mücadeleleri yaşanıyordu.
Orhan Bey gençliğinde bir tekfurun kızı olan Nilüfer Hatun ile evlenmişti. Daha sonra Bizans İmparatoru Andronikos Paleologos’un kızı Asporça Hatun ile de evlendi. İmparator Andronikos ölünce, saray nazırı Yuannis Kantakuzinos İmparatorluğa aday oldu ve desteğini almak için O’da, kızı Teodora’yı Orhan Bey ile evlendirdi ve Orhan Beyin yardımı ile İstanbul’a girerek tahta ortak oldu. Bundan sonra on yıl süresince Yuannis Paleologos ile Kantakuzinos beraberce imparatorluğu yönettiler. Aynı yönteme Sırp kralı Duşan da başvurmuş kızını Orhan Beye vererek Bizanslara karşı Orhan Beyin desteğini sağlamaya çalışmıştır ama Bizans- Sırp çekişmesinde, Orhan Bey ağırlığını Bizans’tan yana koymuştur.
Ama bu karışıklıkların hepsi Osmanlıların işine gelen karışıklıklardı. Bunlardan yararlanan Orhan Beyin 1355’de Gelibolu’yu ele geçirdiğini görüyoruz.
Rumeli’ye doğru genişlerken, akınlara önderlik eden komutanlar genellikle Osmanlı beylik ailesindendi, böylelikle akıncı beylerin ele geçirdikleri yerlerde bağımsızlıklarını ilan edip, kopmalarını önlemiş oldular. Bunun dışında beylik ailesinden olmayan akıncı beyleri de vardı ama Rumeli’deki fetihler, Anadolu’daki fetihler gibi değildi, Rumeli’ye geçenlerin hem malzeme, hem de insan desteğine ihtiyaçları olduğunu unutmamak gerekir. Ancak Rumeli’ye geçiş sadece Osmanlı’nın izniyle olabiliyordu, izin vermediği takdirde desteksiz kalabilirlerdi. Bu yüzden uçlarda ilerleyen beyler kendi başlarına büyüyemediler ve bağımsız davranamadılar. Bu sayede Osmanlı Birliği, Anadolu’daki diğer beylikler gibi bozulmadı. Örneğin Germiyan Beyliği başlangıçta büyük bir beylik iken uçlarda fetihler yapan Germiyan akıncı beyleri, beylikten kopmuş, bağımsız davranmış ve kendi beyliklerini kurmuşlardı. Karesi, Aydın ve Saruhan Beylikleri böylelikle oluşmuş beyliklerdi.
Osmanlıların iç bütünlüklerini sağlamalarının diğer bir yolu da Orhan Bey’den itibaren beylerin giderek artan otoriteleri ve güçleridir. Özellikle I. Murat döneminden itibaren bunu sağlamaya dönük politika uygulamıştır Osmanlı beyleri, uçlarda ganimet toplayan akıncı beylerin topladıkları ganimetin beşte birini, bey konağına vermesini kural haline getirmişti. Böylelikle toplanan esirlerin beşte biri bey konağına teslim edildiğinden, Murat Bey’in kapı halkı giderek büyüdü. Bu esirler “kul” statüsünde idi. Zamanla sayıları artınca da yeniçeri diye bilinen düzene dönüştürüldüler. Bütün bu gelişmeler akıncı beylerin merkeze bağlı kalmasını sağlayan gelişmelerdi.
Peki ele geçirilen yerler nasıl Osmanlılaştırıldı? Bir kısmına yukarıda değindiğimiz askeri ve idari önlemleri bir kenara bırakacak olursak iki tane önemli toplumsal önlem çıkıyor karşımıza. Sürgün ve Vakıf.
Fethedilen yerlere, kitleler ya özendirilerek ya da buyruk ile yeniden yerleştiriliyorlardı. Gönüllü olarak Rumeli’ye geçen savaşçıların dışında bir çok köylü ve göçebe aile Rumeli’ye göç ettirilerek yerleştirildi. Böylece hem göçebeler yerleştiriliyor hem de bölge Osmanlılaştırılıyordu.
Vakıflar ise; toplumsal bir hizmet düşünülerek kurulan bir kurumun devamlılığını sağlamak amacıyla, kişiler tarafından kurulmuş sosyal kurumlardır. Ama Osmanlılarda en önemli vakıfları daima padişah, vezirler, beyler ve paşalar kurmuştur. Bu vakıflar sayesinde günümüzde devletlerin yaptığı sosyal hizmetleri Osmanlılar vakıflarla sağlıyorlardı. Ele geçirilen yerlerde kurulan vakıflar sayesinde bölgede camiler, hanlar, hamamlar, medreseler yani dini, eğitim ve sağlık kurumları ortaya çıkıyor, bütün bunlar Osmanlı toplumsal düzeninin o bölgelere yerleşmesine yardımcı oluyordu. Bu tip vakıfların yanında vakıf statüsünde açılan tekkeler de bölgeye Türkçe’yi ve İslamiyet’i götürüyordu.
I. Murat döneminde fetihler artık tek yöne doğru yapılmamaktaydı. İlk kez bu zamanda Anadolu’da, diplomasi yolları kullanılarak bir çok yer ele geçirildi. Osmanlıların Anadolu’dan bir çok yeri para veya çeyiz olarak alabilmesinin ardında Balkanlardaki başarısının olduğu da muhakkaktır.
Aşağıdaki soruları yanıtlayarak metni çözümleyiniz.
1- 1800’lere kadar devletlerin var olabilmelerinin temel koşullarından biri nedir? Bunlar genellikle ne tip devletlerdir?
2- Osmanlı’nın içinde bulunduğu coğrafi konumİ ona ne gibi avantajlar sağlamıştır?
3- Rumeli’nin siyasi koşullarını, Osmanlı fetihleri açısından değerlendiriniz.
4- Osmanlı Beyliği birliği sağlamak için ne gibi yöntemlere başvurmuştur?
5- Osmanlılar ele geçirdikleri yerlerde kalıcılığı sağlamak için ne gibi yöntemlere başvurmuştur?
6- I. Murat Dönemindeki Anadolu politikası için neler söyleyebiliriz?
Bu seride yer alan Osmanlı tarihiyle İlgili diğer konular ve kaynaklar için bkz.
https://tarihegitimi.blogspot.com/2019/06/osmanl-tarihi-ders-notlar-konular.html