Etkinlikler etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Etkinlikler etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

23 Şubat 2021 Salı

Hammurabi Yasaları, Tüm Babil Halkına Eşit mi Uygulanıyordu?

Hammurabi Yasaları, Tüm Babil Halkına Eşit mi Uygulanıyordu?

 Dilara Kahyaoğlu

Hammurabi Steli
Stelin üst bölümünde Hammurabi ve Tanrı Şamaş
alt bölümünde Hammurabi Yasaları yer almaktadır. 
Kaynak

Hammurabi ve Tanrı Şamaş kabartmasının altında, 282 maddeden oluşan Hammurabi Yasaları (Kanunları) olarak bilinen maddeler sıralanmıştır. 

Maddeleri incelediğimizde Babil'de en çok karşılaşılan suçların nasıl cezalandırılacağının açıklandığını görürüz. Bu suçlar daha çok: Ticaret ve Tarım hayatı,  Kölelik, Ahlak ve Aile ile ilgidir. 

Bütün maddeler; “eğer şu yapılırsa şu ceza verilir” biçimindedir.

Bu yasalar, Ortadoğu’da “dişe diş, göze göz” olarak bilinen anlayışla oluşturulmuştur. Yani suçu işleyenin yaptığı suça eşdeğer bir ceza alması amaçlanmaktadır. 

"Göz çıkaranın, gözü çıkarılır" şeklinde kabaca özetleyeceğimiz bu uygulama gerçekten de herkese eşit olarak uygulanıyor muydu? Aşağıdaki maddeleri inceleyerek bu soruyu tartışınız. Düşüncenizi  yasalardan örnekler vererek, kanıtlayarak açıklayınız. 


Hammurabi Yasaları'ndan Seçme Maddeler

*Eğer bir kişi bir başkasını ölüm cezası gerektirecek bir suçla itham eder ancak kanıtla(ya)mazsa suçlayan kişi ölüm cezasına çarptırılır.

*Eğer bir kişi hırsızlık yapar ve yakalanırsa o kişi ölüme mahkûm edilir.

*Eğer bir avilum bir muşkenumun gözünü çıkarır veya kemiğini kırarsa bir gümüş mina öder.

*Eğer bir inşaatçı bir avilum için yaptığı evi dayanıklı yapmaz ve ev çöküp sahibi ölürse, inşaatçıya ölüm cezası verilir.  Eğer ev sahibinin oğlunun ölümüne neden olmuşsa inşaatçının oğlu öldürülür.

*Eğer bir oğul babasına vurursa, onun eli kesilir.

*Eğer bir [soylu], bir [soylunun] gözünü yok ederse, onun gözü yok edilecektir.

*Eğer bir [soylu] sıradan birinin gözünü yok ederse ya da kemiğini kırarsa, bir gümüş mina öder.

*Eğer bir [soylu], bir kölenin gözünü yok ettiyse veya [soylu] bir kölenin kemiğini kırdıysa, [kölenin] değerinin yarısını öder.

*Eğer bir [soylu], bir [soylunun] dişini kırarsa, onun da dişi kırılır. Sıradan bir kişinin dişini kırarsa, üçte bir gümüş mina öder.


Ek Bilgi

Avilum: Özgür yurttaşlar.  Bir çok kaynakta soylular olarak çevrilmiştir.

Muşkenum: Kentte yaşayan, özgür yurttaş sınıfına girmeyen insanlar. Bir dereceye kadar hakları vardı.

Vardum: Köleler. Genellikle borç veya savaş esiri olanlar köle durumuna düşüyordu. Kölelikten kurtulmaları mümkündü. 


Kaynak

Eski Mezopotamya ve Mısır Tarihi, Kemalettin Köroğlu (ed), Anadolu Üniversitesi Yayınları, s. 67

World History Ancient Civilizations, McDougal Littell, 2006, s. 54

Wikipedia, Hammurabi Yasaları Maddesi


7 Aralık 2019 Cumartesi

Mezar Tepeleri Geleneği Üzerine: Hektor'un Cenaze Töreni

Mezar Tepeleri Geleneği Üzerine: Hektor'un Cenaze Töreni

Dilara Kahyaoğlu

Tümülüs geleneğinin Trakya ve Anadolu'da (ve dünyanın bir çok yerinde) oldukça eski dönemlere ait olduğunu gösteren yazılı, yazısız belgelere, mitlere/efsanelere sahibiz. Bakın Homeros, İlyada'sında bu geleneği nasıl anlatmış.

Pergamon Antik Kenti’nin batısındaki ovada yer alan
tümülüslerin en büyüğü olan Yığma Tepe'nin havadan görünüşü

Hektor'un Cenaze Töreni
Sonra yaşlı Priamos seslendi adamlarına:
“Haydi, Troyalılar, şimdi odun getirin kente,
korkmayın pusu kurar diye Argoslular;
Akhilleus kara gemilerden buraya gönderirken beni,
on ikinci şafak sökmeden size bir şey yapmam, dedi.”

Yaşlı Priamos böyle konuştu.
Dokuz gün odun taşıdılar yığın yığın.
Ölümlülere parlayan şafak sökünce onuncu günü,
Gözyaşı içinde götürdüler Hektor’un ölüsünü,
Koydular yığınların tepesine, verdiler ateşe.


Gül parmaklı şafak sabah erken parlayınca,
Ünlü Hektor’un ölüsü çevresinde toplandı bütün halk.
Hepsi geldi bir araya, topluluk kuruldu,
Parıldayan şarapla söndürdüler odun yığınını,
Söndürdüler ateş gücünün sardığı her şeyi,
Sonra topladı kardeşleri, dostları ak kemikleri,
Hepsinin yanaklarından iri yaşlar dökülüyordu.
Kemikleri alıp koydular bir altın kutuya,
Erguvan rengi yumuşak örtülerle sardılar kutuyu.
Sarar sarmaz indirdiler derin bir çukura.
Ekli kocaman taşlarla ördüler üstünü.
Sonra bir mezar tümseği yapmaya başladılar,
Gözcüler diktiler çepeçevre dört bir yana.
Mezar bitmeden Akalar saldırmasın diye,
Bir mezar tümseği olunca toprak kabara, kabara,
Gerisin geri döndü hepsi kente.

Toplanıp bir güzel kutladılar çok ünlü şöleni,
Zeus Oğlu Kral Priamos'un sarayında,

İşte böyle yapıldı atları iyi süren Hektor'un cenaze töreni.


[Ve İlyada burada biter. Destanda dillendirilen son sözler, son acı bunlar olur.]

Homeros, İlyada (XXIV, 778-805), Eski Yunanca'dan Çevirenler: Azra Erhat, A. Kadir, Can Sanat Yayınları, 1984


Çalışma Soruları

1. Destanda anlatılanlardan yola çıkarak Hektor'u nasıl gömdüklerini betimleyiniz hatta bir resmini çizmeyi deneyebilirsiniz.

2. Arkeolojide bu tip mezarlara tümülüs deniyor. Tümülüslerin, höyüklerden farkı nedir. Karşılaştırınız. [Bu soru, mutlaka bilinmesi gereken kritik bir bilgiye odaklanılması içindir]

3. Yukarıda şiirsel bir dille aktarılan ölü gömme geleneği, Troya'da yaşayan herkes için geçerli miydi? Tartışınız. Görüşünüzü argüman kullanarak destekleyiniz.

....

Şu kaynağa da bir göz atınız. https://arkeofili.com/pergamondaki-en-buyuk-tumulusun-yapim-yontemleri-arastirildi/

2. Soru için şu kaynaklara bakmanız tavsiye edilir.
https://kaynaklarlatarih.blogspot.com/2019/12/tumulus-nedir-kurgan-nedir.html
https://kaynaklarlatarih.blogspot.com/2019/12/hoyuk-nedir.html

27 Kasım 2019 Çarşamba

Mondros'tan Sonra: İşgaller, Taraflar ve Şimdi Ne olacak, Sorusuna Verilen Cevaplar

Mondros'tan Sonra: İşgaller, Taraflar ve Şimdi Ne olacak, Sorusuna Verilen Cevaplar

Dilara Kahyaoğlu
2011-19

Birinci Dünya Savaşı'nın sonuçlarını ve Mondros Ateşkesi'ni bundan önceki metinlerde yazmıştım.  O nedenle burada bir daha tekrar etmeyeceğiz. 

Ahmet İzzet Paşa Hükumeti
Ekim ayından itibaren itibaren savaşın yenilgiyle sonuçlanacağını artık Osmanlı yöneticileri ve iTC ileri gelenleri de kabul ediyordu. Çünkü cephede işler iyi gitmiyordu, Bulgaristan ve Avusturya-Macaristan ateşkes antlaşması imzalayarak savaştan çekilmiş, Osmanlı'nın Almanya ile karasal ulaşımı da ortadan kalkmıştı. 

Savaşın sorumlusu olarak görülen İttihat ve Terakki Cemiyeti (İTC) iktidardan çekilerek, parti olarak kendini resmi olarak tasfiye etti. Gerçekte İTC örgütü illegal olarak varlıklarını ve faaliyetlerini yürüteceklerdi. Güvenilir bir asker olan İzzet Paşa önderliğinde kurulan yeni hükumette İttihat ve Terakki ileri gelenlerinden oldukları halde, savaş sorumluluğuna katılmayan ve savaş yıllarındaki yolsuzluk ve cinayetlere (Ermeni Tehciri ve Kırımı kastediliyor) bulaşmamış olan Rauf (Orbay), Fethi (Okyar) ve Cavit Bey gibi kişiler  de yer almıştı. İzzet Paşa kabinesinin en önemli icraatı 30 Ekim 1918'de Mondros Mütarekesi ile savaşa son vermek oldu. Mütarekeyi hükümet adına Bahriye Nazırı Rauf Bey imzaladı. 

2/3 Kasım gecesi Talat, Enver ve Cemal Paşa'ların gizlice yurt dışına kaçması iç siyasette büyük bir galeyana neden oldu. İttihatçı şeflerin kaçışına göz yummakla suçlanan İzzet Paşa kabinesi, 25 gün süren iktidardan sonra 8 Kasım 1918'de istifa etti. Ama daha sonraki Osmanlı hükumetlerinde çeşitli görevler üstlendi. 

Mondros'tan İki hafta sonra İtilaf donanması İstanbul’a demir attı bu arada taze padişah Vahdettin de ittihatçı mebusların ağırlıkta olduğu **Meclis-i Mebusan’ı kapattı (12 Aralık 1918).
İşgaller ve Gizli Antlaşmalar
Mondros Ateşkes Anlaşmasının 7. Maddesi, itlaf devletlerine güvenliklerini tehdit eden bir durum ortaya çıktığında istedikleri bölgeyi işgal etme hakkı veriyordu. Mondros Ateşkes Anlaşmasının imzalanmasından kısa süre sonra itilaf devletleri bu maddeyi dayanarak ülkenin çeşitli bölgelerine asker çıkarmaya başladılar.
-3 kasım 1918’de İngilizler, Musul’u işgal etti.
-Bu arada doğuda Ermenistan, Osmanlı ordusunun çekilişinden yararlanarak Kars ve çevresini işgal etmişti (buraları Brest Litovsk Antlaşması ile Rusya'dan devralınmıştı).
-18 Kasım 1918’de İtilaf devletleri donanması İstanbul önlerinde demirledi.
-İngilizler Anadolu'nun birçok kentine (İzmit, Eskişehir, Afyon, Samsun v.b.) asker yolladılar.
-Fransızlar; Adana, İskenderun, Urfa, Maraş ve Antep yöresini işgal ettiler.
-İtalya; Antalya, Konya ve Kuşadası yörelerini işgal etti.
-15 Mayıs 1919’da ise Yunanistan İzmir’e asker çıkardı. Bu konudaki karar Paris Barış Konferansı'nda alınmıştı, Mondros'la doğrudan ilgisi yoktur
İtilaf devletlerinin Anadolu’da işgal ettikleri bölgelere baktığımızda, bunların I. Dünya Savaşında aralarında yaptıkları gizli anlaşmalarla kararlaştırdıkları Anadoluyu paylaşma planlarına büyük ölçüde uygun düştüklerini görüyoruz. Bu gizli anlaşmalarla, Adana, Maraş, Antep, Urfa bölgesi kuzeyde Sivas’a kadar Fransa’nın payına düşmüştü. Güney ve Batı Anadolu İtalyanlara bırakılmıştı. Boğazlar ve Doğu Anadolu Rusların olacaktı. İngiltere ise Anadolu yerine Osmanlının Arap vilayetlerinin büyük bölümünü almayı yeğlemişti.

Savaş sürerken Rusya’da meydana gelen ve Sosyalist bir rejimin kurulmasıyla sonuçlanan Bolşevik Devrimi sonucu Rusya savaştan çekilince, Rusya’nın payına düşen bölgeler açıkta kaldı. Bunlardan Boğazların uluslarası bir statüye kavuşturulması, Doğu Anadolu’nun ise kurulacak bir Ermenistan’a verilmesi düşünüldü.

Gizli anlaşmalarla kararlaştırılan paylaşım planlarını bozan bir diğer gelişme de savaşın sonlarına doğru Yunanistan’ın itilaf devletleri yanında savaşa girmesi oldu. Yunanistan gizli anlaşmalarda İtalya’ya söz verilen Anadolu topraklarının bir bölümünü istiyordu. Yunanistan’ın istediği bölge Rum nüfusunun yoğun olarak yaşadığı İzmir ve çevresiydi.

İtilaf devletlerinin lideri konumunda olan İngiltere, Yunanistan’ın bu isteğine destek verdi. İngiltere, İtalya gibi ileride kendine rakip olabilecek güçlü bir devlet yerine bu bölgeyi Yunanistan gibi kendi sözünden çıkmayacak küçük bir devlete bırakmayı çıkarlarına daha uygun görüyordu. Diğer itilaf devletlerine de baskı yaparak Yunanistan’ın İzmir yöresini işgal isteğini kabul ettirdi. Bunun kararı Paris Barış Konferansı'nda alındı. Bu sayede 15 Mayıs 1919’da İtilaf devletlerinin desteği ile Yunanistan İzmir’e asker çıkardı. Ancak bu itilaf devletleri arasındaki görüş ayrılıklarının ve çıkar çatışmalarının da başlangıcı oldu. Kendini aldatılmış olarak gören İtalyanlar, bu kararı hiçbir zaman içlerine sindiremediler. Yunanistan İzmir ve çevresinin işgali ile yetinmeyip bütün batı Anadoluyu ele geçirmeye kalkınca, Fransızlar, Yunanistan'ın  Anadolu'daki varlığının yalnızca İngilizlere yaradığını görüp yavaş yavaş desteğini bu işgal ordusundan çekecektir. Yunanlılardan en son desteğini çeken İngilizler olacaktır o da ancak Milli Mücadele savaşlarının sonunda..

İşgallere tepki olarak Anadolu’nun işgal tehlikesi yaşayan bölgelerinde Müdafaa-i Hukuk (Hakların Korunması) cemiyetleri adı verilen derneklerin kurulduğunu görüyoruz. Genellikle ilgili bölgelerin “eşraf” denilen ileri gelenlerinin, aydınlarının ve askeri ve sivil bürokratlarının öncülüğünde kurulan bu dernekler önceleri mitingler, gösteriler yoluyla işgalleri protesto etmişler, sonra kongreler toplayarak işgallere karşı neler yapılabileceği konusunda yöre halkının da katılımıyla kararlar almışlar ve bu kararlar doğrultusunda giderek silahlı direniş kuvvetleri oluşturmaya başlamışlardır. Kurtuluş savaşının başlangıcında bu şekilde oluşturulan silahlı direniş kuvvetlerine “Kuvayı Milliye (Milli Kuvvetler)” adını veriyoruz.

Bugünkü Türkçe “Ulusal Kuvvetler” diyebileceğimiz Kuvayı Milliye merkezi bir komutanlığa bağlı olmadan "gerilla" veya "milis" usulü ile savaşan silahlı direniş birlikleri biçiminde örgütlenmişti. Düzenli bir ordu değillerdi kısacası. Ancak düzenli bir ordunun olmadığı bir ortamda (Mondros Ateşkes Anlaşması uyarınca Osmanlı ordusu dağıtılmıştı) yapacak başka bir şey de yoktu doğrusu. Kuvayı Milliyeyi oluşturanlar o yöre halkından gönüllü olarak katılan kişilerden oluşuyordu. Yani bu kuvvetler aynı zamanda milis kuvvetleri özelliğini taşıyordu.

Kuvayı Milliye birlikleri özellikle güney cephesinde Fransız kuvvetlerine ve Batı cephesinde Yunanistan kuvvetlerine karşı savaşmışlardır. Her iki cephede de birçok başarılar elde ettiklerini görüyoruz. Ancak milis kuvvetlerinin düzenli bir ordu karşısında kesin zafer kazanması mümkün değildir. *Düzenli orduyu yıpratabilir, ama uzun vadede onun ilerleyişini durduramaz.

Batı cephesinde Yunanistan ordusu karşısında yaşanan işte bu durumdur. Kuvayı Milliye birlikleri, bazı yerlerde Yunanistan ordusuna karşı çok parlak başarılar elde etmiş olsa da sürekli yeni askerler ve silahlarla desteklenen güçlü Yunanistan ordusunun ilerleyişini uzun süre durdurmayı başaramamışlardır. Ancak bu sıralarda yapılabilecek fazla bir şey yoktur. Daha fazlasını yapabilmek için ulusal direnişin ülke çapında ve tek bir merkeze bağlı olarak örgütlenmesi gerekmektedir. İşte bunu yapacak olan mustafa Kemal Paşa bu sıralarda Anadoluya geçmiş ve bu yönde girişimlerine başlamış bulunmaktadır.
...............

**Hey’et-i Meb‘ûsan olarak da adlandırılan Meclis-i Meb‘ûsan, 23 Aralık 1876’da yürürlüğe giren Kānûn-ı Esâsî’nin öngördüğü Meclis-i Umûmî adlı Osmanlı Parlamentosu’nu oluşturan iki meclisten biri olup halkın seçtiği mebuslardan meydana gelmekteydi. Parlamentonun diğer kanadı padişahın tayin ettiği üyelerin oluşturduğu Meclis-i A‘yân’dı.


*Düzenli ordu: belirli bir sistem içinde, belirli süreler için askere alınan kişilerden oluşmuş, merkezi bir komutanlığa bağlı olarak ve katı bir hiyerarşi ve disiplin içinde hareket eden, profesyonel bir subay kadrosu tarafından idare edilen ordu.


23 Ekim 2019 Çarşamba

Paşaların Kaçması ve Mondros Ateşkes Antlaşması

Paşaların Kaçması ve Mondros Ateşkes Antlaşması

Dilara Kahyaoğlu
2011-19

Şam'ın (Damascus)  geç düşmüş olması savaşın gidişi açısından çok da belirleyici değildi.
Çünkü hem İngilizler hem de Araplar (ki bundan pek bahsedilmez Türkçe ders kitaplarında)
1918 yılında Halep'e kadar ulaşmışlardı zaten.
Diğer yandan İran Körfezi'nden gelen İngiliz birlikleri yukarı (kuzeye) doğru çıkarak Musul'a ulaşmıştı.
Sonradan hatırlanan ve son zamanlarda sıkça sözü edilen Kut ul Amara savunmasının bu genel tabloyu bozacak
bir gücü hiç olmamıştı.  Aksine ana birlikler bu savunma ceplerine sıkışmış alanlara az sayıda kuvvet bırakıp
onları oraya mıhlayıp oyalamayı, zamanı gelince de tutsak alınmalarını hedeflemişlerdi.
Böylece bir engelden kurtulan ana birlikler ilerlemeye devam etti.  Aşağıdaki haritaya bkz.

İngiliz birlikleri körfezden yukarıya çıkıyor. Kut ul Amara cebini de görmek mümkün haritada.
Önü kesilemeyen birlikler kuzeye ilerlemeye devam etmiş ve Musul yakınlarına gelmiş.
Haritaların kaynağı; A Military Atlas of the First World, Arthur Banks, 2001/4
Kendi taramalarım.  DK


Osmanlılar, Kanal Cephesinde başlayan savaşın sonuna doğru İngiliz ve Arap birlikleri karşısında kuzeye kadar gerileyişlerini sürdürdüler. Dolayısıyla ordunun Filistin'de ve Irak cephesinde İngilizler ve Arap birlikleri karşısında yenilgiye uğraması ve 1 Ekim'de Şam'ın düşmesi üzerine, [*] Talat Paşa hükumeti 5 Ekim'de İngiltere ile ateşkes sağlamak için ABD'nin arabuluculuğuna başvurdu çünkü ABD başkanı Wilson'ın yayınladığı ilkelere güveniyorlardı. İleri gelen pek çok okumuş kişi başkan Wilson'ın yardımıyla içinde bulundukları badireyi en az hasarla atlatacağına inanıyordu. Hatta öyle ki bir ara Wilson Prensipleri Cemiyeti dahi kurulmuş, ABD mandası isteyen kişiler bu görüşlerini çekinmeden dillendirmeye başlamıştı. Bu türden gelişmeler bize durumun ne kadar vahim olduğunu göstermesi açısından önemlidir. Çaresizliğin içinde çare üretmeye çalışan farklı görüşlere sahip taraflar vardı. Wilson İlkeleri için bkz. 

Bu arada 29 Eylül'de Bulgaristan ateşkes imzalamış, bu ülkeye giren Fransız ve müttefik ordularının İstanbul'a yönelmesi olasılığı doğmuştu.
Osmanlıların cephede yenilmesi ve Anadolu'ya kadar gerilemesi yanında müttefikleri
Bulgaristan da zor durumdaydı. Haritada İtilaf devletlerinin bir çok koldan Bulgaristan'a girdiği ve
Avusturya Macaristan'ın arkadan çevirdiği görülüyor.
Haritanın kaynağı; A Military Atlas of the First World, Arthur Banks, 2001/4

Savaşı durdurmak için yapılan ateşkes antlaşmalarını kronolojik açıdan incelediğimizde
İttifak devletlerinin hangi sırayla savaştan çekildiğini görebiliyoruz. Görüldüğü gibi Almanya, Osmanlı'dan sonra
ateşkesi imzalamıştır. Osmanlı ile ilgili söylenen "müttefiklerimiz kaybettiği için biz de yenilmiş sayıldık"
iddiası bir şehir efsanesidir. Osmanlı Devleti, Çanakkale cephesi hariç her cephede savaşı kaybetmişti. Diğer
Müttefik devletler de -Almanya hariç- her cephede kaybetmişti. Almanya yalnız kaldı, savaşı sürdürmeye gücü yetmedi.
Almanya içindeki gelişmeleri de unutmamak lazım. Deyim yerindeyse Almanya bir anlamda içten patlamıştır.
Şu kaynağa bkz. 

8 Ekim'de Talat Paşa kabinesi istifa etti. Eski sadrazamlardan Ahmet İzzet Paşa'nın 14 Ekim'de kurduğu kabinede, İttihatçı olduğu halde hükumetin Alman yanlısı savaş politikasına karşı çıkan ve İngiliz dostu olarak tanınan Rauf Bey (Orbay) Bahriye Nazırı oldu. 18 Ekim'de Osmanlı'da esir bulunan İngiliz generali Townsend, Osmanlı'nın ateşkes şartlarını iletmek üzere bir gemiyle gizlice Midilli'ye gönderildi.

24 Ekim'de İngiliz hükumeti Limni'de bulunan Amiral Calthorpe'a ateşkes görüşmelerini başlatma yetkisini verdi. Ertesi gün Türk hükümetinin görevlendirdiği Rauf Bey, Zafer römorkörüyle Foça'dan Midilli'ye geçti; burada kendisini karşılayan İngiliz kruvazörüyle Limni adasına ulaştı.

27 Ekim'den itibaren dört gün süren çetin müzakereler sonunda 30 Ekim akşamı antlaşma imzalandı. 1 Kasım sabahından geçerli olmak üzere Osmanlı Devleti ile Britanya İmparatorluğu arasında ateşkes ilan edildi. Mondros Ateşkes Antlaşmasının tam metni için linke tıklayınız. http://www.ttk.gov.tr/wp-content/uploads/2016/11/7-Mondros.pdf

Mondros'un verdiği yetkiyle Anadolu'da bir çok yer işgal edildi.  Özellikle 7. maddeyi gözden
geçirdiğimiz zaman zaten tek başına bu maddenin bile İtilaf güçlerine işgal etme yetkisi
verdiğini görebiliyoruz.
Mondros Ateşkes Antlaşması ağır şartları olan bir antlaşmaydı. Bunun imzalanmış olması bile Osmanlı devletinin ne kadar çaresiz kaldığını göstermektedir. En ağır antlaşmayı Osmanlılar imzaladı iddiası da doğru değildir. Savaşın sonundaki barış antlaşmalarıyla birlikte durumu değerlendirdiğimizde kaybeden bütün devletlerin parçalandıklarını, en ağır koşullarla sınırlandırıldıklarını görürüz. Nitekim bu antlaşmalara duyulan öfke II. Dünya Savaşı'nın da tohumları atmıştır. 

Osmanlı açısından şunu da ayrıca belirtmek gerekir. Belli başlı İtilaf güçleri, savaş sırasında yapılan gizli antlaşmalarla Osmanlı devletinin topraklarını paylaşmışlardı. Kimin nereyi alacağı belliydi. Wilson İlkelerine rağmen bu iddialarını hayata geçirmek için uğraştılar ve Mondros'un işgallere yol açan maddelerini de esas olarak bu amaçla ateşkes antlaşmasına yerleştirdiler. Sevr Antlaşması incelendiğinde kazanan devletlerin nihai amaçlarının ne olduğu açık seçik bir biçimde görülebilir. Ama işler istedikleri gitmedi, evdeki hesap çarşıya uymadı. Bu başka bir konu buna geleceğiz. 
Paşaların Kaçması
Almanya'da yaşayan araştırmacı-yazar Dr. Mete Soytürk ünlü paşalarla, toplam dokuz üst düzey İttihatçı'nın kaçışlarını bizzat organize eden Alman Deniz Kurmay Yüzbaşı Hermann Baltzer'in bu konuyu ele alan yazısını bularak, Türkçe'ye çevirdi.

Yüzbaşı Baltzer'in paşaları 1 Kasım 1918 gecesi İstanbul'un çeşitli köşelerinden toplayıp, Tarabya'da dermirli Alman torpido gemisine nasıl götürdüğünü ve oradan Sivastopol'a nasıl yolcu ettiğini anlatan yazısı Kasım 1933'de "Orientrundschau" adlı dergide "Dünya Savaşı'nın üç büyük Türkü, Talat, Enver ve Cemal Paşa'nın Romantik Sonları. 1 Kasım 1918'den bir anı" başlığı altında yayınlanmış.

4 Kasım 1918 tarihli İkdam gazetesinin ilk sayfasında paşaların kaçtığı haberi verilmiş
üstte Talat, solda Cemal ve sağda Enver paşaların fotoğrafı var. 
"üç paşa daha kaçtı" başlıkta böyle yazıyor
İşgal altındaki İstanbul'dan üç paşa ve arkadaşlarını kaçıran Balztzer, bu olaydan sonra İstanbul'da 8 ay daha kalmış ve bu sürede sürekli İngiliz ve Fransız işgal güçlerinden subayların sık sık "Paşaların ne zaman ve nasıl yurtdışına çıktıkları" yolunda sorularıyla karşılaşmış.

Baltzer'in 1933'te bu olayı anlatmasına rağmen, Türkiye'de halen bu konuda farklı açıklamalar bulunuyor ve tarih kitaplarında paşaların, bir Alman denizaltısıyla İstanbul'dan kaçırıldıkları ileri sürülüyor.

Savaşın yenilgiyle sonuçlanmasının ardından iktidardan düşürülen İttihatçı liderlerle ilgili olarak İstanbul'da "Galata Köprüsü üzerindeki sokak feneri direklerine asılacakları" yolundaki söylentilerin ortalığı kapladığı sırada, İstanbul'daki Alman Akdeniz Filosu Karargahı'nda paşaların kaçırılmasına karar verildiğini belirterek yazısına başlayan Yüzbaşı Baltzer, yakın tarihimizin bu ilginç dönüm noktasına tanıklığını aşama aşama anlatıyor.
“1 Kasım 1918'de, İstanbul'da Alman Akdeniz Filosu Karargahı'nda Türkiye'nin 1914 yılında bizim yanımızda savaşa girmesini borçlu olduğumuz, eski bakanlara nasıl bir yardımda bulunabileceğimiz konuşuldu. Bunun üzerine karargahın en genç kurmay subayı olarak ben paşaların kaçırılması planını gerçekleştirmeye aday oldum."
Kaçırma operasyonuna akşam saat 21.00 sularında başladığını anlatan yüzbaşı, askeri demiryollarına ait bir motorla Eminönü'nden denize açıldıklarını, önce Moda iskelesinde, parolayı sorduklarında "Enver" yanıtını aldıktan sonra Talat Paşa, eski İstanbul Valisi Bedri Bey ve beş kişi aldıklarını, ardından Arnavutköy'den yanında birkaç kişiyle birlikte Enver Paşa'yı, son olarak da Boyacıköy'den Cemal Paşa'yı alarak, Tarabya açıklarında duran Alman torpidosuna götürdüklerini, ayrıntılarıyla açıklıyor. Tüm yolcuların ellerinde küçük birer valizle geldiklerini, motora biner binmez feslerini çıkarıp, birer şapka taktıklarını da yazmış Yzb. Baltzer.

Daha sonra olanları da Alman Amiral Albert Hopman'ın anılarından okuyalım.
Burada torpidonun 3 Kasım sabah 08.00'de Sivastopol Limanı'na girdiğini açıklayan Amiral, geminin kaptanının karargahına gelerek, paşaların yanında olduğunu, Almanya'ya gitmek istediklerini söylediklerini kaydediyor. "Gidip eski dostların ellerini sıkmak istedim, fakat gizlilik gereği bundan vazgeçtim" diyen Amiral Hopman, siyah gözlük takmış ve kılık değiştirmiş olan Enver Paşa'yla karargahının bulunduğu otelde karşılaştığını, ancak tanımamış gibi yaptığını anlatıyor. Amiral'in anılarına göre; Enver Paşa, burada Almanlardan Kafkasya'ya gidebilmek için araç istediğini, olumsuz yanıt alınca da bir Tatar yelkenlisiyle Karadeniz'e açıldığını ve maceralı bir yolculuk sonunda hedefine ulaştığını açıklıyor.

Bilindiği gibi Sıvastopol'a 3 Kasım'da ulaşan paşalar, İstanbul'u bir daha göremediler. Enver'den burada ayrılan Talat ve Cemal paşalarla, arkadaşları Almanya'ya gittiler. Talat Paşa, 1921'de Berlin'de Soghomon Tehlirian tarafından vurularak öldürülmüş. Cemal Paşa 1922'de Tiflis'te suikasta uğramış, Enver Paşa da 1922'de Tacikistan'da Bolşevik Ruslarla girdiği bir çatışma vurularak öldürülmüştür.

Mehmet Talat Paşa'nın kemikleri, 1943 yılında alınan Bakanlar Kurulu Kararı ile Türkiye'ye geri getirilmiş ve Hürriyet-i Ebediye şehitliğine gömülmüştür. TBMM'nin 1926 yılında kabul ettiği bir kanunla ailesine ev tahsis edilmiş ve şehit aylığı bağlanmıştır.
Hürriyeti Ebediye Anıtı: 31 Mart'ın anısına dikilen bir anıt, şehitlik
Abide-i Hürriyet diğer adıyla Hürriyet-i Ebediye Abidesi, 31 Mart Vakası'nda ölenlerin anısına İstanbul'un Şişli ilçesinde Hürriyet-i Ebediye Tepesi'nde dikilmiş olan anıttır. Türkiye'de yapılmış ilk ulusal anıttır.
1909'da yapımına karar verilen anıt için Mimar Muzaffer Bey'in projesi seçilmiştir. Anıtın altı da üçgen biçiminde bir cami olarak yapılmıştır. İkinci Meşrutiyet'in 3. yıldönümü olan 23 Temmuz 1911'de Harbiye Nazırı Enver Paşa'nın
hazır bulunduğu bir törenle açılmıştır.
Anıtın yer aldığı alanda 31 Mart Vakasında ölen Kurmay Binbaşı Ahmet Muhtar, Deniz Binbaşı Salih, Üsteğmen Bekir ve
68 er defnedilmiştir.
Sonraki yıllarda anıt ve çevresindeki alan, bazı 2. Meşrutiyet ve İttihat ve Terakki hareketi önde gelenlerinin defnedildiği bir anıt mezarlığa dönüştürüldü. Talat ve Enver paşa burada gömülüdür.


Cemal Paşa, 21 Temmuz 1922'de, Türkiye'ye dönme hazırlıkları içindeyken Tiflis'te Karakin Lalayan ve Sergo Vartanyan adlı iki Ermeni komitacı tarafından öldürüldü. Mamafih, bu suikastın, Stalin'in emriyle, o sırada Gürcistan Çeka'sının başında olan Lavrenti Beria tarafından tertiplendiğine dair iddialar vardır. Cenazesi Doğu Cephesi Komutanı Kazım Karabekir tarafından Erzurum'a getirilerek Karskapı Şehitliği'ne defnedildi.

Biraz da Enver'den bahsedecek olursak; Kendisi yakın arkadaşlarıyla birlikte yurttan ayrıldıktan sonra  Rusya'ya geçti. Anadolu'daki Milli Mücadele hareketine katılmak istediyse de Mustafa Kemal bunu kabul etmedi. 1920 Eylül'ünde Bakü'de "Şark Milletleri" toplantısına katıldı ve Batum'da Türkistan'ı kurtarma hareketini başlattı. Turan Kağanlığı'nı kurmak için büyük uğraşlarda bulundu ve Türkistan Türklerini birleştirerek Basmacı İsyanı'nı başlattı. 4 Ağustos 1922'de Kurban Bayramı sırasında Tacikistan'da, Belçivan yakınlarında Agop Melkovian komutasındaki Bolşeviklere karşı yapılan bir çarpışmada üzerine düşen havan topuyla şehit oldu ve orada gömüldü. Tacikistan'daki naaşı 1996 yılında Türkiye'ye getirildi ve ölüm yıldönümü olan 4 Ağustos 1996'da Şişli Abide-i Hürriyet Tepesi'ne defnedildi. Törene dönemin cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, bakanlar ve Enver Paşa'nın torunları katıldılar


EK 1 
Mondros Ateşkes Antlaşması (tam metin) http://www.ttk.gov.tr/wp-content/uploads/2016/11/7-Mondros.pdf
Okumak için tıklayarak büyütünüz. 








[*] Metinde kimi yerlerde kaynak olarak gösterilen Wikipedia şu anda açılmıyor bilindiği gibi bu site Türkiye'de yasaklı. Bu durumda açılan sayfanın adres kısmına iki sıfır yazınız. O zaman açılır. Şöyle: https://tr.00wikipedia.org/wiki/Talat_Paşa
tr. 'dan sonra iki sıfır yazılacak. 

20 Ekim 2019 Pazar

Türk-İtalyan Savaşını Bir Görsel Üzerinden İncelemek

Türk-İtalyan Savaşını Bir Görsel Üzerinden İncelemek

Dilara Kahyaoğlu
2011-19

kaynak
Poster, 1912 İtalyan-Türk Barış anlaşmasının (UŞİ) hayali bir tasvirini, 'LA PACE ITALO-TURCA' başlığı altında göstermektedir. Aşağıdaki soruların yardımıyla resmi analiz edelim. Bazı sorular için sözü edilen savaşla ilgili olgusal bilgilere ihtiyacınız olacaktır. Yeri geldiğinde ilgili kaynaklara bakmayı ihmal etmeyiniz.

1. Önce şu temel problemleri çözelim:
- Resimdekiler kim? Onların kim olduğunu hangi ipuçlarını kullanarak anladınız?
- Burası neresi? Bunu hangi ipuçlarını veya bilgilerinizi kullanarak çözdünüz?

2. Herkesin erkek olduğu bu ortamda iki kadın var:
- Onlar neyi temsil ediyor? (Neden kadın olarak düşünülmüş? (Benzer tabloları hatırlayınız.)
- Kadınların birbiriyle ilişkisi nasıl? Birbirlerine nasıl davranıyorlar? Neden? Görüşünüzü örneklerle açıklamalısınız.
- Neden başka kadın yok? Tabloya konmuş iki kadının, kadınları temsil ettiğini düşünebilir miyiz? Düşüncelerinizi argümanlarla destekleyerek, tartışınız.
3. Savaşın sonunda kimin kazandığını hangi ipuçlarından çıkarabiliyoruz? Resmi gözlemleyerek (okuyarak) saptama yapın ve bunları tek tek yazınız.

4. Çizer, yerli halkı nasıl betimlemiş? Neden böyle çizmiş olabilir? Bu gösterge, İtalyanların yerli halkı nasıl gördüğüne dair ne gibi ipuçları barındırmaktadır?

5. Bu tablo, çizer/yazar hakkında neler düşündürdü? İpuçlarından yola çıkarak çizerin profilini çıkarınız. Saptamalar ipuçlarıyla birlikte belirtilmeli (kanıt göstermek).

6. Görsel hakkında sizde oluşan duygu ve düşünceleri ifade ediniz. Serbestçe yazın. Kısıtlama yok.



kaynak belirtilmeden kullanılamaz
Zihin Haritasıyla Trablusgarp Savaşı

Zihin Haritasıyla Trablusgarp Savaşı

Dilara Kahyaoğlu
2011-19
Zihin haritasıyla Trablusgarp Savaşı

Çalışma Soruları

1. Trablusgarp Savaşı dünya literatüründe hangi isimle bilinmektedir?

2. İtalya'nın yerini bir haritada bulun sonra da Libya'yı bulun... İtalya, Libya'da ne arıyor? Deniz aşırı bu toprakları ne yapacak?

3. Osmanlı'nın burayı doğrudan savunamamasının nedenlerini düşünün sonra da şu konuyu tartışın: Osmanlı Devleti bu duruma nasıl düştü? Neden?

4. Haritada Libya için Osmanlı'nın Kuzey Afrika'da elinde kalan son toprak parçası deniliyor. Bu doğru mu? Mesela Osmanlı egemenliğinde olan Mısır vardı, Cezayir vardı... Onlara ne oldu?

5. Haritada Uşi Antlaşması'nın ayrıntıları belirtilmemiş. Bunları maddeler halinde yazınız. 

6. Haritada şantaj politikası diye bir not var. Nedir bu şantaj politikası? 

7. İngiltere başta olmak üzere Batı devletleri İtalya'nın Libya'yı işgalinin yolunu açıyor veya sesini çıkarmayarak destekliyor. Neden? 

Kaynağı belirtilmeden kullanılamaz


19 Ekim 2019 Cumartesi

Zihin Haritasıyla Balkan Savaşları

Zihin Haritasıyla Balkan Savaşları

Dilara Kahyaoğlu
2011

Üzerine tıklayarak büyütünüz
Çalışma Soruları

1. Haritayı bir metne dönüştürünüz. Bunu yaparken varsa eksik bulduğunuz olguları da ekleyiniz. Kendi bulduğunuz bir yöntemle bunların sizin eklemeniz olduğunu da göstermeyi unutmayınız.

2. Haritadaki "Dikkat, Bulgaristan Ege Denizi'ne açıldı" uyarısı üzerinde düşününüz. Bu gerçekten de o dönem için önemli bir gelişme midir? Tartışınız.


3. Haritada İTC'li subaylar ile "diğer" subaylar arasındaki çatışmadan bahsediliyor.
-Öncelikle isimlerin ne anlama geldiğini açıklayınız. İTC'li subaylar ve diğer subaylar... Kim bunlar?
-Bu iki farklı kesim subay neden birbirleriyle kavga ediyor?

4. Birinci Balkan Savaşı'nın nedeni nedir diye sorulduğunda şu cevabın verildiğine çok kere tanık olunur. "Çünkü Bağımsızlıklarını istiyorlardı." Bu cevap doğru mu? Örneklendirerek açıklayınız.

Aşağıdaki haritaları da inceleyiniz
Kaynak: A Military Atlas of the First World, Arthur Banks

Kaynak: A Military Atlas of the First World, Arthur Banks



Kaynak belirtilmeden kullanılamaz