Görselin kaynağı |
Osmanlı devletinin kuruluşu kalın bir sis perdesi ile örtülüdür. Kuruluş tarihi üzerinde bile tarihçiler arasında tam bir uzlaşma yoktur. Bunun nedeni bu dönemle ilgili bilgimizin çok az oluşudur. Bu çok az bilgiyi de özellikle Bizans ve Osmanlı kaynaklarından derlemektedir tarihçiler. Yalnız Bizans ve Osmanlı kaynakları arasında çok önemli bir fark vardır. Bizans kaynakları olaylara bizzat tanıklık eden kaynaklardır, Osmanlı kaynakları ise çok sonraki yıllarda kaleme alınmıştır. Bu anlamda daha güvenilir görünse de, Bizans kaynakları Osmanlıya dışarıdan bakan ve bize çok az ayrıntı veren kaynaklardır. Bu yüzden tarihçiler, yine de daha çok Osmanlı kaynaklarına başvurmak zorunda kalmışlardır. Çünkü bu kaynaklar daha ayrıntılı bilgi verir.
Osmanlının kuruluşuyla ilgili olarak Osmanlı ve Bizans kaynaklarının karşılaştırılmasıyla ortaya çıkan görünüş şudur:
Moğollardan kaçan ve Anadolu yaylasının kentli halkınca da itilip reddedilen Türkmenler, yeni otlaklar arayışı içinde Selçuk devletinin batı sınırına yığılmışlardır. Burada ister istemez Bizans’la bir ilişki başlar aralarında. Bu ilişki başlangıçta oldukça barışçıldır. Sınırlardaki Bizans kent merkezleri Türkmenlerin ürünlerini (hayvan, yağ, yoğurt v.s.) satışa sundukları ve ihtiyaç duydukları maddeleri satın aldıkları (herhalde özellikle tarım ürünleri ve madeni araç gereçler) yerlerdir. Sınırlar geçişkendir. Osmanlı kaynakları Ertuğrul Bey zamanında savaş olmadığını söylerler. Yine Osmanlı kaynakları Osman’ın Bilecik tekfuru ile dostça ilişkiler içinde olduğunu, Bilecik tekfurunun Osmanlı aşireti yazın her yaylaya çıktığında eşyasını kaleye koyma izni verildiğini, Osman’ın da karşılığında onlara halılar, peynir ve kuzular verdiğini aktarır.
Ancak bu barışçıl ilişkiler bir süre sonra küçük küçük çatışmalarla bölünür. Bu çok doğaldır. Çünkü, 1) göçebe yerleşik ilişkisinin sürekli barışçıl bir biçimde devam etmesine olanak yoktur, 2) Osman da sınırlardaki diğer Türkmen beyleri gibi bir uç beyidir ve bir uç beyi olarak fetih yapmak ve ganimet toplamak zorundadır ( Müslümanlık adına yapıldığı için bunun adı “gaza” olur).
Çarpışmadan çarpışmaya Osman gücünün farkına varır. Üstelik yavaş yavaş diğer beyliklerden de ganimete iştahlı ve serüven arayan kalabalıklar ona katılmaktadır. Gençliği kışlaklar ile yaylalar arasında gidip gelmekle geçmiş Osman bu insan selini zaferden zafere götürmeyi başarır.
Osman’a katılanlar yalnızca ganimet arayan savaşçılar değildir. Anadolu içlerinden gelen “ahiler” ve “dervişler” de sarar Osman’ın etrafını. Dervişler Osman’ın ele geçirdiği topraklarda tekkeler, zaviyeler kurarak İslamiyet’i yaymaya çalışırken ahiler de Osmanlıya kent yaşamını öğretmeye başlarlar. (Anadolu kentlerinden gelip Osmanlıya katılanların Osmanlının kent kültürüne alışması açısından katkısı büyüktür. Osmanlı tarihçilerine inanmak gerekirse, Osmanlı toplumu ilk zamanlarında kent yaşamına dair en basit kuralları bile bilmiyordu.)
Böylece Osman, Söğüt civarında küçük bir göçebe topluluğun başında adı sanı pek duyulmamış önemsiz bir uç beyi iken yavaş yavaş kasabalar fetheden Bizans için ciddi bir tehdit oluşturmaya başlayan önemli bir beyliğin başı olur. 1302’de İzmit yakınlarında Bapheon denilen yerde bir Bizans ordusunu bozguna uğratması gücünün delilidir.
Osman 1324 tarihinde öldüğünde bugünkü Bilecik, Bursa, Eskişehir yörelerinde birçok yeri ele geçirmiştir, ama önemli kent merkezleri (Bursa, İznik, İzmit) hala Bizans’ın elindedir. Bu tarihte Anadolu güçler dengesine genel olarak bakıldığında Osmanlı hala küçük bir uç beyliğidir.
Anadolu’da ondan daha büyük ve güçlü beylikler vardır (özellikle Karaman ve Germiyan). Ayrıca, Anadolu’da hala Moğolların etkisi söz konusudur. Bütün bu beylikler, Osmanlı da dahil hala Moğol üstünlüğünü kabul etmekte ve Moğollara bağlılıklarının bir işareti olarak vergi vermektedirler.
Osman küçük göçebe Osmanlı aşiretini dikkate alınması gereken bir beylik haline getirmiştir ama saltanatının sonunda bu beylik hala gerçek anlamda bir devlet değildir. Ne düzenli bir ordusu, ne bürokrasisi ne de okulları vardır henüz. Ayrıca Osman, bir beydir ama Osmanlı içinde gerek Osmanlı ailesinin üyeleri gerekse sonradan diğer Anadolu beyliklerinden gelen komutanlar da bey unvanı taşımaktadır ve Osman ülkesinin yönetimini bunlarla paylaşır. O eşitler arasında birincidir, o kadar.
Metne göre aşağıdaki soruları yanıtlayınız.
Ancak bu barışçıl ilişkiler bir süre sonra küçük küçük çatışmalarla bölünür. Bu çok doğaldır. Çünkü, 1) göçebe yerleşik ilişkisinin sürekli barışçıl bir biçimde devam etmesine olanak yoktur, 2) Osman da sınırlardaki diğer Türkmen beyleri gibi bir uç beyidir ve bir uç beyi olarak fetih yapmak ve ganimet toplamak zorundadır ( Müslümanlık adına yapıldığı için bunun adı “gaza” olur).
Çarpışmadan çarpışmaya Osman gücünün farkına varır. Üstelik yavaş yavaş diğer beyliklerden de ganimete iştahlı ve serüven arayan kalabalıklar ona katılmaktadır. Gençliği kışlaklar ile yaylalar arasında gidip gelmekle geçmiş Osman bu insan selini zaferden zafere götürmeyi başarır.
Osman’a katılanlar yalnızca ganimet arayan savaşçılar değildir. Anadolu içlerinden gelen “ahiler” ve “dervişler” de sarar Osman’ın etrafını. Dervişler Osman’ın ele geçirdiği topraklarda tekkeler, zaviyeler kurarak İslamiyet’i yaymaya çalışırken ahiler de Osmanlıya kent yaşamını öğretmeye başlarlar. (Anadolu kentlerinden gelip Osmanlıya katılanların Osmanlının kent kültürüne alışması açısından katkısı büyüktür. Osmanlı tarihçilerine inanmak gerekirse, Osmanlı toplumu ilk zamanlarında kent yaşamına dair en basit kuralları bile bilmiyordu.)
Böylece Osman, Söğüt civarında küçük bir göçebe topluluğun başında adı sanı pek duyulmamış önemsiz bir uç beyi iken yavaş yavaş kasabalar fetheden Bizans için ciddi bir tehdit oluşturmaya başlayan önemli bir beyliğin başı olur. 1302’de İzmit yakınlarında Bapheon denilen yerde bir Bizans ordusunu bozguna uğratması gücünün delilidir.
Osman 1324 tarihinde öldüğünde bugünkü Bilecik, Bursa, Eskişehir yörelerinde birçok yeri ele geçirmiştir, ama önemli kent merkezleri (Bursa, İznik, İzmit) hala Bizans’ın elindedir. Bu tarihte Anadolu güçler dengesine genel olarak bakıldığında Osmanlı hala küçük bir uç beyliğidir.
Anadolu’da ondan daha büyük ve güçlü beylikler vardır (özellikle Karaman ve Germiyan). Ayrıca, Anadolu’da hala Moğolların etkisi söz konusudur. Bütün bu beylikler, Osmanlı da dahil hala Moğol üstünlüğünü kabul etmekte ve Moğollara bağlılıklarının bir işareti olarak vergi vermektedirler.
Osman küçük göçebe Osmanlı aşiretini dikkate alınması gereken bir beylik haline getirmiştir ama saltanatının sonunda bu beylik hala gerçek anlamda bir devlet değildir. Ne düzenli bir ordusu, ne bürokrasisi ne de okulları vardır henüz. Ayrıca Osman, bir beydir ama Osmanlı içinde gerek Osmanlı ailesinin üyeleri gerekse sonradan diğer Anadolu beyliklerinden gelen komutanlar da bey unvanı taşımaktadır ve Osman ülkesinin yönetimini bunlarla paylaşır. O eşitler arasında birincidir, o kadar.
Metne göre aşağıdaki soruları yanıtlayınız.
1) Yazar neden Bizans kaynaklarının Osmanlı kaynaklarına göre daha güvenilir olduğunu düşünüyor? Osmanlı kaynaklarını daha az güvenilir kılan bu kaynakların hangi özelliğidir?
2) Türkmenler/Osmanlı ile Bizans arasında sınırlarda yaşanan barışçıl ilişkinin niteliği nedir?
3) Yazar neden göçebe-yerleşik ilişkisinin sürekli barışçıl bir biçimde devam etmesine olanak olmadığını düşünüyor?
4) Osman’ın gençliğini kışlaklar ile yaylalar arasında gidip gelmekle geçirmesi ile etrafına toplanan savaşçı kalabalıkları zaferden zafere koşturması arasında nasıl bir bağlantı olabilir?
5) Ahiler ve dervişlerin Osmanlının fethettiği topraklarda İslamiyet’in ve kent kültürünün yayılmasına katkıları bu grupların hangi özelliklerinde kaynaklanmaktadır?
6) Metinde Osman’ın diğer Türkmen beylikleri ve Moğollarla bir çatışmasından hiç bahsedilmemektedir. Bunu neye bağlıyorsunuz?
7) Yazar neden Osman beyin Osmanlı Beyliğini bir devlet haline getiremediğini düşünüyor? Buradan Osmanlı toplumunun göçebelikten yerleşikliğe tam olarak geçemediği sonucu çıkartılabilir mi? Neden?
Bu metin Hayrettin Kaya'ya aittir.
Ana Kaynak: Osmanlı Tarihi cilt 2, Metin Kunt, Cem Yayınevi
2) Türkmenler/Osmanlı ile Bizans arasında sınırlarda yaşanan barışçıl ilişkinin niteliği nedir?
3) Yazar neden göçebe-yerleşik ilişkisinin sürekli barışçıl bir biçimde devam etmesine olanak olmadığını düşünüyor?
4) Osman’ın gençliğini kışlaklar ile yaylalar arasında gidip gelmekle geçirmesi ile etrafına toplanan savaşçı kalabalıkları zaferden zafere koşturması arasında nasıl bir bağlantı olabilir?
5) Ahiler ve dervişlerin Osmanlının fethettiği topraklarda İslamiyet’in ve kent kültürünün yayılmasına katkıları bu grupların hangi özelliklerinde kaynaklanmaktadır?
6) Metinde Osman’ın diğer Türkmen beylikleri ve Moğollarla bir çatışmasından hiç bahsedilmemektedir. Bunu neye bağlıyorsunuz?
7) Yazar neden Osman beyin Osmanlı Beyliğini bir devlet haline getiremediğini düşünüyor? Buradan Osmanlı toplumunun göçebelikten yerleşikliğe tam olarak geçemediği sonucu çıkartılabilir mi? Neden?
Bu metin Hayrettin Kaya'ya aittir.
Ana Kaynak: Osmanlı Tarihi cilt 2, Metin Kunt, Cem Yayınevi