Dilara Kahyaoğlu
Yunan isyanı sırasındaki yeniçerilerin başarısızlığı ile askeri alanda ıslahat yapma sorunu yeniden gündeme geldi. Daha önceki deneylerin bilincinde olan padişah öncelikle yeniçeri ocağına kendi adamlarını yerleştirmekle işe başlamıştı. Daha önceki isyanlarda ulema sınıfından yeniçerilere destek geldiği için bu sınıfın içine de kendi adamlarını yerleştirdi. Güvenmediklerini azletti veya sürdü. Kendisinin de dine önem veren bir padişah olduğu izlenimini vermek için camiler açtırdı, vakıflar kurdurdu, mahalle mekteplerindeki öğrenim süresini uzattı. III. Selim gibi frenkperest bir padişah olduğuna dair bir izlenim yaratmamaya çalıştı.
Bunlardan sonra II. Mahmut, Mısır ordusunun başarısını ileri sürerek, yeni bir askeri sınıf kurmak üzere harekete geçti (eşkinci ordusu). Devletin ve ocağın ileri gelenleri ile toplantı yaptı bu arada ocağın kilit adamlarını para, hediye vb. yollarla elde etmişti. Eşkinci ordusu talim yapacak, daha fazla para alacak ve yeniçerilerden seçilerek oluşturulacaktı. Ama Batı tipi bir ordu görünümünde olmamasına da dikkat edildi. Örneğin kıyafetleri Nizamı Cedid’in kıyafeti gibi değildi, tüfekleri de yoktu. Talimler başladıktan üç gün sonra yeniçeriler yine kazan kaldırdı (15 haziran 1826). Ayaklanmaya vesile olan olaysa talim yaptıran bir muallimin bir askeri dövmesiydi. Ama bu ayaklanma beklenen, hatta istenen bir ayaklanmaydı ve bu sefer devlet hazırlıklıydı. Ayaklananlar yeniçeri ağası Celaladdin Ağa’yı öldürmek istediler, Mısır valisinin kethüdasının konağını tahrip ettiler.
II. Mahmut, yaşam tarzında da değişiklikler yaptı. 1815'te sarayını Topkapı’dan Dolambahçe’ye taşıdı. Sakalını kısalttı, Mısır tarzında setre pantolon giyerek Avrupa hükümdarları gibi doğum günlerini kutlamaya, resimlerini devlet dairelerine astırmaya, elçiliklerde davetlere gitmeye, tebdili kıyafet giymeden İstanbul’da ve ülke içinde gezilere çıkmaya başladı. Hükümet toplantılarına bizzat katıldı ve hükümet adamlarının huzurunda oturmalarına müsaade etti.
Askerlere; fes, setre pantolon giydirdi. Bu arada kıyafet nizamnamesi çıkararak fes ve pantolon ulema dışındaki siviller için zorunlu hale getirildi. Fesi Balkanlarda yaşayan Hristiyanlar kullandığı için bu hareketin oldukça cüretkar bir hareket olduğunu da belirtmek gerekir. Halkın önemli bir kısmı II. Mahmut’un gavur padişah olduğunu düşünüyordu herhalde, ama yeniçeriler olmadığı için bunu dile getiremiyorlardı, ama Avrupa tarzı yaşam özellikle padişahın yakın çevresindekiler için salgın haline gelmişti.
İlk resmi gazete de “Takvimi Vekayi” adıyla 1831 tarihinden itibaren yayınlanmaya başladı.
Mısır savaşının ilk raundunun büyük bir hüsranla sona ermesinden sonra II. Mahmut bu olanların M. Alinin yanına kar olarak bırakmak niyetinde değildi. Yapacağı ıslahatların devleti güçlendireceğini düşünmesinin yanısıra Avrupa kamuoyunda da Osmanlıyı sevimli göstereceğini ve böylelikle Avrupa’nın desteğini alabileceğini umuyordu. Bu niyetle Bakanlıklar kuruldu (nezaretler, bakanlara da nazır deniyordu). Ordunun adı “Asakiri Muntazam”a çevrildi. Sadrazamın adı değişti ve “başvekil” adı verildi ve padişahın mutlak vekili olmaktan çıkarıldı. Diğer nazırların her biri de mühür sahibi oldular. Nazırlar, başvekil başkanlığında serasker, şeyhülislam ile birlikte Meclis-i hass-ı Vükela veya Meclis-i Vükela diye anılan bakanlar kurulunu oluşturuyorlardı. Yüksek mahkeme işlevini görecek olan “Meclis-i Vala” kuruldu. Yönetenlerin hepsi maaşa bağlandı ve hepsi için rütbe sırası belirlendi. Nüfus ve emlak sayımı yapıldı. Taşrada, savaş zamanı kullanılmak üzere “redif” adı verilen milis kuvvetleri oluşturuldu.
Kıyafet devriminden sonra II. Mahmut Athanasios Karantz(ou)las'un yağlı boy tablosu |
Bunlardan sonra II. Mahmut, Mısır ordusunun başarısını ileri sürerek, yeni bir askeri sınıf kurmak üzere harekete geçti (eşkinci ordusu). Devletin ve ocağın ileri gelenleri ile toplantı yaptı bu arada ocağın kilit adamlarını para, hediye vb. yollarla elde etmişti. Eşkinci ordusu talim yapacak, daha fazla para alacak ve yeniçerilerden seçilerek oluşturulacaktı. Ama Batı tipi bir ordu görünümünde olmamasına da dikkat edildi. Örneğin kıyafetleri Nizamı Cedid’in kıyafeti gibi değildi, tüfekleri de yoktu. Talimler başladıktan üç gün sonra yeniçeriler yine kazan kaldırdı (15 haziran 1826). Ayaklanmaya vesile olan olaysa talim yaptıran bir muallimin bir askeri dövmesiydi. Ama bu ayaklanma beklenen, hatta istenen bir ayaklanmaydı ve bu sefer devlet hazırlıklıydı. Ayaklananlar yeniçeri ağası Celaladdin Ağa’yı öldürmek istediler, Mısır valisinin kethüdasının konağını tahrip ettiler.
Bu arada devlet ileri gelenleri boğazdaki yalılarına çekilmişti, Mahmut’un emriyle sarayda toplandılar, topçu, arabacı, kalyoncu, humbaracı, lağımcı ocaklarının askerleri, Anadolu ve Rumeli sahil muhafazasının sekbanları, medrese öğrencileri, ulema, Sultanahmet camisi civarında toplandılar, halk silahlandırıldı. Yeniçeriler ummadıkları bir direnişle karşılaşınca kışlalarında savunmaya çekildiler. Kışlaları topa tutuldu. Bu arada sancak-ı şerif çıkarılmış, yapılan eyleme dini bir hüviyette kazandırılmıştı. 6000 kadar yeniçeri ilk anda öldürüldü. Yamaklar ve acemi oğlanlar dahil her tarafta kökleri kazındı (17 haziran 1826). 20 000 kadar “serseri” İstanbul’dan sürüldü. Bu arada nefret ve tedhiş o kadar üst boyuttaydı ki 20 000 kadar yeniçeri de idam oldu. Hatta mezarlıklardaki yeniçeri başlıkları bile kırıldı. Ocakla yakın ilişkisi olduğu düşünülen Bektaşi tarikatı ilga edildi. Bektaşi ileri gelenlerinden üç kişi idam edildi. Gerisi İstanbul’dan sürüldü. Bektaşilik ancak II. Mahmut’un ölümünden sonra yeniden canlanabilmiştir.
Bu olay II. Mahmut dönemi ıslahatlarını başlatan da bir olaydır. Bundan önce II. Mahmut ciddi yenilikler yapamamış ancak bundan sonra somut adımlar atabilmiştir. Nitekim ileri gelenlerin desteğini sağlamak için müsadere usulünün kaldırılması da bu amaçla alınmış olan bir tedbirdi. Böylelikle yüzlerce yıldır Osmanlı’nın dayandığı en büyük güç olan kul sistemi tasfiye diliyordu.
II. Mahmud’un diğer ıslahatları
Vakayı Hayriye ile birlikte yeni bir ordunun kurulması kendiliğinden gündeme geldi. Yeni ordunun ismi “Muallem Asakir-i Mansure-i Muhammediye” idi, yani Muhammed’in eğitimli muzaffer askerleri.
1828 yılında tulumbacı sınıfı oluşturuldu. Yine aynı yıl bazı askeri terimler değiştirildi. Alay, tabur, bölük terimleri kullanılmaya başlandı. Mensure mensupları her ay maaş alacaklardı. Mensureye gönüllü giriliyor, soyu sopu belli olmayanlar işsizler, dönmeler askere alınmıyordu. Yaşlarının 15 ile 30 arasında olması kuraldı. Askere yazılan 12 yıl hizmet etmek zorundaydı. Yaşlılık ve sakatlık yüzünden emekliye ayrılabiliyorlardı. Ama aslında bunlar işin kağıt üzerindeki haliydi Moltke’ye göre askere alma adam avcılığı biçiminde sürüyor herkes askerlikten bucak bucak kaçıyordu.
İlginç olan şudur ki tımar sistemi de hiç değilse görünüşte devam ediyordu. Tımar sistemine ancak 1831 yılında son verildi. Hazine, dirliklere el koyup buraların gelirini iltizama verdi. İşe yarar sipahiler alıkonarak bunlardan dört tabur oluştururdu, diğerleri emekliye sevk edildi.
Yeniçerilere de ömür boyu maaş verileceği duyurulduysa da başvuran yeniçerilerin bir çoğu ya hapse atıldı ya da idam edildi. Fakat bazı kaynaklar tımar sisteminin kalıntılarının yüzyıl ortalarına kadar sürdüğünü belirtiyor.
Mühendishane-i Bahri Hümayun genişletildi, programı çağdaşlaştırıldı. Önceden kullanılan Rum denizciler yerine Karadeniz ve Suriye kıyılarından denizcilerin donanmaya katılması için tedbirler alındı.
Bütün bu askeri yenilikleri yürütmek paraya bağlıydı. Bunun için Mukataat ve tersane hazineleri kuruldu. Buralara gelir devletin el koyduğu ve bizzat yönettiği iltizamlardan sağlanacaktı. Büyük iltizamların özel kişilerin elinden alınması II. Mahmut’un baştan beri izlediği ayanları budama siyasetine uygundu. Devletin gelirini arttırmak için vakıflara el attı. Mekke ve Medine vakıfları dışında kalan vakıfların gelirleri kendi masrafları çıktıktan sonra geri kalanı devlete devredilecek ve merkezi bir şekilde yönetilecekti. Merkezileşme tam anlamıyla gerçekleşmediyse de ulemanın mali kaynaklarını kısıtlayıcı bir etki yaptığı anlaşılıyor. Diğer bir gözlem de II. Mahmut’un, Mısır’ı kendine örnek almasıdır. Askeriyede en önemli sorun subay kadrosunun yetişmemiş olmasından kaynaklanıyordu. 1831 yılında subay yetiştirmek üzere sübyan birlikleri kuruldu, bundan sonraki aşamada 1834'te harbiye kurulacak ve Osmanlı’nın subayları buralardan yetişeceklerdir.
O zamana kadar Batı ile ilişkileri daha çok Fenerli Rum tercümanlar aracılığıyla yürütülmüştü, ama Yunan isyanından sonra artık onlara güvenilemeyeceğini düşündükleri için tercümanların başına matematik hocası Yahya efendi atandı.
Tıbhane adlı askeri okul açıldı. Tıbhanede öğretim dili Fransızca'ydı ama en kısa sürede Türkçe eğitime geçilmesi hedefleniyordu, nitekim 1870 yılında Türkçe eğitime geçilmiştir. II Mahmut bir çok eleştiriyi göze alarak yurt dışına dört öğrenci gönderdi. Sonraki yıllarda enderun ağalarından tıbhane ve harbiyeye öğretmen yetiştirmek amacıyla gönderilen öğrencilerin sayısı 150'yi bulmuştur.
II. Mahmud’un diğer ıslahatları
Vakayı Hayriye ile birlikte yeni bir ordunun kurulması kendiliğinden gündeme geldi. Yeni ordunun ismi “Muallem Asakir-i Mansure-i Muhammediye” idi, yani Muhammed’in eğitimli muzaffer askerleri.
1828 yılında tulumbacı sınıfı oluşturuldu. Yine aynı yıl bazı askeri terimler değiştirildi. Alay, tabur, bölük terimleri kullanılmaya başlandı. Mensure mensupları her ay maaş alacaklardı. Mensureye gönüllü giriliyor, soyu sopu belli olmayanlar işsizler, dönmeler askere alınmıyordu. Yaşlarının 15 ile 30 arasında olması kuraldı. Askere yazılan 12 yıl hizmet etmek zorundaydı. Yaşlılık ve sakatlık yüzünden emekliye ayrılabiliyorlardı. Ama aslında bunlar işin kağıt üzerindeki haliydi Moltke’ye göre askere alma adam avcılığı biçiminde sürüyor herkes askerlikten bucak bucak kaçıyordu.
İlginç olan şudur ki tımar sistemi de hiç değilse görünüşte devam ediyordu. Tımar sistemine ancak 1831 yılında son verildi. Hazine, dirliklere el koyup buraların gelirini iltizama verdi. İşe yarar sipahiler alıkonarak bunlardan dört tabur oluştururdu, diğerleri emekliye sevk edildi.
Yeniçerilere de ömür boyu maaş verileceği duyurulduysa da başvuran yeniçerilerin bir çoğu ya hapse atıldı ya da idam edildi. Fakat bazı kaynaklar tımar sisteminin kalıntılarının yüzyıl ortalarına kadar sürdüğünü belirtiyor.
Mühendishane-i Bahri Hümayun genişletildi, programı çağdaşlaştırıldı. Önceden kullanılan Rum denizciler yerine Karadeniz ve Suriye kıyılarından denizcilerin donanmaya katılması için tedbirler alındı.
Bütün bu askeri yenilikleri yürütmek paraya bağlıydı. Bunun için Mukataat ve tersane hazineleri kuruldu. Buralara gelir devletin el koyduğu ve bizzat yönettiği iltizamlardan sağlanacaktı. Büyük iltizamların özel kişilerin elinden alınması II. Mahmut’un baştan beri izlediği ayanları budama siyasetine uygundu. Devletin gelirini arttırmak için vakıflara el attı. Mekke ve Medine vakıfları dışında kalan vakıfların gelirleri kendi masrafları çıktıktan sonra geri kalanı devlete devredilecek ve merkezi bir şekilde yönetilecekti. Merkezileşme tam anlamıyla gerçekleşmediyse de ulemanın mali kaynaklarını kısıtlayıcı bir etki yaptığı anlaşılıyor. Diğer bir gözlem de II. Mahmut’un, Mısır’ı kendine örnek almasıdır. Askeriyede en önemli sorun subay kadrosunun yetişmemiş olmasından kaynaklanıyordu. 1831 yılında subay yetiştirmek üzere sübyan birlikleri kuruldu, bundan sonraki aşamada 1834'te harbiye kurulacak ve Osmanlı’nın subayları buralardan yetişeceklerdir.
O zamana kadar Batı ile ilişkileri daha çok Fenerli Rum tercümanlar aracılığıyla yürütülmüştü, ama Yunan isyanından sonra artık onlara güvenilemeyeceğini düşündükleri için tercümanların başına matematik hocası Yahya efendi atandı.
Tıbhane adlı askeri okul açıldı. Tıbhanede öğretim dili Fransızca'ydı ama en kısa sürede Türkçe eğitime geçilmesi hedefleniyordu, nitekim 1870 yılında Türkçe eğitime geçilmiştir. II Mahmut bir çok eleştiriyi göze alarak yurt dışına dört öğrenci gönderdi. Sonraki yıllarda enderun ağalarından tıbhane ve harbiyeye öğretmen yetiştirmek amacıyla gönderilen öğrencilerin sayısı 150'yi bulmuştur.
Kıyafet devriminden önce II. Mahmut |
Askerlere; fes, setre pantolon giydirdi. Bu arada kıyafet nizamnamesi çıkararak fes ve pantolon ulema dışındaki siviller için zorunlu hale getirildi. Fesi Balkanlarda yaşayan Hristiyanlar kullandığı için bu hareketin oldukça cüretkar bir hareket olduğunu da belirtmek gerekir. Halkın önemli bir kısmı II. Mahmut’un gavur padişah olduğunu düşünüyordu herhalde, ama yeniçeriler olmadığı için bunu dile getiremiyorlardı, ama Avrupa tarzı yaşam özellikle padişahın yakın çevresindekiler için salgın haline gelmişti.
İlk resmi gazete de “Takvimi Vekayi” adıyla 1831 tarihinden itibaren yayınlanmaya başladı.
Mısır savaşının ilk raundunun büyük bir hüsranla sona ermesinden sonra II. Mahmut bu olanların M. Alinin yanına kar olarak bırakmak niyetinde değildi. Yapacağı ıslahatların devleti güçlendireceğini düşünmesinin yanısıra Avrupa kamuoyunda da Osmanlıyı sevimli göstereceğini ve böylelikle Avrupa’nın desteğini alabileceğini umuyordu. Bu niyetle Bakanlıklar kuruldu (nezaretler, bakanlara da nazır deniyordu). Ordunun adı “Asakiri Muntazam”a çevrildi. Sadrazamın adı değişti ve “başvekil” adı verildi ve padişahın mutlak vekili olmaktan çıkarıldı. Diğer nazırların her biri de mühür sahibi oldular. Nazırlar, başvekil başkanlığında serasker, şeyhülislam ile birlikte Meclis-i hass-ı Vükela veya Meclis-i Vükela diye anılan bakanlar kurulunu oluşturuyorlardı. Yüksek mahkeme işlevini görecek olan “Meclis-i Vala” kuruldu. Yönetenlerin hepsi maaşa bağlandı ve hepsi için rütbe sırası belirlendi. Nüfus ve emlak sayımı yapıldı. Taşrada, savaş zamanı kullanılmak üzere “redif” adı verilen milis kuvvetleri oluşturuldu.
Posta teşkilatı oluşturularak bunun için yollar yapılmaya başlandı. Eğitim alanında ise İstanbul'la sınırlı olmak üzere ilk öğretim zorunlu hale getirildi. Ama bu ilk öğrenim camilerdeki mahalle mekteplerinde yapıldığı için istenilen eğitim verilemiyordu. Arapça, Türkçe okuma ve yazmayı öğretecek olan Rüştiye mekteplerinin açılması kararlaştırıldıysa da bu okular anacak 1847 den sonra açılabilmiştir. 1833’de Tercüme Odası kuruldu, dil bilmeyenler burada Batı dillerini öğreneceklerdi. 1834'te Harbiye Okulu açıldı. Harbiyede sınıf usulü yoktu, bir kitabı bitiren öteki kitaba geçerdi.
Kaynak göstermeden kullanılamaz.
Bu seride yer alan Osmanlı tarihiyle İlgili diğer konular ve kaynaklar için bkz.
https://tarihegitimi.blogspot.com/2019/06/osmanl-tarihi-ders-notlar-konular.html
Kaynak göstermeden kullanılamaz.
Bu seride yer alan Osmanlı tarihiyle İlgili diğer konular ve kaynaklar için bkz.
https://tarihegitimi.blogspot.com/2019/06/osmanl-tarihi-ders-notlar-konular.html