HAZİNE ve Maliye Bakanı Berat Albayrak tüm kamu kurum ve kuruluşlarında makam arabalarının envanterinin çıkarılmasını istedi, sıkı bir tasarrufa gidileceği bildiriliyor.
Arkadaşımız Neşe Karanfil’in haberine göre, kamuda taşıt alımlarına 2010 yılında 265.7 milyon lira harcanırken, 2016 yılında bu rakam 1.1 milyarı hava taşıtı olmak üzere 2.3 milyar liraya çıkmış; 2017’de biraz tasarruf olmuş, 2.3 milyardan 1 milyar 85 milyon liraya inmiş. (Hürriyet, 5 Eylül)
Son altı-yedi yılda iktidar gücünü konsolide ettikçe makam giderleri böyle artmış.
BİHRUZ BEY
Modern edebiyatımızın öncülerinden Recaizade Mahmut Ekrem’in en ünlü romanı “Araba Sevdası”dır. Romandaki Bihruz Bey, Şerif Mardin’in “Tanzimat’tan Sonra Aşırı Batılılaşma” makalesinde belirttiği gibi tipik bir “alafranga” örneğidir.
Birçok olumsuz yönleri vardır, ben sadece “araba” simgesi üzerinde duracağım.
Roman 1896 yılında Servet-i Fünûn dergisinde tefrika edilmişti. Aşağıda, derginin ressamlarından Halil’in çizgileriyle Bihruz’un arabası görülüyor.
Bihruz bu arabayla gezintiler yaparak caka satıyor, hava atıyor.
O zaman “statü ve güç” simgesi olan araçlar böyle lüks faytonlardı, zamanımızda lüks Mercedesler.
STATÜ VE GÜÇ
Tanzimat’tan sonraki “aşırı batılılaşma” en çok Osmanlı sarayında ve yüksek bürokraside görüldü. Bihruz Bey de paşa çocuğuydu, mirasyediydi.
Şerif Mardin, imparatorluk bürokrasisini “statü, güç ve yönetme” kavramlarıyla tanımlar. İhtişam ve debdebe bunun dışavurumudur.
Naima Tarihi’nde de ihtişam ve debdebenin, gösterişli konak, kıyafet, at ve arabaların sadece yüksek yöneticilerin hakkı olduğu yazılıdır.
Bu “ihtişam ve debdebe”nin Doğu kültüründeki olumsuz etkileri konusunda merhum Sabri Ülgener hocamızın eserlerini mutlaka okumalıyız.
Cevdet Paşa, Abdülmecid döneminde “bakanlar ve yüksek devlet ricali payton ve araba edindikleri gibi Saray-ı hümayunda da mükellef araba ve tecemmülat-ı saire [diğer lüksler]” yüzünden devletin iflas noktasına geldiği anlatır. (Maruzat, s. 6)
Modernleşme tarihimizde devletin “ferman”la değil “kanun”la yönetilmesi yönündeki reformların bir amacı da “bütçe denetimi”ni sağlamak olacaktı.
ÜRETEREK TÜKETMEK
Şimdi iktisat tarihçisi Charles Issawi’nin 1982 yılındaki kitabında modernleşme modelleriyle ilgili şu satırları okuyalım:
“Japonya geleneksel tüketim kalıpları içinde modern üretime öncelik verirken, bunun aksine Ortadoğu’da yüksek ve orta sınıflar Avrupa’nın üretim metotlarını öğrenmekte başarısız oldular, Avrupai tüketim, kıyafet ve konaklara yöneldiler.” (An Economic History of the Middle East and North Africa, s. 156)
Bugün Türkiye’de tasarruf oranı yüzde 15-18 civarındadır; Uzak Doğu’da yüzde 40’ın üzerindedir! Bu yüzden borçlanarak tüketim yapıyoruz ve bunun faturasını doların 6 liraya çıkmasıyla ödüyoruz.
Görülüyor ki üretmeden, hele de devlet imkânlarının bir tarafına sarılarak tüketmek eski bir hastalığımızdır. Muhafazakârlar bu hastalığı “alafranga” kesimlere mahsus sanmıştı, imkânlar el değiştirince benzer davranışlar görülüyor.
Makam araçlarında tasarrufu destekliyorum. Dahası, bütçede parlamento denetimi, kamu idaresinde şeffaflık ve Sayıştay kontrolü güçlendirilmelidir.
Konfor hepimizin hakkıdır fakat devlet kesesinden, sübvansiyonlarla, ölçüsüz borçlarla, popülizmle değil; üreterek, pastayı büyüterek