Din-Mitoloji etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Din-Mitoloji etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

12 Temmuz 2021 Pazartesi

Göbekli Tepe Posteri

Göbekli Tepe Posteri

Tıklayarak büyütebilirsiniz. Bilim ve Teknik dergisinin 2014 yılında çıkardığı bir ek. Eğitimde ders aracı olarak kullanılabilir. Posterin incelenmesi ve buradan üretilecek sorularla etkili ve zevkli bir ders işlemek mümkün. 


Kaynak  https://ekitap.site/tr/details?no=42059&c=4u158

şu da kullanılabilir  https://ekitap.site/tr/details?no=165662&c=4100

25 Ekim 2019 Cuma

Eskatalogya Mitosları

Eskatalogya Mitosları

Samuel Henry Hooke

Last Judgement, detail from the West Portal, Amiens Cathedral, 13th century. © Bridgeman Art Library

Son Yargı
Amiens Katedrali batı portalinde yer alan bu rölyefte tanrının müdahalesiyle
meydana gelen dünyanın sonu betimlenmiş.
Rölyefte tanrıya yardımcı olan melekler ve yargılanmak üzere sıraya girmiş yalvaran
insanlar  da gösterilmiş. 

Eskatalogya[7] mitosları, Zoroasterciliğin eskatalogyasına[8] birşeyler borçlu olabilirlerse de, bu tür, özellikle Yahudi ve Hıristiyan düşünüşünün karakteristik bir öğesini oluşturur. Peygamberlerin yazılarında ve her şeyden çok vahiy yazınında[9] bu dünya düzeninin bir genel yıkım (katastrofi) ile sona ereceği düşüncesi önemli bir yere sahiptir. Peygamberler, "kurtuluşun tarihi"nin, tanrının dünyanın gidişine su götürmez bir biçimde karışmasıyla tamamlanacağına inanmışlardı. "Son günlerde [ahir zamanda] şunlar şunlar olacak" deyişi peygamberlik (kehanet) sözlüğünün[10] tipik bir sözüdür. Peygamberler sonul durumu betimlemeye kalktıklarında, mitos diline geri dönmek zorunda kalırlar.
Babilonya Yaradılış Mitosunda Marduk'un kaos-ejderini yenişini anlatan sözler Yehova'nın kötülük güçlerine karşı kazanacağı sonul zaferi betimlemelerinde kullanacakları imgesel malzemeyi sunmaktadır. Tanrının [evreni] yaratış eyleminin, tarih ufkunun dışına düşmesinden dolayı, ancak mitos diliyle betimlenebilmesinde olduğu gibi, Tanrının tarihi sona erdiren eylemi de, ancak mitos terimleriyle anlatılabilir.

Mitosun eskatalogya alanında kullanılışı, Yahudilikten Hıristiyanlığa taşınmış olup, en eksiksiz görünümü Kitabı Mukaddes, Yeni Ahit (İncili Şerif) bölümü, "Yuhannanın Vahyi" kitabında alır.

Mitos kategorisinin İncil öykülerini açıklamada kullanıldığını söylemenin, hiç bir biçimde bu öykülerin asal tarihsel gerçekliklerini sorgulamaya kalkmak amacını taşımadığını belirtmekte yarar var. Çünkü, İsrail peygamberlerinin ve İsa'nın ilk havarilerinin yaptığı gibi, Tanrı'nın insanlık tarihine (fiilen) girdiğine inananlar için, tarihte, olayların nedenlerinin ve doğalarının tarihsel nedensellik sınırının ötesine taştıkları belli bazı anlar vardır. Burada mitosun işlevi, insanlara başka yollarla dile getirilemeyecek, anlatılamayacak şeyleri, imgeleri kullanarak, simgesel terimlerle anlatmaktır. İşte. burada mitos, simgeciliğin bir uzantısı olarak görünür.
Günümüzde armageddon gerçekçi bir şekilde çizilse böyle olabilirdi
Sanatçı: Frans Masereel

Yazının tamamı şurada

Metin: Samuel Henry Hooke, Ortadoğu Mitolojisi, Çev. Alaeddin Şenel, İmge Yayınları, s. 10-15, 1993, İstanbul

Dipnotlar
[7] Eskatalogya, bu dünya yaşamının sonu (mahşer) ve ötedünya yaşamı ile ilgili konuların genel adıdır (ç.n.).


[8] MÖ 6. yüzyılda, İran’da yaşayan Pers peygamberi Zoroaster (Zaratustra) tarafından kurulan bir din olan Zoroasterciliğe (Zerdüştlüğe) göre, bu dünya yaşamı, iyilik ve kötülük tanrılarının (Ahura Mazda ile Ahriman'ın) çevrelerinde toplanmış iyilik ve kötülük güçlerinin sürekli savaşıdır; insanın görevi bu savaşta iyilik güçlerinin yanında yer almaktır; bu savaş, mahşerde Ahura Mazda'nın göndereceği ergimiş metal selinin dünyayı kötülük güçlerinden tümüyle arındıracağı güne dek sürecektir (ç.n.).


[9] Apokaliptik literatürde, yani Kitabı Mukaddes'deki "Yuhanna'nın Vahyi" kitabında, öteki kitaplarındaki vahiylerde ve Kitabı Mukaddes'e alınmayan öteki vahiy metinlerinde (ç.n.).


[10] d Kitabı Mukaddes'in İngilizce çevirisindeki, örneğin The Holy Bible (Revised Standard Version-Catholic Edition, London Catholic Truth Society yayını, 1966 baskısında, "Amos", 7: 1 -7 (Karş. Kitabı Mukaddes, 1981 Türkçe baskısı, "Amos", 7: 1-7) birkaç kez geçen "pro phesing" sözcüğünün hem "peygamberlik etmek" hem de ''kehanette bulunmak" anlamına gelmesinin de gösterdiği gibi, İbranilerde peygamberlik ile kahinlik içiçeydi; bununla birlikte, Musa'nın kardeşi Harun'un soyuna tapınak işlerine bakma hak ve görevi verilmiş olup, bu kimseler için, içlerinden peygamberler de çıkabilmekle birlikte, daha çok, rahip anlamında olarak "kahin" sıfatı kullanılır (ç.n.).

29 Eylül 2019 Pazar

Papalığın Yasak Kitap Listesi

Papalığın Yasak Kitap Listesi




Resmi büyüterek daha yakından inceleyebilirsiniz.
Listede 1952'ye kadar yasaklanmış olan kitaplardan bir seçki var.
Sadece tanınmış eserler bu listeye alınmış.
Listede ismi geçen "opera omnia" Bütün Eserler anlamına gelen Latince bir kelime.
Dolayısıyla bir yazarın yayımladığı tüm eserler kastediliyor. 


4 Temmuz 2019 Perşembe

Tigris (Dicle) İsminin Mitolojik Kökeni

Tigris (Dicle) İsminin Mitolojik Kökeni



Dicle Nehri (Tigris) 
Dionysos, tutkun olduğu Alphesiboia isimli Asya'lı nympha'yı elde etmek için binbir çare düşünmüş, sonunda bir kaplan olup kızı kovalamaya başlamış. Koşa koşa bir ırmağın kıyısına gelmişler, kız ırmağı geçebilmek için tanrının kolları arasına girmeye razı olmuş. Dionysos'tan gebe kalıp Medos'u doğurmuş. Medos, Med'ler boyuna adını verdiği gibi, geçilen ırmağa da Tigris (Dicle) yani Kaplan ırmağı denmiş.

Azra Erhat, Mitoloji Sözlüğü, Remzi Kitabevi, 

20 Haziran 2019 Perşembe

Hint Mitolojisinde Maya

Hint Mitolojisinde Maya

Heinrich Zimmer
Escher, Waterfall
Maya kavramını temsil etmenin çağdaş bir yorumu olarak da düşünülebilir
Gerçek ve yanılsama..
Paradoksal bir gösteri
Maya sözcüğü etimolojik olarak "ölçme"yle bağlantılıdır. "Ölçmek ya da çizmek (örneğin bir binanın zemin planını ya da bir şeklin dış çizgilerini çizmek gibi); üretmek, biçimlendirmek ya da yarat­mak; göz önüne sermek" anlamına gelen ma kökünden türemiştir. Maya, biçimlerin ölçülmesi, yaratılması ya da sergilenmesidir; maya bir yanılsama, hile, kurnazlık, aldatma, el çabukluğu, sihirbazlık ya da büyücülüktür; yanıltıcı bir imge veya görüntü, hayal, göz aldan masıdır; maya aynı zamanda her türlü  diplomatik hile veya kandırma amacıyla yapılan her türlü siyasal kurnazlıktır. 

Tanrıların maya'sı, kendi kurnaz özlerinin çeşitli yönlerini istedikleri zaman sergileme yoluyla çeşitli biçimler alma güçleridir. Ancak tanrıların kendileri de daha büyük bir maya'nın -başlangıçta farklılaşmamış, her şeyi yara­tan ilahi Töz'ün kendiliğinden dönüşümünün- ürünüdür. Bu büyük maya yalnızca tanrıları değil, onların etkinlik gösterdiği evreni de üretir. Uzayda aynı anda varolan ve her biri zaman içinde birbirinin yerine geçen tüm evrenler, varlık düzlemleri ve bu düzlemlerin gerek doğal gerek doğaüstü yaratıkları, varlığın bitip tükenmez, özgün ve ebedi kaynağından gelen tezahürlerdir ve maya'nın bir oyunuyla tecel­li ederler. Tezahür etmediği dönemde, kozmik gecede maya çalışmayı bırakır ve gösteri sona erer.Maya, Varoluş'tur: hem farkında olduğumuz dünyadır hem de ge­lişen ve yok olan çevrenin sırası geldiğinde gelişen ve yok olan birer parçası olarak bizizdir. Aynı zamanda Maya, bu gösteriyi yaratan ve harekete geçiren yüce güçtür: Evrensel Töz'ün dinamik yönüdür. Do­layısıyla aynı anda hem sonuç (kozmik akış) hem de nedendir (yaratı­cı güç). Neden olduğunda Şakti, yani "Kozmik Enerji" olarak tanımla­nır. Şakti sözcüğü, "yapabilir olmak, mümkün olmak" anlamına gelen şak kökünden gelir. Şakti, "iktidar, yeterlik, yetenek, yeti, kudret, enerji, kahramanlık, muhteşem güç, tertip etme kudreti, ilahi kudret, deha, bir sözcük ya da ifadenin gücü ya da anlamı, nedenin gereken sonucunu yaratmak
için nedene içkin olan kudret; demir bir mızrak, cirit, kargı, ok, bir kılıç"tır; şahti dişilik organıdır; şahti bir tanrının etkin kudretidir ve mitolojik olarak onun tanrıçası-zevcesi ve kraliçe­si olarak kabul edilir.
Maya-Şakti, Nihai Varlık'ın dünyanın koruyucusu, dişil, matemal yanı olarak kişileştirilir; bu yönüyle, yaşamın gözle görülür gerçekli­ğinin kendiliğinden, sevgi dolu kabulünü temsil eder. Gelip geçi­ciliğin tüm deneyimlerine eşlik eden ıstıraba, fedakarlığa, ölüme ve yoksunluklara katlanarak, tezahür edilen biçimlerin hezeyanını onay­lar, o, bu hezeyanın kendisidir, bu hezeyanı temsil eder, bundan tat alır. O, yaşamın yaratıcı sevincidir:· yaşayan dünyanın güzelliği, hari­ kalığı, ayartıcılığı ve baştan çıkartıcılığıdır. Damla damla içimize sı zar -ve kendisi de, bizzat- varoluşun değişken yönlerine boyun eğer.

Maya-Şakti, Havva'dır, "Ezeli ve Ebedi Dişi," das Ewig-Weibliche'dir; elmayı yiyen, eşini de bunu yemesi için ayartan ve elmanın ta kendisi olandır. Kalıcı, sonsuza kadar geçerli ve mutlak bir ilahi arayışta olan eril Ruh ilkesinin bakış açısından, başlıca gizemdir.

Yani Maya-Şakti-Devi (devi: tanrıça) karakteri çok yönlü olarak muğlaktır. llahinin aralarında doğal bir bağlantı olan tezahürleri ola­rak evrene ve bireye (makro ve mikrokozmos) analık eden Maya, ardından hemen kendi dayanıksız ürününün sargıları içinde bilinci bo­ğar. Ego bir ağa, rahatsız bir kozaya takılmıştır. "Çevremdeki her şey" ve "benim kendi varoluşum" -dış ve iç deneyim- bu ince dokun­muş kumaşı enine ve boyuna geçen ipliklerdir. Maya'nın şaşırtmacalarını son derece gerçek
olarak kabul ederek kendi kendimiz ve çevre­nin etkileri karşısında heyecana kapılır, aldatılmanın, arzunun ve ölü­ mün işkencelerine katlanırız; oysa aklımızın alabildiklerinin hemen ötesindeki (ezeli hatmi gelenekte temsil edilen ve çileci, yogik deneyi­min sınırsız, birey-ötesi bilincine kadar bilinen) bir bakış açısından Maya -yani bağlı olduğumuz dünya, yaşam, ego- bulut ve sis kadar ele geçirilemez ve uçucudur.

Hint düşüncesinin amacı her zaman karmaşanın sırrını öğrenmek ve eğer mümkünse bilinçli varlığımızı sarmalayan duygusal ve anlak­sal kıvrımları yararak dışarıdaki gerçekliğin içine girmek olmuştur. ilahi Çocuk ve binyılın Bilge'sinin görünmeleri ve öğretileri aracılı­ğıyla gözleri açıldığında lndra'nın aklını çelen çaba da buydu.

Heinrich Zimmer, Hint Sanatı ve Uygarlığında Mitler ve Simgeler, Myths and Symbols in Indian Art and Civilization 1946, Kabalcı  Yayınevi, 2004, s. 34-37

18 Haziran 2019 Salı

Kafkas Halkları

Kafkas Halkları

Georges Dumiezil
Aşağıdaki lejanta bakarak inceleyiniz
age


Hazar Denizi ile Karadeniz arasında uzanan ve Kafkas­ya'yı oluşturan dağlık dar kara parçasında çok sayıda de­ğişik halk grupları yaşamaktadır. Kimileri burada eski­den beri yaşarken, kimileri de değişik zamanlarda çıktık­ları seferler sırasında ya da kuzeyde ve güneyde uzanan ovaları işgal edenlerin önünden kaçarken buralara gel­mişlerdir. Ne var ki sıradağların iki yamacı; ırklar ve kültürler açısından belirgin bir farka sahiptir. Bunlar, dağla­rın Karadeniz'e bakan tarafında ve merkeze yakın bazı bölgelerde, 19. yüzyılda Vladikavkaz ve Tifüs arasında ulaşımı sağlayan meşhur Gürcü askeri yolunun geçtiği bölgelerde az çok birbiriyle karışmaktadır.

Kafkasya'nın kuzeyi 19. yüzyılın ikinci yarısında Rusya tarafından ilhak edilinceye kadar, ilk başta kapsamlı bir Çerkez halkları birliğinin yurdu olmuştu. Bu birliğin üye­si  olanlar, batıdan doğuya doğu Abhazlar (Abxaz), Abazalar, Karadeniz kıyısındaki Ubıhlar (Ubix) ve bir de iç bölgede Dağıstan'ın kuzeyine kadar uzanan bölgede ya­şayan gerçek Çerkezlerdir) (ya da Adiğeler). Çerkezler, çok sayıda kavmin (Abaza, Şapsuğ, Natuhay, K'emirgoy, Bjeduh vs.) oluşturduğu Batı Çerkezleri ve Doğu Çerkezleri (Besleney, Kaberdey) olmak üzere kendi içinde iki büyük gruba ayrılmaktadır. 1864 yılından sorıra Batı Çer­kezlerinin büyük çoğunluğunu oluşturan Ubıhlar ile Besleneylerin neredeyse tamamı, pek çok Abhaz ve Kaber­dey Hıristiyan fatihin saldırılarından korunmak için Tür­kiye'ye, özellikle Anadolu'ya göç etmişlerdir. Çerkezler, yeni yurtlarında henüz tam olarak asimile olmamışlardır. Abhazca, Ubıhça ve Çerkezce birbirinden çok farklı, fa­kat yine de birbiriyle yakın akraba dillerdir. Bunlar, belli ölçüde Çeçence ve Dağıstan dilleriyle uzaktan akraba da sayılırlar. Bu dillerin yapısı ile Bask dilinin yapısı arasın­da garip bir benzerlik vardır ve üstelik aralarında akrabalık olduğuna dair bir kanıt da yoktur.
age
Bu dil grubu en es­ki coğrafyacıların zamanlarında da yerleşik düzene geçmişti. Kısaca bu grup, bugünkü Rusya'nın güneyinde bulunan geniş bir bölgeye yayılmıştır. Diğer bir etnografik grubu ise 
Çeçenler ve (Gürcistan'ın - dağlık bölgesindeki özerk Bac da dahil olmak üzere) İnguşlar oluşturmakta­dır. İkinci Dünya Savaşı'ndan hemen sonra neredeyse hepsi Sibirya'ya sürülmüştür. Ancak daha sonra, hayatta kalanların geri dönmesine izin verilmiştir.

Türkiye'de, Anadolu'da da Çeçen göçmenlerin yaşadığı birkaç köy bulunmaktadır. İnguşların ülkesinin
güneyinde, (Digorlar ve İronlar olmak üzere ikiye ayrılan) çok ilginç bir kavme, Osetlere rastlamaktayız. Osetler, ortaçağdaki Alanların son temsilcisidirler. Bunlar da yine, İskit-Sarmat halkları birliğine mensupturlar. Osetler İran dillerinden birini konuşurlar ve pek çok eski sözlü geleneği koru­muşlardır. İşte bu gelenekler sayesinde bugün, Hint-İran­lıların İskit kolu hakkında geniş bir bilgiye sahibiz. İskit­ler, büyük istila sırasında Afganistan'dan Orta Avrupa'ya kadar yayılmış, ancak daha sonra tarih sahnesinden silinmişlerdir.
Günümüzdeki etnik ve dil dağılımını gösteren harita

Dağıstan'ın sarp dağları arasında uzanan erişilmesi zor vadilerin soyutlanmışlığı içinde, çok renkli bir halklar mozaiği yaşamını sürdürmektedir. Bu halkların dilleri (Avarca, Andice, Diçlovs; Lakça; Tabasaranca; Kürice; Rut'ulca vs.) birbirleriyle ve belli ölçüde Çeçence-İnguşça ile akrabadır, ancak birçoğu henüz pek incelenmemiş­tir. Türkiye'de, Anadolu'da birkaç Oset ve Dağıstan köyü (özellikle Küri) bulunmaktadır. Son Tatar saldırıları neti­cesinde Kafkasya'da Kumuk, Karaçay, Balkar gibi bazı özerk bölgeler oluşmuştur. 1944 yılından sonra, aynı şekilde bu bölgelerde yaşayan nüfusun da bir kısmı sürül­müştür.

Bölgeye dışarıdan en son gelen bu [Tatar kökenli toplulukları] bir kenara bırakacak olursak, bütün bu halklar uzun bir süre boyunca pagan kalmışlardır. Bizans İmpa­ratorluğu döneminde Çerkezler ve aynı şekilde Osetlerin mutlaka Hıristiyanlık alemi ile temasları olmuş olmalı. Üstelik bunlar, sürekli olarak Hıristiyan Gürcistan'ın nüfuzu altında yaşamaktaydılar.

Ancak Bizans'ın düşmesin­den sonra karma bir din oluşmuş ve bu arada Hıristiyan­lıktaki tasavvurlar pagan bir dönüşüm geçirmiştir. İslam dini ancak 17. yüzyılda, özellikle de 18. yüzyılda Kırım Tatarları aracılığıyla bu bölgeye ulaşabilmiştir. Osetlerin Hıristiyan kalmaya devam eden bir bölümü dışında, Ku­zey Kafkasyalılar çok kısa bir süre içinde fanatik ve ör­nek birer Müslüman oluverirler. İşte Rus istilasından son­ra 1864 yılında kitleler halinde göç etmelerinin nedeni de budur.

Bütün bu kavimlerin halk dinine özgü tasavvurları ancak 19. yüzyılda toplanmış ve kayda geçirilebilmiştir. Önce seyahatnamelerde (Beli, Taitbout de Marigny ve -Çerkez­ler konusunda- Dubois de Montperreux) ve ardından Ye­ni Düzene geçildikten sonra Tiflis'te yayımlanan iki büyük etnoğrafya dergisinde: Sbornik Svedenij o Kavkazs­kix gorcax ("Kafkas Dağ Halklarına İlişkin Haberler Derlemesi") 10 cilt, 1868-1881, bundan böyle SSKG olarak anılacaktır; Sbornik Materialov dlja Orisanija Mestnosteji Plemen Kavkaza ("Kafkasya'nın Coğrafyası ve Etnoğ­rafyası Konusunda Bilgiler Derlemesi"), 44 cilt, 1881- 1915. SSCB'nin kurulmasından sonra (ancak Kafkasya'da konuşulan dillerin çoğu o dönemde bir alfabeye ve yazı­lı bir geleneğe kavuştuktan sonra) değerli, fakat genelde kısa ömürlü halkbilim ve etnoğrafya dergileri çıkarılmış ve kapsamlı araştırmalar yapılmıştır. Osetçe'nin
İran grubuna dahil olduğunu kanıtlayan Rus bilimci Vs. Miller, Osetler konusunda, özellikle de Osetinskije Etjudy adlı üç yayınında (Moskova 1882-1887) eşsiz bilgiler sunmaktadır.

Kafkasya'nın güneyi ve Türkiye ile Ermenistan sınırında­ki dağlara kadar uzanan hemen bitişikteki ovada, büyük ölçüde birbirine benzer kavimler yaşamaktadır. Bu ka­vimler, birbiriyle yakın akraba olan dilleri konuşurlar, an­cak aralarından yalnız asıl Gürcü dili  (Kartuliena) ol­dukça eski bir dönemde yazı dili olma özelliğini kazan­mıştır. Gürcü dilinin büyük farklılıklar içermeyen lehçeleri ise dağlık bölgede Khevsurlar, Pschavlar ve Tuchlar, ovadaysa İngilo, İmeretiyalılar ve Guriyalılar tarafından konuşulmaktadır.

Mingrelyalılar ile (bütünüyle ve tam anlamıyla Müslüman olan) Lazlar, Karadeniz kıyısına ve iç bölgelere yerleşmişlerdir. Dilleri oldukça farklı olan Svanlar, Mingrelyalıların kuzeyinde dağlarda yaşarlar, gelenek görenekleri ve karakterleri açısından kabadırlar ve Hıristiyanlıklarında da paganlık ağır basmaktadır. Gürcü kavimleri  ilkçağdan beri -ki o dönemde Yunan ve Latin yazarlar bu kavimleri değişik, kısmen de bugünkü adlarını çağrıştıran isimler altında tanımaktaydılar­ coğrafi konumlarından ötürü Anadolu, İran ve Kuzey Kafkasya'dan gelen birbirinden değişik siyasi ve kültürel etkiye maruz kalmışlardı. Özellikle Ermenistan aracılığıy­la değişik dönemlerde  Gürcü kültürüne damgasını vur­muş olan ülke, İran'dı: "Ulusal" paganlığın tanrıları ara­sında, Arm az önde gelen bir konuma sahipti: Bütün iti­razlara rağmen, bu tanrı Ahura Mazda'dır.  5. yüzyılda Azize Nino ve Kral Wakhtang Gurgaslan (446-499) zamanında, yerine Hıristiyanlığın geçtiği bu din hakkında çok az ve de kesin olmayan bilgilere sahibiz. Bu din üzerine yapılan çalışmaları içeren bibliyografya pek kapsamlı de­ğildir. Bu bibliyografyada N. Marr, Bogi jazyceskoj Gruzii ("Pagan Gürcistan'daki Tanrılar") Zap. Vostocn. Otd. İmp. Russk. Arxeol. Obscestva, XIV (1902); O.G. von Wesendonck, "Über georgisches Heidentum" (Gürcü Pa­ganlığı Üzerine), Leipzig 1924; I. Javaxisvili, Kartveli erisistaria ("Gürcü Halkının Tarihi"), I, Tifüs 1928; M.  Tse­retheli, The Asianic Elementsin National Georgian Paga­nism (Ulusal Gürcü Paganlığında Asya Ögeleri), Georgi­ca, Ekim 1935, s. 28-66. Bkz. K. Kekelidze, Gürcistan'ın Hıristiyanlığı Benimsemesi (Morgenland, 18. sayı, 1928). Gürcü kültürü, tekil kavim ve bölgelerinde mevcut olan gelenek ve göreneklerinde, günümüzde de, kökeni Hı­ristiyanlık öncesine dayanmakla birlikte, Hıristiyanlığa uyarlanmış pek çok ögeyi muhafaza etmektedir. Bunlar SSKG ve SMG adlı Rus dergilerinde ve özel Gürci dergi­lerinde toplanmıştır.
Kafkas Halkları Mitolojisi, (Mythologie dar Kaukasischen Völker), Georges Dumiezil, Ayraç Yayınevi, 2000, s. 30-35

EK 1: Osetler veya Alanlar
Kafkasya'nın tam ortasında küçücük bir halk yaşar: Oslar veya Oset­ler.  Alacalı bulacalı Kuzey Kafkasya  halkları içinde bir benzeri  daha  ol­mayan bu kavim, bir Hint-Avrupa dili konuşur ve Herodotos ile antikçağ tarihçilerinin veya coğrafyacılarının İskitler ya da Sarmatlar adını verdik­leri, büyük istilalar döneminde Allenler [Alanlar] adıyla bütün Avrupa'yı katedip Fransa'ya kadar gelmiş etnik toplulukların Kafkasya'ya sığınarak hayatta kalmış son temsilcileridir. "Avrupa İranileri"nin son ardılları olan bu dağlılar,  hepsi birden  "Nartlar  Hakkında Efsaneler"  veya  "Nart Efsaneleri" ortak adıyla bilinen geniş bir epik efsane külliyatını günümüze dek aktar­mışlardır. Bir buçuk yüzyıldan bu yana bilim adamları bu anlatıları der­leyip yayımlamaya başlamışlardır. Adları "kahraman" anlamına gelen ve Sanskritçe ile İran dilindeki nar -"adam, savaşçı" keli­mesine bağlanan Nartlar, çok eski devirlerden çıkagelen masalsı varlıklar­dır: İnsanlardan önce yaşamaya başlayan Nartlar, büyük düşmanları olan devlerle aynı devri paylaşmışlar ve onları yenmişlerdi.
...
Mit ve Destan 1, içindeki giriş bölümü, Joel H. Grisward, YKY Yayınları, 2012


EK 2: Kuzey Kafkasya
Kuzey Kafkasya ve onun Karadeniz kıyısına ulaşıp Güney'e doğru epey ilerlemesini sağlayan harika
sahil, yeryüzünde varlıklarını sürdürmüş halklar ve diller açısından en ilginç koruma alanlarından biridir;  burası aynı za­manda binbir baht dönüşümünün yaşandığı uzun bir tarihin de dekorudur; bu  tarih hakkında antik Yunanlar, Bizanslılar, Araplar bize çok az bilgi ver­miş olsalar da, sonuçlar  gözlerimizin önünde durmaktadır: Şu dağlılardan bazıları, Yunan coğrafyacıların devrinde de oradaydılar; ötekiler, çeşitli çağ­larda güçlü orduların veya büyük devletlerin baskısı sonucunda Kuzey ova­larını boşaltıp oraya sığındılar; bazıları da uzak diyarlardan gelip oraya bir kez yerleşip alınması olanaksız bir vadide tutunduktan sonra, yörenin yer­lileri gibi davranan istilacıların gözüpek öncülerini temsil ediyorlar. Birçok küçük topluluğun kırılgan bir varoluşu yüzyıllar boyunca sürdürmek gibi bir aykırılığı gerçek kıldığı bu insan mozaiğinin en ilginç yanı şu: Köken çe­şitliliğine, ardı arkası kesilmeyen savaşlara karşın, uzun bir iç içeliğini do­ğal çerçevenin, hükümdar soyları arasındaki birleşmelerin, özellikle de bir gururun sonucunda bu bölgede bir aile havası hüküm sürer. Sözü edilen gurur çoğunlukla gerçek bir vatanseverlik biçimine evrilmese de, "Kuzey Kafkasyalı"yı dünyanın geri kalanından farklılaştırmaya yetmiştir.

Mit ve Destan 1,  Georges Dumezil, YKY Yayınları, 2012, s. 455

16 Haziran 2019 Pazar

Taş Kesilmiş Niobe

Taş Kesilmiş Niobe


Manisa Sipil Dağı'ndaki Ağlayan Kaya, mitolojik kahraman Niobe ile özdeşleştirilmiştir.
İzmir-Manisa karayoluna yakın olduğu için oradan geçerken dahi görülebilir. Karşıdan değil de
profilden bakınca başı önüne eğik bir kadına benzer. Bir sanat yapıtı mı yoksa aşınmış bir kayanın doğal
olarak aldığı biçim mi olduğu Antik Çağ'dan beri tartışılmaktadır.
Eski Yunan yazarlarının yapıtlarında da sözü edilen bu kayanın Zeus'un taşa dönüştürdüğü
efsanevi Niobe olduğuna inanılır.
Pelops'un kız kardeşi ve aynı zamanda Thebes'in kralı Amphion'un eşi olan Niobe, evliliğinden yedi erkek ve yedi kız çocuğu dünyaya getirmiş­ti. Kızlarının güzelliği ve oğullarının cesurluğu ile her fırsatta övünen Niobe, daha da ileri giderek işi, Leto'yu sadece iki çocuk -Apollon ve Artemis- sa­hip olmakla aşağılamaya kadar götürmüştü.

Sınırları aşan bu kadının söyle­diklerini duyan ve babası Teiresias gibi ünlü bir kahin olan Mante, yaşanacak felaketi tahmin ettiğinden Thebesli kadınları Leto ve çocukları için ibadet et­meye ve kurbanlar sunmaya ikna etti. Bunun üzerine kadınlar Olymposlu­ların gazabına uğramamak için tütsüler yakıp saçlarına defne ağacı yaprakla­rından taçlar taktılar. Tütsü kokusu havaya yayıldıkça orada bulunanlar da dualar etmeye başlamışlardı. Olan biteni öğrenen Niobe kısa bir süre sonra yanına aldığı insanlarla beraber kadınların toplanmış olduğu alana geldi. Gi­yinişinde ve yürüyüşünde bile tanrıçalara benzemek isteyen bir eda ile, sade­ce iki çocuğu olan bir kadına ibadet etmektense birbirinden güzel on dört ço­cuğu olan ve Zeus ile bir zamanlar Titanların lideri olan Atlas'ın torunu olan ve aynı zamanda Kadmos Krallığı'nda kraliçe olan bir kadına tapmalarını söyledi onlara. Hakaretlerinde ve aşağılamalarında o kadar ileri gittik ki, Ar­temis'in bir kızdan çok erkeğe, Apollon'un ise bir erkekten çok kıza benzedi­ğini bile söyledi. Niobe'ye göre on dört çocuktan birkaçını kaybetmesi ondan çok fazla bir şey almayacaktı. Fakat Leto'nun böyle bir felaketle karşılaşması durumunda tamamen yapayalnız kalacağını da ekledi konuşmasına.

Niobe'nin çocuklarının öldürülmesi
Sanatçı: Marcantonio Raimondi  1541

İbadeti yarıda kesmeye cüret eden Niobe yüzünden Thebesli kadınlar alçak seslerle Leto ve çocuklarına dua etmeye ve onlardan af dilemeye çalış­tılarsa da artık çok geçti. Leto bir kadın ve iki Olymposlu'nun annesi olarak kendisine yapılan bu saygısızlık karşısında çocuklarını çağırarak
onlardan bu kendini bilmez kadının küstahlığını cezalandırmalarını istedi. Apollon Ni­obe'nin oğullarını Kithairon Dağı'nda avlanırken buldu. Aralarından sadece annesi Leto'ya dua eden Amyklas haricindeki diğer altı delikanlıyı gönderdi­ği oklarla öldürdü. Aynı şekilde kızların hepsi de Amyklas gibi Leto'ya dua eden biri haricinde (Meliboia) sarayda iplik eğirirken Artemis'in gizli oklarıyla can verdiler. Kardeşlerinin cansız bedenlerini aniden yanında gören ve ka­pıldığı korku yüzünden sararıp solan Meliboia, daha sonra Khloris ismini al­dı ve birkaç yıl sonra Neleus ile evlendi. Her iki kardeş de başlarına gelen fe­laketten hemen sonra Leto onuruna bir tapınak inşa etmeyi ihmal etmedi. Bununla beraber bazı yazarlar, Niobe'nin hiçbir çocuğunun iki Olymposlunun gazabından sağ olarak kurtulamadığını ve Amphion'un da Apollon'a başkal­dırması nedeniyle yine aynı tanrı tarafından öldürüldüğünü öne sürerler.
Niobe'nin çocuklarının öldürülmesi 1772
Sanatçı. Jacques Louis David 


Acılı anne çocuklarının ölüm haberi üzerine ağıtlar yakıp dokuz gün dokuz gece onların cansız bedenlerini gömmek için her yeri aradı durdu. Zi­ra bu olayda Leto'nun tarafını tutan Zeus, Thebeslilerin hepsini taşa çevirmiş­ti. Niobe'nin cesetleri bulamayacağını anlayan Olymposlular onuncu günde kendi aralarında düzenledikleri cenaze töreni ile Apollon ve Artemis'in öl­dürdüğü çocukların cesetlerini gömdüler. Çocuklarının ölümüne neden ol­duğu için dayanılmaz acılar içerisinde babası Tantalos'un ülkesinde bulunan Sipylos Dağı'na gelen Niobe, burada çektiği azaptan kurtulması için Zeus ta­rafından bir kayaya dönüştürüldü. Niobe'nin dönüştürüldüğü kayanın bir yüzü ilkbahar aylarında rahatlıkla görülebilir bir şekilde bugün bile ıslak ve nemlidir.[1]

Hem kendi hayatını hem de çocuklarını kaybeden, Amphion'un ölü­münden sonra ülkede yaşayan
insanların hepsi büyük işler başaran kralları için ağıtlar yakıp dualar ettiler. Fakat kendisi gibi boş yere gururlanmayı adet haline getiren kardeşi Pelops'un dışında hiç kimse Niobe'nin ölümüne üzü­lüp ağıtlar yakmadı.[2]

Niobe'nin sahip olduğu çocukların sayısı yazarlara göre büyük farklılık gösterir. Örneğin Homeros'a göre on iki olan bu sayı Hesiodos'a göre yirmi, Herodotos'a göre dört ve nihayet Sappho'ya göre ise on sekizdir. Fakat Euripides ve Apollodoros tarafından nakledilen ve akla daha çok yatkın olan anlatıma göre Niobe'nin yedi kızı ve aynı şekilde yedi tane oğlu vardı. Efsane­nin Thebes versiyonuna göre Niobe bir Titan olan Atlas'ın torunuydu. Argiv­liler ile Pelasgların anlattığı şekliyle Niobe yine bir Titan, fakat bu kez Phoro­neus'un kızı ya da annesi olarak tasvir edilmiştir (Apollodoros: ii. 1. 1, Kritik - Euripides Orestes 932). Buna göre Niobe, Zeus'un o güne dek baştan çıkardığı ilk ölümlüdür. (Sicilyalı Diodoros: iv. 9. 14; Apollodoros: a.g.e.; Pausani­ as: ii. 22. 6). Söz konusu efsanede geçen olaylar ayrıca sayıları yedi olan Titan tanrı ve tanrıçalarının Olymposlular tarafından yenilgiye uğradıktan hemen sonra cezalandırılmalarıyla da alakalı olabilir.

Eğer durum gerçekten böyleyse hikaye, Yunanistan, Filistin, Suriye ve Avrupa'nın kuzeybatı  taraflarında uzun bir süre geçerli olan ve ayın yedi günden oluşan dört haftadan oluştuğu ve her bir günün yedi gezegensel güçten biri tarafından yönetildiği tezine dayanan takvimin değiştirildiğini anlatır niteliktedir. Homeros'un anlatımın­da karşılaştığımız (llyada xxiv. 603-17) Amphion ve çocuğu, muhtemelen bu takvimdeki on üç ayı sembolize etmektedir. Sispylos Dağı da çok büyük bir olasılıkla Titan kültünün Anadolu' daki son uğrak yeridir. Söz konusu kültün Yunanistan'daki son durağı ise Thebes şehriydi. Niobe'nin çocuklarını kay­bettikten sonra sözü edilen dağa gelmesi, burada Titan kültünün izlerine rast­lamasındandır. Onun insan formunu andıran bir kayaya çevrilen cesedi, yay­dan kopan oklar gibi Güneş' ten kopup gelen ışıkları gördüğünde karla kaplı zemininde daima ıslak bir görünüm kazanır. İnsan şeklini andıran bu görü­nüm, MÖ 15. yüzyılın sonlarına doğru aynı dağa Hititlerin Ana Tanrıçası'nın silüetinin oyulmasıyla daha da pekiştirilmiştir. Bir başka önemli ayrıntı ise, mezarı her güneş çıktığında eriyen karların verdiği ıslaklığı andıran Niobe'nin adının da "karlı" anlamına gelmesidir; sözcükteki b harfi Latince bir kelime olan nivis'deki v'yi ya da Yunanca bir kelime olan nipha'daki ph'yi temsil etmektedir. Kraliçenin kızlarından biri Hyginus'un anlatımında, eğer chionos niphades "kar bulutu" sözcüğünün bir varyantı değilse, Yunanca ile hiçbir alakası olmayan Chiade olarak isimlendirilmiştir.

Parthenios (Erotika Pathemata 33), eserinde, efsaneyi oldukça farklı bir şekilde anlatır. Buna göre Niobe'nin aşağılamalarına daha fazla dayanama­yan Leto, Niobe'nin babasının ona aşık olmasını sağlar. Niobe babasının ken­disine olan ilgisini fark ettiğinde onu şiddetle reddeder. Kızıyla ensest bir iliş­ki yaşamak isteyen fakat bunda başarılı olamayan baba, bunun üzerine Ni­obe'nin çocuklarının hepsini yakar. Acılı annenin yaşadıkları bununla da bit­mez. Kocası Amphion da vahşi bir domuzun saldırısına uğrayarak hayatını kaybeder. Hem çocuklarnı hem de kocasını kaybeden Niobe de kendisini bir kayalıktan atarak hayatına son verir.

Parthenios dışında Euripides'in Phoeni­cian Women (Fenikeli Kadınlar) adlı eseri üzerine çalışma
yapan mitolog tara­fından da teyit edilen bu hikayenin; Kinyras, Smyrna ve Adonis'in anlatıldı­ğı efsanelerin yanı sıra Tanrı Molokh onuruna çocukların yakılması şeklinde olan gelenekten de etkilenmiş olduğu açıktır.

1. Hyginus: Fabulae 9 - 10; Apollodoros: iii. 5. 6; Homeros: llyada xxiv. 612; Ovidius:
Metamorp­ hoses vi. 146-312; Pausanias: v. 16. 3; viii. 2. 5 - i. 21. 5; Sophokles: Elektra 150-52.

2. Ovidius: Metamorphoses vi. 401-4.

Metin: Yunan Mitleri, Tanrılar, Kahramanlar, Söylenceler, Rober Graves, Say Yayınları, 2010/2, s. 342-344