İnanılması güç bazı olaylar hem bilimsel açıklamalar kazanıyor, hem de bölgesel tarihle bütünleşiyor. Günümüzdeki bazı araştırmalar bunları tekrar gündeme getirip, tarihçilerin önceki varsayımlarına meydan okuyarak, inkâr edilemez kanıtlar ortaya çıkarıyor.
Rus Yahudi’si bir ailenin çocuğu olan Immanuel Velikovsky (1895-1979) Moskova Üniversitesi’nde eski tarih ve toplum bilimi ve tıp eğitimi görmüş, daha sonra Viyana’da Freud’un öğrencisi Wilhelm Stekel yanında Psikanaliz eğitimi almıştır. Sonradan, araştırmalarını daha da genişleterek, kozmoloji, astronomi, jeoloji, mitoloji, efsane ve Kutsal Kitaplar’daki metinleri incelemiş ve bunlardan tarihi yeniden yorumlayan tartışmalı eserler çıkarmıştır. Geçmiş çağlarda büyük felaketler yaşandığı Velikovsky’nin en önemli savıdır. Ancak, insanların kötü anılarını bilinçaltına itmesi ve unutulması anlamına gelen “kitlesel amnezi” ile bunların sadece efsanelerde izleri kaldığını iddia etmektedir. Her yerde felaketlerin izleri olduğu halde bunlarla yüzleşmek acı verdiği için, bilim adamları bunları göz ardı ettiler. Günümüzde bu felaketlerin inkâr edilemez izleri bir bir ortaya çıkarılarak, tarih üzerindeki etkileri konusunda spekülasyonlar yapılıyor. Örneğin, son zamanlarda M.Ö. 2300 yılında Irak’ta büyük bir meteor yağmurunun o zamanki uygarlıkların çöküşüne yol açtığı ortaya çıkmıştır. Hemen sonrasında, meydana getirdiği karanlık çağda, Tevrat’a göre İbraniler göç ederek kuraklıktan nasibini almayan Mısır’a yerleşmişti ve zamanla Yusuf’un vezirliğini unutan yeni bir Firavun İsrailoğullarını köleleştirdi.
Tevrat’a göre Musa’nın Mısır’dan Çıkışı M.Ö. 1447 yılında gerçekleşmiştir ve Ramses adı geçtiği için tarihçiler o zamanki firavunun Ramses II olduğunu varsaymışlardır. Ramses II ile ilgili dev eserlerin ortaya çıkışı 19. yüzyılın hayal gücü üzerine büyük etki yaratmıştır. Tarihçiler buna dayanarak Çıkış’ın M.Ö. Ramses (M.Ö. 1279-1213) dönemine denk gelen yıllarında olabileceğini varsaymışlardır, ama bunu kanıtlayabilecek herhangi bir bulgu ortaya çıkmadığı gibi, Tevrat’ın söz ettiği çalkantılı dönemlerin izine de rastlanmamıştır. Ramses sözcüğü Tevrat’ta Yusuf’un döneminde de yer alıyor ve akademisyenler bunun genel bir terim olduğu düşüncesindedirler.
Bu yüzden Velikovsky ve Tarihçi David Rohl “Zamanın Kanıtı” (A Testament in Time) ve “Cennet Bahçesinden Sürgüne” (From Eden to Exile) eserlerinde Çıkış firavununun 13’üncü hanedandan Dudimose olduğunu savunmuşlardır. Aslında Musa bir İbrani ismi olmayıp, Mısır dilinde oğul anlamına gelir. Bu isim, genelde firavunlara ve prenslere verilir. Örneğin Tutmoses, Tut (Tanrı Thoth) oğlu, ve Ramose Ra (Tanrı Ra) oğlu, Amenmose (Tanrı Amen) oğlu demektir. Firavun Dudimose’un (veya Tutimaos) en uygun firavun olma gerekçesi eski Mısır tarihçisi Manetho’ye dayanmaktadır. Ona göre Dudimose zamanında “Biz [Mısırlılar] Tanrının gazabına uğradık” ve o dönemdeki büyük felaketin arkeolojik kalıntıları ortaya çıkmaktadır. Ayrıca Manetho’ya göre Dudimose’tan hemen sonra Mısır zayıf düşmüş ve Hyksoslar hiç karşılık görmeden Mısır’ı zapt edebilmişlerdir.
Tevrat’a göre Firavun, İbrani halkını azat edip ülkeyi terk etmeye izin vermediği için Mısır’ın başına 10 felaket gelmişti. Bunlar: 1) Nil nehrinin kana dönüşmesi; 2) Kurbağa istilası; 3) Sivrisinek istilası; 4) Atsineği istilası; 5) Hayvan ölümleri; 6) Çıban belası; 7) Dolu belası; 8) Çekirge belası; 9) Karanlık Belası; 10) İlk doğan çocukların ölümüdür.
Velikovsky’nin önemli savlarından biri İpuwer papirüse dayanır. Mısır’ın eski hanedan dönemine ait bu papirüs 1828 yılında bulunmuş ve halen Hollanda’nın Leiden Müzesi’nde sergilenmektedir. Akademisyenler bunun bir bilmece veya kehanet olduğunu düşünmüşlerdir, ancak bu papirüs açık bir şekilde Mısır’ın başına gelen felaketler zincirini anlatmaktadır. Nil nehrinin kana dönüşmesi, suların zehirlenmesi, göklerin kararması, hayvanların ölmesi, yangınlar, depremlerle Mısırlıların perişan ve aç bir vaziyete düşmelerini kaydeder. Eğer Velikovsky’nin savı doğruysa, bu sav Mısır tarihinde Tevrat’ta söz edilen olayların Mısır tarihinde izleri bulunmadığı görüşünü çürütür.
Girit yakınlarında, Thera adasında Santorini yanardağının patlamasının yaklaşık olarak o dönemlerde gerçekleştiği düşünülmektedir. Jeologlar M.Ö. 1626 ve M.Ö. 1360 gibi farklı tarihler vermektedir ve Velikovsky’e göre bu sıralarda yanardağlarda zincirleme patlamalar vardı. Santorini adasının patlaması, Girit uygarlığının yok olması gibi, tarihte birçok radikal değişimlere sebep olmuştu. Ortaya çıkan bu patlamanın, 1883 yılında tüm dünyayı sarsan ve 35 bin kişinin ölümüne yol açan Karakatoa yanardağının patlamasından kat kat güçlü olduğu ortaya çıkmıştır ve Vesuvius yanardağının patlaması da aynı zamana rastlar. Santorini yanardağının nükleer bombadan bin kez daha güçlü olduğu hesaplanmıştır. Velikovsky’e göre volkanik Sina dağı da aynı anda patlamıştı. Tevrat’ta, Çıkış’tan hemen sonra İsrailoğulları Sina’ya yürüyüşü “Tanrı önümüzde gündüz bir duman sütunu gibi ve gece bir alev sütunu gibiydi” diye tanımlanır. Volkanik patlamaların gündüz ve gece böyle gözlemlendiği doğrudur.
Peki bu durumda, Kızıldeniz’in yarılması nasıl izah edilebilir? Velikovksy’e göre İsrailoğulları daha sığ olan Sazlar denizinden geçmekteyken oluşan bir deprem suların geri çekilmesine sebep olabilir. Büyük yanardağ patlamalarının depremleri tetiklediği bilinmektedir.
Velikovsky’nin kabul edilen Mısır tarih kronolojisinin birkaç yüzyıl ile hatalı olduğu tarihçi David Rohl ve diğer revizyonist Mısır tarihçileri tarafından destek görmektedir. David Rohl kitabında yüzlerce sayfalık kanıt vermektedir. Bunlar, kutsal kitaplardaki olayların tamamen uydurma olduğu, Musa, Davut ve Süleyman gibi Tevrat’ta söz edilen kralların hiçbir zaman yaşamadığını iddia eden bazı tarihçilerin tezlerini çürütmektedir. Velikovsky ve Rohl’a göre bu tarihçiler arkeolojik bulguları yanlış tarihte aramaktadırlar ve birkaç yüzyıl geri bakılırsa tüm kanıtların orada olduğu gözlemlenecektir
Mısır’dan Çıkış’ın yer aldığı dönemdeki felaketler büyük göçlere de sebep olmuştur denebilir. İsrailoğulları tam bu dönemden sonradır ki Hyksoslar denilen bir kavmin işgaline uğramışlardır. Hem Velikovksy, hem de Rohl’a göre bu kavim Çıkış’tan sonra İsrailoğullarının Mısır yolunda karşılaşıp savaştığı Amalekliler’di. Mısırlıların Amu dedikleri ve ayrıca “Çoban Kralları” olarak da bilinen Hyksoslar, hiç karşılık görmeden Mısır’ı ele geçirdiler. Birkaç yüz yıl sonra işgalden uzak Mısır’ın Güney hanedanı Hyksosları ülkeden kovabilmişti. Arap tarihçilere göre Mekke civarında yaşayan Amalekliler kendi ülkelerinde büyük bir felaket sonrası göç etmişlerdi. Seller bazı kavimleri ortadan kaldırmıştı. Üzerlerine kara dumanlar çökmüş, karıncalar istila etmişti. Manetho’ya göre Dudimose’un döneminden hemen sonra Mısır, doğudan gelen bu gaddar ve acımasız kavim tarafından istila edilmişti. Amalekliler Mısır’da büyük tahribatlarla halkı esir ettiler. Velikovsky’e göre eski ahit Mezmurlar’da geçen “[Tanrı Mısırın üzerine...] Üzerlerine kızgın öfkesini, gazap, hışım, bela ve bir alay kötülük meleği gönderdi” aslında “Üzerlerine kızgın öfkesini, gazap, hışım, bela ve bir alay çoban kralları gönderdi.” Kötülük meleklerinin Mezmurlarda yazılışı malakhei-roim, bu aslında Çoban Kralları, anlamına gelir, doğrusu malakhim-roim olmalı.
Kutsal kitaplar Musa’yı olağanüstü vasıflarla donatır. O dönemde geçen olayların ve doğal felaketlerin arkasında doğal nedenler olması kanımca, bir dönüm noktasında bu felaketleri önceden bilen ve Tanrı’nın gazabı olarak yorumlayan güçlü, bilge bir liderin şanından bir şey eksiltmez. Manetho’nun da Mısır’ın o dönemde Tanrı’nın gazabına uğradığını belirtmesi bunu doğrular.
Velikovsky’nin tezlerini doğru kabul etmek tarihe bakışımızı değiştirmekle kalmaz, bize bu önemli mesajı verir: Dünya tarihinde büyük felaketlerin rolü de büyük olmuştur ve bu olasılık her zaman için geçerliliğini korumaktadır. Velikovksy ve Rohl’un kitapları bu savı öne sürüyor
Kaynak:www.hermetics.org