Dilara Kahyaoğlu
2012
Süryanilere (bkz. Süryaniler ve Ermeniler) ait “Süryani Büyük İskender Hıristiyan Efsanesi"nde Hunların adının geçtiğini görünce şaşırabilirsiniz. Büyük İskender (MÖ 4.yy) ile Hunların (4. -5. yy) Avrupa’da görülmesi arasında yaklaşık yedi yüz yıllık bir zaman farkı var. Ama bu iki ismin aynı anlatıda yan yana gelmesinin, eğer efsaneler söz konusu ise; imkânsız olmadığını biliriz. Adı üstünde, efsane işte…
Efsane şu noktada gerçekleri yansıtmaktadır: Hunlar isminde bir halk vardır ve onlara önderlik edenler bulunmaktadır (kralların listesi) ve 4.yüzyılda ilk kez Kafkaslardan güneye inmişler (363-373) Ermenistan’ı geçerek Urfa’ya kadar gelerek buraları talan etmişlerdir. Girdikleri bölgede yazılı kültüre sahip olan halklar Ermeniler ve Süryaniler olduğu için bugün elimize geçen çok az sayıdaki kayıtlardan Hunlarla ilgili ilk bilgileri böylece öğreniyoruz. Tarihsel kayıtlar bunlarla sınırlı değildir esas bilgi aldığımız kaynaklar Romalılara aittir çünkü Kavimler Göçü (bkz. Kavimler Göçü) sonrasındaki süreçte Hunların ve diğer kavimlerin ilişkide olduğu iki devlet vardı: Doğu (Bizans) ve Batı Roma. (Bkz. Batı Roma’nın Çöküşü).
2012
Efsane Deyip Geçmeyin...
Fritz Lang'in yönettiği 1924 yapımı Nibelungen filminden bir sahne. http://www.imdb.com/title/tt0015175/?ref_=md_ph_tt1 |
Süryanilere (bkz. Süryaniler ve Ermeniler) ait “Süryani Büyük İskender Hıristiyan Efsanesi"nde Hunların adının geçtiğini görünce şaşırabilirsiniz. Büyük İskender (MÖ 4.yy) ile Hunların (4. -5. yy) Avrupa’da görülmesi arasında yaklaşık yedi yüz yıllık bir zaman farkı var. Ama bu iki ismin aynı anlatıda yan yana gelmesinin, eğer efsaneler söz konusu ise; imkânsız olmadığını biliriz. Adı üstünde, efsane işte…
Adı geçen efsanede şunlar anlatılır :
Muhteşem seferleri sırasında İskender’in yolu Ermenistan’a düşer Muşaş Dağını aşarak, Bahl-Lepta ovasına varır. Ovanın etrafı büyük aşılmaz dağlarla kaplıdır. Ova halkı İskender’i karşılamaya koşar, aralarında tüccarlar da vardır. Onlar İskender’e şöyle derler: Ey İskender, sayende burada huzur içinde yaşıyoruz etrafımızdaki dağları henüz aşmayı başaran olmadı ama duyduk ki dağların ötesinde Hunlar yaşamaktaymış, onların krallarının Ye’cüc, Me’cüc gibi Yafes oğullarının kralları oldukları söyleniyor.”
Daha sonra İskender’e Hun krallarının listesini sunarlar. Listede birçok isim vardır. İşte Hun krallarına ait en eski listelerden biri budur. Onlar o sırada Hunlara liderlik eden kişilerin isimler miydi gerçekten? Efsaneler ne kadar gerçeği barındırır?
Yecüc ve Mecüc (bkz. Yecüc Mecüc) isimlerini duyan İskender çok şaşırır (çünkü bunlar Apokalipsis’e ve Hezekiyal peygambere ait apokaliptik bir kehanete göre insanoğlunun başına bela olacak bir nesildir, kıyamet habercileridir). İskender, hemen üç bin demirci ve çilingir ile üç bin bakırcıyı görevlendirir. Onlara on iki dirsek yüksekliğinde, dokuz dirsek genişliğinde muazzam bir kapı yaptırır. Demir ve bakırla bu kapıyı, dağdaki Daryal Geçidi’ne yerleştirir. İskender’in amacı; Hunların güneye inerek memleketleri tahrip ve İskenderiye kütüphanesi ile arşivinin yağma edilmesini önlemektir. Bu arada İskender, Hunların kapıyı geçecekleri, Romalılarla, İranlıların topraklarını işgal edecekleri ve sonra geri dönecekleri kehanetinde de bulunur, üstelik bu kehaneti kapının üzerine de yazdırır. Kehanet bununla da bitmez Hunlar sonra tekrar geri gelecek, işte o zaman Arz titreyecek ve Allah’ın emriyle dünya üzerinde hüküm süreceklerdir.
Kapı iki kere aşılacaksa o zaman kapının anlamı neydi diye aklımıza bir soru takılabilir. Efsaneler de; diller, canlılar gibi yaşar. Zamanın olaylarından etkilenerek değişir, içine yeni ögeler katılır, çok çok eski bir efsane ise; artık ilk halini tahmin etmek bile zordur. Efsaneler işin başında sözlü kültür içinde doğar, dilden dile anlatılarak çoğalır, yayılırlar. Sonra birileri bu sözlü malzemeleri (masal, efsane, destan, balad vb.) yazıya geçirir işte o anda dolaşımda olan sözlü versiyonlardan biri kaydedilmiş olur. Yazılı versiyon o haliyle saklanır, günümüze kadar ulaşır veya ulaşamaz… Ama bu durum farklı yazılı versiyonların üremesine engel değildir. Böylece aynı efsanenin farklı yazılı versiyonları da zaman içinde ortaya çıkar. Bir versiyonun kendi içinde veya versiyonlar arasında çeşitli tutarsızlıklar da görülebilir. Ama konunun uzmanları çeşitli yöntemlerle bunları çözümlemeye çalışır.
Yukarıdaki örneğe dönecek olursak İskender efsanesinin ilk halini ve ne zaman, neden doğduğunu bilmiyoruz. İlk halinde o zamanın “barbarları” (bkz. Barbarlar) İskitlere karşı İskender’in kuzeye yani Kafkaslara koruyucu bir kapı diktirdiğinden bahsediliyor olabilir. Ama elimizdeki versiyon apokaliptik inançlardan etkilenen bir metindir. Apokaliptik unsurlar, sonradan efsaneye eklenmiştir. (bkz. Apokalisis, apokaliptik)
Efsane şu noktada gerçekleri yansıtmaktadır: Hunlar isminde bir halk vardır ve onlara önderlik edenler bulunmaktadır (kralların listesi) ve 4.yüzyılda ilk kez Kafkaslardan güneye inmişler (363-373) Ermenistan’ı geçerek Urfa’ya kadar gelerek buraları talan etmişlerdir. Girdikleri bölgede yazılı kültüre sahip olan halklar Ermeniler ve Süryaniler olduğu için bugün elimize geçen çok az sayıdaki kayıtlardan Hunlarla ilgili ilk bilgileri böylece öğreniyoruz. Tarihsel kayıtlar bunlarla sınırlı değildir esas bilgi aldığımız kaynaklar Romalılara aittir çünkü Kavimler Göçü (bkz. Kavimler Göçü) sonrasındaki süreçte Hunların ve diğer kavimlerin ilişkide olduğu iki devlet vardı: Doğu (Bizans) ve Batı Roma. (Bkz. Batı Roma’nın Çöküşü).
İskender'in gerçekten de boynuzu vardı. Boynuzlu İskender efsaneleri bu olgudan, paranın üzerindeki görüntülerden kaynaklanmış olabilir mi? Mümkün. Görselin Kaynağı: Tanrılar, Mezarlar ve Bilginler |
Boynuzlar bu resimde daha net görünüyor |
Bu yazının uzun hali şurada: https://tarihegitimi.blogspot.com/2015/11/efsane-deyip-gecmeyin-iskender-ve.html
Bu yazıyı hazırlarken esas olarak şu kaynaktan yararlandım:
Attila ve Hunları, Gyula Nemeth, DTC Fakültesi Yayınları, 1982, içinde Sandor Eckhardt'ın makalesi. s: 53-55,
Attila ve Hunları, Gyula Nemeth, DTC Fakültesi Yayınları, 1982, içinde Sandor Eckhardt'ın makalesi. s: 53-55,
Kaynak belirtilmeden kullanılamaz