tımarlı sipahiler etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
tımarlı sipahiler etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

26 Nisan 2017 Çarşamba

Osmanlı'da Eyalet Askerleri

Osmanlı'da Eyalet Askerleri

Osmanlı kara ordularının nüfus bakımından en büyük bölümünü yerel eyalet askerleri oluştururdu. Eyalet askerleri içindeki grupların en büyüğünü ise tımarlı sipahiler meydana getirirdi. Tımarlı sipahiler, tımar olarak bilinen Osmanlı toprak yönetim biçiminin doğal bir sonucuydu. Osmanlılar, Selçuklu ikta sistemini geliştirerek tımar adıyla uygulamış ve bu sistem sayesinde devrin en güçlü ordularından birini kurmuşlardı.

Osmanlı Devleti’nde ülke topraklarının büyük bölümü devlete aitti. Mirî arazi adı verilen bu topraklar dirlik denilen bölümlere ayrılırdı. Dirlikler üzerinde yaşayan çiftçiler, toprağı ekip biçer ve vergi öderlerdi. Tımar sistemine göre devlet, kendisine ait olan bu vergileri toplama hakkını hizmet karşılığında asker ve sivil görevlilerine bırakırdı. Dirlik sahibi denilen bu görevliler devletten maaş almazlar, topladıkları vergi gelirleriyle geçinirlerdi.

Tımar sisteminde dirlik sahibi topladığı vergileri kanunlarla belirlenmiş bir bölümünü kendisine ayırırdı. Kalan kısmıyla da cebelü denilen atlı askerler yetiştirir ve savaş zamanında bu askerlerin başında orduya katılırdı. Barış dönemlerinde ise bulunduğu bölgenin güvenliğini sağlardı. Osmanlı tımar sisteminde dirlikler gelirlerine göre has, zeamet ve tımar olarak üçe ayrılırdı.

Tımar sistemi içinde yetiştirilen tımarlı sipahiler bölüklere ayrılırlardı. Her biri yüzer kişilik olan bu bölüklerin başında subaşı denilen bir komutan vardı. On bölükten meydana gelen tımarlı sipahi birliğinin başında ise bir alay beyi bulunurdu. Sefer zamanlarında alay beyleri tımarlı sipahilerinin başında kendi sancak beylerinin, sancak beyleri de bağlı bulundukları eyaleti yöneten beylerbeyinin kumandasında orduya katılırlardı. Tımarlı sipahiler savaş sırasında ordunun sağ ve sol kanatlarında bulunur, yanlardan gelebilecek saldırılara karşı merkezi korurlardı.

Savaş meydanlarındaki gayretleriyle Osmanlı Devleti’nin genişlemesine hizmet eden tımarlı sipahiler vergilerin düzenli biçimde toplanması ve ülke içinde güvenliğin sağlanmasına da önemli katkılarda bulunmuşlardır. Böylece Osmanlı Devleti tımar sistemi sayesinde devlet hazinesinden harcama yapmadan her an savaşa hazır büyük bir ordu kurmuş ve merkezî otoritesini ülke geneline etkin bir şekilde yayma imkânına kavuşmuştur.

Tımar sisteminin bir diğer yararı, toprakların verimli biçimde işlenerek tahıl üretiminin kesintisiz olarak sürdürülmesi olmuştur. Zira tımar sisteminde çiftçiler topraklarını izin almadan terk edemezlerdi. Ayrıca herhangi bir gerekçe göstermeden toprağını üç yıl üst üste ekmeyen çiftçiden toprağı geri alınırdı. Bu şartları yerine getiren bir çiftçi, toprağın kullanım hakkını ömür boyu elinde tutar ve miras bırakabilirdi.

Osmanlı Devleti tımar sistemindeki topraklardan alacağı vergileri belirlemek için gelişmiş bir kayıt sistemine ihtiyaç duymuş ve bu amaçla tahrir defterleritutmuştur. Böylece her eyaletin vergi ödemekle yükümlü nüfusunu ve tahminî vergi gelirlerini kayıt altına almıştır. Bu özellikleriyle tahrir defterleri, Osmanlı tarihini inceleyen tarihçiler için birinci elden kaynaklardır.

Tımar sistemi, Osmanlı Devleti’ninkuruluşundan itibaren idari, mali ve askerî düzenin temelini oluşturmuştur. Bu nedenle tımar sisteminin bozulmasıyla birlikte tarımsal üretim düşmüş, köyden kente göç hareketi başlamış ve ordudaki tımarlı sipahi sayısı azalmıştır.

Eyalet askerlerinin bir diğer önemli parçası akıncılar idi. Akıncılar Osmanlı Devleti’nin hafif süvarileri olup başlarındaki akıncı komutanının emrinde uç boylarında görev yaparlardı. Düşman ülkelerine akınlarda bulunmak, savaşılacak devletin topraklarında keşifler yaparak düşmanın durumunu öğrenmek, ordunun geçeceği yollar üzerinde köprüler kurmak ve geçitlerin güvenliğini sağlamak akıncıların görevleri arasındaydı. Akıncılar ayrıca, düşman ülkelerin içlerine kadar ilerler, oraları tahrip ederek karşı tarafın savaş gücünü kırmaya çalışırlardı.

Kuruluş Dönemi’nde Osmanlı ordusunda genellikle kılıç, gürz, balta, hançer, mızrak, ok ve yay gibi hafif silahlar kullanılırken kale kuşatmalarında mancınık ve koç başından yararlanılırdı. 15. yüzyıldan itibaren ise tüfek ve top Osmanlı ordusunun vazgeçilmez silahları arasına girmişti.

Tımarlı Sipahileri Temsil Eden Bir Resim

5 Eylül 2007 Çarşamba

Tımarlı Sipahiler-OK USTALARI

Tımarlı Sipahiler-OK USTALARI

Osmanlı ordusunun esâsı ve en büyük kısmını timarlı sipâhi denilen atlı ordusu teşkil etmekteydi. Timarlı sipâhiler kapıkulu sınıfları gibi maaşlı değildi. Leventler ve akıncılar gibi ganimetlerle geçinmezler, yaşamaları için devlet toprak verirdi.

Toprağın üzerinde köylü vardı. O köylüden vergiyi timarlı sipâhi toplar. Bununla hem kendini geçindirir, hem de atları ve silâhları devamlı hazır bulundururdu. Timar, ordunun er ve subaylarına sürekli askerlik hizmetlerine ve kendilerinin ve adamlarının harbe hazır olmaları, sefere çıkarıldığında hazineye yük olmadan getirdikleri silâh, malzeme ve yiyeceklere karşılık ödenen bir maaş gibiydi.

Selçukluların Arapça ıktâ dedikleri böyle toprağa Osmanlılar, tâbiri Türkçeleştirerek dirlik demişlerdir. Dirlikler gelirleri bakımından üçe ayrılırdı. Yıllık geliri 19.999 akçaya kadar olan dirliğe, timar; 20.000 akçadan 99.999 akçaya kadar olan zeâmet; 100.000 akçadan îtibâren gelir getirene de has denilirdi. Burada gelir tamâmen vergi mânâsındadır. Yâni ürünün gerçek değeri değil, üründen köylünün devlete verdiği vergi değeridir. Bu vergiyi, diğer bâzı vergilerle berâber toplamak hakkı dirlik sâhibi sipâhiye âitti.

“Ednâ” denilen küçük timar sâhipleri er ve erbaş; “evsâf” denilen orta timar sâhipleri astsubay; “âlâ” denilen büyük timar sâhipleri küçük rütbeli subay derecesindeydiler. Küçük zeâmet sâhipleri binbaşı, orta zeâmet sâhipleri yarbay, büyük zeâmet sâhipleri albay derecesinde yüksek rütbeli süvâri subaylarıydı.


Bu sonunculara alay beyi deniliyordu ki, sonradan Farsçalaştırılarak miralay ve bugün aynı mânâda albay olmuştur. Sancakbeyi tümgeneral ve beylerbeyi orgeneral rütbesindeki kişilerin dirliğine “hâs” deniliyordu. Vezirlerin, hânedan üyelerinin de hâsları vardı. En büyük hâslar pâdişâha âitti.

İki türlü tımarlı olurdu: Tezkireli ve tezkiresiz. Tezkireli tımarlılar, tımarı merkezden, yâni İstanbul’da Dîvân-ı Hümâyundan doğrudan doğruya alanlardır. Tezkiresiz timarlılar ise dirliklerini Beylerbeyinin arzı üzerine alırlardı.

Bir tımarın ilk üç bin akçalık çekirdek kısmına kılıç gerisine terakki denilirdi. Zîrâ her üç bin akça için sipâhi yanında kendisi gibi atlı ve teçhizatlı bir asker getirmeğe mecburdur. Cebeli denilen bu erler, sipâhinin çocukları, kardeşleri, akrabâsı olacağı gibi, toprağı işleyen herhangi bir kimse de olabilirdi. Bâzı tımarlarda kılıç iki bin akçaya, hatta daha aza düşebiliyordu. Bâzı timarlarda ise en çok altı bin akçaya kadar çıkabiliyordu.


Sipâhi, timarın bulunduğu topraklarda yaşar, köylülerden vergisini genellikle mal olarak alır ve bu geliri kendisini ve cebelilerini geçindirmek için kullanırdı. Köylerdeki düzeni korurdu. Sipâhilerin, tımarları içindeki devlet topraklarını, çiftçilere dağıtırken, verdikleri vesikaya sipâhi senedi denirdi. Birinci Murâd Han zamânında tesis edilen sipâhilerin Anadolu ve Rumeli’nin Türkleşmesinde ve İslâmlaşmasında büyük hizmetleri görüldü.

Rumeli tımarları, Anadolu tımarlarından dahaverimliydi. Anadolu’da üç bin akçaya kadar olan tımarlar orduya bir cebeli verdiği hâlde, Rumeli’de üç bin akçaya kadar olan tımarlardan iki, hatta üç cebeli çıktığı olurdu. Tabiî tımarların üzerinde yaşayan köylü çiftçilerin Anadolu eyâletlerinde büyük çoğunluğu Türk olduğu halde, Rumeli eyâletlerinde ancak yarıya yakını Türk, yarıdan fazlası, bâzı bölgelerde çok daha fazlası Hıristiyan Ortodoks, bâzı bölgeler de Katolikti.


Sefer ilân edilince sipâhiler, Seraskerin bulunduğu yere gelir, yoklama olurlar, dirlik sipâhileri ve cebelileri ayrı ayrı deftere yazılırdı. “Sipâhi ve cebeli falanca paşanın defterlisidir” diye bilinirdi. Sefere dâvet olunup da sefere iştirak etmeyen sipâhinin elindeki timar zaptolunur, başkasına verilirdi. Kânunen götürmek mecburiyetinde oldukları cebeli ve gulâmı getirmeyenler ve götürüp de kaçanların yerlerine diğerlerini tedârik edemeyenler hakkında da aynı muâmele tatbik olunurdu.

Yığınak emri gelince her tımar sâhibi, cebelileriyle berâber, kendi kazâsının belirli yerinde toplanırdı. O kazâdaki timarlılar, çeribaşı denilen sipâhi yüzbaşısının emrinde bulunurlardı. Çeribaşı da alay beyinin emrine giriyordu. Alayını toplayan alay beyi, sancak beyine gidip hazır olduğunu bildiriyordu. Kendi mâliyet askerini de alan sancak beyi, bu sipâhi alayıyla berâber,
beylerbeyine katılmak üzere harekete geçiyordu. Bu iş büyük bir süratle yapılıyordu.


Beylerbeyilerin izin vermesiyle sancak beyleri tarafından bir kısım sipâhiler memleket muhâfazası için yerlerinde bırakılabilirdi. Sipâhi sefere gittiğinde yerine vekil olarak bıraktığı korucu, dirlik sâhibinin yokluğunda toprağın muntazaman işlenmesine nezâret ederdi. Eğer sipâhi harbin uzaması hâlinde kışı hudutta geçirmek emri alırsa, dirliğine harçlıkçı denilen bir vekil göndererek, yıllık gelirini bulunduğu yere getirtirdi.

Timar ve zeâmet; sâhibi ölünce, ekseriya büyük oğluna, yoksa kardeşine veya yeğenine verilirdi. Fakat bunun için timar ve zeâmetin bağlı olduğu alay, vârisin toprağı idâre edebilecek kâbiliyet ve şartlara hâiz olduğuna şehâdet ederlerdi. Zâten bir sipâhi subayı, yerine geçecek birini yıllar boyunca hazırlayıp, yetiştirirdi. Bu sûretle dirlik tecrübesiz insanların eline geçmezdi.

Timar ve zeâmet sâhipleri, arâzileri üzerindeki toprakları üç yıldan fazla işlemezlerse, dirliklerini kaybederlerdi. Toprak işlememek, Allahü teâlâya karşı bir günah sayılırdı. Zîrâ toprak sâyesinde Allahü teâlânın kulları beslenirdi.

Timar her eyâlette bulunmazdı. Meselâ Cezâyir, Tunus, Trablusgarb, Mısır, Yemen, Bağdat gibi eyâletlerde timar ve zeâmet yoktu. Çoğunlukla Türk nüfûsunun bulunduğu eyâletlerde timar ve zeâmet teşkilâtı yapılmıştır. Timarlı sipâhi tamâmen Türk soyundan gelirdi.

Sultan Birinci Süleyman Han (1520-1566) zamânında timarlı sipâhiler, en parlak devrini yaşadı. Bu zamanda 166.200 timarlı sipâhi vardı; bunun 74.000’i Rumeli, 91.600’ü Anadolu timarlı sipâhisiydi. Bu sûrette Türk atlı ordusu, iki orduya ayrılırdı: Rumeli atlı ordusu ve Anadolu atlı ordusu. Meydan muhârebelerinde ordu düzeninin sağ ve sol kanatlarını bu iki ordu teşkil ederdi. Kapıkulu askerleri merkezde bulunurdu.

İlk zamanlarda, Rumeli timarlı ordusunun kumandanı Rumeli Beylerbeyi, Anadolu timarlı ordusunun kumandanı da Anadolu Beylerbeyi idi. Fakat sonradan bu iki kanada da pâdişâh tarafından seçilen vezirler kumanda etmeye başladı. Sultan Süleyman Han devrinde bu iki ordu o derece büyüdü ki, sefer Avrupa’da olduğu zaman çok defâ Anadolu sipâhi ordusu çağrılmaz veya bâzı birlikler çağrılırdı. Sefer Asya’da ise, Rumeli askerleri ya çağrılmaz veya bâzı birlikleri sefere katılmak için istenirdi.


Timarlı sipâhiler 17. yüzyıla doğru bozulmaya başladı. Kuruluşlarından beri Osmanlı Devletinin târihinde büyük bir rol oynayan timarlı sistemi, yeniçeriler için olduğu gibi kanlı ve ızdıraplı bir tasfiyeden ziyâde, sessiz sedâsız bir sûrette ve herhangi bir sarsıntıya sebep olmadan ortadan kalktı.

Asırlar boyunca sipâhiler, memleketin en uzak köşelerine kadar yayılıp, köylüyle iç içe yaşadı ve uzun müddet zirâî iktisâdiyatın ve devlet toprak siyâsetinin faal mümessilleri rolünü oynamıştı. Pâdişâhın, devletin en ücrâ köşelerindeki sâdık temsilcileriydiler. Köylerin şenlenmesinde, bayındır hâle gelmesinde her türlü yardımda bulunurlardı.

Timarlı sipâhilerin 17. asrın son yıllarında, hele 18. asırdan îtibâren sayıları önemli ölçüde azaldı.
Kapıkulu süvârilerinin ehemmiyet kazanması ile Sultan Abdülmecîd Han (1839-1865), 19 Ocak 1841 fermanı ile birçok timarlı sipâhiyi emekliye sevk etti. Fakat timarlarını hayatlarının sonuna kadar ellerinde bıraktı.

1844’te bir kısım timarlı sipâhisi, atlı jandarma olarak hizmete alındı. Zâten uzun müddetten beri ne sipâhi olarak, ne saray mensubu olarak kimseye timar verilmiyordu. Ölen timarlı sipâhilerin çocukları İstanbul’a getirilip, askerî mekteplere veriliyordu. 1850’den sonra timar da, sipâhi de kalmadı.

www.dallog.com