yakın osmanlı tarihi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
yakın osmanlı tarihi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

1 Nisan 2008 Salı

İngiltere Türkiye'de Niçin Banka Kurar?

İngiltere Türkiye'de Niçin Banka Kurar?


Merak edenlere 14 yıl önce yayınlanmış güzel bir makale ve sonunda sömürgeci zihniyeti deşifre eden orijinal bir belge. Araştırmacı-yazar Reşat Kasaba beyefendiye bu güzel çalışması için teşekkürü bir borç biliyoruz: XIX. Yüzyılın ilk yarısında İzmir'de bir İngiliz Bankası:

İZMİR TİCARET BANKASI

Osmanlı İmparatorluğu'nda kurulan ilk banka olarak genellikle Osmanlı Bankası bilinir. Halbuki, Osmanlı Bankası'nın kurulduğu tarih olan 1863'ten yirmi yıl önce, Osmanlı İmparatorluğu'nda ikisi İzmir'de ve biri İstanbul'da olmak üzere üç banka kurulmuştu. İzmir'deki bankalardan biri (İzmir Bankasi) kurulduğu yıl Osmanlı hükümeti tarafından kapatıldı. İstanbul Bankası ise varlığını yedi yıl kadar sürdürdü, ama kuruluş amacı olan Osmanlı parasının ve mali sisteminin düzeltilmesini sağlayamadan iflas etti. Bu yazıda üzerinde etraflıca duracağımız İzmir Ticaret Bankası (ITB) ise kuruluş biçimi ve amaçları açısından bir çok özelliği olan önemli bir girişimdi.

KURULUŞ İNGİLTERE'DE

İzmir Ticaret Bankası'nın kuruluşunu izlemek için 1843 yılına dönmemiz gerekiyor. O tarihte Osmanlı İmparatorluğu ile ticaret yapan otuz İngiliz firması İngiltere hükümetine başvurarak İzmir'de kurmayı tasarladıkları bir banka için izin ve onay belgesi istediler (1). Salt bu başvuru ITB'ye İngiliz bankacılık tarihinde de özel bir yer kazandırıyordu. Asıl faaliyeti yabancı bir ülkede yoğunlaşacak bir bankanın İngiltere'de kurulmak istenmesi alışılmamış bir durumdu. İngiliz Ticaret Bakanlığı bu gerekçeye dayanarak ilk başvuruyu hemen geri çevirdi. Bunun üzerine ikinci bir dilekçe hazırlayan girişimciler neden böyle bir yönteme başvurduklarını açıkladılar. Buna göre bankayı İngiltere'de kurmak istemelerinin en önemli nedeni, sermayeye katkıda bulunacak pay sahiplerinin korunmasıydı. Böyle bir güvence olmazsa İngiliz sermayedarları bankanın borçlarından tek tek sorumlu tutulabilir bu koşullar altında da Osmanlı İmparatorluğu gibi uzak ve güvensiz bir ülkede kimse yatırım yapmak istemezdi. Ayrıca, sınırlı sorumluluk ilkesi ve hükümet garantisi, girişimcileri Osmanlı İmparatorluğu'nda yatırım yapmış olan diğer Avrupalı sermayedarlarla eşit duruma getirecekti.(2) Bu ikinci dilekçenin diğer bir bölümünde belirtildiğine göre, imparatorluğun doğal kaynakları o zamana kadar sermaye darlığı nedeniyle işlenip pazarlanamamış, bu yüzden gelişemeyen ihracat da osmanlıların satın alma gücünü sınırlamıştı. İzmir Ticaret Bankası, vereceği düşük faizli kredilerle bölgedeki para kıtlığına çözüm getirecek ve İmparatorluğun İngiliz malları için bir pazar olarak gelişmesine katkıda bulunacaktı. (3)

"Anadolu'nun en değerli ürünleri İzmir'de toplandığı için" (4) bankanın merkezi olarak bu sehir seçilmişti. Londra'daki şube İngiliz ihracatçılarına Osmanlı İmparatorluğu'nda verilen senetlerin paraya çevrilmesi için gerekli olanakları sağlayacak, İmparatorluğun çesitli yerlerindeki şubeler ise para ve senetlerin hızla ve güvenle dolaşımına aracılık edeceklerdi. Böylece iç bölgelerde para ve kıymetlı maden taşıma zorunluluğu ortadan kalkacaktı. Girişimciler, yerel tüccarların iç bölgelerdeki etkinliklerine son vermek için İngiliz tüccarlarına yardım etmeyi de planlıyorlardı. Buna ek olarak, yerel tüccarların tasarruflarının zamanla bankanın kasasına akacağını da umuyorlardı. (5)

İngiliz Ticaret Bakanlığı birinci dilekçeye itiraz ederken belli başlı üç neden daha öne sürmüştü. Bunlardan birincisi, Osmanlı hükümetinden izin almadan böyle bir girişimin onaylanmasının uygun olmayacağıydı. Girişimciler buna cevap olarak, banka kurulmadan önce izin istenirse Babiali'nin ya izin vermeyeceğini ya da kendilerini uzun süre oyalayacağını ileri sürdüler. İstanbul'da Osmanlı maliyesi üzerinde etkisi olan bir takım kişiler imparatorluğun mali sistemindeki düzensizlikleri gidermeyi amaçlayan böyle bir kuruluşu engellemeye çalışacaklardı. Çünkü ülkeye ve ticarete sonsuz zarar veren bu düzensizlikler, kendilerine çesitli kazanç imkanları açmıştı. Ama, bankanın kuruluşu tamamlandıktan sonra ülkeye sağlayacağı yararlar, Babiali'nin kuşkularını giderecek, 'değil izin her türlü yardımın alınmasını kolaylaştıracak'tı. (6)

İngiliz Ticaret Bakanlığı'nın itirazina yol açan 2. neden böyle ayrıcalıklarla ve resmi destekle güçlendirilmiş bir İngiliz firmasının diğer Avrupa hükümetlerinin tepkisine yol açma olasılığıydı. Girişimcilerse İngiliz hükümetinden istenen desteğin kendilerine herhangi bir ayrıcalık vermeyeceğini, tam tersine, tek isteklerinin Osmanlı İmparatorluğu'nda diğer ülkelerin koruması altında çalışan firmalarla eşit düzeye gelmek olduğunu savundular. (7)

3.olarak, Ticaret Bakanlığı, ITB'nin İngiliz ticaretinde tekelci bir konum edinmesi tehlikesinden bahsetmiş, bunun da İngiliz tüccarlarının rekabete dayalı çıkarlarını olumsuz yönde etkileyebileceğine değinmişti. Kurucular, bankacılık dışında hiçbir faaliyete katılmayı planlamadıklarını, zaten müşteri olarak çekmeye çalıştıkları tüccarlarla rekabete girişimlerinin anlamsız olacağını söylediler. Ek bir güvence olarak, kendilerine ticari nitelikteki tüm faaliyetleri yasaklayan bir genelgeye uyacaklarini bunun tesbiti için de hesaplarının belli aralıklarla İngiliz hükümeti tarafından denetlenmesine karşı çıkmayacaklarını belirttiler. (8)

Bu ikinci dilekçede sıralanan gerekçeler Ticaret Bakanlığı'nı olumlu yönde etkilemiş olsa gerek ki 1844 yılının ilk yarısında tüm formaliteler tamamlandı ve ITB Londra'da kuruldu. (9)

Kuruluş belgesi bankanın sermayesini 200 bin sterling olarak belirliyordu. Bu para, 1000'er sterlinlik 200 paya ayrılacaktı. Kuruluş amacı, 'İzmir'de, para basmak dışında her türlü bankacılık işlemini yapmak' şeklinde belirtilmişti. (10)

Bankanın genel yönetim kurulu Londra'da olacak, bu kurul dış ülkelerdeki çalışmaları İzmir'de bulunduracakları bir yerel yönetici aracılığıyla denetleyecekti. IBT, kuruluş biçimi, sermayesinin hacmi ve öngörülen çalışma alanları bakımından dış ülkelerdeki diğer İngiliz bankalarının çok önündeydi. Buradan şunu belirtelim ki, İngiltere'de hükümetinden izin alarak Londra'da kurulma yöntemini, dış ülkelerde ITB'den sonra kurulan bankalar yaygın bir biçimde benimsediler. (11)

Girişimcilerin ilk dilekçesini izleyen yazışmalardan anlaşıldığına göre, ITB hiçbir zaman salt yerel bir banka olarak tasarlanmamıştı. Bankanın geniş kapsamlı bir mali örgüt olarak Osmanlı hükümetine bir çok alanlarda yardım edebileceği ve bu yoldan edineceği siyasi ağirlığını İngiliz hükümetinin yararına sunacağı sık sık belirtilen noktalardandı. (Kupürünü yayınladığımız belge) (12)

(...) Hem girişimciler, hem de İngiliz hükümeti ITB'yi salt bir banka olarak değil, uzun dönemli amaçları yolunda önemli bir araç olarak görüyorlardı. Bu nedenle de İngilizler aynı tarihlerde kendi denetimleri dışında gelişen bankacılık deneyimleriyle hemen hemen hiç ilgilenmediler.

(...) Ne var ki, edindiği çok yönlü güce, İngiltere hükümetinin sagladığı desteğe ve amaçlarıyla İngiltere'nin siyasi/ekonomik çıkarları arasındaki koşutluğa ragmen ITB macerası başarısızlıkla sonuçlandı.

(...) ITB'yi etkisiz kılan asıl unsur, yerel tüccarların bölgedeki ticaret ağları üzerine kurmuş oldukları yaygın denetim gücüydü. Çoğunluğu gayri-müslim olan bu grubun güçlenmesi Napolyon Savaşları sırasında Fransızların Dogu Akdeniz'den çekildiği yıllara rastlar. Bu aracılar, ticaretin yanında her türlü bankacılık işlemlerini görüyorlar ve iltizam anlaşmalarına da geniş bir biçimde katılıyorlardı.

Dipnotlar
1- İzmir Ticaret Bankası ile ilgili belgeler İngiliz Devlet Arşivlerinde (Public Record Office), Ticaret Bakanlığı (Board of Trade) tasnifinde BT 1/569 numaralı dosyada bulunuyor.
2- BT 1/569, Belge (B) 2, s.1,2
3- Ibid. s. 3.
4- Ibid. ve aynı yerde belge 4.
5- Aynı yerde belge 2, s.4.
6- Ibid. s.5.
7- Ibid. s.6.
8- Ibid. s.7.
9- Büyük bir olasılıkla, ITB, Türkiye'de kurulan ilk modern banka niteliğini taşıyordu. ITB ve onun çagdaşı olan İzmir Bankası'ndan söz eden görebildiğim tek kaynak Zafer Toprak'ın Türkiye'de Milli İktisat'ıdır. Bkz. s.135.
10- BT 1/569, B 5.
11- Bkz. A. Baster, 'The Origins of British Banking Expansiyonin the Near East', Economic History Review, Cilt 1, Ekim 1934, s.78.
12- BT 1/569, B 3 (Ticaret Bakanlığı ile ITB'nin kurucuları arasındaki yazışmalar).




İŞTE BELGE'NİN İÇERİĞİ

Türkiye'de Kurulması Düşünülen İngiliz Bankası'na İlişkin Rapor
(Kaynak: İngiltere Arşivleri, Board of Trade, Dosya No: B.T. 1/569, Belge no: XC/A 046442 Tarih: 1843)

Türkiye'de kurulması amaçlanan İngiliz Bankası'nın İngiltere'nin bu ülkedeki siyasal etkisinin artmasına katkıda bulunacağı bildirilmektedir. Asağıdaki notların dikkate alınması önerilmektedir.

1- Dünyanın hiçbir ülkesinde sermayenin gücü herhangi bir mali düzenin olmadığı ve devlet görevlileri arasında rüşvetin yaygın olduğu Türkiye'deki kadar fazla değildir.

2- Sözkonusu Banka, Türkiye Hükümeti'ne önemli miktarlarda mali yardımda bulunabilecektir; bu durum da bir siyasi etkinlik kaynağı oluşturacaktır.

3- en önemli devlet görevlileri genellikle olmasa da sık sık en fazla parayı verenin eline geçmektedir; bankanın bu atamalar üzerinde ara sıra dolaylı bir etkisi olabilir.

4- Türkiye İmparatorluğu'nda devlet gelirleri son derece yetersiz bir biçimde toplanmakta, tahsildarların spekülasyonları nedeniyle ortaya büyük kayıplar çıkmaktadir. En önemli yörelerde banka devlet gelirlerinin toplanmasına yardım ederek Babiali'ye önemli yardımlarda bulunabilir.

5- Banka yüksek devlet görevlilerinin hesaplarını tutarak onlara önemli kolaylıklar sağlayacaktır.

6- Halen bu işi yapmakta olan özel firmalardan daha büyük kolaylıklar sağlayacağı için, Mısır vergisi, banka yoluyla Türkiye'ye aktarılabilecektir.

7- Büyük bir olasılıkla Banka, Babiali'den özel bir imtiyaz elde ederek Türkiye'de toprak tutma hakkını sağlayabilecektir. Yukarıdaki en önemli noktalara ek olarak, Banka, pek çok diğer vesileyle de Türkiye'deki İngiliz siyasal etkisinin artmasına katkıda bulunabilecektir.

Kaynak: Reşat Kasaba. Tarih ve Toplum. Temmuz 1987. shf: 57-58.

2 Mart 2008 Pazar

Misak-ı Millî

Misak-ı Millî



İstiklâl Harbi yıllarında toplanan son Osmanlı Mebuslar Meclisinin aldığı kararlar, “Ahd-i Millî” ve “Mîsâk-ı Millî” adı altında altı maddeden meydana gelir. Meclis 28 Ocak 1920’de toplandı. Osmanlı Sultanı Vahideddîn Han rahatsız olduğundan, Meclisin açış konuşmasını İçişleri Bakanı Dâmâd Şerîf Paşa okudu. “Felâh-ı Vatan” yâni vatanın kurtuluşu istendi. Mecliste, Erzurum Mebusu Celâleddîn Ârif Beyin başkanlık ettiği Felâh-ı Vatan grubundaki milletvekillerince Mîsâk-ı Millî hazırlandı. Erzurum ve Sivas kongrelerindeki beyannâmeler kabul edildi. Millî Kurtuluş Programı hazırlandı ve millî hudutlarımız tespit edilerek, hukuk ve siyâset anlayışı esaslarına göre ortaya kondu.

Altı madde hâlinde yazılıp, oybirliği ve heyecanla kabul edilen Mîsâk-ı Millînin girişinde şöyle deniliyordu: “Osmanlı Mebuslar Meclisi üyeleri, yapılacak fedakârlığın en son mertebesine göre hazırlanan aşağıdaki esaslarla, devletimizin istiklâlini ve milletimizin sulh ve sükûna kavuşabilmesi, bunlar gerçekleşmeden Osmanlı saltanatı ve cemiyetinin varlığı ile devâmının imkânsızlığını, hep birlikte kabul ve tasdik etmişlerdir.”

Mîsâk-ı Millînin altı maddesi şunlardır:

1. Arapça konuşan ancak, 30 Ekim 1918 Mondros Mütârekesine göre; düşman işgali altında kalan bölge halkının durumu, bunların hür olarak verecekleri oylara göre belirlenmelidir. Mütâreke çizgisinin içinde ve dışında kalan bu yerlerin İslâm ve soyca bir olan Osmanlı çokluğunun oturduğu bölgelerin hepsi, hüküm ve fiil bakımından, Anayurttan hiçbir sebeple ayrılmaz bir bütündür. (Bu maddeye göre; Irak kuzeyindeki Musul-Süleymaniye-Erbil ve Kerkük bölgeleri Türkleriyle Suriye kuzeyindeki Rakka-Halep-Antalya veİskenderun-Hatay kesimlerindeki Türklerin Anayurttan koparılamayacağını belirtiyor, Kıbrıs Adası, Devletler Hukûku bakımından Türkiye’ye âit olduğundan, 1914 sonunda İngiltere’nin tek taraflı ilhakı, hükümsüz sayılıyordu.)

2. Halkın, ilk serbest kaldıkları sırada (Haziran 1918’de) verdikleri oylarıyla Anayurda katılma kararını belirten Elviye-i Selâse (Üç Sancak: Kars; Oltu, Olur ve Şenkaya dâhil Ardahan; Artvin ve Avara ile Çürüksu dâhil Batum) için gerekirse yeniden serbestçe oylama yapılmasını kabul ederiz.

3. Batı Trakya’nın geleceği de oralarda oturanların serbestçe verecekleri oylara göre belirlenmelidir.

4. İslâm Halîfeliğinin Osmanlı Saltanatının ve Hükûmetinin merkezi İstanbul şehriyle, Marmara Denizinin (Boğazlarla birlikte) güvenliği korunmalıdır. Bu şartlara uyularak, Akdeniz-Çanakkale ve Karadeniz-İstanbul Boğazlarının dünyâ ticâretiyle ulaşımına açık tutulması için bizim de, ilgili devletlerle birlikte vereceğimiz karar, geçerli sayılır.

5. Azınlıkların hakları, Îtilâf Devletleriyle hasımları ve bir takım ortakları arasında kararlaştırılan anlaşma esaslarına göre (komşu ülkelerdeki Müslümanların da bu haklardan istifâdeleri güveniyle) tarafımızdan sağlanacaktır.

6. Millî ve iktisâdî gelişmemize imkân vermek ve daha çağdaş, muntazam idâre ile işleri yürütmek için, her devlet gibi, bizim de gelişmemizi sağlamak üzere tam bir serbestliğe ulaşmamız, hayat varlığımızın temelidir. Bu sebeple, siyâsî, adlî, mâlî ve diğerleri gibi gelişmemize engel olan bağların karşısındayız. Ortaya çıkacak devlet borçlarımızın ödeme şartları da, bu esaslara aykırı olmayacaktır.

Türk Millî Mücâdelesinin ana programını, hem de Türkiye’nin millî ve etnik hudutlarını belirten bu Mîsâk-ı Millî; 28 Ocak 1920 Çarşamba günü kabûl edilip, 17 Şubat 1920’de gazete ve ajanslar yoluyla bütün dünyâya îlân edildi. Anadolu’da başlatılan Millî Mücâdelenin İstanbul’da Osmanlı Mebuslar Meclisince kabulü, meselenin Devletler Hukûkunca sağlanmasını ortaya koyması bakımından önemlidir. Osmanlı Devletinin varlığına ve istiklâline tahammül edemeyen işgalci İtilâf Devletleri, Türk Kurtuluş Mücâdelesine karşı harekete geçti. 16 mart 1920’de İstanbul, İngilizler tarafından işgâl edildi. Anadolu, Trakya ve Adalar’daki işgâl ve hareketler hızlandı. Buna tepki olarak da Türk Milleti, bütün imkânlarını seferber ederek, başlatılan Millî Mücâdeleye katıldı.


Kaynak:turktarih.net

27 Şubat 2008 Çarşamba

Düyun-u Umumiye - Osmanlı Ekonomisindeki Kelepçe

Düyun-u Umumiye - Osmanlı Ekonomisindeki Kelepçe


Osmanlı dış borçlarının ve bunu idâre eden birimin adı. İlk dış borç, 1854 Kırım Savaşından sonra alındı. Osmanlı Devleti, Sultan İkinci Abdülhamîd Han zamânına geldiğinde, ağır dış borçlar altında ezilme mevkindeydi. Akıllı tedbirlerle belli bir zaman içerisinde bu borçlar ödenebilirdi. Lâkin 93 Harbi (1877-78) hezîmeti, devleti iflâsın eşiğine getirdi. Devlet, en verimli topraklarını kaybetti. Akın akın gelen göçmenlerin sayısı bir milyona ulaştı. Bu kadar göçmeni bir yıl içinde rahata kavuşturmak çok zordu. Bu arada, Rusya’ya ağır tazminât ödeme mecbûriyetiyle karşı karşıya kalındı. Rusya Ağrı kendilerine bırakıldığı takdirde, tazminât hakkından vaz geçebileceğini teklif etti ise de, Sultan Abdülhamîd Han bu teklifi kesinlikle reddetti. Eğer Sultan Abdülhamîd Han Ayastefanos Antlaşmasındaki tazminâtı Berlin Muâhedesi ile düşürmemiş olsaydı, devlet daha o sırada batabilirdi. Ordunun durumu ise perişan bir vaziyetteydi. Emperyalist Avrupa devletleri yıllardır peşinde koştukları emellerine ulaşmak üzereydi. Onlar dış baskıların çemberi içerisinde sıkışan imparatorluğu borç bataklığı içinde boğmak istiyorlardı. İşte İkinci Abdülhamîd Hanın devraldığı mâlî durum bu idi.

1875 yılında borçları ödeyebilmek için rüsûm-ı sitte idâresi faaliyete konuldu ise de, bu idâre şekli Avrupalı alacaklıları memnun etmedi. Netîcede Tevhîd-i Düyûn yapılması kararlaştırıldı. Böylece bütün dış borçlar birleştiriliyordu. Devletin bâzı mallar üzerinden aldığı gelir bundan böyle Türkiye Mâliye Nezâreti tarafından değil, ancak Düyûn-i Umûmiye tarafından tahsil edilecekti. Bu durum devlet içinde bağımsız ikinci bir Mâliye Bakanlığı ihdas etmek anlamına geliyordu. Ancak, yapacak başka çâre de kalmamıştı. Düyûn-ı Umûmiyenin yetkisine bırakılan gelirler şunlardı: Tütün, tuz ve ipek vergi gelirleriyle damga pulu ve balık resimleri.
Düyûn-ı Umûmiyenin idâre meclisi 7 üyeden müteşekkil olup, bunların üyelik müddeti 5 yıl için idi. Üyelerin ikisi Türk, diğerleri de her birinden birer üye olmak üzere İngiliz, Fransız, Alman, Avusturyalı ve İtalyan’dan müteşekkildi. Dış borçların tamâmına yakın bölümü İngiliz ve Fransızlara âit olduğu için, Meclis-i İdâre Başkanlığı yalnız onlardan seçilebilmekteydi. Ancak konseyi teftiş etmek üzere Türklerden meydana gelen fevkalâde bir müfettiş heyeti de bulunuyordu.

3 Ekim 1880 yılında Muharrem Kararnâmesi İstanbul’daki büyük devletlerin elçilerine tebliğ edildi. Düyûn-ı Umûmiye ile Türkiye rahat bir nefes almaya ve borçlarını ödemeye başlamıştı. Bu târihte devletin dış borçlarının toplam fâizleri ile birlikte 280 milyon tutarındaydı. Rusya’ya harp tazminâtı ise bu hesâbın dışında kalıyordu. Muharrem Kararnâmesi ile bu borçlar 117 milyona kadar düşürüldü. Bu muazzam başarı Sultan Abdülhamîd Hanın şahsî kâbiliyeti ve akıllı siyâseti sâyesinde sağlanmaştı.

Düyûn-ı Umûmiye, devletin sonuna kadar devâm etti. Son derece muntazam bir idâre olan Düyûn-ı Umûmiye, gerçi devlet içinde devlet olan ikinci bir mâliye gibiydi. Ancak Türk dış borçlarının ödenmesi için başka imkân kalmamıştı. Aynı zamanda Avrupa devletlerinin yıllardan beri alışılagelmiş tatsız müdâhalelerine de bu sâyede son verilmişti. Birçok gelirini Düyûn-ı Umûmiyeye bırakan devletin sıkıntıya düşmesi kaçınılamazdı ki, bu sıkıntılarla zaman zaman karşı karşıya kalındı. Memur ve asker maaşları iki ayda bir ödenmeye başlandı. Yalnız o devirde hiçbir zaman pahalılık ve sıkıntı görülmedi.


Kaynak:www.turktarih.net