20 Temmuz 2010 Salı

Resmî tarih buhranı

Türkiye’de, resmî tarihin olumsuz etkisi münakaşa bile edilemez, kesindir. Okul kitaplarımız akıllı bir plandan mahrumdur. İnkılâp tarihinin Nizâm-ı Cedîd’den mi, Samsun’a Çıkış’tan mı başladığı meçhuldür. Tanzimat gibi Cumhuriyet’in de gökten inme inkılâplar olduğu kanaatini verebilecek yanlış yorumlar genç nesillere belletilmiştir.

Resmî tarih; bir devletin, bir rejimin yararı için, vatandaşa sunulan geçmiş, bilhassa yakın geçmiştir. Özellikle hedef, gençler, öğrencilerdir. En güçlü vasıtası orta öğretim ders kitaplarıdır. Ama geniş vatandaş kitlesine TV, radyo, kitap, dergi, gazete yoluyla da hitâp eder. Tabii bir nisbet içinde... Zira yayın ve medyaya tamamen hâkim olamaz. Tam demokrasilerde, etki bile edemez.

Resmî tarihe inanan, hattâ iman eden bir nesil yetişir. O nesil, resmî tarihi, çok defa daha da mübalağalandırarak, kendisinden sonraki kuşağa intikal ettirir. Bu inanmışlara gerçeği söylediğiniz zaman, tepkiyle karşılanır, hattâ suçlanırsınız. Zira tamamen şartlanmışlardır. Beyinleri yıkanmıştır.

Bir kısım aydınlar ise, ya bilgi, ya zekâ yolu ile, resmî tarihin şu veya bu oranda gerçekleri saptırdığını sezmişler, öğrenmişlerdir. Fakat seslerini çıkarmaz, inanmış görünürler. Devlet yararının bu yolda olduğunu sanırlar. Hiç kimse, hiçbir ülkede, anarşist ve sapık olmadıkça, kendi devletine yaramaz bir işe girişmek istemez. Gerçekte, hakiki geçmişini bilmediği için, yanlış yollara sapan nesiller yetişir.

Devlet ve Rejim

Devlet yararı ile rejim karıştırılmış, ayni şey sanılmıştır. Zira resmî tarih, uzun vâdede devlete yararlı değildir, zarar verir. Aldatılmış kitleler oluşur. Anormal etkileşimler ve tepkiler doğurur.
Daha da ağırlıklı faktör şudur: İnsanoğlu denen üstün mahlûkun gerçeklere ulaşmak gibi bir huyu vardır. Olağanüstü meraklı yaratılmıştır. Her şeyi araştırır, peşini bırakmaz. Bu karakter, bütün gelişmelerin anahtarıdır ve medeniyetleri bu karakter doğurmuştur. Büyük kitleler, hattâ büyük milletler, bir takım yalanlarla şu veya bu müddet için uyutulabilir. Tarih sayısız örneklerle doludur. Ama insanoğlu, sonunda gerçeği yakalar.

Kısa vâdede iş çevirmeye kalkan politikacılar halka yalan söylerler. Büyük Devlet adamları ise, katı gerçeklere dayandıkları nisbette tarihe geçmişlerdir.

Türkiye’deki Mesele

Yakın tarih bütün ülkelerde münakaşalıdır. Zira rejimlere, partilere, ideolojilere göre yorumlanır. Yoruma şu veya bu oranda mübalağa, yalan, hattâ kuyruklu yalan katılabilir. Tarih, elbette yoruma açık, çok temel bir ilimdir. 2500 yıl önce Heradot’la yani bir dâhî ve bir şâheserle başlamıştır. Fakat tarihte yorum, ancak gerçeklere, katı kanıtlara dayanılarak yapılırsa ilmî olur. Gerçeklerden uzaklaşıldıkça palavralaşır.
Batı’da, Avrupa ve Birleşik Amerika’da okutulan ders kitaplarında bile gerçekleri zorlayan abartılar vardır. Tam bir demokrasiye nedense bir türlü geçemeyen Türkiye’de, resmî tarihin olumsuz etkisi münakaşa bile edilemez, kesindir.

Okul kitaplarımız akıllı bir plandan mahrumdur. Modern değildir. İlk Çağ’a anormal ağırlık verilmiştir. İnkılâp tarihi diye bir branş oluşmuştur. Nizâm-ı Cedîd’den mi, Samsun’a Çıkış’tan mı başladığı meçhuldür. Türk Yenileşme Tarihi, iyi tasnif edilememiş, iyi tefsir edilememiş, Tanzimat gibi Cumhuriyet’in de gökten inme inkılâplar olduğu kanaatini verebilecek yanlış yorumlar genç nesillere belletilmiştir. Türk gencinin, tarihini en az ve yetersiz bilen milletlerden birine mensup bulunması, kültür buhranımızın sebeplerindendir.

Osmanlı’yı Yok Saymak

Kapital sorun, Osmanlı’yı tarihimize doğru yerleştirememekten kaynaklanır. Bütün Türk tarihinin en az yüzde 50’si Osmanlı’dır. Alp Er Tunga’dan, 2700 yıldan bu yana biz Türkler, üç kıt’ada sonsuz tecrübelerden sonra, şâheserimiz olarak Osmanlı’yı oluşturduk. Cumhuriyeti kuranlar da başka bir ülkeden ithal edilmedi, Osmanlı generalleri, bürokratları, aydınlarıdır.

Osmanlı Türkçesi, Oxford Üniversitesi Türkçe profesörü Lewis’e göre, dünya tarihi boyunca bütün diller içinde İngilizce’den sonra en zengin dildir. Ki biz kabîle diline döndürdük. Hepsi de doğru telaffuz edilemeyen bir kaç bin kelime öğrettiğimiz nesillerden yüksek tefekküre ulaşmalarını istedik. Kelimelerin yabancı kökenden gelmesi, büyük dillerin zenginliğini yapar. İngilizce’nin zenginliği, başta Fransızca sözlüğünün dörtte üçünü oluşturan yabancı dillerden kelimeleri alabilmesindendir.

Bugün Osmanlı’ya karşı tavır alan en karizmatik lider bile oy, en okunan yazar bile okuyucu kaybeder. Halkımız, babasının veya dedesinin Osmanlı Türkiyesi’nde doğduğunu, yaşadığını öğrenmiştir. Osmanlı’nın, bütün imparatorluklar gibi eleştirilecek tarafları olmakla beraber, çok yüce ve üstün estetik çizgisine erişmiş bir kültürün sahibi bulunduğunu kavramıştır.

Devletlerin sınırları gibi rejimleri de değişkendir. Her yeni rejim, kendi resmî tarihini de beraberinde getirir.

Yazımı, şu hatırlatma ile bağlamak isterim: Osmanlı, geçmişimizin yüce bir modelidir. Kültür mirasımızdır. Günümüzün modeli değildir. Ancak Osmanlı’nın akıllı geçinen muârızları, onu günümüzün modeli şeklinde sunduğumuz gülünç ithamı ile Osmanlı’yı küçük düşürmek isterler. Ve Osmanlı’yı beğenmek, Atatürk’ü beğenmemek değildir. Atatürk ile barışıklık içinde Osmanlı’yı sunmak gerekir. Aksi halde sunuşun tasvip görmesi imkânsızdır. Zira ilmî olmadıktan başka, millî vicdanı da incitir. Atatürk, bin yıl millî kahramanımız kimliğiyle anılacaktır. Atatürk ile onu yetiştiren Osmanlı’yı bir arada kucaklamaktan âciz dar gönüllüleri ben, her zaman küçümsemişimdir.

Yılmaz Öztuna

Lorem ipsum is simply dummy text of the printing and typesetting industry.

Comments


EmoticonEmoticon