13 Ağustos 2010 Cuma

Kâbil'in kayıp heykelleri

Savaşın faturası hemen her zaman tarihe kesiliyor/kalıyor. Tıpkı ölen yüz binlerce insan gibi, devraldığımız mirası da rakamlara, sayılara indirgeyerek yeri gelirse hatırlayabiliyoruz ancak.

Bu sayfalarda gördüğünüz fotoğraflar, Afganistan'ın tarihi mirasından bizlere `opak izler' olarak ulaşabilenler (1965-66'da çekildiler). Onları en son 20 yıl kadar önce bir Japon fotoğrafçı görme ve görüntüleme olanağı buldu. Heykeller, Fransız ve İtalyan arkeologların 19. yüzyılda başlayan çalışmalarıyla ortaya çıkarılmış ve Kâbil Müzesi'nde sergilenmişti.

Helenik Herkül ile Mısırlı Serapis'in(Güç Tanrısı)sentezibronz heykel 24.5 santimetre.Eski Yunan kültürü ile Mısır2ın Afganistan coğrafyasındaki özgün bir kolajı niteliğinde.
Kâbil Müzesi'nin temeli, Afganistan'ın 1929'da sürgüne gönderilen kralı Emanullah Han tarafından 1923'te atılmıştı. Afganistan'ın tek müzesiydi ve yalnızca bölgede yapılan kazılarda bulunan eserler sergileniyordu. Ve Afganistan dışından `çalınmış', `satın alınmış', `korumak üzere devralınmış' tek bir eser bile yoktu müzede. Kâbil Müzesi'ni son yirmi yıl içinde gezen olmadı. Artık böyle bir kurumun ya da binanın var olmadığını biliyoruz. Bu heykellerle ilgili olarak `teselli' bulabileceğimiz birkaç ihtimal var: Taliban tarafından `satılmış' ya da Batılı koleksiyoncularca `kaçırılmış' olmaları gibi!

Elbette Afganistan'ın tarihi mirası Kâbil Müzesi'ndekilerle sınırlı değildi. Yüzyıllar boyunca sürekli `sahip' değiştiren coğrafyada onlarca kültürün izleri var ya da vardı. Trajik akibetlerini yalnızca kestirebildiğimiz bu eserler, Afganistan'ın bugün görünenin aksine nasıl bir medeniyetler kavşağı olduğunu da belgeler nitelikteydi. Savaşın sürdüğü koşullarda yapılabilecek tek şey belki de bu coğrafyada inanılmış bütün dinlerde ve konuşulan dillerde dua etmek.

Kabil Müzesi!nde sergilenen bu eser,Büyük İskender'i Savaş tanrısı olarak betimliyor.Aynı FigürüGreko-Romen dönemin sikkelerinde de görmek mümkün.
Ne kadarının ayakta kaldığını bilmediğimiz Afganistan tarih mirası mimarisi, dini ve sivil sanat eserleri bu medeniyetler kavşağını, belgelenebildiği kadarıyla kısaca özetliyor sanki. Bu sayfalarda gördüğünüz fotoğraflardan özellikle biri, sözünü ettiğimiz Afganistan'daki `melez' kültürün neredeyse sembolü gibi. Fotoğrafta Afganistan'da bulunmuş bir Herkül heykeli görünüyor. Anadolu'nun tarihsel zenginliklerine tanıklık ettiğimiz için bizler rahatlıkla bu heykelin bedenini Helenik olimpiyat heykellerine benzetebiliriz. Üstelik yanlış da yapmış olmayız. Çünkü bu heykelle olimpiyat heykelleri arasında inkâr edilemez bir estetik ve kan bağı var. İskender'in büyük seferinden önce bölgeye göç eden Greklerin, ardından İskender'le gelen Makedonyalıların torunlarının ürünü bu heykel. Ancak taşındıkları coğrafyayla sağladıkları uyumu da görebiliriz aynı fotoğrafta. Sanırım hiçbirimiz, saçlı sakallı olimpiyat adamı görmemişizdir. Bedenin üzerindeki baş ise Mısır'ın Güç Tanrısı `Serapis'e ait. İki Akdenizlinin bu kuzey ve doğu ülkesinde aynı bedeni paylaşmaları ilk bakışta şaka gibi gelse de, değil.

İnsan başlı vazo figürü Afganistan coğrafyasına yine Büyük İskender ve öncüleri ile gelmiş.
Afganistan'ın da dahil olduğu bölge uzun süre Makedonyalı İskender'in yönetiminde kalır. İskender'in ölümünden sonra Makedonyalılar, Afganistan merkezli Baktria Krallığı'nı kurarlar. Baktrialıların başı Kuzey Hindistan'daki Moruya Hanedanı Asoka ile derde girer. Budizmi devlet dini ilan eden Asoka, Baktria'yı kan gölüne çevirir. Budizm, Hinduizm'den farklı olarak kast anlayışını reddeder ve herkesin Buda'nın nitelediği `olgunluk' derecesine erişebileceğini söyler. Söz konusu `olgunluk' tasavvufun tanımladığı `vahdet-i vücut' kavramıyla pek çok ortak nitelik taşır.

Baktria'nın yıkılmasından sonra Afganistan'a Kuşenler hâkim olur. Afganistan'a temel karakteristiğini verenler, hangi dilde konuştukları bile bilinmeyen göçebe Kuşenlerdir. Kuşenler yerleşik Baktrialılarla kaynaşsalar da göçebeliği bırakmazlar. İnşa ettikleri yazlık ve kışlık büyük kentler arasında sürekli yolculuk ederler. Sonunda Kuşenler de Afganistan'a sıkışıp kalır. Ardından da çözülüp dağılırlar. Ancak kültürel varlıkları 4. yüzyılın sonlarına kadar devam eder. Dönemin Batılı seyyahları Kuşenlerin ve genelde bu bölgede yaşayan göçebe kralların mücevher merakını sıklıkla not ederler. Bugünden bakıldığında tüm hazinelerini korumak için üstlerinde taşıdıkları rahatlıkla söylenebilir.

Bölgede İS 590-628 yılları arasında hüküm sürmüş Sasanilerin Ürünü kil heykel Ghorband Vadisi çevresinde,muhtemelen İS 7.yüzyılda ya da daha öncesinde üretilmiş.
Kuşenler döneminde giderek zenginleşen Afganistan, bir bakıma `altın çağ'ını yaşar. Asya heykel yapmayı, Kuşenler döneminde İskender'in torunlarından öğrenir. Özellikle Çin ve Japonya'daki Budist heykel geleneği, Afganistan'ın Asya'ya armağanıdır. İlk büyük Buda heykelleri de Kuşenler tarafından yapılır. Taliban tarafından yerle bir edildiklerini duyup yüreklerimizin titrediği heykeller de yine onların eseri.

Müslümanların da 11 ve 12. yüzyıllardan itibaren Gaznevi hanedanının aracılığıyla bölgeye girmeye başlamasıyla, `evrensel uygarlığın' iki temel kaynağı olan Asya ve Avrupa'nın tüm temsilleri Afganistan'da kendiliğinden `mecz edilmiş' olur.

Bunca zenginlik Afganistan'ı savaşların ve yağmanın da çekimi haline getirir. Akhunların 5. yüzyılda istilasına uğrayan Kandera'da Budist kültürün izleri neredeyse tümüyle ortadan kaldırılır. Ardından Cengiz Han'ın yıkıcı etkisine maruz kalır Afganistan. Bu öylesine büyük bir yıkımdır ki, Afganistan bir daha asla bu talandan önceki kadar büyük bir medeniyet haline gelemez. Son olarak 16. yüzyılda Hindikuş Dağları'nı aşıp gelen Özbekler de yerleşirler bölgeye.

Afganistan'ın ilk bağımsız krallığı 1747'de askerler arasında yapılan bir seçimle emir ilan edilen Ahmed Han tarafından kurulsa da ömrü uzun olmaz. Afganistan da `ulus'laşma yolunda ilk adımlarını atmaya başlar ama çoktan `süper güç'lerin savaş meydanı haline gelmiştir. Önce Hindistan'ı sömürgeleştiren İngilizlerle Ruslar arasındaki boğa güreşinin arenası olur, ardından Sovyet Rusya ile ABD'nin.

Afganistan, coğrafi konumu itibariyle Ortadoğu'yu Asya'ya bağlayan kadim bir geçit durumunda. Her ne kadar tarihin seyri içinde vahşi coğrafyasına ve iklimine hapsolmuş gibi görünse de geçmişin en işlek ticaret kavşaklarından... Doğu ile Batı'nın temel kesişme noktalarından biri. Arnold Toynbee, Afganistan'ı tipik `karmaşık' medeniyetlerden biri olarak görüyor. Çünkü sahip olduğu stratejik konum nedeniyle yüzyıllar boyunca sürekli el değiştiren, el değiştirdikçe melezleşen bir medeniyete sahne oluyor. Aslında yalnızca bugün Afganistan olarak bildiğimiz siyasi coğrafya değil, kendi doğal sınırları içinde Hindistan, Pakistan ve Afganistan'ı kapsayan Baktria bölgesi hak ediyor bu `karmaşık' medeniyet tanımlamasını. Afganistan'ın bugünkü demografik yapısına bakmak bile bu karmaşıklığın kaynaklarını anlamaya yeter gibi görünüyor. Farisiler, Tacikler, Peştunlar, Özbekler, Türkler ve Moğolların yanı sıra, büyük seferi sırasında Afganistan'a kadar ulaşan Büyük İskender'in torunları `Kafirler' de (bölgede yaşayan Aryanlara bu isim veriliyor) yaşıyor bölgede.

Tüm bu unsurların tarih boyunca barış içinde yaşadığı gibi bir sonuca varmak da kolay görünmüyor. Yıllardır `süper' dünyayı meşgul eden bir savaş kültürü özellikle Afganistan'ın son yüzyılına damgasını vurmuş durumda. Sonuç olarak Afganistan'ın bugünü hepimizce malum: Çok azımızın aklına `Afganistan' dendiğinde `medeniyet' sözcüğü geliyor.

Lorem ipsum is simply dummy text of the printing and typesetting industry.

Comments


EmoticonEmoticon