Bonapart Mısır’ı işgal edince Köse Mustafa Paşa’yı esir aldı onu büyük bir konağa oturttu ve bol ikramlarla ağırladı. Fransa’dan gelmesini beklediği yardımdan ümidi kesilip de Osmanlı Devleti’nin Mısır’a büyük bir ordu ile gelmekte olduğunu anlayınca Mısır’dan çıkıp gitmenin en doğru yol olacağını düşündü. O sıralarda Fransa’yı idare edenlerin itibarı azalmış ve memleketin işleri karışmış olduğu için orada, istediği gibi at oynatacağı meydanın açılmış ve fırsatın gelmiş olduğu kanaatine varmıştı. Osmanlılarla anlaşma konusunda esir ettiği Mustafa Paşa’dan faydalanmak istedi. Mustafa Paşa aracılığı ile Osmanlılara yaptığı teklif; Mısır’da hutbenin ve paranın yine Padişah’a ait olması, hacıların serbestçe Mekke’ye gidip gelmeleri kaydı ile Fransızların Mısır’da kalmalarının kabul edilmesi idi. Bu arada Bonapart, Mısır’ı abluka etmiş olan İngiliz amirali Smit’ten barış şartlarını görüşmek üzere Fransa’ya bir gemi göndermesi için izin almıştı. Bu fırsattan faydalanarak Mısır’dan gizlice savuşmayı başardı. Amiral Napolyon’un kaçtığını haber alınca arkasından gemi gönderdi ama yakalanması kısmet olmadı. Bonapart Mısır’da dört ay kalmıştı. Yerine General Kleber’i bırakmış ve ona, dört aya kadar yardım göndermezse İngilizler aracılığı ile Osmanlılarla anlaşıp Mısır’ı Müslümanlara terk edebileceğini bildiren emirler de yazmıştı. Napolyon Mısır’da 28.500 kişi bırakmıştı. Bu askerin cephanesi ve erzakı vardı. Civarda dolaşan İbrahim Bey takımından korkusu yoktu, fakat Osmanlı Başkumandanının bir büyük ordu ile gelmekte olduğu haberi kaygı verici idi. Bu işgalden bıkıp usanmış olan Fransızlar, Bonapart’ın böyle gizlice savuşup gitmesini hainliğine vermişler, onu tenkide başlamışlardı Kafesinden kaçan kuş gibi İngilizlerin ağından kurtulan Bonapart; Fransa’ya kapağı atınca, İtalya’daki eski başarıları ve Mısır’da uzaktan başarı- lı gözüken davranışları ile kazanmış olduğu şöhretine bu firarı ile bazı şeyler daha eklemiş olarak uğradığı şehirlerden Paris’e varana kadar Fransız halkından olağanüstü bir saygı görmüştü. O sırada Fransa’da devletin itibarı iyice azalmış memleketi huzura kavuşturabilmek için yeni bir sistemin, yeni bir liderin şart olduğu düşünülmeye başlanmıştı.
Paris’e vardığında kendisini tanımak ve ağırlamak isteyenlerin tertiplediği ziyafetlerden göz açamaz hale gelmişti. Birkaç gün içinde şunu anladı ki, akıllıca davranırsa, hükümeti eline alması ve Fransa’ya hâkim olması mümkün idi. Fransızların gözünde kurtarıcı sayılan Napolyon; Mısır seferinde, vatanı ve milleti için hiçbir şey kazanamamış fakat zarar ve ziyanı pek çok olmuştu. Fransızların o zamana kadar Doğu illerinde her sözü kılıç gibi etkili idi. Hele Osmanlı Devleti, dış politikasında her devletten çok Fransa’nın telkinlerini göz önünde tutardı. 1182 senesinde sırf Fransız elçisinin teşviki ile Rusya’ya savaş açmıştı. Bonapart’ın bir korsan gibi umulmadan gelip de Mısır’ı istilâ etmesi, Doğu halkının Fransızlara güvenini büsbütün gidermiş ve artık Şark’a Fransız nüfuzu, silâhlarının gücü kadarı ile sınırlanmıştı. Bunların yerine İngilizlerin güven kazanmış olmaları da ayrıca Fransızların aleyhine olmuştur. Fransızlar, o zamanlar bütün dünyaya hürriyet ve medeniyet örneği olmak isterlerken, Ortadoğu tarafında kan dökücülükle ün saldılar. Hele Bonapart’ın Yafa’daki halka yaptığı vahşilik en ilkel kabilelerin bile yapmadığı bir cins kasaplık olduğu için, yalnız medeni memleketler nezdinde değil vahşi kabileler gözünde bile tiksinti ile görülmesine sebep oldu. Bu yetmiyormuş gibi Bonapart, Fransa’nın bir büyük donanmasının yakılmasına, otuz binden fazla Fransız’ın kırılmasına ve Akkâ’dan yenilerek ka- çan askerlerinin hastalarına Afyon ruhu içirip zehirlenmesine sebep oldu. Böylece Bonapart, dünyaya ün salacağım derken, kendi milletinin ezilmesine sebep oldu.
Milletinin kaybetmesi uğruna kendisi için herhangi bir kazanç elde etmek büyüklük değildir. Büyüklük, kendi çıkarlarını millete yolunda hiçe sayabilmektir. Gerçi Napolyon dünyaya çok az gelmiş generallerden biridir, lâkin onu Prusya Kralı Frederik gibi “Büyük” unvanı ile anılacak kişiler arasında sayamayız. Bonapart bir büyüklük hastası idi. Sade kendinin ilerlemesi düşüncesine takılıp kalmıştı. Hâlbuki Frederik gibi gerçek büyükler ise devletlerinin ve milletlerinin ilerlemesi için kendi rahatlarını ve huzurlarını terk etmişlerdi. Bonapart’ın kazancı az bir zaman içinde uçup kaybolup gitmiş ötekilerin kazandıkları ise nice zamanlar milletlerin hayatlarında ve hafızalarında yaşayıp durmuştur
Osmanlı İmparatorluğu Tarihi-2 / Ahmet Cevdet Paşa