Dilara Kahyaoğlu
14. yüzyılda yaşamış olan Battuta Faslı, mensubu olduğu Levâte kabilesi Berberî asıllı olup zamanında Berka'dan Tanca'ya göçmüş. Ve diğer Berberiler gibi Maliki mezhebine mensuptu. Bunu Arap kökenli olmadığının altını çizmek için özellikle yazdım.
Şimdi 14. yüzyılda yani daha Yeniçağ'a henüz girmek üzereyken nereden çıktı bu "ötekiler" diyebilirsiniz.
"Ötekileştirme", "Ayrımcılık" Nefret Söylemi" vb. İnsan Hakları bağlamında negatif anlam yüklü kavramlar olarak 20. yüzyılda bir norm haline yani hukukun bir parçası haline getirilmiş olabilir ama bu olgusal gerçeklik; bundan önceki tarihlerde hatta çok eski tarihlerde belli konularda (özellikle dini ve cinsiyetçi) ayrımcılık ve ötekileştirme yapılmadığı anlamına gelmez. İnsanlar yüzyıllar önce de ayrımcılık yapıyorlardı halen daha yapıyorlar. Nihayet İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra yeniden tasarlanan ve demokratik İlkelere göre inşa edilen Avrupa ve Dünya politik sahnesini oluşturan reformist fikirler gökten zembille inmedi. Geçmişte gerçekleşmiş olumsuz örneklerden yola çıkıldı, onlar bir daha olmasın diye çaba harcandı ve buna uygun yasalar, ilkeler, değerler geliştirildi. Bu yapılırken yine geçmişte yaşanmış olumlu örneklerden de yol gösterici olarak yararlanıldı. Meseleye böyle bakarsak kavramın kendisini yeni olabilir ama olgunun kendisi eskidir ve bu bağlamda yaklaşımım anakronik değildir.
Bu yazıda Battuta'nın Seyahatnamesi'nden bir kaç örneğe yer vererek bu iddiayı desteklemeye çalışacağım. Zamanla örneklerin sayısını arttırabilirim.
Alıntılara geçmeden önce şunu da yapalım, Battuta döneminin tarihsel olgularına kısaca bir göz atalım. Böylece arka plan bilgimizi netleştirmiş ve alıntılayacağım örnekleri belli bir tarihsel bağlam içine oturtmuş oluruz. Tarih bağlamdır. Bağlamını kuramadığımız olgu ve olaylar havada kalır, safsatadan ileri gitmez.
Hem tabloya hem de haritalara bakalım: Demek ki; Abbasiler yıkılmış, Mısır'a Memlukler hakim olmuş, Kuzey Afrika'da İslam devletleri var ve İspanya'da Müslümanlar ve Yahudiler henüz kovulmamış (1492'de kovulacaklar)...
1300'lü Yılları Gösteren Haritalar
[1] "Bizans, Balkanlar'ın çoğu bölgesini ele geçirmiş, ama kenarda köşede kalmış birkaç kent hariç Anadolu'yu kaybetmişti. Üstelik Rus ve Gürcü kiliseleri de Müslüman hükümdarlara haraç ödüyorlardı. Yine de Hıristiyan alemi lslam alemi kadar büyük çalkantılar yaşamamıştı. Yakındoğu'daki lslam toprakları ve kültürü önce Moğollar tarafından yağmalanmış ve harab edilmişti, ama sonra bu fatihler -ilhanlılar 1290'larda, Altınordu yaklaşık 1340'ta- lslamiyeti kabul ettiler: yani İslam alemi toprak bakımından kazançlıydı. Yakındoğu toplumundaki göçebe unsurun güçlenmesi bile iki türlü okunabilir: bir yandan İslam toplumunu zayıflatmıştı kuşkusuz, ama aynı zamanda göçebe beylerin gazasına yeni bir ivme kazandırmıştı." Kaynak: Ortaçağ Tarih Atlası, Sabancı Üniversitesi Yayınları, s. 82
1. Yahudi Doktorun Hikayesi [1]
Sultanla otururken başında kuyruklu sarığıyla yaşlı bir adam geldi, selam verdi. Kadıyla müderris
ayağa kalkıp selamını aldılar. Adam, sultanın önündeki sedire oturunca hafızlar geride kaldı.
Müderrise sordum:
"Kim bu adam?" Güldü, cevap vermedi. Soruyu tekrar ettim. O zaman şöyle anlattı:
"Bu ihtiyar Yahudi bir doktordur, hepimiz muhtacız ona. Gördüğün gibi hükümdar ona çok
saygı gösteriyor. Biz de ayağa kalkar, onu hürmetle karşılarız." Bu tavır beni sinirlendirmişti; dayanamayıp itiraz ettim:
"Lanetli oğlu lanetli! Sen Yahudisin. Nasıl oluyor da Kur'an okuyanların daha üstünde bir mevkide oturuyorsun?"
Ona kızdım, sesimi yükselttim. Hükümdar bu davranışım karşısında hayret etti! Ne dediğimi
sordu. Müderris benim anlattıklarımı tercüme edince Yahudi fena bozuldu, hırslandı, yüzü
mosmor meclisi terkedip gitti! Oradan ayrılınca müderris bana teşekkür ederek şöyle dedi:
"Allah senden hoşnut olsun! İyi yaptın. Şımarmıştı. Senden başkası da ona böyle bir şey
söyleyemezdi, haddini bildirmiş oldun!" age., s.
[1] Olay Birgi sarayında, Birgi hükümdarı İsa beyin önünde gerçekleşiyor.
2. Ermenilerle İlgili Bir Hikaye
Bir defasında Ermeniler, Emir Hüsameddın aleyhine şikayette bulunurlar. Aslı astarı olmayan,
yalanlarla dolu sözler söylerler. Bunun üzerine Melik Nasır, Halep valisine Hüsameddin'in boğdurulmasını emreder. Bu ferman çıkınca emirin dostu büyük kumandanlardan biri
olaydan haberdar olur. Derhal Melik Nasır'a koşup:
"Sultanımız! Emir Hüsameddin kaliteli, seçkin valilerdendir. Müslümanların iyiliğine çalışan
ve yolu dikkatli koruyan bir cengaverdir. Ermeni taifesi İslam ülkesinde fesat çıkarmak niyetinde! Hüsameddin onlara engel olduğu için, Müslümanların gücünü kırmak amacıyla adamcağızı
öldürmeye çalışıyorlar!" diye durumu açıklar.
Böylece Hüsameddin'in önü açılır, ona makam elbisesi gönderilir, memuriyetinin iadesi
için ikinci bir emir çıkartılır. Melik Nasır, Akuş adlı, fevkalade zamanlarda gönderilen
ulağı çağırtarak süratle yola çıkması için emir verir. Ulak Akuş, Mısır'dan Halep'e bir
aylık yolu 5 günde aşar. Oraya vardığı zaman Halep valisi, Hüsameddin'i mahkumların idam
edildiği yere göndermiş bulunmaktadır. Hak Teala'nın yardımıyla Hüsameddin kurtulur, görevine
döner.
Emir Hüsameddin İle Buğras kadısı Şerefüddın Hamevı'yi Amk [=Amik ovası] denilen yerde gördüm. Burası Antakya, Tizın ve Buğras şehirleri arasında geniş bir mıntıkadır. Arazisi bereketli
olduğu için Türkmenler hayvanlarıyla burada konaklar. age., s. 115
3. Hariciler
....
Buralılar Harici mezhebinin İbadiye koluna mensuptur. Cuma namazını öğle namazı gibi
dört rekat kılarlar. Namazdan sonra imam Kur'an'dan bazı ayetler okur, hutbeye benzer şeyler
söyler ve Hz. Ebubekir, Hz. Ömer hayırla yadedilir. Hz. Osman ve Hz. Ali'nin isimleri
söylenmez; sükutla geçilir. Eğer [bir rivayetin aktarılması için] Hz. Ali'nin ismini anmak
gerekiyorsa üstü kapalı olarak "racül [=adam] dedi ki" şeklinde söylerler. Mesela "racülden
şöyle bir rivayet var" yahut "racül şöyle der" gibi... Kahrolası eşkıya İbn Mülcem'e de
selam gönderir, onu rahmetle anarlar! Onun için "Fitnenin belini kıran ermiş insan" diyorlar!
Bura hatunlarının ahlakı çok bozuk! Erkekler onların edepsizliğini hoş görüyor, ayıplamıyor.
Biraz sonra anlatacağımız hikaye de bu konuya dairdir. [hemen aşağıdaki hikaye] age., s. 381
4. Umanlı Bir Kadın ve Sultan
Bir gün Sultan Ebu Muhammed, b. Nebhan'ın yanında bulunuyordu . Yüzü çok güzel, alımlı mı alımlı,
genç bir kadın yanaştı. Önümüzde durdu. Sultana yönelerek:
"Ebu Muhammed! Şeytan kafamda cirit atıyor, azdım!" dedi.
Sultan:"Git! Şeytanını da kov gitsin!" cevabını verdiği halde kadın ısrar ediyordu:
"Senin yanındayken gücüm yetmiyor buna Ebu Muhammed!"
Ama Sultan kararlıydı: "Buradan git de ne istersen yap!" dedi.
Daha sonra öğrendiğime göre böyle kadınlar sultana yanaşıyor, onun himayesine girerek türlü
çirkeflere bulaşıyormuş. Bunların ne babaları ne de akrabaları kıskançlıklarını belli eder! Buna
güçleri yetmez. Çünkü kadını öldürseler derhal öldüreni öldürürler. Zira kadın sultanın
himayesinde olur! age., s. 383
5. Tavşan Etiyle İlgili Bir Hikaye
Şehre geldiğimizde ahali bizim iki elimizi yana indirerek namaz kıldığımıza şahit olmuş.
Oralılar Hanefi oldukları için Maliki mezhebini ve onun namaz kılma usulünü bilmiyorlar tabii... Maliki mezhebince namazda elleri iki yana salmak, muhtar [=seçilen, uyulan, amel
edilen] görüştür. Sanubluların [1] bir kısmı Irak ve Hicaz yörelerini görmüş olduklarından,
oralarda yaşayan Şiiler in ellerini yana salarak namaz kıldıklarını da biliyorlar! Bu benzerlikten ötürü bizi Şiilikle itham ettiler; art arda sorular sordular! Onlara Maliki olduğumuzu anlatmaya çalıştıksa da inandıramadık, yüreklerinde kuşku devam etti.
Nihayet belde naibi [=yöneticisi], hizmetçileriyle bir tavşan gönderdi bize. Bizim ne
yapacağımızı izlemesini tembih etmiş adamcağıza! Tavşanı kestirdim, pişirdim, hep beraber
afiyetle yedik! Hizmetçi bu duruma şahit olunca efendisine gidip durumu anlatıyor. İşte
o zaman hakkımızda uyanan kuşku yok oldu; ardından gelsin ziyafetler! Hemen ağırlamaya başladılar bizi! Zira Rafiziler tavşan eti yememektedirler. age., s. 443
....
[1] Sinop şehrinden bahsediyor.
***
Kaynak: İbn Battuta Seyahatnamesi, Ebu Abdullah Muhammed İbn Battuta Tancı, Özgün adı: Rıhletü İbn Battuta- Tuhfetü'n-Nuzzar fi Garaibi'l-Emsar ve Acaibi'I-Esfar, Yapı Kredi Yayınları, 2. Baskı: İstanbul, Nisan 2004
14. yüzyılda yaşamış olan Battuta Faslı, mensubu olduğu Levâte kabilesi Berberî asıllı olup zamanında Berka'dan Tanca'ya göçmüş. Ve diğer Berberiler gibi Maliki mezhebine mensuptu. Bunu Arap kökenli olmadığının altını çizmek için özellikle yazdım.
Şimdi 14. yüzyılda yani daha Yeniçağ'a henüz girmek üzereyken nereden çıktı bu "ötekiler" diyebilirsiniz.
"Ötekileştirme", "Ayrımcılık" Nefret Söylemi" vb. İnsan Hakları bağlamında negatif anlam yüklü kavramlar olarak 20. yüzyılda bir norm haline yani hukukun bir parçası haline getirilmiş olabilir ama bu olgusal gerçeklik; bundan önceki tarihlerde hatta çok eski tarihlerde belli konularda (özellikle dini ve cinsiyetçi) ayrımcılık ve ötekileştirme yapılmadığı anlamına gelmez. İnsanlar yüzyıllar önce de ayrımcılık yapıyorlardı halen daha yapıyorlar. Nihayet İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra yeniden tasarlanan ve demokratik İlkelere göre inşa edilen Avrupa ve Dünya politik sahnesini oluşturan reformist fikirler gökten zembille inmedi. Geçmişte gerçekleşmiş olumsuz örneklerden yola çıkıldı, onlar bir daha olmasın diye çaba harcandı ve buna uygun yasalar, ilkeler, değerler geliştirildi. Bu yapılırken yine geçmişte yaşanmış olumlu örneklerden de yol gösterici olarak yararlanıldı. Meseleye böyle bakarsak kavramın kendisini yeni olabilir ama olgunun kendisi eskidir ve bu bağlamda yaklaşımım anakronik değildir.
Bu yazıda Battuta'nın Seyahatnamesi'nden bir kaç örneğe yer vererek bu iddiayı desteklemeye çalışacağım. Zamanla örneklerin sayısını arttırabilirim.
Alıntılara geçmeden önce şunu da yapalım, Battuta döneminin tarihsel olgularına kısaca bir göz atalım. Böylece arka plan bilgimizi netleştirmiş ve alıntılayacağım örnekleri belli bir tarihsel bağlam içine oturtmuş oluruz. Tarih bağlamdır. Bağlamını kuramadığımız olgu ve olaylar havada kalır, safsatadan ileri gitmez.
Battuta Zamanında Dünyada Gerçekleşen Önemli Olaylar | |
1300 (1299) | Osmanlı Devleti’nin kurulması (Osmanlı Beyliğinin ortaya çıkışı demek lazım. Başlangıçta Anadolu’daki diğer beylikler gibi sadece bir beylikti. Nitekim Battuta, Orhan Beyden Bursa hâkimi diye bahsediyor.)[1] Avrupa’da üniversitelerin kurulması: Paris (1200), Oxford (1167), Cambridge {1209), Salamanka (1218), Napoli (1224), Krakov (1364) |
1309 | Papalığın Roma'dan Avignon’a taşınması. |
y. 1320 | İtalya’da kültürel canlanma: Dante (1265 - 1321), Giotto (1266 - 1337), Petrarca (1304 - 1374) |
1325 | Meksika'da Azteklerin yükselmesi: Başkent Tenoktitlan'ın kurulması İvan'ın Moskova'yı geliştirmeye başlaması Bursa'nın fethi (Battuta, bu tarihten sonra Bursa’yı ziyaret ediyor) |
1333 | Minamoto Şogunluğunun sonu: Japonya’da iç savaş |
1337 | Fransa ile İngiltere arasında Yüz Yıl Savaşı'nın başlaması |
y. 1341 | Asya’da veba salgınının başlaması |
1345 | Ankara’nın Osmanlıların eline geçmesi |
1348 | Veba salgını Avrupa'da. |
1349 | Singapur'da ilk Çin yerleşimi: Güneydoğu Asya’da Çin yayılmacılığının başlaması |
y. 1350 | Japonya'da kültürel canlanma |
1354 | Şehzade Süleyman Paşa'nın Rumeli'ye geçmesi |
1361 | Edirne'nin fethi (1368'de başkent) |
1368 | Çin’de Ming hanedanının hükümdarlığı |
1370 | Güney Hindistan’da Vijayanagar devletinin egemenliği. Timur'un tahta çıkması (ölm. 1405) |
1377 | Arap coğrafyacı ve gezgin lbn Battuta’nın ölümü (doğumu 1309). |
Hem tabloya hem de haritalara bakalım: Demek ki; Abbasiler yıkılmış, Mısır'a Memlukler hakim olmuş, Kuzey Afrika'da İslam devletleri var ve İspanya'da Müslümanlar ve Yahudiler henüz kovulmamış (1492'de kovulacaklar)...
1300'lü Yılları Gösteren Haritalar
Burada gösterilen ticaret yolları ana yollardır Anadolu'nun içinde bulunan çok sayıdaki işlek ticaret yolları burada gösterilmemiş |
Gazi beylikleri ortaya çıkmış. Doğu Anadolu'da ve Karadeniz'in kuzeyinde Moğollar/Tatarlar yönetimde. Bu bölgeler çok sayıda Moğol göçü almıştır. Bunlar elbette yerli halkla birlikte yaşıyorlardı. Örneğin Anadolu'da Rumlar ve Türkler vardı. Kuzeyde Slavlar ve Kafkas halkları.. |
Notlar
[1] "Bizans, Balkanlar'ın çoğu bölgesini ele geçirmiş, ama kenarda köşede kalmış birkaç kent hariç Anadolu'yu kaybetmişti. Üstelik Rus ve Gürcü kiliseleri de Müslüman hükümdarlara haraç ödüyorlardı. Yine de Hıristiyan alemi lslam alemi kadar büyük çalkantılar yaşamamıştı. Yakındoğu'daki lslam toprakları ve kültürü önce Moğollar tarafından yağmalanmış ve harab edilmişti, ama sonra bu fatihler -ilhanlılar 1290'larda, Altınordu yaklaşık 1340'ta- lslamiyeti kabul ettiler: yani İslam alemi toprak bakımından kazançlıydı. Yakındoğu toplumundaki göçebe unsurun güçlenmesi bile iki türlü okunabilir: bir yandan İslam toplumunu zayıflatmıştı kuşkusuz, ama aynı zamanda göçebe beylerin gazasına yeni bir ivme kazandırmıştı." Kaynak: Ortaçağ Tarih Atlası, Sabancı Üniversitesi Yayınları, s. 82
Örnekler
1. Yahudi Doktorun Hikayesi [1]
Sultanla otururken başında kuyruklu sarığıyla yaşlı bir adam geldi, selam verdi. Kadıyla müderris
ayağa kalkıp selamını aldılar. Adam, sultanın önündeki sedire oturunca hafızlar geride kaldı.
Müderrise sordum:
"Kim bu adam?" Güldü, cevap vermedi. Soruyu tekrar ettim. O zaman şöyle anlattı:
"Bu ihtiyar Yahudi bir doktordur, hepimiz muhtacız ona. Gördüğün gibi hükümdar ona çok
saygı gösteriyor. Biz de ayağa kalkar, onu hürmetle karşılarız." Bu tavır beni sinirlendirmişti; dayanamayıp itiraz ettim:
"Lanetli oğlu lanetli! Sen Yahudisin. Nasıl oluyor da Kur'an okuyanların daha üstünde bir mevkide oturuyorsun?"
Ona kızdım, sesimi yükselttim. Hükümdar bu davranışım karşısında hayret etti! Ne dediğimi
sordu. Müderris benim anlattıklarımı tercüme edince Yahudi fena bozuldu, hırslandı, yüzü
mosmor meclisi terkedip gitti! Oradan ayrılınca müderris bana teşekkür ederek şöyle dedi:
"Allah senden hoşnut olsun! İyi yaptın. Şımarmıştı. Senden başkası da ona böyle bir şey
söyleyemezdi, haddini bildirmiş oldun!" age., s.
[1] Olay Birgi sarayında, Birgi hükümdarı İsa beyin önünde gerçekleşiyor.
2. Ermenilerle İlgili Bir Hikaye
Bir defasında Ermeniler, Emir Hüsameddın aleyhine şikayette bulunurlar. Aslı astarı olmayan,
yalanlarla dolu sözler söylerler. Bunun üzerine Melik Nasır, Halep valisine Hüsameddin'in boğdurulmasını emreder. Bu ferman çıkınca emirin dostu büyük kumandanlardan biri
olaydan haberdar olur. Derhal Melik Nasır'a koşup:
"Sultanımız! Emir Hüsameddin kaliteli, seçkin valilerdendir. Müslümanların iyiliğine çalışan
ve yolu dikkatli koruyan bir cengaverdir. Ermeni taifesi İslam ülkesinde fesat çıkarmak niyetinde! Hüsameddin onlara engel olduğu için, Müslümanların gücünü kırmak amacıyla adamcağızı
öldürmeye çalışıyorlar!" diye durumu açıklar.
Böylece Hüsameddin'in önü açılır, ona makam elbisesi gönderilir, memuriyetinin iadesi
için ikinci bir emir çıkartılır. Melik Nasır, Akuş adlı, fevkalade zamanlarda gönderilen
ulağı çağırtarak süratle yola çıkması için emir verir. Ulak Akuş, Mısır'dan Halep'e bir
aylık yolu 5 günde aşar. Oraya vardığı zaman Halep valisi, Hüsameddin'i mahkumların idam
edildiği yere göndermiş bulunmaktadır. Hak Teala'nın yardımıyla Hüsameddin kurtulur, görevine
döner.
Emir Hüsameddin İle Buğras kadısı Şerefüddın Hamevı'yi Amk [=Amik ovası] denilen yerde gördüm. Burası Antakya, Tizın ve Buğras şehirleri arasında geniş bir mıntıkadır. Arazisi bereketli
olduğu için Türkmenler hayvanlarıyla burada konaklar. age., s. 115
3. Hariciler
....
Buralılar Harici mezhebinin İbadiye koluna mensuptur. Cuma namazını öğle namazı gibi
dört rekat kılarlar. Namazdan sonra imam Kur'an'dan bazı ayetler okur, hutbeye benzer şeyler
söyler ve Hz. Ebubekir, Hz. Ömer hayırla yadedilir. Hz. Osman ve Hz. Ali'nin isimleri
söylenmez; sükutla geçilir. Eğer [bir rivayetin aktarılması için] Hz. Ali'nin ismini anmak
gerekiyorsa üstü kapalı olarak "racül [=adam] dedi ki" şeklinde söylerler. Mesela "racülden
şöyle bir rivayet var" yahut "racül şöyle der" gibi... Kahrolası eşkıya İbn Mülcem'e de
selam gönderir, onu rahmetle anarlar! Onun için "Fitnenin belini kıran ermiş insan" diyorlar!
Bura hatunlarının ahlakı çok bozuk! Erkekler onların edepsizliğini hoş görüyor, ayıplamıyor.
Biraz sonra anlatacağımız hikaye de bu konuya dairdir. [hemen aşağıdaki hikaye] age., s. 381
4. Umanlı Bir Kadın ve Sultan
Bir gün Sultan Ebu Muhammed, b. Nebhan'ın yanında bulunuyordu . Yüzü çok güzel, alımlı mı alımlı,
genç bir kadın yanaştı. Önümüzde durdu. Sultana yönelerek:
"Ebu Muhammed! Şeytan kafamda cirit atıyor, azdım!" dedi.
Sultan:"Git! Şeytanını da kov gitsin!" cevabını verdiği halde kadın ısrar ediyordu:
"Senin yanındayken gücüm yetmiyor buna Ebu Muhammed!"
Ama Sultan kararlıydı: "Buradan git de ne istersen yap!" dedi.
Daha sonra öğrendiğime göre böyle kadınlar sultana yanaşıyor, onun himayesine girerek türlü
çirkeflere bulaşıyormuş. Bunların ne babaları ne de akrabaları kıskançlıklarını belli eder! Buna
güçleri yetmez. Çünkü kadını öldürseler derhal öldüreni öldürürler. Zira kadın sultanın
himayesinde olur! age., s. 383
5. Tavşan Etiyle İlgili Bir Hikaye
Şehre geldiğimizde ahali bizim iki elimizi yana indirerek namaz kıldığımıza şahit olmuş.
Oralılar Hanefi oldukları için Maliki mezhebini ve onun namaz kılma usulünü bilmiyorlar tabii... Maliki mezhebince namazda elleri iki yana salmak, muhtar [=seçilen, uyulan, amel
edilen] görüştür. Sanubluların [1] bir kısmı Irak ve Hicaz yörelerini görmüş olduklarından,
oralarda yaşayan Şiiler in ellerini yana salarak namaz kıldıklarını da biliyorlar! Bu benzerlikten ötürü bizi Şiilikle itham ettiler; art arda sorular sordular! Onlara Maliki olduğumuzu anlatmaya çalıştıksa da inandıramadık, yüreklerinde kuşku devam etti.
Nihayet belde naibi [=yöneticisi], hizmetçileriyle bir tavşan gönderdi bize. Bizim ne
yapacağımızı izlemesini tembih etmiş adamcağıza! Tavşanı kestirdim, pişirdim, hep beraber
afiyetle yedik! Hizmetçi bu duruma şahit olunca efendisine gidip durumu anlatıyor. İşte
o zaman hakkımızda uyanan kuşku yok oldu; ardından gelsin ziyafetler! Hemen ağırlamaya başladılar bizi! Zira Rafiziler tavşan eti yememektedirler. age., s. 443
....
[1] Sinop şehrinden bahsediyor.
***
Kaynak: İbn Battuta Seyahatnamesi, Ebu Abdullah Muhammed İbn Battuta Tancı, Özgün adı: Rıhletü İbn Battuta- Tuhfetü'n-Nuzzar fi Garaibi'l-Emsar ve Acaibi'I-Esfar, Yapı Kredi Yayınları, 2. Baskı: İstanbul, Nisan 2004
Çeviri, inceleme ve Notlar: A. Sait Aykut