Veysel Atayman
Önsöz Bölümü
Tuhaftır, ama Sophokles’in bu ünlü tragedyasından yüzlerce yıl sonra, Avusturyalı bir ruh hekimi, “Oidipus” tragedyasının akraba ilişkilerini kültür ve psikoloji tarihinin vazgeçilmez “öyküsü” olarak belleklere kazıyacaktır. Tuhaftır çünkü Sigmund Freud,[1] Oidipus kompleksi modeline, doğrudan bu tragedyayı seyrettikten sonra değil de, bir başka büyük tragedyayı, W. Shakespeare’in[2] Hamlet’ini seyrettikten sonra şekil vermeye başlar. Babasını öldüren ve annesi ile evlenen amcasından intikam almaya kararlı genç Danimarka prensi Hamlet’in amcasını öldürmeyi en sona bırakmasını, Freud çok ilginç yorumlar: Hamlet de annesi ile kendisi arasındaki bastırılmış, yasak (ensest) ilişkinin dolaylı etkisi altındadır.
Psikanalizin bu kavrayışına göre, çocuğun gelişiminde kızların babalarına, erkeklerin annelerine cinsel ağırlıklı aşırı ilgi duyup onları sahiplenme isteği belirleyicidir. Bu nedenle kızlar anneyi, erkek çocukları babayı kendilerine rakip görürler. Ayrıca Yunan mitolojisinde ve bu mitolojiyi temel alan oyunda Elektra, Orestes ile birlikte kendi öz annesinin öldürülmesine yardımcı olur. Bu mitolojik örnek de, “Elektra kompleksi” diye bilinen psikanalitik olaya adını vermiştir.
Oidipus kompleksi’nin 3 ile 5 yaş arasında gelişip ortaya çıktığını ileri süren Freud, erkek çocuğun babası ile özdeşleşmesi ve giderek cinsel dürtülerini bastırmasıyla, annesini de artık bir cinsel obje olarak görme eğiliminden kurtulduğunu, dolayısıyla “ödipal sürecin” sağlıklı bir biçimde sona erdiğini varsayar. Anne-baba ile çocuk arasındaki ilişkinin aşırı yasaklayıcı, men edici olması durumunda, çocuk bu evreyi pek sağlıklı geçiremezse, gelişen “nevroz” ileride uç vermeye başlayacak, gelişkinlik döneminde psikanalitik sorunlara yol açabilecektir.
Freud, ruhsal aygıtı, üç merciye ayırmış, süperego ya da dilimizde üst-ben dediğimiz merciin, bu ödipal evrede bir yasaklayıcı merci olarak ortaya çıkıp geliştiğini ve bu süreci sona erdirme süreci içinde olgunlaştığını düşünmektedir. Bu aşamada Oidipus kompleksine karşı gelişen (ensesti yasaklayan) tepkiler, insan zihninin en önemli sosyal başarılarının da kaynağını oluşturur. (Bastırılan ödipal ilişkiden açığa çıkan enerji, özellikle kültür ve sanatın kaynağıdır ona göre!)
Lacan’ın[3] kavrayışında ödipal evre, onun “ayna evresi” dediği bir aşamanın sonucunda ortaya çıkar. Doğumuyla birlikte annesine adeta yapışık olan çocuk, kendisi ile annesini bir teklik olarak algılar. Derken bir ara anne çocuğu ile ayna karşısına geçecektir; işte bu görüntüde çocuk annesi ile kendisinin iki ayrı parça olduklarını algılar. Annesi ile kendisinin aynı ve tek şey, bir bütün oldukları yolundaki yanılsamayı algılayınca da, yeniden onunla bütünleşme özlemi duymaya başlar. Bu aşamada tekleşme arzusu artık “cinselleşmiştir” ve annesi üzerinde hak sahibi olan “baba” ile çocuk arasındaki gerginlik ortaya çıkar. Erkek çocuk annesi ile farkını, annesinin penisten yoksun oluşuna bağlar. Annesi kendisi gibi değildir, çünkü anne, erkek genital organı olan penisten yoksundur. Annesi ile özdeşleşme ya da onunla birlik olma, bütünleşme özlemi taşıması, bu isteğini devam ettirmesi demek, aynı yoksunluğu kendisinin de yaşaması demektir. Çocuk kendisini annesi ile özdeşleştirirse (Lacan’a göre) onun gibi olup çıkar; onunla birlik olmaya kalkarsa, bu kez de babasının kendisini cezalandırma ve annesi üzerinde hak sahibi olan bu “öteki” erkeğin, yani babasının kendisini kastare etme (penisten yoksun bırakma) riski ile karşı karşıya gelmesi demektir bu (çocuğun algısında). Bu riskle birlikte çocuk şimdi de babası ile özdeşleşme yoluna gidip, sosyal-cinsel gelişme yolunu bir başka cinsel objeye (annesi dışındaki bir kadına) yönelterek “normalleştirir”, ama anlaşılır nedenlerle bu öteki kadının annesine benzeme olasılığı çoktur. Öyleyse sağlıklı bir ödipal gelişme yolu (Lacan’a göre) baba ile özdeşleşme, anneyi nesnelleştirme (dıştaki başka kadına yönelme) biçiminde oluşacaktır. Bundan böyle babasına benzeyen, onu özdeşleşme modeli alan çocuk sosyal hayata devam edecektir.
Özellikle geçen yüzyılın büyük buluşu olan sinemada erkek kahramanın gelişme yolu, bir gelişme dramı olarak karşımıza çıktığı her yerde, (oidipal trajectory) erkek, bir dizi bunalımın içinden geçerek sonunda sosyal alandaki dengesine kavuşur.
“Psikolojici” edebiyat yorum yöntemi, bir metinde (tragedyada, öyküde, romanda, şiirde vb) kodlanan ve göstergelere bağlanan “psikolojik” sorunların yazarın bilinçdışından, bastırılmışın alanından geldiğini kabul eder. Freud’un “bildiğini bilmeme” dediği şeyler aranır bu metinlerde. Bu anlayıştan bakıldığında İokaste’ye söylettiği şu sözler bambaşka bir anlama bürünür. “Annemle evleneceğim diye korkma, çünkü birçok insan bugüne kadar rüyalarında anneleriyle yattığını görmüştür. Bunlara önem vermeyenler yaşamlarını rahat geçirirler.”
[1] Sigmund Freud (1856-1939): Psikanalizin kurucusu Avusturyalı nörolog.
[2] William Shakespeare (1564-1616): İngiliz şair ve oyun yazarı.
[3] Jacques Lacan (1901-1981): Fransız yapısalcı psikiyatr ve psikanalist.
Kral Oidipus, Sophokles, Önsöz Bölümümünden alıntı, Bordo-Siyah Yayınları
Önsöz Bölümü
Oidipus'un Sfenksle karşılaşması 1864 Sanatçı: Gustave Moreau |
Psikanalizin bu kavrayışına göre, çocuğun gelişiminde kızların babalarına, erkeklerin annelerine cinsel ağırlıklı aşırı ilgi duyup onları sahiplenme isteği belirleyicidir. Bu nedenle kızlar anneyi, erkek çocukları babayı kendilerine rakip görürler. Ayrıca Yunan mitolojisinde ve bu mitolojiyi temel alan oyunda Elektra, Orestes ile birlikte kendi öz annesinin öldürülmesine yardımcı olur. Bu mitolojik örnek de, “Elektra kompleksi” diye bilinen psikanalitik olaya adını vermiştir.
Oidipus kompleksi’nin 3 ile 5 yaş arasında gelişip ortaya çıktığını ileri süren Freud, erkek çocuğun babası ile özdeşleşmesi ve giderek cinsel dürtülerini bastırmasıyla, annesini de artık bir cinsel obje olarak görme eğiliminden kurtulduğunu, dolayısıyla “ödipal sürecin” sağlıklı bir biçimde sona erdiğini varsayar. Anne-baba ile çocuk arasındaki ilişkinin aşırı yasaklayıcı, men edici olması durumunda, çocuk bu evreyi pek sağlıklı geçiremezse, gelişen “nevroz” ileride uç vermeye başlayacak, gelişkinlik döneminde psikanalitik sorunlara yol açabilecektir.
Freud, ruhsal aygıtı, üç merciye ayırmış, süperego ya da dilimizde üst-ben dediğimiz merciin, bu ödipal evrede bir yasaklayıcı merci olarak ortaya çıkıp geliştiğini ve bu süreci sona erdirme süreci içinde olgunlaştığını düşünmektedir. Bu aşamada Oidipus kompleksine karşı gelişen (ensesti yasaklayan) tepkiler, insan zihninin en önemli sosyal başarılarının da kaynağını oluşturur. (Bastırılan ödipal ilişkiden açığa çıkan enerji, özellikle kültür ve sanatın kaynağıdır ona göre!)
Lacan’ın[3] kavrayışında ödipal evre, onun “ayna evresi” dediği bir aşamanın sonucunda ortaya çıkar. Doğumuyla birlikte annesine adeta yapışık olan çocuk, kendisi ile annesini bir teklik olarak algılar. Derken bir ara anne çocuğu ile ayna karşısına geçecektir; işte bu görüntüde çocuk annesi ile kendisinin iki ayrı parça olduklarını algılar. Annesi ile kendisinin aynı ve tek şey, bir bütün oldukları yolundaki yanılsamayı algılayınca da, yeniden onunla bütünleşme özlemi duymaya başlar. Bu aşamada tekleşme arzusu artık “cinselleşmiştir” ve annesi üzerinde hak sahibi olan “baba” ile çocuk arasındaki gerginlik ortaya çıkar. Erkek çocuk annesi ile farkını, annesinin penisten yoksun oluşuna bağlar. Annesi kendisi gibi değildir, çünkü anne, erkek genital organı olan penisten yoksundur. Annesi ile özdeşleşme ya da onunla birlik olma, bütünleşme özlemi taşıması, bu isteğini devam ettirmesi demek, aynı yoksunluğu kendisinin de yaşaması demektir. Çocuk kendisini annesi ile özdeşleştirirse (Lacan’a göre) onun gibi olup çıkar; onunla birlik olmaya kalkarsa, bu kez de babasının kendisini cezalandırma ve annesi üzerinde hak sahibi olan bu “öteki” erkeğin, yani babasının kendisini kastare etme (penisten yoksun bırakma) riski ile karşı karşıya gelmesi demektir bu (çocuğun algısında). Bu riskle birlikte çocuk şimdi de babası ile özdeşleşme yoluna gidip, sosyal-cinsel gelişme yolunu bir başka cinsel objeye (annesi dışındaki bir kadına) yönelterek “normalleştirir”, ama anlaşılır nedenlerle bu öteki kadının annesine benzeme olasılığı çoktur. Öyleyse sağlıklı bir ödipal gelişme yolu (Lacan’a göre) baba ile özdeşleşme, anneyi nesnelleştirme (dıştaki başka kadına yönelme) biçiminde oluşacaktır. Bundan böyle babasına benzeyen, onu özdeşleşme modeli alan çocuk sosyal hayata devam edecektir.
Özellikle geçen yüzyılın büyük buluşu olan sinemada erkek kahramanın gelişme yolu, bir gelişme dramı olarak karşımıza çıktığı her yerde, (oidipal trajectory) erkek, bir dizi bunalımın içinden geçerek sonunda sosyal alandaki dengesine kavuşur.
“Psikolojici” edebiyat yorum yöntemi, bir metinde (tragedyada, öyküde, romanda, şiirde vb) kodlanan ve göstergelere bağlanan “psikolojik” sorunların yazarın bilinçdışından, bastırılmışın alanından geldiğini kabul eder. Freud’un “bildiğini bilmeme” dediği şeyler aranır bu metinlerde. Bu anlayıştan bakıldığında İokaste’ye söylettiği şu sözler bambaşka bir anlama bürünür. “Annemle evleneceğim diye korkma, çünkü birçok insan bugüne kadar rüyalarında anneleriyle yattığını görmüştür. Bunlara önem vermeyenler yaşamlarını rahat geçirirler.”
[1] Sigmund Freud (1856-1939): Psikanalizin kurucusu Avusturyalı nörolog.
[2] William Shakespeare (1564-1616): İngiliz şair ve oyun yazarı.
[3] Jacques Lacan (1901-1981): Fransız yapısalcı psikiyatr ve psikanalist.
Kral Oidipus, Sophokles, Önsöz Bölümümünden alıntı, Bordo-Siyah Yayınları