Azra Erhat
Zincire Vurulmuş Prometheus başlığıyla Türkçeye çevirdiğimiz tragedyanın Yunanca adı Prometheus desmotes, yani Bağlanmış Prometheus'tur. Aiskhylos, Prometheus konusunu üç tragedyada işlemiştir. Zincire Vurulmuş Prometheus bu üçlüğün birinci ve elimize geçen tek piyesidir. Öbür ikisi yitirilmiş, yalnız adlan kalmıştır: Birinin Kurtulmuş Prometheus, öbürünün Ateş Taşıyan Prometheus olduğu bir oyun listesinde yazılıdır.
Prometheus'un ne yıl oynandığı da bilinmez. Tragedyanın biçimini ve dilini inceleyen bilginler onun Perslerden sonra ve Orestia üçlüğünden önce, yani İÖ 472 ile 458 yılları arasında yazıldığını ileri sürerler. Bu oyunda yalnız tanrıların ve tanrısal kişilerin rol aldığına dikkati çekenler de vardır. Oysa Prometheus'un asıl konusu insan, oynanan dram da insanlığın dramıdır. İnsan dostu, tanrı düşmanı Prometheus, Aiskhylos'tan bu yana, en çok da bizim çağımızda insanı özü özelliğiyle temsil eden bir kahraman olarak benimsenmektedir. İnsan nedir? İnsan olmaya ne zaman başladı? diye soruldu mu, günümüzün düşünürleri hep bir ağızdan ve sözleşmiş gibi: İnsan başkaldıran yaratıktır derler. İnsan doğanın ya da geleneğin kurulu düzenine karşı ayaklandığı an insan olmuştur, insanlığını da hep yeni baştan başkaldırdıkça sürdürebilir derler. Bu görüşü biz öylesine benimsedik ki, bin yılların alacalı bulacalı pılı pırtılar gibi sırtımıza giydirdiği gelenek ve görenek süslerini atıyoruz üstümüzden, kulak vermez olduk dinlerin, inançların ister tanrıdan, ister insandan gelme avutucu ninnilerine. Umuda karşı da ayaklandık: Bugün ve bu dünyada yaşamak istiyoruz. Ötelerin ve yarınların aldatıcı çekiciliğine kapılmakla
nerelere sürüklenebileceğimizi denedik, biliyoruz artık. Ne pahasına olursa olsun insanlığımızı
gerçekleştirelim diyoruz. Tek ülkümüz insan olmak. Bu ülkü uğruna göze almayacağımız çaba,
katlanamayacağımız cefa yoktur. Bu ülkünün ilk temsilcisi Prometheus'tur.
Prometheus efsanelik kişidir. Gerçi Homeros destanlarında adı geçmez, ama Hesiodos'un
iki büyük şiiri Theogonia ile İşler ve Günler'de çok sözü edilir. Ne var ki, bizim aldığımız anlamdaki insanı yansıtan Prometheus ilk kez Aiskhylos'un tragedyasında çıkar karşımıza. Bu önemli neden Aiskhylos'tan önceki ve sonraki Prometheus tipleri üstünde durup düşünmeyi gerektirmektedir. Aiskhylos'un açtığı çığırı kesince sınırlayabilmek için, Hesiodos'tan tutalım, Goethe'ye kadar gidelim, metinleri inceleyelim, gerekirse Türkçeye çevirip buraya alalım. Yeter ki anlayalım nasıl oldu da İsa'dan önce V. yüzyılın bir yazarı XX. yüzyılın insanlık ülküsünü, ayaklanan insan tipini gerçekleştirebildi. Hemen söyleyelim ki, Prometheus'un kişiliği efsanede de politik bir nitelik taşımaktadır, ama bu kişiliği tam değerlendirip, dramını modern anlamda politik bir dram olarak canlandırabilmek Atina'nın tragedya yazarları arasında politik görüşü en köklü olan Aiskhylos'a vergi bir başarıdır.
Politik dram ne demek? Niçin politik dram diyoruz Prometheus'a? Bu tragedyayı canlandıran olayların hepsi bugün "hükümet darbesi" diye niteleyebileceğimiz bir eksenin çevresinde dönüyor da ondan. Efsanenin de, tragedyanın da merkezi budur. Hep bir kuşağın kendinden önceki kuşağı devirip, yönetim gücünü ele geçirmesidir işlenen konu. Bu konuyu bir iki yüzyıl arayla önce Hesiodos'un, sonra Aiskhylos'un ayrı ayrı açılardan alıp işlemeleri politika bilincinin gelişimine ilginç bir örnektir.
Hesiodos, Prometheus efsanesine iki eserinde de önemli bir yer ayırır: Theogonia'da İapetos soyunun serüvenleri (507-616) 109 dize, İşler ve Günler'de Prometheus-Pandora efsanesi hemen eserin başında (42-105) 63 dize tutmaktadır. Bu parçalar okunup karşılaştırılabilsin diye çevirilerini bu önsözün sonuna aldık.
Hesiodos, Theogonia'da evrenin yaratılışından bu yana birbiri ardına gelen tanrı soylarını sayar: Başlangıçta Khaos vardı der, Khaos'tan Gaia-Toprak ve Eros-Aşk doğar. Toprak Ana kendi başına kendine eş ve kendini büsbütün örtebilecek bir varlık çıkarır ortaya: Uranos-Gök; sonra da onunla birleşerek devler, azmanlar doğurur. Bunlar üç cinstir: Titan'lar (Devler), Kyklops'lar (Tepegözler) ve Hekatonkheir'ler (Yüz kollu ve elli kafalı devler). Uranos, Gaia'nın peydahladığı bu varlıklardan ürker, tiksinir, onun içindir ki her birini doğar doğmaz ana karnına tıkar yeni baştan. Şiştikçe şişen Toprak Ana sonu gelmeyen doğum sancılarından kurtulmak için bir çare düşünür: Ak çelikten bir tırpan yapıp çocuklarının eline verir ki öç alsınlar babalarından. Ama hiçbiri yanaşmaz bu işe. Yalnız son doğurduğu Kronos tırpanı alır ve gece pusuya yatarak Uranos'un Gaia'yı örtmeye geldiği sıra tırpanla erkeklik uzvunu keser. Hesiodos bundan sonra Uranos tanrının taşaklarından boşalan bel köpüklerinin nasıl denize döküldüğünü, tanrı güzeli Aphrodite'nin ak dalgalardan nasıl doğup Kıbrıs adasına doğru yol aldığını anlatmak sevdasına düşer. Oysa olay tanrı soylarının tarihinde bir devrim niteliği taşır. Bu birinci devrimi bir ikincisi izlemektedir: Oğlu Zeus eliyle Kronos'un devrilmesi. Kronos da tıpkı babası gibi davranır: Bir oğlunun kendinden daha güçlü çıkıp, krallığı elinden alacağını bildiği içindir ki, çocuklarını doğar doğmaz yutar. Uranos'un karısı Gaia gibi Kronos'un karısı Rheia da üzüm üzüm üzülür bu duruma. Uranos ve Gaia'nın yardımıyla o da bir kumpas kurar: Oğlu Zeus doğunca Girit adasına kaçırır ve yerine kundaklanmış bir taş yutturur kocasına. Günü gelince Zeus bütün kardeşlerini babasına kusturur. Akıl ve kol gücüyle Kronos'u devirip tanrılar tahtına oturur. Bu ikinci devrimle Titanların egemenliği sona ermiş, Olympos tanrılarınınki kurulmuş olur. Prometheus işte bu devrimde rol oynamaktadır.
Aynı mitolojik motiflerle dile gelen bu iki devrim aslında birbirinden ayrı anlamlar taşır. Uranos'un devrilmesinde yalnız kaba kuvvete başvurulur: Erkeklik uzvunun kesilmesi salt fiziki bir eylemdir. Bu eylemde akıl yoluyla kurulan düzenin bir payı varsa da, bu pay önemsizdir. İkinci devrim bir akıl ve hesap işidir. Onu hazırlamakta ve yürütmekte Uranos'la Gaia'nın oynadıkları kılavuz rolü dikkati çeker. Kaba kuvvetten zarar gördüklerini anlayıp, başlarına gelenden ders almışa benzeyen birinci kuşak tanrıları kendilerini deviren ikinci kuşağı alt etmek için aklın temsilcileri olarak çıkarlar
karşımıza: Kronos'a bir gün tahttan indirileceğini önceden haber vermek, Zeus doğunca onu
saklamak, beslemek, yetiştirmek ve babasını nasıl devireceğini ona öğretmek işini üzerlerine alırlar. Böylece birinci devrim kaba kuvvetin kendi kendine yenilmesi, ikinci devrimse kaba kuvvetin akılla yenilmesi anlamına gelir. Akıl yolundaki bu gelişimde Zeus bir adım daha ileri gider: Kaba kuvveti kendi çıkarına bir araç olarak kullanır. Ve sonunda kaba kuvvetler birbirlerini yok eder, dünya egemenliği yalnız akıl gücü üstüne kurulur.
Bu süreci Hesiodos, Titanomakhia, devler savaşı denilen parçada anlatır. (Theogonia, 616-885).
Kronos kral olunca, Uranos'un zincire vurduğu azmanlardan Titanları kurtarıp yönetime ortak
eder... Ama Zeus, Kronos'la birlikte kuşağını da devirdiği zaman, Titanlar ayaklanır. İki tanrı kuşağı arasında yaman bir dövüş başlar.
Titanlar Othrys dağına, Kronosoğulları da Olympos dağına yerleşip on yıl süreyle ve hiçbir sonuç alamadan savaşırlar. Zaferi kazanmanın yolunu da gene Gaia gösterir Zeus'a: Uranosoğullarından yüz kollu devlerin yer altından çıkarılıp savaşa sürülmelerini salık verir. Zeus bunu yapar ve yeri yerinden oynatan, denizlerin altını üstüne getiren bir savaş sonunda Titanları alt eder. Titanları yerin dibindeki Tartaros'a kapatıp Hekatonkheir'leri bekçi diker başlarına. Bunlar da armağan olarak gök gürültüsünü, şimşeği ve yıldırımı verirler Zeus'a.
Akıl ve kol gücünü böylece kişiliğinde birleştiren Zeus kral olup tanrılar tahtına oturur. Ve gene
Gaia'nın öğütlerine uyarak sağlam bir düzen kurmak için dünya egemenliğini kardeşleri ve çocukları arasında paylaşmaya girişir. Bu paylaşmada karşısına dikilen tek engel Prometheus'tur.
Buraya kadar Hesiodos ve Aiskhylos az çok ayrılıkla aynı efsane kaynaklarını izlemektedirler. Prometheus'a gelince, iki şairin anlayış ve yorumları büsbütün değişir.
Prometheus, Titanlar soyundandır: Hesiodos'a göre İapetos'la Okeanos kızı Klymene'nin
oğludur. Bu Titan çiftinin dört oğlu olur: Atlas, Menoitios, Prometheus ve Epimetheus. Dördünün de kaderi tüyler ürperticidir: Zeus, Atlas'ı dünyanın ucuna dikip gök kubbesini
omuzlarına yükler, Menoitios'u yıldırımla çarparak yerin dibine kapatır, Prometheus'u zincirlerle
bir sütuna bağlar ve karaciğerini bir kartala yedirir, Epimetheus'un başına kadın belasını salar. Neden bu eşi görülmedik, olağanüstü cezalar? İapetosoğulları Titan soyundan oldukları için mi? Hayır. Zeus'un İapetosoğullarına özel bir hıncı vardır, bu hıncın asıl nedenini de onlara verilen sıfatlardan anlıyoruz: Bu Titanların dördü de kafa gücünden pay almışlardır, akıldan yana üstündürler ve bu üstünlükleriyle övünüp Zeus'a karşı gelmeye yeltenirler. Akıl gücüyse Zeus'un tekelindedir, o bu güçle ele geçirmiştir dünya egemenliğini. Bu gücü başkasında görmek dinmez bir öfke doğurur içinde. Prometheus da bu öfkeyi körükler durur: Sivri aklını, geleceği önceden görme gücünü Zeus'u aldatmak, kuşkulandırmak, küçük düşürmek için kullanır. Burada Hesiodos'un pek üstünde durmadığı, Aiskhylos'un alabildiğine işlediği bir temaya ışık tutmalıyız: Üçüncü devrimin hazırlanması.
Adı "önceden gören" anlamına gelen Prometheus kahindir ve Gaia, Kronos'a devrileceğini nasıl haber verdiyse, Prometheus da Zeus'un bir gün tahtından düşeceğini bilir. Aiskhylos'a göre Prometheus, Klymene'nin değil, başka bir adı Themis-Adalet olan Gaia'nın oğludur. Bu bilgiden edindiği üstünlükle Prometheus, Zeus'u sürekli bir kuşkunun baskısı altında tutar. Prometheus tragedyasının ekseni olan bu tema Hesiodos'ta da sezilir. Ancak onu göz önünde tutarsak, Mekone olayını gereğince anlayabiliriz. Theogonia'da (bak. dize 535-560) anlatılan bu efsane etiolojik, yani açıklayıcı bir nitelik taşır: Kurban törenlerindeki bazı geleneklerin nereden geldiğini bildirir, ama bizim için asıl önemi Zeus-Prometheus kavgasını bambaşka bir motif üstüne kurmasıdır: Prometheus başlangıçtan beri insanlardan yana geçmiştir, onlara dayanarak Titanların öcünü almak ve Olmyposluların egemenliği yerine insanların egemenliğini getirmek emelindedir. Yeni bir devrimin hazırlayıcısıdır. Kurduğu düzen tanrılar için küçük düşürücüdür. Zeus bile bile aldanır, ama oldubittiyi önleyemez. Bu onur yarasından öç almak içindir ki, ateşi vermez olur insanlara. Prometheus da tanrıyı bir daha aldatır ve ateşi çalıp götürür insanlara verir. İki kez küçük
düşürülen tanrılar tanrısı artık kaba kuvvete başvurmak zorundadır: Eşi görülmedik, korkunç
cezalar salacaktır Prometheus'un başına.
Hesiodos'un öyküsünde Aiskhylos'un Prometheus'unu, giderek Goethe'nin verdiği Prometheus
yorumunun tohumlarını bile bulabiliriz: Zeus aldatılmış, insanların gözünde küçük düşürülmüş, gülünç olmuş bir tanrıdır. Egemenliği gerçek bir güce dayanmaz, çünkü akıl gücü tanrılardan insanlara geçmiştir. Devrim, üçüncü ve son devrim olmuş bitmiştir: İnsan kendi gücünün bilincine varmış, tanrıya karşı ayaklanmıştır. Ona isterse tapar, isterse hiçe sayar onu, güçsüz ya da güçlü olduğu oranda tapar ya da hiçe sayar. Tanrı, insanın elinde bir oyuncaktır, asıl tanrı, yani asıl yaratıcı, in sanın kendisidir. Goethe'nin şiirinden çıkan anlam da budur. Aiskhylos'un Prometheus'unda yalnız tanrıların rol oynadığı belirtilir durur. Oysa bu tragedya bütün koşulları ve sorunlarıyla insanlık dramını yansıtır demiştik. Prometheus insanın temsilcisidir, içinde çırpındığı olaylar da günümüzün deyimiyle politik diye nitelenebilecek insan toplumlarına özgü olaylardır. Ama Prometheus ne bakımdan insandır ve dramı niçin insanlığın dramı oluyor?
Prometheus ateşi tanrılardan çalmış ve insanlara vermiş, tanrıların kurmuş olduğu düzene karşı geldiği için de zincire vurulmuş, yaman bir ceza çekmektedir. Mıhlanmış olduğu kayadan bize seslenip, eylemini, eyleminin uyandırdığı tepkiyi, kendini ve karşısındakileri eleştirip değerlendirmek tedir. Prometheus olayını bugün bir tiyatro yazarı ele alsa, karşımıza bir
yargılama sahnesi koyar ve tutuklusu, tanıkları, yargıçlarıyla bir duruşmayı canlandırırdı.
Biz de örneğin Kafka'nın Duruşma'sını inceler gibi inceleyelim Zincire Vurulmuş Prometheus'u.
Anlayışına günümüzün gözüyle ancak bu yoldan varabiliriz.
Prometheus savunuyor ve ne diyor bu savunmada? İki kavram üstünde durup direniyor, değer
olarak benimsedi ği iki kavram: Bilinç ve özgürlük. Bilinç ve özgürlük insana özgü değişmez değerler olarak her zaman ve uygar her toplumda benimsene gelmiştir. Bunları savunurken Prometheus bugün de bir sanığın duruşmada başvuracağı kanıtlamaya başvuruyor: Ne yaptımsa diyor, bile bile yaptım. Eyleminin uzun bir düşünme ve tartışma sonucu bilinçli ve istemli bir eylem olduğunu ileri sürerek, bu eylemin suç olarak yorumlanmasından doğacak bütün tepkilere sonuna kadar katlanmaya hazır olduğunu bildiriyor. Bu bilinç hem bir gurur, hem bir katlanma duygusu doğuruyor içinde. Şu sözlerle dile getiriyor duygularını:
Ama neler söylüyorum, her şeyi önceden bilmiyor muydum?
Hepsini biliyordum başıma geleceklerin.
Ama ben biliyordum başıma gelecek olanı:
Bile bile, isteye isteye suç işledim.
Payıma düşeni gönül ferahlığıyla taşımalıyım,
Kaderin önüne durulmaz, bilmeliyim bunu.
Bana gelince, ben bu çileme katlanacağım.
Çilesine katlanamayıp, ölmeyi özleyen İo'ya Prometheus şöyle der:
Benim acılarıma hiç katlanamazdın demek!
Kader ölmeme de izin vermiyor benim:
Yalnız ölüm kurtarabilirdi beni,
Oysa benim işkencelerimin sonu yok
Zeus tahtından düşmedikçe.
Hiçbir umuda yer vermeden düşünce ve davranışında direnen Prometheus'un bu bilinçli
tutumunu başkaları anlamaz ve gurur ya da kibir diye nitelerler.
Koro şöyle der:
Sözünü sakınmıyorsun,
Başına gelen boyun eğdirmiyor sana.
Okeanos da şöyle:
Aşırı bir dilden geldi başına gelenler, Yine de uslanmış değilsin, diretiyorsun,
Dertlerine dert katmaktan korkmuyorsun. Benden öğüt dinlersen, dikine gitme.
Sözünü sakınmıyorsun diye çevirdiğimiz Yunanca agan eleutherostomeis deyimi "dilin fazla özgür"
anlamına gelir. Prometheus'a bilinci özgürlük sağlamaktadır. Dramın özü de bu özgürlük-kölelik sorunudur. Onun asıl önemini de biz ancak tragedyanın yazıldığı çağı gözönünde tutmakla anlayabiliriz. V. yüzyıl Atinası'nda kölelik de, zorbalık da yasalara uygun canlı kurumlardı. Prometheus herhangi bir köle gibi "desmotes", yani zincire vurulmuştur; işkencesinin büyüklüğü zincire vurulmuş olmasında değil, bir tanrı iken köle durumuna düşürülüp, köleliğinin bu kadar kötü koşullar içinde geçmesindedir. Ne var ki köleliği doğal ve olağan sayan bir ortamda Zeus-Prometheus ilişkisini bir sorun olarak ortaya atmak, yargılarcasına tartışmak ve hakkın köleden yana olduğunu belirterek, zorbalığı bütün ayrıntılarıyla eleştirip yermek Aiskhylos'un tek başına giriştiği ve başarıyla sonuçlandırdığı koca bir iştir. Tragedyasına eşsiz bir değer veren bu sorunu adım adım incelemeliyiz Prometheus'ta.
Titanları yenip yönetimi ele aldıktan sonra, Zeus bir düzen kurmaya girişmiştir. Bu düzende kendine krallık tahtını ayırdığı halde, öbür tanrılara da şeref payları, egemenlik alanları dağıtmıştır. Ne var ki bütün tanrılar paylarına düşen alanı yönetirken Zeus'un buyruğuna uymak zorundadırlar. Piyeste karşımıza çıkan tanrıların hepsi bu düzeni benimsemiş, Zeus'un buyruklarını isteyerek ya da istemeyerek yerine getirmektedirler. Tek başkaldıran Prometheus'tur. Kavga Zeus'la Prometheus arasındadır ve bir özgürlük-kölelik kavgasıdır. Evreni yöneten, tanrıların ve insanların egemeni Zeus özgürdür, prangaya vurulmuş, ıssız ve kayalıkta sonsuzluğa dek işkencelere mahkum, ölümsüz olduğu için canına kıyma özgürlüğünden de yoksun Prometheus köledir. Ama bakalım gerçekten de öyle mi?
Prometheus'u kayaya çakan Kratos-Güç şöyle diyor:
Her varlık çoktan bir kaderle yükümlenmiş,
Tanrıların başıdır yalnız yükümlü olmayan:
"Zeus'tan başkası özgür değildir."
Olaylar da Kratos'un bu sözünü doğrulamaktadır: Sert, amansız, insafsız bir zorba gibi dünyayı keyfine göre yöneten Zeus her isteğini yüzde yüz gerçekleştirmektedir. Evren Prometheus tragedyasında Prometheus ve İo gibi Zeus'un kurbanları, Kratos, Bia, Hephaistos ile Hermes gibi Zeus'un uşakları ve Okeanos gibi Zeus'un dalkavukları ile dolmuştur. Geçmişi yendikten sonra, Zeus bugün ve yarını da yasalarının tekeline geçirmişe benzer. Oysa gerçek tam tersinedir: Gerçekte Zeus köle, Prometheus özgürdür. Bu özgürlüğü Prometheus nasıl ele geçirmiştir? Burada efsaneyi bir yana itip, kendi çağımızın egemenlik kavgalarına bakabiliriz: Yönetimi ele geçirmiş nice iktidar sahibi kişi ya da partiler vardır ki, karşılarına dikilip direnen tek tük düşünce sahiplerini susturup yok edebileceklerini sanırlar, oysa sonuç umduklarının tersine çıkar: İktidar sahipleri devrilir gider, düşünce sahipleri yener ve kalır. İnsan toplumunun bu değişmez yasasının bilincine varan Aiskhylos onu Prometheus diye bir efsanelik kişinin ağzından bildiriyor bize dek: Akıl gücü kaba güçten üstündür, düşünceye gem vurulamaz, özgür düşünce tutuklanamaz, susturulamaz, alt edilemez, olaylar nasıl gelişirse gelişsin, gelecekte egemenlik kaba kuvvetin değil, özgür düşüncenindir. Aiskhylos toplumların yönetiminde, geçmiş, hal ve geleceği bu açıdan eleştirerek,
bize eşsiz değerde bir politika dersi veriyor bu tragedyasıyla: Akıl gücünün kaba kuvveti nasıl yendiğini adım adım izledikten sonra, akıl gücü üstüne kurulan yönetimin akla ve özgür düşünceye saygıyı elden bırakıp, ona sırt çevirince, nasıl zayıfladığını ve devrilmek tehlikesiyle karşı karşıya geldiğini gösteriyor. Zeus bütün kurbanları, uşakları, dalkavuklarına karşın bir çocuk gibi zayıf ve çaresizdir: Onu yıkımdan kurtaracak tek kişi akıl gücünün taşıyıcısı Prometheus'tur. Zeus tutukladığı düşmanının elinde tutukludur aslında. Efsane Prometheus'a geleceği öngören bilici der, çağımızsa biliciye inanmaz, ama düşünürün akıl gücüyle geleceği öngördüğünü, insanlığa yaptığı bu hizmete karşılık kör iktidarların baskısına uğrayıp olmadık cezalara çarptırıldığını da bilir. Aiskhylos'un tragedyasını bu açıdan okuyun, göreceksiniz ki çağımızın ve özellikle yurdumuzun dramını yansıtır.
Bu kadarıyla Prometheus politik piyesin ta kendisidir, ama Aiskhylos politika anlayışının en derinini yansıtmakla kalmamış, uygarlık değerlerinin ne olduğunu kavrayıp dile getirmekle insancı eserin en özlüsünü de vermiştir. Ateşi tanrılardan çalıp insanlara vermek ne demektir? Başkalarının bir efsane niteliğinden öteye götüremedikleri bu sembolü Aiskhylos insanlık açısından ele alıp, uygarlığın tarihçesini çizmek gibi tiyatro eserlerinde eşine rastlanmayan güç bir işi başarmaktadır. Düşüncesi günümüzün olaylarını aydınlatacak kadar derine giden bu yazarın sanat ustalığı da şaşırtıcıdır: Okuyucu dikkat etti mi ki başlangıçta Zeus'un uşakları -günümüzün diliyle polisler- Prometheus'u kaba güce başvurarak tutukladıkları sahnede, Prometheus bir tek söz söylemez: Kayaya kakılmasına, zincire vurulmasına ve Kratos'un sövüp saymalarına sessizce katlanır, ama tragedyanın sonunda Zeus'un casusu -biz buna sanığı gözdağıyla sorguya çeken polis müdürü diyelim- Hermes'le kölelik-özgürlük tartışmasında tanrıları beş paralık ettikten sonra, başına saldıkları doğal belaları bir bir izleyip diliyle canlandırır gözümüzün önünde, dünya başına yıkılıp koroyla birlikte gömülüp yok olana dek konuşmakta direnir Prometheus. Son sözünü söyler ve sonra ölür. Kıyamet de kopsa son söz özgür düşüncenindir demek istiyor Aiskhylos. Bildirisi bu gün de kulaklarımızda çınlasın!
Prometheus'un çevirisine girişmezden önce, Eyüboğlu da ben de bu tragedyanın çevrilmeye, giderek
oynanmaya elverişli olmadığı kanısındaydık. Çevirdikçe yanıldığımızı anladık ve coştuk. Her sözüyle sahnede canlanır gördük bu piyesi. Hele eserin plastik değeri, kişiler sahnede kımıldamadıkları hâlde, olayların anlatımındaki canlılık, duyguların dile getirilişindeki coşkunluk bu tragedyanın başarıyla oynanıp, merakla seyredilebileceğine inandırdı bizi. Prometheus’u Türk tiyatrolarının birinde oynanır görmek içten dileğimiz oldu.
Bu yazı yukarıda ismi geçen kitabın önsöz bölümüdür.
Felice Giani bu eserinde Prometheus'u insanı yaratırken göstermiş. Efsanenin bir de bu yanı var ki bu durum Prometheus'u Sümer tanrısı Enki (Ea) ile özdesleştiriyor. Prometheus'a yardım eden tanrıça ise Athena'dır. Kaynak |
Zincire Vurulmuş Prometheus başlığıyla Türkçeye çevirdiğimiz tragedyanın Yunanca adı Prometheus desmotes, yani Bağlanmış Prometheus'tur. Aiskhylos, Prometheus konusunu üç tragedyada işlemiştir. Zincire Vurulmuş Prometheus bu üçlüğün birinci ve elimize geçen tek piyesidir. Öbür ikisi yitirilmiş, yalnız adlan kalmıştır: Birinin Kurtulmuş Prometheus, öbürünün Ateş Taşıyan Prometheus olduğu bir oyun listesinde yazılıdır.
Prometheus'un ne yıl oynandığı da bilinmez. Tragedyanın biçimini ve dilini inceleyen bilginler onun Perslerden sonra ve Orestia üçlüğünden önce, yani İÖ 472 ile 458 yılları arasında yazıldığını ileri sürerler. Bu oyunda yalnız tanrıların ve tanrısal kişilerin rol aldığına dikkati çekenler de vardır. Oysa Prometheus'un asıl konusu insan, oynanan dram da insanlığın dramıdır. İnsan dostu, tanrı düşmanı Prometheus, Aiskhylos'tan bu yana, en çok da bizim çağımızda insanı özü özelliğiyle temsil eden bir kahraman olarak benimsenmektedir. İnsan nedir? İnsan olmaya ne zaman başladı? diye soruldu mu, günümüzün düşünürleri hep bir ağızdan ve sözleşmiş gibi: İnsan başkaldıran yaratıktır derler. İnsan doğanın ya da geleneğin kurulu düzenine karşı ayaklandığı an insan olmuştur, insanlığını da hep yeni baştan başkaldırdıkça sürdürebilir derler. Bu görüşü biz öylesine benimsedik ki, bin yılların alacalı bulacalı pılı pırtılar gibi sırtımıza giydirdiği gelenek ve görenek süslerini atıyoruz üstümüzden, kulak vermez olduk dinlerin, inançların ister tanrıdan, ister insandan gelme avutucu ninnilerine. Umuda karşı da ayaklandık: Bugün ve bu dünyada yaşamak istiyoruz. Ötelerin ve yarınların aldatıcı çekiciliğine kapılmakla
nerelere sürüklenebileceğimizi denedik, biliyoruz artık. Ne pahasına olursa olsun insanlığımızı
gerçekleştirelim diyoruz. Tek ülkümüz insan olmak. Bu ülkü uğruna göze almayacağımız çaba,
katlanamayacağımız cefa yoktur. Bu ülkünün ilk temsilcisi Prometheus'tur.
Prometheus efsanelik kişidir. Gerçi Homeros destanlarında adı geçmez, ama Hesiodos'un
iki büyük şiiri Theogonia ile İşler ve Günler'de çok sözü edilir. Ne var ki, bizim aldığımız anlamdaki insanı yansıtan Prometheus ilk kez Aiskhylos'un tragedyasında çıkar karşımıza. Bu önemli neden Aiskhylos'tan önceki ve sonraki Prometheus tipleri üstünde durup düşünmeyi gerektirmektedir. Aiskhylos'un açtığı çığırı kesince sınırlayabilmek için, Hesiodos'tan tutalım, Goethe'ye kadar gidelim, metinleri inceleyelim, gerekirse Türkçeye çevirip buraya alalım. Yeter ki anlayalım nasıl oldu da İsa'dan önce V. yüzyılın bir yazarı XX. yüzyılın insanlık ülküsünü, ayaklanan insan tipini gerçekleştirebildi. Hemen söyleyelim ki, Prometheus'un kişiliği efsanede de politik bir nitelik taşımaktadır, ama bu kişiliği tam değerlendirip, dramını modern anlamda politik bir dram olarak canlandırabilmek Atina'nın tragedya yazarları arasında politik görüşü en köklü olan Aiskhylos'a vergi bir başarıdır.
Politik dram ne demek? Niçin politik dram diyoruz Prometheus'a? Bu tragedyayı canlandıran olayların hepsi bugün "hükümet darbesi" diye niteleyebileceğimiz bir eksenin çevresinde dönüyor da ondan. Efsanenin de, tragedyanın da merkezi budur. Hep bir kuşağın kendinden önceki kuşağı devirip, yönetim gücünü ele geçirmesidir işlenen konu. Bu konuyu bir iki yüzyıl arayla önce Hesiodos'un, sonra Aiskhylos'un ayrı ayrı açılardan alıp işlemeleri politika bilincinin gelişimine ilginç bir örnektir.
Hesiodos, Prometheus efsanesine iki eserinde de önemli bir yer ayırır: Theogonia'da İapetos soyunun serüvenleri (507-616) 109 dize, İşler ve Günler'de Prometheus-Pandora efsanesi hemen eserin başında (42-105) 63 dize tutmaktadır. Bu parçalar okunup karşılaştırılabilsin diye çevirilerini bu önsözün sonuna aldık.
Hesiodos, Theogonia'da evrenin yaratılışından bu yana birbiri ardına gelen tanrı soylarını sayar: Başlangıçta Khaos vardı der, Khaos'tan Gaia-Toprak ve Eros-Aşk doğar. Toprak Ana kendi başına kendine eş ve kendini büsbütün örtebilecek bir varlık çıkarır ortaya: Uranos-Gök; sonra da onunla birleşerek devler, azmanlar doğurur. Bunlar üç cinstir: Titan'lar (Devler), Kyklops'lar (Tepegözler) ve Hekatonkheir'ler (Yüz kollu ve elli kafalı devler). Uranos, Gaia'nın peydahladığı bu varlıklardan ürker, tiksinir, onun içindir ki her birini doğar doğmaz ana karnına tıkar yeni baştan. Şiştikçe şişen Toprak Ana sonu gelmeyen doğum sancılarından kurtulmak için bir çare düşünür: Ak çelikten bir tırpan yapıp çocuklarının eline verir ki öç alsınlar babalarından. Ama hiçbiri yanaşmaz bu işe. Yalnız son doğurduğu Kronos tırpanı alır ve gece pusuya yatarak Uranos'un Gaia'yı örtmeye geldiği sıra tırpanla erkeklik uzvunu keser. Hesiodos bundan sonra Uranos tanrının taşaklarından boşalan bel köpüklerinin nasıl denize döküldüğünü, tanrı güzeli Aphrodite'nin ak dalgalardan nasıl doğup Kıbrıs adasına doğru yol aldığını anlatmak sevdasına düşer. Oysa olay tanrı soylarının tarihinde bir devrim niteliği taşır. Bu birinci devrimi bir ikincisi izlemektedir: Oğlu Zeus eliyle Kronos'un devrilmesi. Kronos da tıpkı babası gibi davranır: Bir oğlunun kendinden daha güçlü çıkıp, krallığı elinden alacağını bildiği içindir ki, çocuklarını doğar doğmaz yutar. Uranos'un karısı Gaia gibi Kronos'un karısı Rheia da üzüm üzüm üzülür bu duruma. Uranos ve Gaia'nın yardımıyla o da bir kumpas kurar: Oğlu Zeus doğunca Girit adasına kaçırır ve yerine kundaklanmış bir taş yutturur kocasına. Günü gelince Zeus bütün kardeşlerini babasına kusturur. Akıl ve kol gücüyle Kronos'u devirip tanrılar tahtına oturur. Bu ikinci devrimle Titanların egemenliği sona ermiş, Olympos tanrılarınınki kurulmuş olur. Prometheus işte bu devrimde rol oynamaktadır.
Aynı mitolojik motiflerle dile gelen bu iki devrim aslında birbirinden ayrı anlamlar taşır. Uranos'un devrilmesinde yalnız kaba kuvvete başvurulur: Erkeklik uzvunun kesilmesi salt fiziki bir eylemdir. Bu eylemde akıl yoluyla kurulan düzenin bir payı varsa da, bu pay önemsizdir. İkinci devrim bir akıl ve hesap işidir. Onu hazırlamakta ve yürütmekte Uranos'la Gaia'nın oynadıkları kılavuz rolü dikkati çeker. Kaba kuvvetten zarar gördüklerini anlayıp, başlarına gelenden ders almışa benzeyen birinci kuşak tanrıları kendilerini deviren ikinci kuşağı alt etmek için aklın temsilcileri olarak çıkarlar
karşımıza: Kronos'a bir gün tahttan indirileceğini önceden haber vermek, Zeus doğunca onu
saklamak, beslemek, yetiştirmek ve babasını nasıl devireceğini ona öğretmek işini üzerlerine alırlar. Böylece birinci devrim kaba kuvvetin kendi kendine yenilmesi, ikinci devrimse kaba kuvvetin akılla yenilmesi anlamına gelir. Akıl yolundaki bu gelişimde Zeus bir adım daha ileri gider: Kaba kuvveti kendi çıkarına bir araç olarak kullanır. Ve sonunda kaba kuvvetler birbirlerini yok eder, dünya egemenliği yalnız akıl gücü üstüne kurulur.
Bu süreci Hesiodos, Titanomakhia, devler savaşı denilen parçada anlatır. (Theogonia, 616-885).
Kronos kral olunca, Uranos'un zincire vurduğu azmanlardan Titanları kurtarıp yönetime ortak
eder... Ama Zeus, Kronos'la birlikte kuşağını da devirdiği zaman, Titanlar ayaklanır. İki tanrı kuşağı arasında yaman bir dövüş başlar.
Titanlar Othrys dağına, Kronosoğulları da Olympos dağına yerleşip on yıl süreyle ve hiçbir sonuç alamadan savaşırlar. Zaferi kazanmanın yolunu da gene Gaia gösterir Zeus'a: Uranosoğullarından yüz kollu devlerin yer altından çıkarılıp savaşa sürülmelerini salık verir. Zeus bunu yapar ve yeri yerinden oynatan, denizlerin altını üstüne getiren bir savaş sonunda Titanları alt eder. Titanları yerin dibindeki Tartaros'a kapatıp Hekatonkheir'leri bekçi diker başlarına. Bunlar da armağan olarak gök gürültüsünü, şimşeği ve yıldırımı verirler Zeus'a.
Akıl ve kol gücünü böylece kişiliğinde birleştiren Zeus kral olup tanrılar tahtına oturur. Ve gene
Gaia'nın öğütlerine uyarak sağlam bir düzen kurmak için dünya egemenliğini kardeşleri ve çocukları arasında paylaşmaya girişir. Bu paylaşmada karşısına dikilen tek engel Prometheus'tur.
Buraya kadar Hesiodos ve Aiskhylos az çok ayrılıkla aynı efsane kaynaklarını izlemektedirler. Prometheus'a gelince, iki şairin anlayış ve yorumları büsbütün değişir.
Prometheus, Titanlar soyundandır: Hesiodos'a göre İapetos'la Okeanos kızı Klymene'nin
oğludur. Bu Titan çiftinin dört oğlu olur: Atlas, Menoitios, Prometheus ve Epimetheus. Dördünün de kaderi tüyler ürperticidir: Zeus, Atlas'ı dünyanın ucuna dikip gök kubbesini
omuzlarına yükler, Menoitios'u yıldırımla çarparak yerin dibine kapatır, Prometheus'u zincirlerle
bir sütuna bağlar ve karaciğerini bir kartala yedirir, Epimetheus'un başına kadın belasını salar. Neden bu eşi görülmedik, olağanüstü cezalar? İapetosoğulları Titan soyundan oldukları için mi? Hayır. Zeus'un İapetosoğullarına özel bir hıncı vardır, bu hıncın asıl nedenini de onlara verilen sıfatlardan anlıyoruz: Bu Titanların dördü de kafa gücünden pay almışlardır, akıldan yana üstündürler ve bu üstünlükleriyle övünüp Zeus'a karşı gelmeye yeltenirler. Akıl gücüyse Zeus'un tekelindedir, o bu güçle ele geçirmiştir dünya egemenliğini. Bu gücü başkasında görmek dinmez bir öfke doğurur içinde. Prometheus da bu öfkeyi körükler durur: Sivri aklını, geleceği önceden görme gücünü Zeus'u aldatmak, kuşkulandırmak, küçük düşürmek için kullanır. Burada Hesiodos'un pek üstünde durmadığı, Aiskhylos'un alabildiğine işlediği bir temaya ışık tutmalıyız: Üçüncü devrimin hazırlanması.
Adı "önceden gören" anlamına gelen Prometheus kahindir ve Gaia, Kronos'a devrileceğini nasıl haber verdiyse, Prometheus da Zeus'un bir gün tahtından düşeceğini bilir. Aiskhylos'a göre Prometheus, Klymene'nin değil, başka bir adı Themis-Adalet olan Gaia'nın oğludur. Bu bilgiden edindiği üstünlükle Prometheus, Zeus'u sürekli bir kuşkunun baskısı altında tutar. Prometheus tragedyasının ekseni olan bu tema Hesiodos'ta da sezilir. Ancak onu göz önünde tutarsak, Mekone olayını gereğince anlayabiliriz. Theogonia'da (bak. dize 535-560) anlatılan bu efsane etiolojik, yani açıklayıcı bir nitelik taşır: Kurban törenlerindeki bazı geleneklerin nereden geldiğini bildirir, ama bizim için asıl önemi Zeus-Prometheus kavgasını bambaşka bir motif üstüne kurmasıdır: Prometheus başlangıçtan beri insanlardan yana geçmiştir, onlara dayanarak Titanların öcünü almak ve Olmyposluların egemenliği yerine insanların egemenliğini getirmek emelindedir. Yeni bir devrimin hazırlayıcısıdır. Kurduğu düzen tanrılar için küçük düşürücüdür. Zeus bile bile aldanır, ama oldubittiyi önleyemez. Bu onur yarasından öç almak içindir ki, ateşi vermez olur insanlara. Prometheus da tanrıyı bir daha aldatır ve ateşi çalıp götürür insanlara verir. İki kez küçük
düşürülen tanrılar tanrısı artık kaba kuvvete başvurmak zorundadır: Eşi görülmedik, korkunç
cezalar salacaktır Prometheus'un başına.
Hesiodos'un öyküsünde Aiskhylos'un Prometheus'unu, giderek Goethe'nin verdiği Prometheus
yorumunun tohumlarını bile bulabiliriz: Zeus aldatılmış, insanların gözünde küçük düşürülmüş, gülünç olmuş bir tanrıdır. Egemenliği gerçek bir güce dayanmaz, çünkü akıl gücü tanrılardan insanlara geçmiştir. Devrim, üçüncü ve son devrim olmuş bitmiştir: İnsan kendi gücünün bilincine varmış, tanrıya karşı ayaklanmıştır. Ona isterse tapar, isterse hiçe sayar onu, güçsüz ya da güçlü olduğu oranda tapar ya da hiçe sayar. Tanrı, insanın elinde bir oyuncaktır, asıl tanrı, yani asıl yaratıcı, in sanın kendisidir. Goethe'nin şiirinden çıkan anlam da budur. Aiskhylos'un Prometheus'unda yalnız tanrıların rol oynadığı belirtilir durur. Oysa bu tragedya bütün koşulları ve sorunlarıyla insanlık dramını yansıtır demiştik. Prometheus insanın temsilcisidir, içinde çırpındığı olaylar da günümüzün deyimiyle politik diye nitelenebilecek insan toplumlarına özgü olaylardır. Ama Prometheus ne bakımdan insandır ve dramı niçin insanlığın dramı oluyor?
Prometheus ateşi tanrılardan çalmış ve insanlara vermiş, tanrıların kurmuş olduğu düzene karşı geldiği için de zincire vurulmuş, yaman bir ceza çekmektedir. Mıhlanmış olduğu kayadan bize seslenip, eylemini, eyleminin uyandırdığı tepkiyi, kendini ve karşısındakileri eleştirip değerlendirmek tedir. Prometheus olayını bugün bir tiyatro yazarı ele alsa, karşımıza bir
yargılama sahnesi koyar ve tutuklusu, tanıkları, yargıçlarıyla bir duruşmayı canlandırırdı.
Biz de örneğin Kafka'nın Duruşma'sını inceler gibi inceleyelim Zincire Vurulmuş Prometheus'u.
Anlayışına günümüzün gözüyle ancak bu yoldan varabiliriz.
Prometheus savunuyor ve ne diyor bu savunmada? İki kavram üstünde durup direniyor, değer
olarak benimsedi ği iki kavram: Bilinç ve özgürlük. Bilinç ve özgürlük insana özgü değişmez değerler olarak her zaman ve uygar her toplumda benimsene gelmiştir. Bunları savunurken Prometheus bugün de bir sanığın duruşmada başvuracağı kanıtlamaya başvuruyor: Ne yaptımsa diyor, bile bile yaptım. Eyleminin uzun bir düşünme ve tartışma sonucu bilinçli ve istemli bir eylem olduğunu ileri sürerek, bu eylemin suç olarak yorumlanmasından doğacak bütün tepkilere sonuna kadar katlanmaya hazır olduğunu bildiriyor. Bu bilinç hem bir gurur, hem bir katlanma duygusu doğuruyor içinde. Şu sözlerle dile getiriyor duygularını:
Ama neler söylüyorum, her şeyi önceden bilmiyor muydum?
Hepsini biliyordum başıma geleceklerin.
Ama ben biliyordum başıma gelecek olanı:
Bile bile, isteye isteye suç işledim.
Payıma düşeni gönül ferahlığıyla taşımalıyım,
Kaderin önüne durulmaz, bilmeliyim bunu.
Bana gelince, ben bu çileme katlanacağım.
Çilesine katlanamayıp, ölmeyi özleyen İo'ya Prometheus şöyle der:
Benim acılarıma hiç katlanamazdın demek!
Kader ölmeme de izin vermiyor benim:
Yalnız ölüm kurtarabilirdi beni,
Oysa benim işkencelerimin sonu yok
Zeus tahtından düşmedikçe.
Hiçbir umuda yer vermeden düşünce ve davranışında direnen Prometheus'un bu bilinçli
tutumunu başkaları anlamaz ve gurur ya da kibir diye nitelerler.
Koro şöyle der:
Sözünü sakınmıyorsun,
Başına gelen boyun eğdirmiyor sana.
Okeanos da şöyle:
Aşırı bir dilden geldi başına gelenler, Yine de uslanmış değilsin, diretiyorsun,
Dertlerine dert katmaktan korkmuyorsun. Benden öğüt dinlersen, dikine gitme.
Sözünü sakınmıyorsun diye çevirdiğimiz Yunanca agan eleutherostomeis deyimi "dilin fazla özgür"
anlamına gelir. Prometheus'a bilinci özgürlük sağlamaktadır. Dramın özü de bu özgürlük-kölelik sorunudur. Onun asıl önemini de biz ancak tragedyanın yazıldığı çağı gözönünde tutmakla anlayabiliriz. V. yüzyıl Atinası'nda kölelik de, zorbalık da yasalara uygun canlı kurumlardı. Prometheus herhangi bir köle gibi "desmotes", yani zincire vurulmuştur; işkencesinin büyüklüğü zincire vurulmuş olmasında değil, bir tanrı iken köle durumuna düşürülüp, köleliğinin bu kadar kötü koşullar içinde geçmesindedir. Ne var ki köleliği doğal ve olağan sayan bir ortamda Zeus-Prometheus ilişkisini bir sorun olarak ortaya atmak, yargılarcasına tartışmak ve hakkın köleden yana olduğunu belirterek, zorbalığı bütün ayrıntılarıyla eleştirip yermek Aiskhylos'un tek başına giriştiği ve başarıyla sonuçlandırdığı koca bir iştir. Tragedyasına eşsiz bir değer veren bu sorunu adım adım incelemeliyiz Prometheus'ta.
Titanları yenip yönetimi ele aldıktan sonra, Zeus bir düzen kurmaya girişmiştir. Bu düzende kendine krallık tahtını ayırdığı halde, öbür tanrılara da şeref payları, egemenlik alanları dağıtmıştır. Ne var ki bütün tanrılar paylarına düşen alanı yönetirken Zeus'un buyruğuna uymak zorundadırlar. Piyeste karşımıza çıkan tanrıların hepsi bu düzeni benimsemiş, Zeus'un buyruklarını isteyerek ya da istemeyerek yerine getirmektedirler. Tek başkaldıran Prometheus'tur. Kavga Zeus'la Prometheus arasındadır ve bir özgürlük-kölelik kavgasıdır. Evreni yöneten, tanrıların ve insanların egemeni Zeus özgürdür, prangaya vurulmuş, ıssız ve kayalıkta sonsuzluğa dek işkencelere mahkum, ölümsüz olduğu için canına kıyma özgürlüğünden de yoksun Prometheus köledir. Ama bakalım gerçekten de öyle mi?
Prometheus'u kayaya çakan Kratos-Güç şöyle diyor:
Her varlık çoktan bir kaderle yükümlenmiş,
Tanrıların başıdır yalnız yükümlü olmayan:
"Zeus'tan başkası özgür değildir."
Olaylar da Kratos'un bu sözünü doğrulamaktadır: Sert, amansız, insafsız bir zorba gibi dünyayı keyfine göre yöneten Zeus her isteğini yüzde yüz gerçekleştirmektedir. Evren Prometheus tragedyasında Prometheus ve İo gibi Zeus'un kurbanları, Kratos, Bia, Hephaistos ile Hermes gibi Zeus'un uşakları ve Okeanos gibi Zeus'un dalkavukları ile dolmuştur. Geçmişi yendikten sonra, Zeus bugün ve yarını da yasalarının tekeline geçirmişe benzer. Oysa gerçek tam tersinedir: Gerçekte Zeus köle, Prometheus özgürdür. Bu özgürlüğü Prometheus nasıl ele geçirmiştir? Burada efsaneyi bir yana itip, kendi çağımızın egemenlik kavgalarına bakabiliriz: Yönetimi ele geçirmiş nice iktidar sahibi kişi ya da partiler vardır ki, karşılarına dikilip direnen tek tük düşünce sahiplerini susturup yok edebileceklerini sanırlar, oysa sonuç umduklarının tersine çıkar: İktidar sahipleri devrilir gider, düşünce sahipleri yener ve kalır. İnsan toplumunun bu değişmez yasasının bilincine varan Aiskhylos onu Prometheus diye bir efsanelik kişinin ağzından bildiriyor bize dek: Akıl gücü kaba güçten üstündür, düşünceye gem vurulamaz, özgür düşünce tutuklanamaz, susturulamaz, alt edilemez, olaylar nasıl gelişirse gelişsin, gelecekte egemenlik kaba kuvvetin değil, özgür düşüncenindir. Aiskhylos toplumların yönetiminde, geçmiş, hal ve geleceği bu açıdan eleştirerek,
bize eşsiz değerde bir politika dersi veriyor bu tragedyasıyla: Akıl gücünün kaba kuvveti nasıl yendiğini adım adım izledikten sonra, akıl gücü üstüne kurulan yönetimin akla ve özgür düşünceye saygıyı elden bırakıp, ona sırt çevirince, nasıl zayıfladığını ve devrilmek tehlikesiyle karşı karşıya geldiğini gösteriyor. Zeus bütün kurbanları, uşakları, dalkavuklarına karşın bir çocuk gibi zayıf ve çaresizdir: Onu yıkımdan kurtaracak tek kişi akıl gücünün taşıyıcısı Prometheus'tur. Zeus tutukladığı düşmanının elinde tutukludur aslında. Efsane Prometheus'a geleceği öngören bilici der, çağımızsa biliciye inanmaz, ama düşünürün akıl gücüyle geleceği öngördüğünü, insanlığa yaptığı bu hizmete karşılık kör iktidarların baskısına uğrayıp olmadık cezalara çarptırıldığını da bilir. Aiskhylos'un tragedyasını bu açıdan okuyun, göreceksiniz ki çağımızın ve özellikle yurdumuzun dramını yansıtır.
Bu kadarıyla Prometheus politik piyesin ta kendisidir, ama Aiskhylos politika anlayışının en derinini yansıtmakla kalmamış, uygarlık değerlerinin ne olduğunu kavrayıp dile getirmekle insancı eserin en özlüsünü de vermiştir. Ateşi tanrılardan çalıp insanlara vermek ne demektir? Başkalarının bir efsane niteliğinden öteye götüremedikleri bu sembolü Aiskhylos insanlık açısından ele alıp, uygarlığın tarihçesini çizmek gibi tiyatro eserlerinde eşine rastlanmayan güç bir işi başarmaktadır. Düşüncesi günümüzün olaylarını aydınlatacak kadar derine giden bu yazarın sanat ustalığı da şaşırtıcıdır: Okuyucu dikkat etti mi ki başlangıçta Zeus'un uşakları -günümüzün diliyle polisler- Prometheus'u kaba güce başvurarak tutukladıkları sahnede, Prometheus bir tek söz söylemez: Kayaya kakılmasına, zincire vurulmasına ve Kratos'un sövüp saymalarına sessizce katlanır, ama tragedyanın sonunda Zeus'un casusu -biz buna sanığı gözdağıyla sorguya çeken polis müdürü diyelim- Hermes'le kölelik-özgürlük tartışmasında tanrıları beş paralık ettikten sonra, başına saldıkları doğal belaları bir bir izleyip diliyle canlandırır gözümüzün önünde, dünya başına yıkılıp koroyla birlikte gömülüp yok olana dek konuşmakta direnir Prometheus. Son sözünü söyler ve sonra ölür. Kıyamet de kopsa son söz özgür düşüncenindir demek istiyor Aiskhylos. Bildirisi bu gün de kulaklarımızda çınlasın!
Prometheus'un çevirisine girişmezden önce, Eyüboğlu da ben de bu tragedyanın çevrilmeye, giderek
oynanmaya elverişli olmadığı kanısındaydık. Çevirdikçe yanıldığımızı anladık ve coştuk. Her sözüyle sahnede canlanır gördük bu piyesi. Hele eserin plastik değeri, kişiler sahnede kımıldamadıkları hâlde, olayların anlatımındaki canlılık, duyguların dile getirilişindeki coşkunluk bu tragedyanın başarıyla oynanıp, merakla seyredilebileceğine inandırdı bizi. Prometheus’u Türk tiyatrolarının birinde oynanır görmek içten dileğimiz oldu.
Azra Erhat
Ağustos 1967
Aiskhylos, Zincire Vurulmuş Prometheus
Çevirenler: Azra Erhat - Sabahattin Eyüboğlu
Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2013