DÜŞÜNCE tarihimizin büyük beyinlerinden Namık Kemal 17 Ekim 1872 tarihli İbret gazetesindeki yazısında eğitime içişlerinin sekizde biri kadar para ayrılmasından yakınıyor, “maarife, zabtiye nezaretinin ancak sekizde biri kadar” ödenek verilmesini eleştiriyordu.
İktisat tarihçisi Tevfik Güran, modernleşme döneminde Osmanlı bütçelerinde eğitim payının ancak binde 5 civarında olduğunu, İttihatçılar zamanında üstelik savaş yıllarında yüzde 2.6’ya çıkarıldığını yazıyor.
Kapitülasyonlar ve Düyunu Umumiye borçları daha fazla ödeneğe imkân vermiyordu.
Cumhuriyet döneminde bu oran çok yükseldi. Naci Ağbal, 2018 bütçesinde Milli Eğitim’e yüzde 22 pay ayrıldığını açıklamıştı.
Elbette eğitim her iktidar döneminde gelişti fakat dünya daha hızlı gelişiyor.
SEKSEN YILDA
Dünkü yazımda 2008’den itibaren eğitimde kalite kaybı yaşadığımızı yazmıştım. Prof. Celal Şengör uzun bir mesaj gönderdi. Ailelerin ve toplumsal ortamın çocuklarda bilimsel merak yaratmadığını anlatıyor, şöyle diyor:
“Öğrenci üniversite tahsiline bir iş bulma aracı olarak bakıyor. Okuduğu şeyleri öğrenmekten ziyade not alıp diplomayı kapmak onu ilgilendiriyor.”
Şimdi, seksen yıl öncesine, 1939 yılına gidelim. Temmuz ayında toplanan “Maarif Şûrası”nda, Alman Prof. Ernst Hirsch uzun konuşmasında diyor ki:
“Üniversitede bazı talebeler zannediyor ki, mühim olan tek şey dersleri takip etmek ve anlatılan bilgileri imtihan için ezberlemektir... Fakat özel çalışmalar yapmak veya diğer kitaplara başvurarak araştırmak fikri hemen hiç yok...” (Maarif Şûrası 1939, s. 455)
Seksen yılda çok şey başardık ama değişen dünyaya yetişemediğimiz belli.
Böyle bir eğitimle “orta gelir” ve “orta demokrasi”yi aşarak “gelişmiş ülke” olabilir miyiz?
DEĞİŞEN ÇAĞLAR
Elimde bir kitap var; MEF Üniversitesi Rektörü Prof. Muhammed Şahin ve Carolin Fell Kurban yazmış. Sanayi öncesi, sanayi çağı ve şimdi bilgi çağında gereken “bilgi ve becerileri”nin nasıl farklı olduğunu anlatıyor: Sanayi öncesi tarım toplumlarında toprak, emek ve çiftlik hayvanlarını kullanma bilgileri lazımdı, okul pek gerekmiyordu.
Sanayi çağında okul bilimsel nitelikli “standart bilgi”leri öğrencilere iletiyor. Öğrencinin eleştirel ve yaratıcı düşünmesi çok da gerekmiyordu.
Çağımızda ise ekonomi insanlarda “bilgiye erişim, bilgiyi özümseme, bilgiyi yorumlama, bilgiyi paylaşma, işbirliği” gibi yetenekler arıyor. Bunun için üniversitenin öğrenciye “eleştirel düşünme becerisi, yaratıcılık, inovasyon, girişimcilik”kazandırması gerekiyor.
Kitabı bütün eğitimcilerin dikkatine sunuyorum.
YENİ METOTLAR ŞART
Kitapta “sanayi çağı eğitimi” anlatılırken,“Öğrenci dinler not alır, kitap okur, soru sorar, hatırlar ve bilgiyi anlar” deniliyor.
Ödevler evde yapılır; hatta birilerine de yaptırılabilir!
Çağımızda ise Prof. Şahin ve Kurban, “öğrencinin bilgiyi tartışarak öğrenmesi”nin önemini vurguluyor.
Önceden 10-15 dakikalık videolarla ders özeti veriliyor; öğrenci evinde bunu dinliyor. Sınıfta ise hocanın yönetiminde konuyu tartışıyorlar; ders bu şekilde işleniyor. Hoca, elindeki bilimsel bilgileri bu tartışmada öğrencilere iletiyor. İlgili eserler konuşuluyor. Öğrenci dersin konusu olan bilgileri tartışarak özümsüyor.
Elbette başka yöntemler de vardır.
Milli Eğitim Bakanı Prof. Ziya Selçuk da “belirsizlik mantığı”nın son derece gerekli olduğunu vurgular; “standart bilgi” ezberi yerine “başka türlü de olamaz mı?” diye düşünebilmek.
Eleştirel-yaratıcı düşünce böyle yeni metotlarla geliştiriliyor dünyada.
Herhalde artık geldiğimiz gibi gidemeyeceğimiz belli; gidemiyoruz, tıkandık zaten.
Yeni bir Milli Eğitim Şûrası bu amaçla toplanmalı, ideoloji için değil