9 Ekim 2020 Cuma

Herkes Bize Düşman




DÜŞMAN güçlerce kuşatılmak, sürekli dış güçlerin komplolarına maruz kalmak duygusu bütün toplumlarda şu veya bu ölçüde heyecan yaratır, sorunlar büyüdükçe de kabarır. Bu, Ortadoğu’da ciddi bir zihniyet hastalığıdır.

Ama işte Avrupa’daki otoriter popülist akımlar da bu duyguları körükleyerek yükseliyor. Macaristan’da Orban, Polonya’da Kaczynski “göçmen saldırılarına” ve “Brüksel’in komplolarına”karşı ülkelerini aslanlar gibi savunma pozlarıyla iktidara geldiler. Trump da dünyanın, hele de Çin’in Amerika’yı sömürdüğünü söyleyerek...

TÜRK’ÜN DOSTU?

Kadir Has Üniversitesi’nin dün açıklanan araştırmasına göre “düşman” algımız artıyor: ABD’yi birinci tehdit olarak görenlerimizin oranı 2015 yılında yüzde 35 iken, 2018’de yüzde 60’a çıkmış.

İsrail konusundaki rakamlar yüzde 46.6’dan yüzde 54.4’e çıkmış.

Avrupa’yı tehdit görenlerin oranı düşük; yüzde 10’dan yüzde 26’ya gelmiş.

Tek dostumuz Azerbaycan, elbette kardeşimiz Azerbaycan.

Kamuoyundaki bu tehdit algısının tabii ki reel sebepleri var: ABD’nin YPG’yi silahlandırması, Kudüs sorunu gibi...

Zaten sorunlar, sürtüşmeler arttıkça bu duygular yükselir.

Araştırmada şöyle deniliyor:

“Türkiye’nin dostu yoktur diyenlerin oranı ise geçtiğimiz yıldaki yüzde 17.2’den yüzde 22.5’e yükseldi. Bu durum, sosyolojik anlamda yalnızlığa, diğer bir deyişle ‘Türk’ün Türk’ten başka dostu yoktur’ anlayışına işaret ediyor.”

Siyasete bu algılar mı, akılcılık mı yön vermeli?

ATATÜRK VE BALKANLAR

Türkiye’de “Türk’ün Türk’ten başka dostu yok” duygusunun tarihi sebepleri vardır. 19. yüzyılda dünya modern uluslaşma çağına girdiğinde çokuluslu geniş Osmanlı coğrafyasında bugünkü birçok ulusla çatışma yaşadık, sömürgeci devletler de bunu körüklediler, istismar ettiler.

Bu sürecin üstüne bir de Dünya Savaşı felaketi bindi...

Karşılıklı duygular oluştu...

Atatürk’ün dış politikadaki “iyi geçimli millet” ve “milletler ailesinin eşit üyesi”gibi kavramları vurgulamasında bu duygusal sorunları aşma çabası besbellidir.

20 Ekim 1931’de İstanbul’da İkinci Balkan Konferansı’nda Atatürk, daha otuz, kırk yıl önce Osmanlı tebaası olan Balkan delegelerine şöyle sesleniyordu:

“Mazinin karışık his ve hesaplarının üstüne çıkarak derin kardeşlik esaslarını kuracak yeni birlik ufukları açacaksınız...”

Bu sözlerde güneş dil teorisinin etkisi vardır fakat diplomatik amaç, karışık duyguları aşma ve faşist İtalya’ya karşı Balkanlar’da bir pakt kurabilmekti.

SİYASİ RASYONALİZM

Tarihimize ideoloji değil, “anlama”zihniyetiyle bakarsak Abdülhamid’in benzer çabasını görürüz; mesela İstanbul’un fethi kutlamalarını yasaklamıştı, Yunan milliyetçiliğini kışkırtmamak için...

İnönü, Celal Bayar, Adnan Menderes, Demirel ve Ecevit ağır dış sorunlara özcü bir “düşman” algısıyla bakmadılar. Turgut Özal “küreselleşme” çağında ekonomik ilişkilerin belirleyici olduğunu görüyordu; AB sürecini hızlandırmıştı.

Bugün, “Türk Lirası’na karşı küresel saldırı”diye neler söylendi... Ama Mehmet Şimşek ve Murat Çetinkaya Londra’da “küresel sermaye”ye ekonomik reform vaat edince dolar yatay seyre girdi.

ABD’nin YPG’yi silahlandırması korkunç bir akılsızlıktır, diplomatik müzakere ile Menbiç’ten çıkmaları karara bağlandı...

Netice: Siyasete kalabalıkların hamasi algıları değil, rasyonalizm lazımdır. Çok şükür ki aynı araştırmaya göre, kamuoyunun yüzde 52.6’sı dış sorunların çözümünü “diğer ülkelerle siyasi ilişkileri kuvvetlendirmek”te görüyor

Lorem ipsum is simply dummy text of the printing and typesetting industry.

Comments


EmoticonEmoticon